Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 17 HAZİRAN 2001 PAZAR
14 KULTUR kultuKrtcumhuriyet.com.tr
Yılın Grammy'li kemancısı Joshua Bell, iddialı bir resital programıyla Aya îrini'de
Anabzle varabcıbk artarSERHAN YEDİG
Telefondaki sesi sıcak, hatta dostça. Organi-
zatörün u
Kesinlikk20dakika" uyansıyla baş-
ladığımız söyleşide laf lafı açıp süreyi üçe kat-
layınca kışiliğinin ne kadar renkli olduğu çıkı-
yor ortaya. Arada bir kahkaha atıyor. Sırası gel-
di mi espriyi patlatıveriyor. "Psüdyatrist anne
ve babanız, şöhretin yarattığı gerilimi yenmek
için sihirii bir formül yaratü mT diye sorduğu-
muzda muzip bir ses tonuyla "Tann'nın her gü-
nü terapiye gittiğimi sanmıyorsunuz herhalde"
dıyor. People dergisince "Dünyanınengüzel50
insanT, Glamour dergisince "Milenyumun At-
t» Erkeğnnden biri seçilecek kadar yakışıklı
olmasının yaratabileceği problemlerden bahse-
dıp şakayla kanşık "Tacize uğruyor musunuz"
sorusunu araya sıkıştırdıgımızda "Dahada be-
teri var" dıyor gülerek.
"Daha da beteri", takıntılı teşhirciler tara-
fından günJerce takip edilmek, köşe başlann-
da sıkıştınlmak... Pek gülünecek gibi değil
ama, o yaşadığı kâbuslan gülerek anlatmak-
tanyana... 14 yaşında RicardoMutti yöne-
timinde Philadelphıa Orkestrası'yla turne-
ye çıkan, o gün bugündür konserden kon-
sere koşan. CD kaydeden, yorumu
Grammy'ye layık bulunan Joshua BelL
basına yansıyan özellikleriyle tam bir 'yup-
pie' portresi çiziyor: Hızlı arabalara me-
raklı, Porche'tan vazgeçmiyor, iyi bir bor-
sa yatınmcısı, golf uğruna kıtalar aşmak-
tan üşenmiyor; tutku derecesinde bil-
gisayara, bilgisayar oyunlanna, chat'e
bağlı, çift cep telefonuyla dolaşıyor...
Fakat biryuppie'den beklenmeyecek
kadar iletişime açık, mutevazı. Se-
bebıni, basına yansımayan özellik-
lerini konuşurken öğreniyoruz.
Matematik bilginiyle arkadaş
Washington Post'taki röportajda
"Matematiği çok seviyorum, analiz
yapmaya, her şeyin nasıl çahştığı üze-
rine kafa yormaya bayıürun" diyor
Bell. Bu ipucundan yola çıkıp Bach'ın
müziğinı matematiksel olarak açıkla-
yan ve 22 yıl önce yayımladığı kült ki-
tabı "Gödel, Escher. Bach" bugünler-
de Türkçeye çevrilen Pulitzer ödüllü
bilim adamı Douglas Hofstadter dan
bahsettiğimizde heyecanla anlatı-
yor: "Okumaz olur muyum, harika bir IdtaptL
14 yaşında müzik teorisi hocam beni Hofstad-
ter'la taıuşnrrruşu. Derslerine girdim. lld hafta-
da bir buluşur. akşam yemeğinde matematik
konuşurduk. Onun sa>csinde,efcştirilerden kork-
nıadan müziğin mimarisini, matematiksel yapt-
sını incelemeyi öğrendinı. Analitik düşünmeyle
yaraücı yaklaşunın güçleneceğini, güzelliğin art-
anlabileceğini gördüm. İçgüdüsel olarak yaka-
lanangüzeflikler analiz edDdiğinde,güzefliğinne-
deni ortaya çılayor. Bazılan, sanat sadece ifade
gücüdür, mantıkla açıklanamaz, der. Bu fikrin
yanlışhğuu anladım."
Joshua Bell. her üyesi amatör olarak müzik-
le uğraşan Indiana'lı bir aileden geliyor. Anne-
si. babası. ablası, kız kardeşi birer enstrüman
çalıyor. Dört yaşında müziğe başlayan keman-
cıya asıl ustalığmı, sesini kazandıran ise geçen
yüzyıhn büyük kemancı-bestecilerinden Euge-
ne Vsaye'nin öğrencisi Josef Gingold. Efsane-
vi eğitimcinin dikkatini 12 yaşında çekip öğ-
rencileri arasına girdi Bell. Hocalan arasında
Iva Calamyan'ın da adı geçiyor. "Hobi olarak
başladım müziğe, küçük paralar karşıhğı kon-
ser verdim. Sonra bir anda mesleğe dönüştü ke-
• Eugene Ysaye'nin öğrencisi tarafından
yetiştirildi. New York Times'ın yazdığına
bakılırsa ustalığı geçen yüzyılın
efsanevi kemancısı Yasha Heifetz'i
çağnştınyor. Joshua Bell 33 yaşında;
elinde bir zamanlar Paganini'nin
çaldığı 1732 yapımı Stradivarius
keman var. Konser programı
ise sınav gibi:
Beethoven,
Schubert,
Ravel,
Ysaye ve
Gershvvin.
Kemanı
269 yaşında
1990'larda şekli gitara benzeyen bir
'Stratövarhıs'ia çalan Joshua Bell, Nas-
saq 'daki operasyonlardan kazandığı pa-
rayla sekiz yıl önce "TomTaytor" adıy-
la anılan 1732 Stradivarius yapımı ke-
manıru aldı. Bir zamanlar Paganini'nin,
Brahms'm konçertolarını adadığı Yo-
achimın çaldığı nadıde kemanın bugün-
kü def eri birkaç milyon dolar civann-
da...
" Bir odadaki yüderce keman arasın-
dan çalmak koşuluyla gözüm kapalı
ayırt ederim" diyecek kadar çalgısıy-
la bütünleşen Bell "Tom TsyJor"un,
sesi çok güçlü olmasa da yumuşak tı-
nıh bir keman olduğunu belirtiyor. "Çok
göçlü sesi oian kemanın en ivisi olduğu
sanıfayor, bu doğru değiL Tom'un sesiçok
narin dokunuşlarda bik salonun en ar-
kasuıdan duyulabiliyor, bu da bana ye-
ter" diyor.
Genç kemancının dileği, 19. yüzyıl-
daki Ingiliz sahibinin adıyla anılan bu
nadide Stradivarius'un bir gün kendi adı-
nı taşıması. "50yrisonra, belkL. Bir giin-
Kim biBr" divor...
mancıhk, kendinü bu isin içinde buMum" diye
anlatıyor başlangıç yıllannı. Joshua Bell, Indi-
ana'da yetişmesine karşın klasik müzikte zirve-
ye. Londra'dan başlayan uzun bir yolculuktan
sonra ulaştı.. Decca'dan yayımlanan Kreister seç-
kisi. Prokofiyef. Brahms. Schuman konçerto-
lan büyük ilgı görüp ardından Barber ve Wak
ton konçertolarla Gramophon ödülleri kaza-
nınca Sonny'ye transferoldu. Jay Leno Show'da,
CNN'de, NBC haberlerinde gözükmeye başla-
dı. Yakışıklılığı, People ve Glamour tarafından
onaylandı(!). Bu arada Sibelius. Goldnıark kon-
çerto kayıtlan övgüyle karşılandı. Edgar Me-
yer'le country müziğe yöneldiğı "ShortTrip Ho-
me" ve "The Red Vlolin" filminin müzikleri
Grammy'ye aday gösterildi.
Unuttuğu beste Grammy getirdi
Çağdaş bestecilerin çoğu, eserini büyük us-
taların standartlannın altında ve "dmlenüemez"
bulan Bell'e birçok besteci eser ithaf etti. Nic-
holas Maw bunlardan biri. 1993'te bir keman
konçertosu yazdı. Genç kemancı, ithaf edilen
eseri altı yıl sonra neredeyse unutmuştu; Gra-
mophone dergisiyle yaptığı röportajda zorluk-
la hatırladı. Bu konçertoyu 2001 'de kaydetti.
Sonny"den yayımlanan CD, Grammy kazandı.
Röportaja limon sıkmayı göze alıp "Ödül ka-
zandıktan sonra Mavv'ın konçertosunu bu ka-
dar yıl ihmal ettiğiniz için vicdan azabı çekroe-
diniz mi" diye sorduk. Kısa bir sessizlikten son-
ra ahizenin öteki ucundan samimi bir cevap
geldi: "Ustahk isteyen, parmaklan çok zoriayan
bir eser. Maw büyük emek verdi, herhalde da-
ha sık çalmamı istiyordur. Vlcdannn hiç rahat
değil. Evdeyığınla bekleyen'diğer eserleri ihmal
ettiğim için de vicdanım sızlıyor. Dilerim diğer
kemancılar da repertuvarianna alır ve omuzia-
rundald sorumluluk biraz hafıfler."
Kariyerinde hızla yükselen kemancılann ha-
yallerini. hep mihenk taşı kabul edilen eserle-
rin unutulmaz yorumlannı kaydetmek süsler. Bu-
nun için yeterli olgunluk düzeyine ulaşana ka-
dar beklerler. Bell öncelikle Schubert sonatla-
n kaydetmeyi planlıyor. Kadirşinaslık yapıp
Ysaye'nin çok az yorumlanan sonatlannı da
seslendirecek. Uygun bir partner bulduğunda
Beethoven'lariçinkollan sıvayacak. Gönlünde
yatanaslanagelince... "Tabii ki kemanın tncil'i
kabul ettiğim Bach solo keman sonatlan" diyor.
Gülerek eklıyor: "Milyon dolar verseler şu an-
da kayda girmezdinı.*'
Yılda 150'ye yakın konser veren Bell, her ayın
20 gününü şehirler. kıtalararası yolcoluklarda
geçiriyor. Söyleşimizde. bu yüzden sekiz yıl-
lık kız arkadaşından kısa süre önce aynldığını,
oysa aile yaşamını çok sevdiğini öğreniyoruz.
Derken kapı çalıyor. Gelen iç mimar. Anlaşı-
lan terk edilmenm acısını iç mimann yardımıy-
la silecek... 10 yıl sonra ikinci kez geleceği Is-
tanbul'da sunacağı müzik ziyafetinin mönüsü-
nü sorup söyleşiyi noktalıyoruz.
u
Farklı dö-
nemleri, üsluplan yansıtan bir repertuvar ha-
zırladık. Beethoven'uı az çalınan müthiş eseri 4.
keman piyano sonabyla başlayacağız resitale.
Schubert'in derinliğini \ansıtan en sevdiğim
eserierinden Fantezi'si, Ysaye'nin üç numarah
keman sonaü veRavel'in caza, bhıes'a kadar uza-
nan Sonafını yorumla>acağız. Simon Mulligan
aynı zamanda caz da çalı>or. Onunla Ravel yo-
rumlamak ilginç bir deneyim. Sanıyorum bir de
Gershwinvar repertuvanmızda...'" Geçen cuma
itibanyla biletlerin çoğu satılmış, son 75 yer kal-
mıştı. Bu iddialı konseri kaçırmak istemiyor-
sanız elinizi çabuk tutun...
Banş Pirhasan, üçüncü filmi 'O da beni seviyor'da büyümenin öyküsünü anlatıyor
IKüçük bir kız çocuğunun kırık aşkı
BURCIJ GÜNUŞEN
MALATYA - Banş Pirhasan, za-
manın ve mekânın belirsiz olduğu
'Usta Beni Öldürsene'den sonra bu
kez belirli bir dönemin (70'li yılla-
rm) Malatyası'nda geçen 'O da be-
ni seviyor'la kamera arkasına geçti.
Gül Dirican'ın öyküsünden yola çı-
kılarak senaryolaştınlan film, Ma-
latya'nın Arguvanı'nda geçiyor. Çe-
kimlerin yapıldığı Arguvan, Malat-
ya'ya bir buçuk saat uzaklıkta.
Arguvan'ın biraz ötesindeki Be-
mere'de gece çekimi yapılıyor. Kı-
pır kıpır yıldızlar altmda kurulan
çadırlarda yöresel giysileriyle uyu-
yanlar, birazdan göçerleri canlan-
dıracak. Bir yanda ateş, ateşin az
ötesinde bir fıskıye, ve bir çadırın
önünde oturmuş prova yapan çeri-
başı rolündeki îuncel Kurtiz... Az
sonra bir destanı anlatacak: Kerem
ikAsh.
Isminden anlaşılacağı gibi bir aş-
kı. küçük bir kızın aşkını anlatıyor
'Odabeniseviyor'. 1973yılındakı-
nklarla dolu karnesi yüzünden yaz
tatilini geçirmek için Malatya'dan ba-
basının askerlik arkadaşmın Argu-
van'daki evine sürgün edilen Es-
ma'nın burada yakışıklı Alevi gen-
ci Hüseyin'e yürek düşürmesi, Hü-
seyin'inse Esma'nın çok sevdiği
teyzesi Rabia'ya âşık olması... Es-
ma gerçeği bilmez, 'O da beni sevi-
yor' sanır.
Büyümek. düşlerini ertelemek mi.
yoksa 'gerçeğin' ayırdına varmak
mı? "Bu bir kız çocuğunun büyüme
hikâyesi. Onun bir yaz tatilinde ya-
şadıklan. tlk aşkı, ilk umutsuzluğu
ve biraz da kaybedilnıiş, yok olmuş
bir zaman parçasmdan bir anı" di-
yor Banş Pirhasan.
Tiyatrocuların ağırlıklı olduğu
oyuncu kadrosunda Lale Mansur,
Haluk Piyes, Ece Ekşi, Esme Mad-
ra, Taner Birsel, Uğur Polat, Ayia
Algan, Tuncel Kurtiz, Şerif Sezer,
Meri İsrael yer alıyor. Görüntü yö-
netmenliğini Jürgen Jürgens. sanat
yönetmenliğini Mustafa Ziya Ül-
gendler üstlenmiş. Ses kayıt ise Ma-
car Janos Csaki tarafından gerçek-
leştiriliyor. Banş Pirhasan, ekipte
'uygun kimyajı' yakaladığına ina-
nıyor.
'îlk kez ovTiayan profesyoneller'
Bir filmde ilk kez rol alan çocuk
oyuncular Ece Ekşı ve Esme Mad-
ra onu hiç şaşırtmamış: "Çünkü çok
hissetmiştim onlann ovuncu olduğu-
. ıpır kıpır yıldızlar
altında kurulan çadırlarda
yöresel giysileriyle
uyuyanlar, birazdan
göçerleri canlandıracak.
Bir yanda ateş, ateşin az
ötesinde bir fıskıye ve
çadırın önünde oturmuş
prova yapan çeribaşı
rolündeki Tuncel Kurtiz...
Az sonra bir destanı
anlatacak: Kerem ile Aslı.
nu. Hepsi de ilk kez oynayan profes-
yoneOer. Yaniyamızca 'ah çok şeker'
değil, setteki çalışmalan, dikkatleri.
disipUnleri inanılır gibi değU."
Filmin müziklerini, Kalan Mü-
zik'ten Ulaş Özdemir ve Boğaziçi
Gösteri Sanatlan Topluluğu'ndan
Mare Nostrum üstlenmiş. Tiyarro
oyunlanna yaptıklan müziklerle ta-
nınan Mare Nostrum'dan Rıza Ok-
çu, filmin bazı sahnelerinin müzik-
li olduğunu, ama çekimlere katılma-
lannın tek nedeninin bu olmadığı be-
lirtiyor. Senaryo çalışmalanna da
katılan ınüzisyenler, burada doğru-
dan bir etkileşim içine giriyor. Bu-
nun. Pirhasan 'ın 'Avrupai' bir ter-
cihi olduğunu söylüyen Okçu, An-
gelopoulos ve Eleni Karandiou'nun
ortak çalışmalannı örnek \eriyor.
Filmde yer alacak türkülerden he-
nüz biri kesinleşmiş durumda: "Bir
a> doğar, ilk akşamdan geceden, şav-
kı vTirur pencereden, bacadan..."
Filma-Cass'ın prodüksıyonu ve
Eurimages'ın katkısıyla çekilen 'O
da Beni Seviyor', ekim ayında viz-
yona girecek. Bundan iki hafta son-
ra da Almanya'da sinemalarda izle-
nebilecek.
OKUMA LAMBASI
ENİS BATUR
Çöl Eskisinden Geniş
"Ailenin Budalası"; Sartre'ın 2136 sayfay a ya-
yılan üç ciltlik anıt-kitabı, yayımlanışının 30. yılın-
da yeniden değerlendiriliyor. 1960'ta, 55 yaşında
koyuluyor Flaubert üzerine yazmaya Sartre. Ger-
çi hazırlıkları çok daha eskiiere uzanıyor ama, asıl
1960-71 arası, üç kez yazıyor kitabı, gene de bi-
tiremiyor - 1973'te yarı yarıya kör oluşu, bu ko-
puşun en önemli nedeni.
Flaubert'e, önce "Baudelaıre" ile (1946), "Er-
miş Genet" ile (1949-51) ve yarıda kalan "Mal-
larme" ile (1952) hazırlanmış Sartre. Çarpıcı ke-
sişme, kendi yaşamöyküsel anlatısı "Sözcükler"
(1963) okunduğunda göze çarpıyor: Kendi için-
den ötekini. ötekinin içinden kendini okumak. Ya-
zı tarihinde bir benzeri olmayan arkeoloji dene-
mesi. "Bugün biradam hakkında ne bilebiliriz?"
sorusuyla Flaubert'e olduğu kadar kendi çocuk-
luğuna yönelmek ıstememiş mi Sartre. gerçekte?
Sartre, benden bir önceki kuşağın kılavuz dü-
şünürüydü. Hilâv. Edgü, Özlü, başka pek çok 1930
doğumlu için, yeni ufukların temsılcısı o olmuştu.
Benim kuşağım nasıl Foucault, Deleuze, La-
can, Althusser gibi isimleri öne geçırmışse, bir
önceki kuşak da Sartre'ı baştâcı etmışti. Benim,
düşünsel düzlemde, benden önceki kuşaktan
büsbütün kopmamış, onlarla dıyalog halinde kal-
mış olmamın belki de en belirgin nedeni, düşü-
nür Sartre'a ilgi duymuş olmamdır: Romancıya,
tiyatro yazarına yakınhk hiç duymadım gerçi; ama
felsefe metınlerine, daha çok da yazınsal-düşün-
sel denemelenne sık sık uzandım, onlarda, bugün
de bize ışık tutacak bir guç barındığına ınanıyo-
rum.
"SözcüWer"in, bir dönemin çok sayıda okurun
gözünde başvuru kitabı sayılan kitabının ikı ana
odak üzerine kurulmuş olması, Sartre'ın yaşamı
ve ürünleri açısından bakıldığında hem doğal hem
de doğrudur: Onda Okumak ve Yazmak, aynı edi-
min tersi ve yüzü olarak belirır. Baudelaire'i, Ge-
net'yi, Mallarme'yi, Flaubert'i okuyarakyazarken,
"SözcüWer"deki küçük Jean-Paul'un başlattığı
yolu, yolculuğu sürdürür.
Kitapların dünyası. şüphesizöu dünyanın için-
de. Sayfa. ister okunuyor olsun ister yazılıyor, dı-
şanda bir başka dünya, bir başka hayat akıyor-
kendir.
"Sözcükler"\n son sayfalarında şimdiki zama-
nına döner, bizfm için şımdiden uzak bir geçmi-
şe dönüşmüş bir şimdiki-yazma- zamanına ve
ünlü Latin deyişine bağlanır: Nulla dies sine linea
- yazmadan gün geçirmeyen "bu benim alışkan-
lığım ve uğraşım" der. Hem kaleminin, hem ken-
disinin güçsüzlüğüne ulaşırken nevrozundan kur-
tulmuş, kendisinden iyileşemeyeceğını anlamış-
tır: "Ne yapalım: Kitaplaryazıyorum, yazacağım;
gerekır bu; ne olursa olsun bir işe yarar da".
"Ailenin Budalası"nın ilk ikı cildi toplam 17 bin
satmış. Kaç kişinin gerçekten kitabı okumuş ola-
bileceği sorulduğunda "Ikiyüzya da üçyüz" de-
miş Sartre: "Doğal bu, böyle bir kitabı okumak
gerçek bir çalışma ister".
Neden öyleyse yazmış o 2136 sayfayı?
Mallarme'yle ilgili bir saptaması yeter mı: "Ede-
biyat her şey değilse, üzerinde bir saat durmaya
bıle değmez".
Bu bakış modernlerin, modernitenin tıpik özel-
liklerinden birini getirir: Romantiklerden başlaya-
rak yazma eylemine yüceltici bir yükleme yapıl-
mıştır. Postmodern dönem, o yaklaşımı tersyüz
etmeyi seçti, "yazar"la "yazan" arasındaki fark ola-
bildiğince silinmek istendı. Gelgelelım, pek çok mo-
dern hâlâ yaşıyor, yazıyor; genç yazar kuşağının
içinden aynı perspektıfi sürdürmeyi seçenler çı-
kıyor: Okuma edimine de, yazıya da özel bir an-
lam verdikleri gözlemlenıyor.
Yeni teknolojiler, özellikle de Internet ortamı,
edebiyata ve yazma edimine bakış açısını hep-
ten değiştirecek mi? Yazı'nın birdenbire yazarın
önüne geçeceğini, yazar kimliğinin hızla kaybo-
larak yerinı hemen hemen anonim metinlere terk
edeceğini, Okuma'nın yoğunlaşma yerines/çra-
ma esasına dayanacağını ileri sürmek güç değil.
Ikidebir Edebiyat'ın, Sanat'ın, Felsefe'nin bitimin-
den, ölümlüğünden dem vuranlar için, açıldığını
gördüğümüz bu yeni dönemin gerçekleştirebile-
ceği neredeyse özel bır/caos formatı olduğu şüp-
he götürmez.
"Fahrenheit 451 "den bu yana, epey felâket tel-
lâllığı örneğiyle karşılaştık. Uyancı çıkışlardı çoğu.
Şimdi, herzamankinden çok yazan insan. herza-
mankinden fazla okunacak "şey" var karşımızda.
Sartre'ın Flaubert'i okuyarak yazdıklarına bakı-
yorum da: Her zamankinden daha nitelikli ürün-
ler bunlar, demeye dilım varmıyor.
"Birçöldeyiz, kimse kimseyi duymuyor" diyor-
du Flaubert.
Çöl eskisinden herhalde geniş.
Shakespeare portresi Toronto'da
• TORONTO (REUTERS) - VVillıam
Shakespeare'in 1603 yılında 39 yaşındayken
yapılmış tartışmah portresi 21 Haziran -
23 Eylül tarihleri arasında Toronto'dakı
Ontario Sanat Galerisi'nde 'Shakespeare'
başlıklı bir sergide yer alacak. Galeriye.
portrenin kuşaklar boyunca ailelerinin sahip
olduğunu söyleyen ve adını açtklamayan
Kanadalı bir aile tarafından getirildığinı
söyleyen galeri müdürü Matthew Teitalbaum,
portrenin yapılan araştırmalara göre oriıınal
olduğunun düşünüldüğünü açıkladı. Sergınin
küratörü Christına Corsiglia. Shakespeare'in
en çok sergilenmiş portresinin 1623'te
kabartma sanatçısı Martm Droeshout
tarafından yapıldığını belirttı.
VVashington Operası Japonya'da
• NVASHINGTON (AP) - Amerika'nın
ulusal operası Vvashington Opera. 1985'ten
bu yana uluslararası alanda ilk performansını
gelecek yıl Japonya'da gerçekleştirecek.
275 kişilik kadrosuyla 2002 Temmuzu'nda
Japonya'ya gidecek olan opera, Placido
Domingo'nun sanat yönetmenliğinde Tokyo
ve Yokohama'da kendi prodüksiyonları olan
Giuseppe Verdı'nin 'Othello'sunun yanı sıra
Ermanno VVolf-Ferran'nin Shakespeare'in
oyunun temel alındığı 'Sly', ve Giacomo
Puccini'nin 'Tosca'sının da yeraldığı 10 adet
yapım sunacaklar.