23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 27 NİSAN 2001 CUMA 14 KULTUR kultur@cumhuriyet.com.tr Gölcük ve Değirmendere'de yaşananlan insani boyutuyla ele alan, yaşama gücü veren bir film m büyük trajedi de yaşanmış olsa, o espri bir biçimde devam ediyor. tnsanlar şaka da yapıyorlar, gülerken ağlıyorlar, ağlarken gülüyorlar... Onu da yakalamaya çalışıp dengeliyorsunuz. Ölümün kendisini göstermektense o acıyı yaşamış insanlann gülerek hayata devam ediyor olması, bence en büyük dram. Bizi en çok unutulan insan psikolojisi ilgilendirdi.' Kınk şehre tııtııııaıılamı öyküsü BURCUGÜNÜŞEN "Bir zamanlar, muthı bir yaşam sürdürdükleri şehirlerini terk eünek istemiyorlar. Şehir, lank da olsa on- lann şehri. Kınk şehrin hikâyesi on- lann hikâyesL." dıyor "Benim Kı- nkŞehrim" filminin iki yönetmenin- den biri olan Sibel BUgin 17 Ağus- tos depreminden sonra Gölcük ve Değirmendere'de yakınlannı, evle- rini ve bırçok şeyini kaybetmiş insan- lann yaşama yeniden sarılışının öy- küsünü anlatan belgeselin ilk göste- rimı, Istanbul Film Festivali'nin *ln- san Haklan" bölümünde yapıldı. Film, mayıs ayında da Izmit Değir- mendere ve Gölcük'te halka açık olarak gösterilecek. Filmin yönet- menleri, kan-koca Sibel Bilgin ve Floor Kooji Hollanda'da bir TV ka- nah içın belgeseller çekiyor. - Bufilmiçekme fıkri nasıl otuştu? BtLGİN - 17 Ağustos'ta Hollan- da ve Türkiye'yle ilgili bir başka film çahşması için lstanbul'daydık. O gece o bildiğüniz korkulan yaşa- dık. Hollanda'ya döndüğümüzde Floor, "Depremkilgpibirbeigeselvap- madan, başka hiçbir şey yapabüme- me imkân yok" dedi. Buna Hollan- da televizyonu da çok sıcak baktı. Şu soruyla yola çıktık: "Hayat gerçekten geri geiecek mi?" Gölcük'te ve De- ğirmendere'deki insanlann bir yıl boyunca adım adım hayatını izleye- rek hayatın ne şekilde gen geldiğini fark ettik. -Depraninüstündenbiraygeçmiş- ti çekbnlere başladığuuzda— BtLGtN - Ekimde başladık. Bir sonraki 17 Ağustos'ta tamamladık. -Busüreboyunca tstanbul'da mrv- dınız? BİLGİN - îki ayda bir geliyorduk Sibel Bilgin ve Floor Kooji, Değinnendere Belediye Başkanı Ertuğrul Akalın ve depremzedelerle birlikte. Türkiye'ye. Her gelişimizde de aşa- ğı yukan bir aya yakın kalıyorduk. O zaman Değırmendere ve Gölcük'te kalacak yer, otel vs. böyle şeyler söz konusu değıldi. Her sabah sekizde Is- tanbul'dan yola çıkıp, bütün gün, ba- zen gece de çekim yapıyorduk. 'Anlatükça muthı oluyoriardı' - Depremin sonuçlan trajik. Ama filmde daha çokyaşam ağır basıyor™ BİLGİN - En trajik şeyler, o ilk bir-buçuk ayhk dönemde yaşandı. Ölümden daha trajik hiçbir şey yok- tur. insanlann en yakınlan o yıkın- tılann altındayken yaşanan acı, en bü- yük acı. Aradan bırbuçuk ay sonra o trajedi sanki biraz hafiflemiş gibi görünüyor insana. Belki de göriintü olarak ölümün kendisini görmüyor- sunuz ama fümde gördüğünüz insan- lann hepsinin bir kaybı var. Ayşe'nin ailesinden yedi kişi ölmüş. Bahattin Bey, eniştesını, ablasını ve altı yeğe- nini yitirmiş. Ama o dramla birlik- te, gürüük hayatın içüıde bir espri de var. En büyük trajedi de yaşanmış ol- sa, o espri bir biçimde devam ediyor. tnsanlar şaka da yapıyorlar, gülerken ağlıyorlar, ağlarken gülüyorlar... Onu da yakalamaya çalışıp dengeliyor- sunuz. Zaten eğer yalnızca o traje- diye yükleniyor olsanız, bir buçuk sa- atte hiçbir insamn o fıhni seyrede- bilmesine imkân yok. -Büyük bir travma yaşamış insan- lar_Ükkezorayagittiğinizdetersbir tepkh le de karşılaşabüirdiniz. Böy- le bir zorluk yaşadmız mı? BİLGfcN -Hiçbir ters tepkıyle kar- şılaşmadık. Gerçekten başlangıçta çekindim: Bu kadar büyük acı yaşa- mış insanlara şimdi mikrofonu na- sıl uzatacağım diye. Sanki o acıya say- gısızlık ediyormuşsunuz gibi. Ama anlatrıklan zaman mutlu oluyorlar- dı. Kameranm arkasmdakilere dost- lanna anlaOr gibi anlatıyorlardı. Bu Cannes'da Altın Palmiye almıs başyapıt, elden geçmiş haliyle gösterimde Taviani'lerden 'Babam ve Ustam' CUMHUR CANBAZOĞLÜ Festival, bundan böyle heryüklasik bir fdmin yenilenenkopyasını göster- meye karar verdi. Bu yeni uygulama, Paob ve VrttorioTaviani kardeşlerin Ba- bam ve lîstam'ıyla başlatıldı bu yıl. 1977'de Cannes Film Festivali'nden büyük ödül Altın Palmiye'yle Film Eleştirmenleri Ödülü'nü çıkanmş ya- pıtın konusu şöyle: Sardunyah çoban GavinoLedda'nın öyküsünü anlaöyor Tavianiler. Babası, henüz altı yaşın- dayken okuldan alıyor Gavino'yu ve çobanlık yaptınyor. Yaşamı adada ko- yun güderek geçen Gavino, sonunda or- duya katıhyor, Oniversiteye kadar okuyor. an- cak yeniden Sardunya'ya döndüğünde babası onu koyunlarm peşine gönderiyor... Emek'in Altın Lale filmlerinden İntikam'da ise Tony Gatfif yine Çingenelerle beraber ve fil- mi baştan sona Endülüs müzikleri sürüklüyor... Aynı ödül için yanşan Kâfurun Kokusu, Yase- minin Rayihaa ise lranlı yönetmen Bahman Farjami'nin kendi dünyasına göndermeler ya- pan, "içseT filmi. Yönetmen, devlet tarafin- dan yasaklandıgı için yıllardır ülkesinde konu- 'Babam ve Ustam'da Sardunyah bir çobanın öyküsü anlaühyor. lu füm çekemiyor. Kalbiyle ilgili sorunlar ve bir dizi garip tesadüf, ona. Azrairin yakınlar- da olduğunu hissettiriyor. Bu arada îran'da ce- naze törenleriyle ilgili yeni bir belgesel yapar- ken ülkesi üzerine farkında olmadıgı gerçekler- le yüzyüze geliyor... Emek'in son füminde Ha- neke, insanın kendine ve yaşadığı topluma ya- bancılaşmasmı bu kez Kafka'nın Şato'suyla in- celiyor. Haneke'ninen iyi yorumlanndanbiri... Atlas'ın progranuna gelince; Fransız sine- masının yaramazjçocuklanndan FrançoisOzon. Sitcom ve Katil Aşıklar'la daha önce Istanbul seyircisini çok şaşırtmış ve kendini sev- dirmışti. Ozon, bugün Kumun Alunda (Atlas) ve Kızgın Taşlara Düşen Su Damlalan'yla (Rexx) yeniden festival- de. Yeni yapıtlar daha olgun, ama yö- netmen aynı çılgınlığı sürdürüyor... Angdopoolos ise altı yıl önce festi- valde gösterilmiş Ana'yla (O Melisso- komos) bu kez Mastroianni bölümüy- le konuk. Ancı, Angelopoulos'un "ses- sizük" üçlemesinin ikinci filmi. Yönetmen klasik yol fibnine yönelme- den, insanlardan çok doğayı, kahrama- nımn iç dünyasını izliyor kamerasıyla. Ana'nın başansında, yönetmenin us- talığı kadar Yunanca konuşmaya çalı- şan Mastroianni'nin oyununun da pa- yı var... Sinepop'ta ise günü, BertoJuc- d'nin, teröristlerin görünmediği geri- lim yanı yüksek "terorizmöyküsü'' Gü- lünç Bir Adamm Trajedisi açıyor. Oğ- lu kaçınlan bir babanm bu olayı kafa- sında nasıl çözdüğünü, o dönemin Ital- yası'nda yaşanan korkulan. belirsizli- ği Carlo De Palma'nın görüntüleriyle anlatıyor Bertolucci. Sinepop'un diğer fihnleri arasında Altın La- le yanşmacılanndan Sönen Işık (Yön: Douros) ve Herkes Onlü'yle (Yön: Deruddere) FelB- ni'nin "paparazn" deyimini dünya literatürü- ne soktuğu Tath Hayat var... Beyoğlu Sineması'nda Çetin'in olay fîlmi Komser Şekspir iie Ozgentürk'ün genelde olum- lu eleştiriler alan Balalayka'sı, Osman Seden'in klasiği Çalıkuşu, günün programuu şekıllendi- riyor... onlara güç veriyordu. Çok ilginç, bu filmın yapılması oradaki insanlara ayn bir yaşama gücü verdı. - Filmi bilinçK olarak betacam ye- rine DVD kamerayla çekmeye karar verdiniz, dep mi? BİLGİN - Evet ınsanlar küçük ka- meraya daha kolay ısmıyor. Daha az yabancılaştınyor. Bırde çokpratik- ti.O gün ne olacağını da bilmiyorsu- nuz. Belki on saat hiçbir şey için or- dasınız, ama on saat binnci dakika- da bir olay oluyor; işte o, film için istediğinız sahne. Sonra çadınn için- de büyük kamerayla kımıldamamz bile mümkün değil. - Fdmin oldukça başanh bir kur- gusuvar^. BİLGİN - Buna çok mutlu oluyo- rum. Çünkü objektif olamam. Çe- kime başladığımızda farklı farklı ai- lelerle tanıştık. Her ailede hangi te- mayı yakalamak ıstediğimizi bili- yorduk. Altı ailenin hikâyesi bütün bir Gölcük ve Değirmendere'nin hi- kâyesini oluşturuyor. Karşımıza çı- kan beklenmedik sürprizler de ekst- raydı. Montajı yaparken eüi saat efek- tif çekim malzememiz vardı. Önce ailelerin hikâyelerini bulduk, sonra bunlan üst üste getirdik. 'Başta kadınlar gûçlfiydü' -Gdenyantamlann neokhığu, dev- letin yeterince etkin olup olmadığı vb. tarüşmalara değüıilmiyor filmde. Yahuzca ailelerin hikâyesi var~ FLOOR KOOJİ - Fıhtu seyretti- ğinızde gündelık yaşama ait bırçok şey görüyorsunuz. Çok yalın. İlk etapta bütün televizyonlar oradaydı ama günlük yaşama dönüldüğünde yoktular. Onlardan çok şey öğrendim. Örneğin orada bir pencerenin bile bir insan için ne kadar önemli bir şey olduğunu fark ettım. Çadırkent- te insanlar çadırlanna kapı takıyor- lardı. Kendilerini evde gibi hisse- tmek için. - Kadınlar sanki daha güçiü görü- nüyor ilk bakışta™ BİLGEN - En başta bütün erkekler ağhyordu. Kendilerini kaybetmişler- di. Kadınlar çok güçlüydü. Çok ilginç- tır, aradan zaman geçtikten sonra er- kekler kendilenni toparladılar. Kadın- larsa gittikçe psikolojik olarak çök- tüler. Çünkü evleri yoktu, salonlan, mutfaklan yoktu. Özel yaşam için hiç- bir yerleri yoktu. En başında her şe- yi, aileyi, bn" araya getirdiler. Ama altı ay sonra artık bundan yoruldu- lar. Eski yaşam düzenlerini yitirmiş- lerdi ve bu kadınlar için erkeklerden çok daha rahatsız edici bir durum. - DeğirmendereveGökük'üseçme- nizde ne etkili oldu? BİLGİN - Bizi birdenbire o 300 metre kara parçasının 45 saniyede sular altında kalışı çok etkiledi.De- ğirmendere ve Gölcük çok küçük ve daha derli toplu olduğundan bizim açımızdan kavranılu" mekânlardı. Fakat sonuçta hiçbir kurum, kuru- luş, resmi merciyi fümimize kat- mamaya karar verdik. Çünkü iş o za- man o kadar karmaşık bir hale ge- liyor ki; bu çok yorucu bir şey. Za- ten işimiz de doğruyu söyleyenin kim olduğunu araştırmak değildi. 0nun için de aileler dışında herke- si filmin dışmda bu-aktık. Önemh' olan onlann duygulan, düşündük- leri ve olayı nasıl yaşadıklan. Bu tür afetlerde haklı olarak ilk ağırlık kazanan, ne yapıldığı. Maddi ka- yıplar ne? Yapılan yardım ne? Ama insan psikolojisine hiç sıra gehniyor. En medeni ülkelerde bile gehniyor, yani yalruz Türkiye'de değil. En çok unutulan ve bizi de en çok ilgilen- diren oydu. YAZIODASI SELİM tLERİ Radyo... Radyo anıları biter mi? Geçenlerde genç ar- kadaşlarım eski bir radyo yazımı bana getirdi- ler. SanatOlayı'ndayayımlanmışyıllarönce. Hiç hatırlamadığım bir yazı. Ama yazıda söz açtığım radyo anılan, benim için daha dün gibi. Ankara Radyosu'nda dinle- diğim Çalınan At çocuk oyunundan söz açmı- şım. Muhakkak bir kez daha yazmışımdır Çalı- nan At'ı. Her hafta cumartesi günleri dinlediğim bir oyundu. Bazı haftalar Ankara Radyosu'nun sesi hırıltılara boğulur, Çalınan At'ın macerasını işitemezdik. Çalınan At diye yazmışım; belki de Uçan At'tı. Eşref Şefik'ten sözaçmışım. Eşref Şefik, Fe- ridun Fazıl Tülbentçi, Refîk Ahmet Sevengil, daha başkalan, hepsi Istanbul Radyosu'nun ko- nuşmacılarıydılar. O konuşmacıları, bugünün radyo bolluğunda hertürlü bayağılığı dile getirmeyi marifet sayan konuşmacılarla kanştırmamak gerekir. Sözge- limi Feridun Fazıl'ın tarih söyleşileri tüyler ürper- tirdi. Eşref Şefik doğadan, denizden, balıklardan söz açardı, abartılı ama hoş bir anlatımı vardı. Sonra Orrtan Hançeriioğlu... Felsefeci ve ya- zar Hançeriioğlu, radyo için yıllarca bir öykü programı hazırladı. Galiba birreklam programı- nın yapımıydı. Şehir Tıyatrosu aktrisleri drama- tize edeler, aynı tiyatronun aktörleri onlara eşlik eder; başta ve sonda Orhan Hançerlioğlu'nun boğuk, kalın, gürültülü sesi öyküden satırlarda yankır dururdu. Ünlü "Son Vapra/f" öyküsünü o programdadin- lemiştim. Hani hasta kız ölmesin diye, ağaca son bir yeşil yaprak boyayıp asanressam,ihtiyar res- sam... Kimbilir kaç yıl geçti, Hançerlioğlu'nun se- si yine kulaklarımda... Eşref Şefik'le Marmara Adası'nda tanıştığı- mızı yazmışım. Yaz sonuydu, adada birdenbire fırtına çıkmıştı, Eşref Şefik'in geniş bahçeli evi önündeydik. Radyodan sesini dinlediğimiz, yü- zünü hiç görmediğim bir insanla tanışmak bü- yük heyecan vermişti. Zaten radyonun en büyük özelliği, yüzlerini ya hiç görmediğimiz, ya da ancak dergılerdeki fo- toğraflarından tanıdığımız insanlarla dolup taş- masıydı. Böyle pek çok radyo yıldızı vardı. He- le şarkıcılar birer efsaneydiler. O zamanın haftalık radyo dergileri, öyle haf- tası geçer geçmez atılmaz, önemsenerek sak- lanır, hatta ciltlenirdi. Hem bu dergilerde yazı yazan hem de mene- jer olan Zeki Tükel bir ara karşımıza oturmuş- tu. Hanımlar onu Frank Sinatra'ya benzetirler- di. Eşi Nebahat Yedibaş Istanbul Radyosu'nda solistti. Evlerine dönemin ünlü ses sanatçılan ge- lir, mahallemizde heyecan rüzgârlan eserdi. 1961'in sonbahannda, galiba ekimin ilk haf- tasında, Istanbul ll Radyosu yayına başlamıştı. Orta dalga, 385 metre. Biz yenıyetmeler için ne büyük sevinçti! Akşamüzerı saat on sekizdft başlayan yayın gece yarısına kadar sürer, gü- nün moda şarkılannı dinleriz. Bunlar yalnızca hafif batı müziği şarkılarıdır, Ingilizce, Italyanca ama o yıllarda daha çok Fransızca. Radyo anılanmın bir bölüğünü Gramofon Hâ- lâ Çalıyor'da yazmıştım. Demin okudum. Evle- rimizin, o kira evlerimizin demirbaş radyolannı anlatmak istemişim. Şimdi okuyunca tuhaf ol- dum. Çocukluğun umutlarla dolu, henüz kınlma- mış, henüz kavrulmamış günleri. Onlann geri gelmeyeceğini biliyorum. Radyoda dinlediğim güzelliklerin bittiğini biliyorum. Başka güzellik- ler de olabıleceğini biliyorum. Fakat hep bir srt- madayım. Biricik Çolpan llhan söylüyordu, birfilmde rast- lamış, I Love Paris şarkısı söyleniyormuş. Çok etkilenmiş. I Love Paris'i radyodan ne kadar çok dinlerdik. Bir iki yıl önce Atilla Dorsay'dan rica etmiştim; o eski şarkıyı benim için kasete doldurdu. Defalarcadinledim, Cihangir'deki ev, annem, babam, ilk gençliğim, sonsuz düşler... Sonra böylesine yalnızlık! Takvimde tz Bırakan: "'Artık elindekJ işi bırak anneciğim; gözlerin sa- bahtan beri pek yoruldu." Muazzez Tahsin Berkand, Bülbül Yuvası, Inkılâp Kitabevi, 1943. K Ü L T Ü R t Ç İ Z t K K Â M İ L M A S A R A C I
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear