23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
/GAYFA CUMHURİYET 29 EYLÜL 2000 CUMA KULTUR kultur@cumhuriyet.cotn.tr Amsterdam Ulusal Tiyatro FestivalVnde eleştirmenlerin seçtiği on oyun sunuldu Kanallar şehrinde festivalYWUZPEKMAN Bir gemi dolusu yabancı turistin sırf eşcinsel 6lduklan için Efes'e sokulmamalannın ardın- <3an henüz birkaç gün geçmişti ki, gazeteler, Hol- landa'da eşcinsellere evlenme hakkının resmi olarak tanındığını haber verdiler. Bir yanda Tür- iciye örneği, "ahlak" gibi tüm manevi kurumla- rmı merkezi bir otoriteye dönüştüren ûlkeler, di- ğer yanda tercıh ve hareket özgürlüğünü asıl merkez olarak kabul ettiği "birey"e bırakan Hol- Janda misali ülkeler... Bir tarafta, Hasan Bûlent ,Kahramanın (1) deyişiyle. "egemen ahlakın ve , onun dayanağı olan tercihin dokunulnıaz bir ha- ,-Jje getirilmesi ve kamunun kendi kendisine yeter, . kendi iradesiyle hareket edebilir özgûr bireyter- den oluşmadığuıın ikran" anlamında; "toplum- «al ahlaka ve milli kûltürûnıûze ters" düştüğü ıçın oyunlann yasaklandığı, "kamu ahlakma ay- -kın yayın" yaptığı için radyolann kapatıldığı bir 4Uke; başka tarafta, belki de "kendi iradesiyle ha- tcfcet edebüen, geieneksel ahlakın suurlarmı aş- 4auş, bireysel ve vicdani tercihine göre davranan tbplum üyesini oluşturma"nın verdığı rahathkla her tür cinsel tercihin özgürce yaşanabildiği, her fikrin serbestçe tartışılabildiği, yelpazenın por- 'nografiden uyuşturucuya kadar genişleyebildi- j£i bir özgürlük anlayışınm dünyadaki kalesi ola- fak bilinen bir ülke... Bir yanda, cadde ortasın- 'üa fuhuş pazarlığı yaparken araba altında kalan "fravestilerin, dünya uyuşturucu trafiğinde baş ' îcöşeye yerleşrruş "mifli dava" bezirgânlannın, ah- lakı şiddete dönüştüren "şan ve şeref" sahipleri- ^nin bulunduğu bir ülke; bir diğer yanda özgür- .tüğün kimseyi ahlaksızlaştırmadığı, trafik kaza- . tannın sıfıra yakın olduğu, sokak kavgalannın, ölümlehn, yasadışı kara paranın bulunmadığı .bir başka ülke... Herhangi bir maddi kaygı yoktu -e Özgürlüğü bu boyutlanyla bir yaşam biçimi- -ne, hatta turistık alana taşıyarak ekonomik bir ka- -çanca dönüştüren böylesı bir ülkenın, sanat ala- nında da yaratıcıhğını nasıl sınırsızlaştıracağını, "tte gibi yenilıklere damgasını vuracağını dogru- -*u sormadan edemiyor ınsan. Bu sorunun tiyat- ro açısından yanıtı, ağustosun son günü başla- yıp yaklaşık bir hafta süren Amsterdam Ulusal Tiyatro Festivali'nde bulunuyordu. Festival, ti- "yatro sezonu boyunca sahne alan, dans tiyatro- şu ve müzikal, çocuk ve gençlik oyunlan, mim ve hareket tiyatrosu, kukla ve nesne tiyatrosu, var- yete oyunlan gibi pek çok farklı disiplınden, yak- laşık 850 profesyonel yapım arasından eleşürmen- lerce seçUerıon çivannda oyundan olu§uyor.,Bu senenin yapımlari arasında, Corneflle'nin.''Le CkPLDuras'nın "IndiaSoııg''u, Çehov'un "Pto- _tanov"u. Shakespeare'nin "King Lear"ı, Scbü- .ler' in "MariaStuarfı gibi ıddialı oyunlaryer alı- yordu. - Festivale katılan topluluklann bir bölümü, yö- ©etmeni merkeze alan bir tiyatro anlayışıyla ça- Lİlşırken yaşlan henüz yirmilerinde olan ve yö- -netmeni reddederek her türlü tasanmın ortakla- g}a gerçekleştirildiği "imece usulü" bir çalışma- -pı benimseyen dığer bölümü de "birey"e erken çraşta verilen değerin bir kanıtı gibi, küçüklere fitfadece "su icme hakla"nın tanındığı ülkelere adeta nazire yapıyordu. Yine de, tiyatro yapmak için duyulan heyecan ve okul yülanndan beri bi- riktirilen yaratıcı ancak büyük ölçüde dağıruk mal- ^eme, kuşkusuz profesyonel bir yapımın bütün yükünü sırtlamaya yetmiyor. Bu açıdan, festiva- le katılan genç topluluklar, her tür maddi deste- ğe karşın, farkh uzmanlık gerektiren alanlarda işbölümüne gidemedikleri için, hem dramatur- ji, sahne tasanmı, müzik, sahneleme gibi öğele- nn zayıf kalmasma hem de tiyatronun asal un- sjuru olan oyunculuğa fazlaca özen göstereme- meye razı olmaktaydılar. Bu gençtiyatrolantar- tjşmah kılan bir başka nokta da, bir topluluğu or- ~$ak bir hedef etrafında toplayan, bir arada tutan Sunn; "dünya görüşü" ve "sanat politikası" bir- Ukteliği olduğunun göz ardı edümış olması, bu yüzden de yapımlann ve genç sanatçılann ken- di ıçlennde önemlı tutarsızlıklar taşımalanydı. Fost-Brechtiyen sahneleme bir moda Festivaldeki yapımlardan yansıyan bir başka ;özellik de, topluluklann genel olarak (kastı aşan bir ifade de olsa) post-Brechtiyen denilebilecek bir sahneleme anlayışmı benimsemeleri, bu an- layışm neredeyse bir moda haline dönüşmesiy- $. Sahneyi kimi transparan fonlarla ikiye böle- rek bütün oyunculan seyırcinin gözü önünde tu- tan bir sahne içinde sahne arkası oluşturma, oy- nanmakta olan asıl oyun dışında sahnede özgür- J/ estivale katılan topluluklann bir bölümü, yönetmeni merkeze alan bir tiyatro anlayışıyla çalışırken, gençlerin yönetmeni reddederek her türlü tasanmın ortaklaşa yapıldığı "imece usulü" bir çalışmayı benimseyen diğer bölümü de küçüklere sadece "su içme hakkı"nın tanındığı ülkelere adeta nazire yapıyordu. ce dolaşan, hatta onun bumunun dibıne kadar ge- lip izleyen oyuncular gibi bazı vabancılaştirma efektlerinin oluşturulmasırun yanında, seçilen söz ağırlıklı klasik metinlerin seyirciye cephe dönerek adeta bir monologlar bütünü gibi akta- nlması, bu yeni epik anlayışın en behrgın özel- likleriydı. Ancak Hollanda tarzı epik biçemın, top- lumcu bakışı sanaonın temel çıkışı yapan Brecht'çi epik tiyatronun öz-biçim birlikteliğinden haber- sızcesıne, kendisine dayanak noktası oluşturacak bir "fikn-" bulamadığı. bu yüzden de bu yeni sahneleme için oldukça eldektik kalan klasik metinlere sanlmak zorunda kaldığı görülmektey- di. Genç ya da değil, festivale katılan hiçbır top- luluk, sanatsal arayışlannı uygulamaya çalışır- ken herhangi bir maddi kaygı taşımıyordu. Za- man zaman teknolojinin olanaklannı tiyatronun hİ2metine vererek, bu sahne sanatına farklı bo- yutlar, farklı açrlrmlar saglamayı da ıhmal etmı- yorlardı. Yine de, festivale katılan yabancı göz- lemcı ve eleştirmenlerin ortak görüşü; "parayla dekor. parayîa kostüm, parayla ışık, herçeşit gör- seMşitselefekt ohıyordaparaylatiyatroohnuyor" yönüydeydi. Çünkü ne kadar paranız olursa ol- sun, tiyatronun özü olan oyunculuk sanatına ye- terince önem verilmemesi, başka bir deyişle oyunculuğun sahnelemeye ayak uyduramaması, hemen bütün topluluklar için temel bir sorundu. Tiyatro eleştirmenleri semineri Festival izleyıcısının. seçilen kımi oyunlarda göze batan ve amatörlük derecesıne varan oyun- culuklara şaşrrdığını, hatta kendini gülmekten alamadığım birtarafa bırakırsak, sahneleme an- layışmda gözlemlenen arayışa uygun bir oyun- culuk için yeterli çaba harcanmamıştı. Bu yüz- den de okulda öğretilen özdeşleşmeye dayalı kla- sik bir oyunculuk tarzının özgün sahneleme ve dramaturji zeminiyle buluşmakta, uyuşmakta ol- dukça zorlanmaktaydı. Bu seneki Amsterdam Tiyatro Festivali'nin bir başka önemli özelliği de, Uluslararası Tiyat- ro Eleştirmenleri Biriiği'nin heryıl düzenlemek- te olduğu ve genç tiyatro insanlanna düzenli fı- kir alışverişi sağlayan tiyatro eleştirmenleri se- minerine ev sahipliği yapmasıydı. Genç eleştirmenler bir yandan dünya tiyatro- sunda yaşanan gelişmelerden haberdar olurken bir yandan da tiyatro sanatının ve tiyatro eleşti- risinin temel sorunlanru tartışma olanağı buldu- lar. Tartışmaların ana konusu, eleştiri eğitimi üzerineydi. Katılımcı ülkelerin hemen hepsinde tiyatro eleştirisi ya üniversitelere bağlı olarak ya da özel sanat okullannda verilen bir eğitime ta- bi ve tiyatro eleştirisi ülke tiyatrosundaki geliş- mişliğin en temel dinamiği olarak kabul ediliyor. Ülkemiz açısından bakıldığında, tiyatro eleştiri- sinin tiyatro sanatıyla benzer bir etkileşim için- de olduğunu söylemek zorsa da, bu alanda son yıllarda eğitimli eleştirmenlerin yetişmesini sağ- layan ve uluslararası seminere neredeyse her yıl bir katılımcı gönderen, tek de olsa akademik bir kurumun, Istanbul Ünıversi- tesi Edebiyat Fakültesı Tiyat- ro Eleştirmenliği ve Drama- turji Bölümü'nün varhğı kuş- kusuz mutluluk verici. Amsterdam, kanallann ve köprülerin şehri... Sokakla- nnda araba olmayan, ses- sizliğin ve huzurun şehri... Amsterdam, Van Gogh'un şehri... Renk renk çiçekle- rin, tat tat peynirlerin şeh- ri.. Amsterdam, özgürlük- lerin şehri... Ancak her tür baskıdan, sansürden uzak, para sıkıntısı çekmeyen bu şehrin tiyatro sanatçılan- nın ne denli iyi, ne denli olgun sanat eserleri ortaya çı- kardıklan da ayn bir tartışma konusu. Şimdi bi- rilen kalkıp da "Gördûnüz mü. biz aslmda sana- tın ikri gkmesi için bunca baskıyı vapıp bunca san- sûrü uyguluyoruz. Çünkü gerçek sanat, ancak sı- kınülara karşı kendini savunmaya başladığında ortay-a çıkar" derse ne yapacağız?... Yine başka- ları "Biz ülke küMrûnü ve sanabnı gözettiğimiz için bütçeyihersenedaha aşağrya çekryonız, öde- nekieri kakhnyoruz" diye ortaya çıkarsa ne ya- nıt verecegiz?... Diğerleri "Sahne sanatianmızın gelişmesi için oyunculan istemedikleri ovTinlar- da o\ natıvoruz, yönetmenleri merkezden atryo- ruz, bütün provalan denetUyoruz, beğenmediği- miz oyunlann sahneye çıkrnasını yasakhyoruz" sözleriyle karşımıza dikilirse cevabunız ne ola- cak?... Ne olacak, her zamanki gibi susup otura-^ cağız... (1) Kahraman, Hasan Bûlent; "RTÜKAhlak ve Açık Radyo ", Radikal, 13 Eylül 2000 Ted Hughes, Euripides'in oyununu uyarlarken kansere yenik düşmüştü Alcestis'in dünya gösterimiyapıldı KüMrServisi-Ted Hughes ve ölüm birbirine hiç yabancı değil. Şairin ilk eşi Syrvia Plath, yaşa- mına 1963 yılında son vererek ne- redeyse kendisini efsane statüsü- ne yükseltmişti. Bir sonraki sev- gilisi Assia WeviD'ın sonu da fark- lı olmadı. Hughes da 1998 yılın- da, Euripides'in trajikomik oyu- nu Afcestis'ı uyarlarken kansere ye- nikdüşmüştü. Hughes'unbu teks- tinin ilk dünya gösterimi Barrie Rutter'ın yönetmenliğiyle, Nort- hern Broadsides topluluğu tara- findan geçen hafta Halifax'daki eski hah fabrikası Dean Clough kompleksinin içinde bulunan Vi- aduct Theatre'da gerçekleşti. Bu oyunun en ilginç tarafı ge- nellikle yaşadığı sorunlan dışa vurmayan Hughes'un dilinin bu Eski Yunan tragedyası ile bağır- ma denebilecek kadar yükseltmiş olması. 'Alcesfe'bır bakıma Hug- hes'un Plath'la ilgili konularda sessizliğini bozduğu son şür top- Northern Broadsides topluhığunun sahnelediği oyunu B. Rırtteryönetti. lama kitabı 'Birrhday Letter'm bir parçası olarak da görûlebilir. Alcestis miti tabü ki birçokyan- sımayı içinde banndınyor. Kral Admetos'un eşi kendi hayatına son veriyor ve bir anda şehit mer- tebesine yüksehyor. Sonuçta, Kral Admetos, bencilliği yüzünden ce- zalandınlıyor. Kral, koro eşliğin- de eşinin mezan başmda ağlar- ken Herakles ortaya çıkıyor ve Ölüm'ü uzaklaştınyor. Böylece Admetos'a ikinci bir şans verili- yor. Ona Alcestis'in yeniden doğ- masını simgeleyen yeni bir eş su- nuluyor. Herne kadarPlath'ın intihan Al- cestis stili üstün bir fedakârlık ola- rak görülmese de Hughes'un teks- tindekı cümlelen arasında onun ya- şadığı olaylara atıfta bulunduğu- nu anlamak pek de güç değil. Ba- şanh yazann oyun içindeki itiraf- lanyla Admetos bir bakıma has- talığının son evresini yaşarken 'aydınlanmış' bir kişi olarak be- timleniyor. Pişmanlık ve ham acı olabildiğince açık ve dokunaklı bir şekilde oyunda yer alıyor. Admetos, oyun boyunca eşini hatırladığı her anda yaralannın yeniden açıldığını ve yeniden ka- namaya başladığını izleyiciye ak- tanyor. Son noktadaysa, Euripi- des'in ölüme karşı koyan ve uz- laşmacı fınaü Hughes'un son gün- lerinde yaşadığı umutsuzluğun panzehiri olarak nitelenebilir. YAZI ODASI SELİM ÎLERİ Çıplak... P dergisinin yaz sayısı "Sanatta Çıplak'a ay- nlmış. Dergi beni alıp nerelere götürmedi ki! Bir anda 1950'lerdeyim. Kadıköyü, Şifa'daki Bakla Tarlası apartmanı, dedemlerin üst katı, yaz. Eski büfenin camekânındaki biblolara ba- kıyorum. Kuşlar, çiçek sepetleri, markiler-mar- kizler arasında birde çıplak bir genç kadın. Genç kadın uzanmış, yartığı yerde bacak bacak üs- tüne atmış, kollannı başının arkasında kavuştur- muş... Çıplak ama çıplaklığı anneannemin tığ işiyle yapıverdiği siyah, dantela mayoyla örtülmüş! Hem de ne uzun etekli bir mayo... Böylece müstehcenlikten kurtulup namusu- na kavuşan o genç kadın biblosu, çocukluğu- mun en büyük heyecanlanndan biriydi. Geç- miş, Bir Daha Geri Gelmeyecek Zamanlar'da yaz- mak isterim. Yaz günü ya, bizimkiler arkadaki serin odada oturuyorlar, balkon kapısı ardına kadar açık, pü- für püfür rüzgâr esiyor. önde, büfenin bulundu- ğu odada kimseler yok. Camekândan genç ka- dın biblosunu çıkanyorum, dayanılmaz bir me- rakla, siyah dantela mayoyu sıyınyorum... Çıplakla böyle mi tanıştm; belki silinmiş bir baş- ka anı da olabilir, bellek sonra hatıriatır. Aklımdan çıkmayan ikinci çıplağım, renkleri sa- rarmış kartpostaldaki sarışın kız, kayalıklı deniz kıyısında, yakamozlar, genç kız utangaç utan- gaç kendini örtmeye çalışıyor. Paul Chabas'nın birtablosu, Musee de Luxembourg'daymış... Bu kartpostal Cihangir'deki evimizdedir, kitap- lığın kapalı alt bölmesinde; alt bölme ikide bir de açılıyor, kayalıklar önündeki sanşın kıza uzun uzadıya bakılıyor. Kartpostal bende hâlâdurur... Sofu bir aile olmamamıza rağmen, bizimkiler, çıplaklık karşısında hemen telaşa kapılırlardı. Azıcık dekolte giyinmiş bir hanım için, o hanımı hiç tanımadığımız halde, "Ar daman çatlamış!" denirdi. Uzun süre 'ardaman'nın hangi damanmız ol- duğunu boş yere öğrenmeye çalıştım. P dergisinin "Sanatta Çıplak" sayısı çok gü- zel birsayı. Insanoğlunun çıplağa ilgisini yüzler- ce, binlerce yıl öncesinden günümüze getiriyor. Şimdi 'ç/p/a/c'diyebiliyoruz. Eskiden öyle den- mesi bile bir ar daman sorunuydu. Yine Şifa'da oturan Nezihe Hanım'lann evindeki iyice so- yutlanmış çıplak kadın tablosuna "NQ" denirdi. Çıplak bu kez tığ işi mayo giymiyor, ama Fran- sızca nüyle örtünüveriyordu herhalde. Yine Şifa'daki evlerden birinde -kimin eviydi, unutmuşum- o zamanın basım olanaklanyla ger- çekleştirilmiş bir Michelangelo albümü gör- müştüm. Vetabii çok şaşırmıştım: Cappella Sis- tina'daki büyük eserin aynntılarını saptayan bu albümde yalnız kadınlar değil, erkekler de çıp- laktı. O güne kadar hiç çıplak erkek resmi gör- "memiştim. P'de Ferit Edgü, yaşamı konusunda çok az bilgi devşirebildiğimiz Izzet Ziya'nın "çok özel" çıplaklannı yetkin yazısında irdeliyor. Izzet Ziya'nın kendisinden ve -görebildiğim- resimlerinden esinlenerek, onu, Cemil Şevket Bey, Aynalı Dolaba Iki El Revolver"de bir roman kişi- si kılmaya çalışmıştım. Çıplağa karşı tedirginlikler kuşanmış törel ha- yatımızda, Izzet Ziya belki de en uç noktaya ka- dar yol almış... 1950'lerden günümüze yanm yüzyıl geçti. Bu- nunla birlikte sanatta çıplaklığa hâlâ müstehcen gözüyle bakıyoruz. Bugün, ola ki, daha da san- cılıyız bu sorunda. öyle hüzünlü bir ülkede yaşıyoruz ki, televiz- yon kanallanndan müstehceni sabahtan akşa- ma kadar aralıksız seyrederken, sanatta çıpla- ğı, gerçek sanatçının duyumsayışlannı yargıla- maya, karalamaya, hor görmeye yelteniyoruz. Takvimde lz Bırakan: "Sen asılbunlara bak bunlardudaklann I Bun- lann konuşması olur öpülmesi olur I Seni usul- ca öpmüştüm ilk öptüğümde I Vapurdaydık va- pur kıyıdan gidiyordu I Üç kulaç öteden Istan- bul gidiyordu I Uzanmış seni usulca öpmüştüm I Hemen yanımızdan balıklargidiyordu "Cema\ Süreya, Üvercinka ("Güzelleme'den), 1958. K Ü L T Ü R ÇtZlK K Â M l L M A S A R A C I Webber yenî müzîkaliyle izleyiciyi şaşırtmayı hedefliyor Andrew Llo\d Webber KûMr Servisi - Hiç Andrew Lloyd Webber'in bir müzikalinde oyunculann dizlik kullandığını gördü- nüz mü? Ama bu sefer ahşılmışın dışına çıkmayı he- defleyen Webber, yeni müzikali 'The Beautiful Ga- me'le pek çok açıdan izleyiciyi şaşırtmayı hedefli- yor Senaryosunu Ben EKon'ın, müziklerini Andrew Lloyd Webber'in yazdığı müzikal, 1968 üe 1972 yıllan arasında Belfast'ta yaşayan çocuklann kur- dugu bir futbol takımını anlatıyor. tngiliz ordusu, kra- liyetçi teröristler ve IRA arasındakı savaşın ortasın- da kalan gençler, futbol yoluyla şıddetten ve ölüm- lerden uzak kalmaya çalışıyorlar. Bu konu çerçeve- sinde Webber, Ingiltere'nın tarihıne olduğu kadar bu- günkü durumuna da politik göndermeler yapıyor. Radikal bir değişim içine gırdiğini belirten Web- ber, aruk daha farklı yapımlarla izleyici karşısına çık- mayı hedefliyor "\Vhistie Down The Wind üe ken- dirni tekrar ediyorum gibi hissertim. Arük. bu tür iş- tere doyduğumu anladım. Müzikallerden sıkıldım. Ben'le çahşınca kendimin hangi noktada takddığnu gör- düm. Şündiye kadar yapüğun tüm müzikaller ya bir kha- baya da fîlme dayanryordu. Buysa tam anlamryla orijmaL" Müzikal, futbol takımındakılen, onlann kız arkadaşla- nnı ve şiddetin onlar üzerinde yarattığı etkiyi anlatıyor. The Beautiful Game' Belfast'taki bir futbol takımını anlatıyor. Karakterlerden bazılan öldürülüyor, bir çift Amerika'ya göç ediyor ve ikisi IRA'ya katılıyor. Bir şekilde, hepsinın hayatlan dağıhyor. Lloyd Webber, televizyonda Belfast futbol takımını an- latan bir belgesel izledikten sonra bunun üzerine düşün- meye başlamış. Bu fıknni Elton'a söyledikten tam on gün sonra Elton elinde bir sinopsis ıle Webber'in karşısına dikilmiş. Lloyd VVebber, eski tarzına alışkın olan izleyicı- lerınin bu yeni yapımı nasıl karşılayacaklarını me- rak ettiğıni söylüyor."Yapöğım işlerden nefret eden- ler, yine nefret edecekler. Çünkü onlar beninı yapü- ğrnı projekri,duygusal ve popülerkülfürün en att se- viyesini kuUanarak yaratü^mı düşünüyonar n dı- yor. Bunun yanı sıra pek çok kişi onun bestelennın pek çok ünlü parçayı andırdığı görüşünde: "Men- delssohn'unkemaııkonçertosunudinlediğimiveçok etkUendiğimi kabul ediyorum. Belki de bu yüzden, 'Superstafdaki 'I Don't Know Hovv To Love Him' parçası bir açıdan onu andınyor. Ama şöyle de bir gerçek var ki sadece 12 nota var ve eğer sen popüler tadda parçalar yazmak istiyorsan, daha önce yazı- lanlara benzer parçalar yapmak zorundasuı zaten. 1990'lardaki pek çok müzikal ya 19. yüzyıhn koral geleneğine ya da Yahudi müziğuıe dayanryor" Londra'da Cambridge Theatre'da sahnelenmeye başlanan 'The Be- autiful Game' ile aklını özgürleştirmeyı başardığını belir- ten Andrew Lloyd VVebber, böylece artık farklı yapımlar- la izleyici karşısına çıkacağının da işaretlerini veriyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear