14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 13HAZİRAN2000SALI 14 l UJK. kultur@cumhuriyet.com.tr PORTAL DİKMEN GÜRÜN Dd oyım ve îki öyuncu"Maria Callas", "Nükte", "Hep AşkVanh"... YıkhzKenter'in 1998- 2000 yıllan arasında gerçekleştirdi- ği anlamlı buluşmalar... Güçlü kadın- lann kınlgan, ama bir o kadar da mücadeleci kişiliklerinin sahneye taşınması... Bu mücadele nerede noktalanır? Ölümü seçişte, ölüme direnişte. Ya da "Hep Aşk VardTda olduğu gibi. noktalanmaz. Sanki hiç noktalanmayacaktır, hayatı var gü- cüyle Jcucaklayacaktır. 12. Uluslararası Istanbul Tiyatro Festivali'nde perde açan "Hep Aşk VardT Yıldız Kenter'in, onun aynl- maz birer parçası olan annesi CHga Cynthia ve kızı FatmaLeyia ile ken- di yaşamı içinde hesaplaşması. Bu sıkı örülmüş çemberin içine zaman zaman aşkı yüzünden acımasızca cezalandınlan onurlu bir baba (Na- ci Bey), sevecen ve anlayışlı bir eş (Şükran Güngör), evlat gibi benim- senen ve bu yüzden de sık sık aykı- n düşülen bir kardeş (Müşfik Ken- ter) ve de ailenin diğer bireyleri gi- riyor. Hepsi de bütünün önemli par- çalan. Sadece onlarmı? Hayır. Çem- ber kımı zaman daha da genişliyor, kimı zaman daralıyor. Ama eksen- de olanlar hep Yıldız Kenter, anne- si ve kızı. "tki saate sıgdırmaya ça- hştığım yetmiş ild yıhmı yaşanır kı- lan tünı dostlara, tüm düşmanlara, yok ama yok, yetmiş iki yihn süzge- cinden geçeıüere bakınca düşman sandıklanma. güzeUeştirmiş zaman onlan da.. öyle getiyor bana.. teşek- kürler onlara da..." Değerli sanatçı Yıldız Kenter, "es- Id bahçelerin viran gûzeüikfcri'' ara- sında bu kez salt güçlü bir oyuncu olarak dolaşmıyor. Seyirciyi zengin dünyasının içine bir oyun yazan ola- rak da çekiyor. Dilinin akıcılığı, kur- gudaki esneklik, Kenter'e geniş bir oyun alanı kazandınyor ve sanatçı her zamanki ustalığıyla dolduruyor bu alanı. Kendimizi olduğu gibi göre- bilmek, kendimize araya bir filtre Âki oyun ve iki oyuncu... Yıldız Kenter ve Ali Poyrazoğlu... Onlann yapıtlarında bir kez daha görüyoruz ki, oyunculuk bir yaratım sürecidir ve önemli olan, oyuncunun birikimidİr. Bu birikimi sahne üstünde işlevsel kılabilmesi, onu seyirciye taşıyabilmesidir. Boşuna mı söylemiş Baltacıoğlu, 'Oyuncu orkestral bir varlıktır' diye. koymadan bakabilmek kolay değil. Çoğu kez sadece görmek istediğimi- zı görür, istemediğimizı göz ucuy- la geçiştiriveririz. "Hep Aşk Var- dı"da göz ucu kaçamağına yer ver- memiş Yıldız Kenter. Kendi içinde çıktığı yolculuğu yaşamını besleyen güzelliklerle, acılarla zenginleştirmiş. Bu nedenle de sahnede iki saat bo- yunca başarının, başansızhğın, suç- luluk duygusunun, dünün, bugünün, kısaca; yaşanrruş olan her şeyin ade- ta üçe bölünmuş bir bedende bütün- lenişini izliyoruz. Yaşanmış ve ya- şanmakta olanlara tutulan güçlü bir ışık "Hep AşkVardT. Bu ışık altın- da köklü bir ağaç tüm heybetiyle duruyor sahnede ve izliyor Sanki Ol- ga Cynthia o, ya da Bandırmalı Na- dide... Dün Hyde Park'ta ata binen, ertesi gün "gâvur geHn" olarak yurt edindıği ülkede manılmaz bir ya- şam mücadelesi veren, Türkiye'yi benimseyen, aileyi toparlayan, attı- ğı adımdan hiçbir zaman pişman ol- mayan, yakınmayan, ayduîlık ve güç- lü bir kadın. Yıldız Kenter de anne- si denlı inatçı, mücadeleci, tuttuğu- nu kopartan, başanh bir ınsan değil mi? Osman Şengezer'in sahne tasan- mı dün ve bugün arasında gidiş-ge- lişleri, kopuşlan-bağlantılan destek- leyen bir incelikle ele alınmış. Çol- pan Ühan'ın her döneme hitap eden kostümü, Yıldız Kenter'in zarafeti- ni vurguluyor. MeteSakpmar' ın mü- zikleri, görsel efektlerin ustalıkla se- çihnesi ve kullanımı Yıldız Kenter ve Mehmet Birkiye'nin yalın rejisi- ni destekleyen diğer unsurlar. lyi ki "Hep Aşk VardT diyor Yıldız Ken- Albert Bitran, sık sık geldiği kentin yeraltı kaynaklanndan beslenmeyi sürdürdü 'İstanbulge&ntikrim resmimeyansıdı' NEGVÜSÖNMEZ 1929 yılında Istanbul'da doğan Al- bert Bitran, 1949'da mimarlık eğiti- mi almak için gittiği Paris'te, kısa bir süre içinde sadece resimle ilgilenme- ye karar vererek soyut çalışmalar yap- maya başladığında, arkasındaki gemi- leri yakarak "dönüşüohnayan" bir yol- culuğa çıkıyordu. Bitran tek varoluş nedeni saydığı resimlerinde önce ge- ometrik soyutlamalara yöneldiyse de, 1953-54 arasında önemli bir değişim geçirerek, lekenin ağırlık kazandığı, içine kapanık "tanımsız'' bir stil ge- liştirdi. 1950'lerde Paris Okulu (L'Eco- lede Paris)akımı çer- çe\ esinde arkası ar- kasına açtığı sergi- lerle tanınan sanatçı, büyük bir tutkuyla bağlı olduğu Istan- bul'a sık sık gidip ge- lerek resmini bu ken- tin yeraltı kaynakla- nndan beslemeyi sür- dürdü. 1983'te îstan- bul Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nde bir özgün baskı ser- gisi açılan Bitran'ın 1997'de"Kemerter'' dizisine ait çalışma- lan Istanbul'daüç ay- n yerde sergüendi. "Kemerler" dizisi, ressamın "suadoku- hı" çahşmalannda îs- tanbul'a nasıl baktı- • îstanbul'daki yürümeler aynı zamanda yokluklar, yıkılmış, tahrip olmuş yerleri gösterebilir. Bu da resmimin bir parçasıdır. ğını anlatan ipuçlanyla doludur. Uzun bir süreden beri Albert Bitran'la bu ipuçlannı tanımlamaya çahşan bir söyleşi yapmak istiyordum. Ancak bu söyleşiyi Paris'te gerçekleştire- mezdik, Istanbul'da yürûmeli, ken- tin ritmini gövdelerimize aktarma- lıydık. Bu söyleşinin nedenlerinden biri de, Bitran'ın da çalışmalarının sergilendiği Yapı Kredi Kâzım Taş- kent Sanat Galerisi'nde yer alan "Pa- ris Okulu ve Törk Ressamlan" ser- gisi oldu. Sanatçıyla yürüyüşümüze Jw serginin mekânından, Galatasa- Idan başladık, Tünel'e, Yüksek Ealdınm'a. Galata Köprüsü'ne uza- nan yolumuz, Mısır Çarşısı'na, Ca- l h i l k mi biraz yürüdükten sonra aynı yer- de buluyorum. Yürümek hissetmek- tir. Eskıden yürüdüğüm semtlerde yürüyorum, mesela Beyoğlu'ndan Maçka'ya ve etrafı Beşiktaş'tan Şiş- H'ye. Bir defa Yeniköy'e kadar girrim. Buralan sanki kütüphanem gibi, ço- cukhık kütüphanem. Yan silinmiş mekânlarda kendimi huzurlu bulu- yorum. - Son dönem resimlerinizde bu tür "silinmiş mekânlann*1 uzanüsı oldu- ğunu düşündüğüm "Kemer" teması- na ağırlık veriyorsunuz. Gerci yap- nklanmz kemer resmi değüse de, ke- mer imgesi obnadan resmevaramaztar gi- bime geKyor? A3.-Öyle. Benim tstanbul'daki gezin- tilerim aynı şekilde resmime deyanskh, gerçekle yorumlama arasında bir yol. Na- sıl ki kemerin için- deki üısanın hareke- ti, gözükme tarzı açıktakine benze- mezse aynı şekilde benim kemer resim- lerim de derinlik his- sinin hayırlanması üzerine kuruludur. Zannederim Id res- min hakikati iki bo- yuduluğundadır. Bu bir estetik zarafet de- ğil, resminmalzeme- sinden başlayıp kur- gulanılmasına dek uzanan bir doğrudur. tstanbul'daki yûrûmeler aynı zamanda yokluklar, yıkılmış, tahnp olmuş yerleri göste- rebilir. Bu da resmimin bir parçası- dır. Yani bütünseUiğin silinmesi ve ar- kada kalanlann, tıpkı hayattaki gibi, önplana çıkanhnası. Bu denemeler- de çok muvaffak olduğumu zannet- miyorum. Mesela Bonnard'ın son re- simlerini, Degas'nın son pastellerini düşünün, o yıkılıp "yeniden kuru- taş" benim o kadar derinden uğraş- tığnn bir mesele ki, onlan neden, ne kadar takdir ettiğimi ka\Tayabilirsi- niz. Ama buresimler Istanbul'da dün tte hugün de varliginı her zaman iç- "Kemerier" dizisi, Albert Bitran'ın "sıkı dokulu" çahşmalannda tstanbul'a nasd baküğuıı anlatan ipuçlanyla doludur. züküyor. Bukonudane düşünüyorsu- nuz? AJJ.-Efendim gözüm çiğrenkkal- dırmıyor. Morlan, sanlan, soğuk ma- vileri düpedüz gördüğüm zaman içim- den onlan kapatmak, kırletmek geli- yor. Birden size kenarda unutulmuş gibi gelenrenkler,resirade yer ve an- lam kazanıyor. Bazen resmı bitiriyor, bazen de kompozisyonu başka bir boyuta taşıyorlar. Renklerbenim için bir başlangıç ve son değil, bir geçiş noktası, resmi başka yerlere götüre- cek araçlardır. Aynı zamanda resim, bütün bu konuştuklanmızın dışında kendi serüvenini kendi belirler. - Netuhafdeğami,YapıKrediKâ^ zm TaşkentSanatGateria'ndekia P»- risOkuhı ve Tfırk Bpwamlaınw wr- hayli farklı gözükebılir. Ama temel- ler, iz bırakmalar, geçmişle bugün arasında bağlantı kurabilir. Unutma- yın yürüyoruz. Yola devam etmek la- zım. - Sizresminizi diğer ressamlannça- hşmalanyla bir arada görünce ne his- settiniz? Çünkü bu tûr bir sergi Tür- ldye'de ilk kez dûzenteniyor. __ A-B. - Bu sergide soyut resmin, bu yüzyılın en verimli sanat hadisesi ol- duğunu bir kez daha hissettim. Baş- langıcı ve gelişimine yakrndan tanık olduğum Paris Soyut Ekolü, bu ser- gide de görüldüğü gibi birbirinden çok farklı üsluplann bir araya gel- mesinden oluşuyordjJL Rıı anlamHa sprgİ'İ ff1f ' eserterini avn ayn ple sürdüve KûçöfcÂyasafyaCaınisPnde son buldu. - İstanbul'da nasü yürürsünüz? ^ AJJ.-Hepaymyerlerdeyurüyorum. Başka yerlere gidiyorum, amakendi- ten hissettiğim "sakh şeykrden", yı- kılmışhktanT gizemlerden güç aür. - Ashnda bu anlayış renk seçimle- rinizdedevarhğını duyumsatıyor. Ba- zengri ağırnkh paletinizdebir kenar- da unutulmuş gibi sefil bir san, tadı kaçmış bir kırmızı.tozlubir mavi gö- gjsindeyer alan 1958tarihn "Manza- n " tsinili kompozisyonunuzda dabi- raz önce bahsettiğiniz özellikler gö- rülüyor. Tam 42 yıl önce. XB. -Bence bu esaslar, bu yol, yer- li yerinde ve açık. Elbette 42 yıl ön- ce yaptığım tuval, bugünkülerden ardıl diye nitelendirmeye taraftar de- ğilim. Paris fikııhı^ başlangıcmdan_ beri enternasyonal bir hadiseydi. Di- leğim, yürüyerek yaptığımız bu soh- bete yolumuzun üstündeki Istanbul Modern Sanatlar Müzesi'nin kah- vesinde devam etmek. ter ve de eski bahçelerin viran gü- zelliklerini iyi ki bizlerle paylaşı- yor. Ödünç yaşamlar "Bir rolle oyuncu arasuıda prova- lann ilk gününde başlayan garip bir ilşki vardır" diyor Ali Poyrazoğlu, "Ödünç Yaşamlar" adlı kitabında. "Oyoadığuuz karakteri siz yarat- mtyani7rhr, ona can verip çocuğunuz gibi büyütmüşsünüzdür... Oyuncu- nun enstrümanı bedenidir. Bedeni- ni bir keman, bir piyano, bir çeUo, bir saz gibi kullanarak binbir duyguyu, düşünceyi izleyidye aktanr. Her ak- şam yeniden, gözün göremeyeceği, kulaguı fark edemeyeceği bir deği- şikiikleyeniden aynı karakteri canlan- dmr, yorumlar; bedenimizle, sesimiz- le ona hayat verir, seyircilerle birtik- te eğlenir ve düşünürüz. Rolün hem içindeyizdir, hem dışuıda; hem oyna- nz hem deoynadığunız insana ve ken- dimizebakanz.** Gende bıraktığımız sezonun ekileyici oyunculuk örnek- lerinden birini de Ali Poyrazoğlu'nun Daniel Keyes'üı romanmdan sahne- ye uyarladığını belirttiği "Kobay"da izledik. Oyunda Poyrazoğlu'nun can- landırdığı zihin özürlü Mehmet Can karakteri, oyunculuk sanatının bir "inşa etme" sanatı olduğunu bir kez daha kamtladı bizlere. Mehmet Can'ın büyük bir özenle adeta taş taş üstü- ne koyarcasına oluşturulan kişiliği, düşünme gücünün gelişmesi, algıla- ma düzeyinin yükselişi, bilinçlenme süreci ve bu oluşumlan izleyen bir şaşkınlık, sığınma duygusu, aşk ve de başlangıç noktasına doğru hızlı bir iniş. Melodram sınırlannı kolayhk- la zorlayabilecek olan bu rolü Ali Poyrazoğlu, kendine özgü kıvraklı- ğı ile oyunculuk bilgisi ekseninde yorumlarken rol yaratmanın duygu- ların ötesinde ince bir hesap işi ol- duğunu da bir kez daha kanıtlıyordu. "Kobay" iki araştırmacı doktorun kimsesiz bir özürlüyü kobay olarak kullanma girişimleri üzerine kurul- muş bir oyun. Acunasızca yapılan deneyler ve tıbbi müdahaleler sonu- cu zekâsı hızla gelişen Mehmet Can'ı nasıl bir yaşam beklemektedir? Meh- met Can'ın bu deney sürecinde ve sonrasında yaşadıklan etik olarak tartışmaya açıktn-.Ama oyunda ka- çınılmaz olarak öne çıkan onun hır- palanan dünyasıdır. Adeta mekanik- leşmiş bir beyin ve gelişmemiş bir ruhsal yapırun çelişkileridir gözler önüne serilen. Çocuksu bir aşk, ba- sit sevinçler, korkular, kaçışlar. Bu iç- sel karmaşanın, bu çelişkilerin ba- kışlara, davranışlara, dile, bedene yansmıası ilgiyle izlenen bir bütün —ohışturmaktadır. BanşDmçei'm açr- lıp kapanan kapılardan oluşan sah- ne tasarımı Mehmet Can ve minik hamsterin içinde yitip gittikleri labi- renti anımsatırken, ışık tasanmı ve müzik de oyunu desteklemektedir. İki oyun ve iki oyuncu... Yıldız Kenter ve Ali Poyrazoğlu... Onlann -yapttlannda TnrTcez daha görüyornz~ —kireyunculuk bir yaranm sürecidir ve^ bu yaratım sürecinde önemli olan, oyuncunun birikimidir. Bu birikimi üstünde işlevsel kılabilmesî^ onu seyirciye taşıyabihnesidir. Boşu- na mı söylemiş Ismayıl Hakkı Bal- tacıoğlu, "Oyuncu orkestral bir var- hktır" diye? YAZIODASI SELtM İLERİ Bebek Çocukluğumdan beri aklımı çeler Adı niye Be- bek? Boğaziçi'nin adlan merak uyandıncı başka semt- leri, köyleri var Sözgelimi Vaniköy... Ama ben hep Bebek'e takıimışımdır. Bu ad, sernte birdenbire "alafranga" bir hava verir. Bir gün sırnnı öğrendim. Alafrangalık konusun- da düşündüğüm gibi degildi. Bizans zamanında küçük bir balıkçı köyü olan semte, Istanbul'un fethi sıralannda bir bölükbaşı atanıyor, Bebek Çe- lebi. Fetihten sonra bölükbaşının koruduğu yer- lere artık Bebek denecek. Ne var ki öykü benim için pek değişmedi. Be- bek'i yine süslü püslü, uçarı bir Boğaziçi köyü olarak görmeye devam ettim. Bu, ilk iztenimler- den geliyor. Arnavutköyü'ne, Bedia Yenge'lere gıttiğimiz günler, hele yaz mevsimiyse, Bebek'e kadar ilte yürürdük. Ortam birden değişirdi. Arna- vutköyü ne kadar alçakgönüllüyse, Bebek o ka- dar hoppaydı... Ama o günlerin Boğaziçi semtlerinin asıl güzel- liği de buydu. Bir semtten bir semte başka dün- yalar çıkardı karşınıza. Ziya Osman Saba o içli hikâyelerinden birin- de Bebek'teki gazinodan söz açar. Babasıyla bir- likte gitmişlerdir; soğuk bira, kaşar peyniri. Çocuk Ziya Osman bira içmez, kaşar peynirinden tadar... öyle sanıyorum ki bu gazinonun son günlerine yetiştim. 1956, 57 gibi birtarih. II. Meşrutiyet'in "Millet Bahçesi", deniz kenarında duruyor. Adı değişmiş olabilir. Soğuk birayla kaşar peyniriyse gözümün önünde. Park düzenlemesiydi, kamu- ya açılmaktı, yoldu, şuydu buydu derken gazino yok edildi. Oysa hem II. Meşrutiyefin "millet" sosyolojisi- ni temsil ediyordu, hem de bir şairimizin hikâye- sinde anılmıştı... Bebek'te yok edilen yalnızca deniz kıyısı gazi- nosu değildir. Bu semt, Boğaziçi'nin en önce ve en hızlı değişen yörelerinden biri olsa gerek. Da- ha kırk yıl önce, üstelik Arnavutköyü'nde ahşap evler yerli yerindeyken, Arnavutköyü'nün hemen yanı başında, Bebek'te ilk apartmanlar yüksel- meye koyulmuştu. Sırtlarda, tepelerde korular merhametsizce tahrip ediliyor, apartmanlar da Boğaz'a nazır daireleriyle zengin kişilerin alımına sunuluyordu. Değişen çevre, değişen mimari o zamanlar pek az kişiyi tedirgin etmiş olmalı. Lüks apartman da- irelerinin yüksek kiralanndan konuşulur, oralarda yaşayanlara gıpta edilirdi. Dahası, bu yalı apart- manlardan denize girenlere hayran hayran bakar- dık. Bebek'te bir gazino daha vardı, daha doğrusu bir çalgılı, şarkılı gazino. Yirmi beş otuz yıl önce- sinin ünlü şarkıcılan, sinema yıldıziığından gazino sahnesine geçenler orada sahne alıriar, şatafatlı geceler yaşanırdı. Geçmiş güzel gqnlerin Bebek'inden benim tçir\^ pek fazla bir şey kalmadı. Çarpıcı mimarisiyle Mı- sır Konsolosluğu yine etkileyicidir. Hemen bitişi- ğindeki parkta, özellikle sonbahar günleri dolaş- mak hoşa gidebilir. Sonra Bebek Camii. 1910'la- nn yapımı. Istanbul'un son güzel camilerinden bi- ri. Ve o çok sevdiğim iskele. Iskeleyi, Boğaziçi vapuriannın çok daha stk ge- zinip durdukları günlerde görecektiniz. Kurumlu, mağrur bir iskeleydı. Sonra vapur seferleri azal- dıkça kurumlanışı söndü grtti... Ünlü badem ezmeci, Bebekte bugün semtin he- men hemen tek simgesi. Yıllardan beri o badem ezmelerinin tadında çok şükür en küçük bir deği- şiklik olmadı, aynı kıvam, aynı geniz yakıcı rayi- . ha... Bir de çok hoş bir kitapçısı vardı Bebek'in. öy- le büyük bir kitabevi degildi, ama hep seçkin, ede- bi değertaşıyan kitaplar sergilenirdi vitrininde. Ne zaman Bebek'e gitsem, kitabevinin vitrinine bak- madan geçemezdim. Arnavutköyü geçince ve Bebek'e gelmeden, set üstü bir apartmanda Belgin Doruk otururdu. Seyrek de olsa, bu iyi kalpli insanı ziyarete gider- dim. Sonra dönüşte Bebek'e kadar yürür, park- tan geçer, eski Türk filmlerinin duyariı sahnelerini gözümün önüne getirmeye çalışırdım. Işte Bebek günlerim böylece geçip gitti. Takvimde h Bırakan: "Çokten yabanasi olduğu öteki odalardan kah- kahalar ve müzik sesleri geliyordu çoğu zaman." ^ Stefan Zvveig, Yürek Çöküntüsü, Burhan Arpad çevirisi, Can Yayınlan, 1990. . • İstanbul Biigj üniversitesi Türk Sineması inceleniyor Kültür Servisi-Ülke- mizde Türk Sineması üzerine yapılan araşurma ve çalışmalara alternatif bakışlar getirerck zen- ginleştirmek, bu konu hakkında çahşan veya çalışmak isteyen insan- lann bir araya gelip kar- şılıkh etkileşim içinde fikirlerini paylaşabile- cekleri birplatform oluş- tuldu. İstanbul Bilgi Üniver- atesi Sinema-T\' Bötö- mü tarafından ikincisi düzenlenen 'Türk Fflm Araşûrmalannda Yeni _Yönelimler' adlı üç gün- lûk konferanslar dizisi gi duyanlara açık bir ya- pıya sahip olan konfe- ransabu yıl katlan isim- ler arasında, Oğuz Ada- mr, FatoşAdfloğhı, Bige Akdeniz, AüMurat Ak- ser, Savaş Arslan, Meüs Behlil, Feride Çiçekoğ- lu, Deniz Dennan, Tuna 30 Haziran Cuma gönü =ba|lıy0L= DiekKaya,AvşegülKoç) Deniz Dennan, Hahık Fblat, SeienUçar, Alem- dar Yalçm ve N. Aysun Yöksel bulunuyor. 'Türk Sineması, Ama— Hangisi? Türk Sinema- sma Alternatif Bakışlar /TürkSinemasıııdbıDe— nnnlfr' haşlıgı^tanda— Çeşitli üniversiteler- den akademik araştırma ve çalışma yapanlara açık olduğu gibi, TQrk Film Araştırmalanna il- dışandan herkesin katı- lıınına açık olarak ger-— çekleştirilecek konfe- rans, istanbul Bilgi Üni- versitesi Kuştepe Kam- püsü'nde 2 Temmuz t a - ^ rihine kadar sûrecek.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear