23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
T ŞUBAT 2000 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr 15 Michel Butor'un 'San Marco'nun Betimi' başlıklı kitabı YKY'den yayımlandı a öykünenyazıNEDRET TANYOLAÇ ÖZTOKAT Fransız yazınında altmışlara doğru, ku- ıamsal nitelikli yapıtlar ve yetkin örnek- lerle karşımıza çıkan Yeni Roman akımı- nın baslıca temsücileri arasında yer alan Michel Butor, sonradan değışık yazınsal denemelere yönelmiş, özellikle kısa dûz- yazı metnleriyle sanat deıgilerinde okur- lanyla buluşmuştur, Gerek YeniRoman yö- nelimini örnekleyen yapıtlannda, gerek di- ğer yazılannda Michel Butor'un özellik- le dÜckatını yönelttiğı bır öğe de dış uzam- dır. Bir başka deyişle, uzam ve içinde yer alan nesnelerButor'un yapıtındatemelak- tör olarak belirir. 'San Marco'nun Betimi'nde başkışı, tûm uzamsalhğıyla tammlanan tarihsel bir anıt. Anlaücı, bu görkemli yapıyı oku- ra üç değişik düzlemde betimliyor. Böy- lece okur üç değişik düzlemde bir okuma gerçekleştiriyor. San Marco'nun Betimi, her şeyden ön- ce tarihsel bir okumaya açık. San Marco Küisesi bir sanat tarihi yapıüna uyacak ti- tizlikle betimleniyor. Küisenin girişinden şapel ve ekyapılanna kadaraynntılı bir be- trmlemeyle okurun gözünde bir mimar- lık mirası karşısrnda saygı duruşunda bu- lunuyor. Tarihsellik düzeyindeki okumaya, eğit- sel diye tanımlayabileceğımiz bır okuma ekseni daha ekleniyor. Kilisenin içinde yer alan resim ve yazılann eksiksiz betim- lenmesi, okuru, sanat tarihi öğrencisinin gerçekleştireceği türden bilişsel bir etkin- liğe yönlendiriyor. Salt bu açıdan bakın- ca büe Türkçeye kazandınlan bu yapıtın akademik dûzeyde çalışanlar için önemi yadsınamaz. Metin bu boyutu dınsel söy- lencelen, kutsal inanışlan eksiksiz bıçım- de okura sunuyor. Turistik gezileri örnekliyDr Yapıtın üçüncü anlamlandınm düzeyi ise tarihsel yapıya yerleşnrilmiş adsız ak- törleri, turistleri alışıldıkkoşuşturma için- de gösteren soylemsel katmandan oluşu- yor. Okur böylece genel kalıplan içinde turistik gezileri örnekleyen bir öyküyü de izliyor. Böylece, San Marco'nun Betimi üç metnın eklemlenmesinden oluşuyor. Bi- rincı metin Cephe'den başlayarak sırasıy- la Giriş Mekâru, lç Mekân, Vaftizhane, Sa- peller ve Ek Yapıian mimarlık açısuıdan • Kitapta başkişi, tüm uzamsalhğıyla tammlanan tarihsel bir anıt. Anlatıcı, bu görkemli yapıyı okura üç değişik düzlemde betimliyor. Birbirinden farklı söylemlerden oluşmuş çoksesli metin adeta San Marco'nun zengin yapısına öykünülerek oluşturulmuş. betimleyen gözlemcı öznenin söylemın- den; ikinci metin, bu bölümlerdeyer alan mozaık,freskve resımlere eşlik eden kut- sal kitaptan alınmış. yaratılış, tufan, Ba- bil... gibi insanlığın ve dinlerin oluşumu- nu anlatan temel söylenceleri ziyaretçile- re aktaran söz dizilerinin kurduğu dınsel söylemden; üçüncümetin ise dünyanın dört bir yanından gelerek San Marco'yu ziya- ret eden turistlerin kendi aralannda ve kendilerini çevreleyen fotoğrafçı, satıcı gibi kişilerle kurduklan kopuk, boş, yal- nızca yaşanan ana bağlanan, kimi zaman gereksiz kısa kısa söylem parçalanndan oluşuyor. Butor'un yapıtı değişik kültür düzeylerine bağlanan bu üç söylemi dö- nüşümlü olarak; kutsalla günceli, tarihsel- le sıradanı, birbirinden çok farklı söylem- lerle bir araya getiriyor. Turist karmaşa- suıın ve kaba kalabalıklann arasında ev- renin, insanın, dinlerin oluşumu gibi te- mel gizlere ışık tutarak yükselen muhte- şem biryapı bugün içinde gezinen turist- lenyle bır bakıma hem günümüz dünya- sma rutulan ilginç bir ayna, hem de son- suzluğa bir gönderme. Tüm görkemiyle yüzyıllar öncesinden günümüze kalrnış tarihsel bir yapının çeşitli bölümlerinde sıcaktan bunalmış turistler ya da uzaktan seçtiği Amerikalı kadma iç geçirerek ba- kan bir erkek (sesi), günümüz insanmın tarihselliğe, estetiğe bakışmı da ömekler gibi aslında. tnamlmaz bir estetik keyif var Bir mimarhk başyapıü olan San Mar- co'nun iç mekânlannda okunı gezdiren Butor'un birinci anlatıcısuun temel işle- vi, adım adım kilisenin her köşesini -için- de gezinen ziyaretçileri de unutmadan- bi- ze anlatmak. Son derece aynntılı, özenli bir söylemle bize tarihsel San Marco'yu ve günümüzde Venedik'in aynhnaz par- çası olan turist kalabalıklan ve güvercin- ler arasında dikilen görkemli kiliseyi be- timleyen o. Aslında turistlerin kendi ara- lannda ya da satıcılarla geçen söyleşim- leri aktaranuı da aynı kişi olduğu ıleri sü- rülebilir. Ancak araya katılmıyor. Turist- lerin sözleri kendi ağızlanndan veriliyor. Kutsal metinleri bize aktaran da yine bu birinci anlatıcı. Ancak bu metinsel dü- zeyde de anlaücının süindiğini görüyoruz. Dİnsel metinler, bu değişik iç mekânlar- da yer aldıkian gibi aktanüyor. Anlatıcıya böyle değişik ışlevlen yük- leyen birbirinden farklı söylemlerden oluş- muş çoksesli metin adeta San Marco'nun zengin yapısına öykünülerekoluşturulmuş. Anlaucmın da belirtriği gibibirmetnin kub- be kubbe oyulmasına tanıklık ediyor okur. Aslında katedraller. kiliseler birçok ro- mancıya esin kaynağı olmuş, yazarlann roman yapısını, tekniğini oluşturmada be- lirleyici rol üstlenmişlerdir. Miche! Bu- tor'un yapıtından hem bu türden yönelim- lerin bir izini hem de yepyeni bir yöneli- mi duyumsamaktayız. Bırden çok işİev (ak- tanm, betim, gözlemj üstlenen anlatıcı bir yandan üç söylemi aynşık kılıyor, bir yandan da tek birana yapı oluşturacak bi- çimde bunlan birbirine eklemliyor. Yapı- tın bu hassas dengesi, mımarlığa öykünen yazınuı kurduğu hassas dengeden başka bir şey değil. Öte yandan San Marco'nun Betimi'ni okurken gizliden gizliye metnin yeni ro- manJa akrabalığı seziliyor. Yeni romanda uzam, neredeyse yaşayan, yapıtın başki- şiliğine soyunmuş, insan tepkilerine, de- vinimlerine sahne olurken okura metinle ılgılı temel ipuçlan sunan temel bir öğe olarak belirir. Ancak elimizdeki metnin mimarlık estetiğine öykünmesiyle yep- yeni bir soiuğu da duyumsuyor okur: met- nin inanılmaz bir estetik keyfi var. Özenle kurulmuş bu çok katmanlı me- tinsel evrende okunı birbirinden farklı duyumsayışlar bekliyor. Bunda bilgi, bi- linç ve bağlılıkla bu önemli metni bizle- re ulaştıran çevirmen Samih Rifat'ın pa- yını unutmamamız gerekir. Anna Romantowska'ya göre, 'çekingen' Polonya sineması duygulan ön plana çıkartamıyor 'Kieslomki'yehak ettiğideğeriveremedik' BAR1Ş BEHRAMOGLU Polonya Film Haftası 'nm açılış fil- mi JacekBromski'nin 'Görüldü Ama Dayolmadı'nın başrol oyuncusu An- na Romanbmska Türkiye"deydi. Anna Romantowska, 1974 yıhnda Devlet Yüksek Okulu'ndan mezun olduktan sonra dört yıl boyunca çe- şitli oyunlarda yer almış ve daha son- ra tiyatroyubırakmış. Ara- lannda Wajda'nın 'Bayan HîçKinıse'sinin de bulun- duğu 20'ye yakm projede rol ahnış. Avrupa ülkele- rinin sanat adına birlikte hareket etmesi gerektiğini vurgulayan Anna Roman- tosvska, ülkesinde Kiedows- ld'ye hak ettiği değerin ve- rilrnedığını üzülerek belir- tiyor. -197Tdenl993'edekçe- şitli fdmlerde rol aiduuz, ama daha sonra tetevizyon dizlerine yöneldiğinizi gö- rihoruz.Bunedenk»ııak- lanyor? ROMANTOVVSKA-Bu aslnda üzücübir olay ama ne yazık ki yaş, oyuncu- nur hayatmda çok önemli biryertutuyor. Sinemaarz ve âlep ile işleyen bir sek- tör.Jolayısıyla oyuncuyaş- laniıkça ona sunulan pro- jelain sayısı azalıyor. Di- zilerde ise durum biraz farlh. Ondan fazla bölü- müolan dizilerde konular çol değişik yollardan işle- niyjr ve orta yaşlı oyuncu- lar çin çeşitli roller teklif eduyor. Elh yaşrndaki bir eıfck oyuncu, yaşıü birka- dııcfyuncuyla kamera kar- şısna geçerse, seyircilerin izlsne oranı düser. Sinemadan tetevizyona geçrkenoyunculukaçısuı- daı zoriuk çektiniz mi? IOMANTOVVSKA - Chmculuk açısından de- ğiİuna temel bir fark var, anlatılmak isteıilen ağuiıklı olarak diyaloglarda sıısrlı kalıyor. Gecmiş, ilerde ne ola- casya da ne oldu, bütün bu sorularm ce.abı anlatdanlarvasıtasıyla ulaşıyor se-üciye. Sinemada ise hiçbirdiyalog olaasa da devreye kamera giriyor. PoJonya sinemasuıın kömünizm dâeıni ve sonraa gedşünini nasri de- geeodirrvorsunuz? K)MANTOWSKA - Polonya si- nenası maalesef ikiye bölünmüş du- rumda. Kömünizm zamanında özgür olmadığımızı söyleyemeyiz, çünkü aynı rejim altmdaki diğer ülkelerle karşılaştınlmamız gerekirse, pek çok şeyi gönül rahatlığı ile başardığrmız görülür. Fakat yine de anlatmak iste- diğimiz şeyleri çok açık vermeden, cümlelerin arasından, simgelerle ve- ya vurgularla ifade etmek zorunday- dık. Bunun bir sonucu olarak metafor R (Fotoğraf: KADER TUĞLA) olonya sineması Wajda, Kieslovvski gibi değişik îsimler sayesinde dünya sinemasında kesinlikle yer edindi. Ama kömünizm dönemi sinema ve oyuncular için çok ürkütücüydü. alarundauzmanlaşnk. Komünizmden sonra her konuda özgür kaldık. Ashn- da inanılmaz bir boşluğa düştük. Her şeye rağmen Polonya sineması, özel- likle bu yıl kendini çok iyi toparladı. Polonya edebiyatuun klasiklerinden uyarlanan iki fıhn yapıldı. Biri Şen- kiviç'm 'Ateş veKıbçla' öteki MHske- viç'in 'Dadauş Bey'. Bu iki film Po- lonya sinemalannda gösterime girdi- ği andan itibaren çok büyük bir seyir- ci kitlesi topladı. Bu projeler belki A\Tupa'yı fethedebilecek rutelıkte ya- pımlardeğil, çünkü konu Polonya hal- kma daha yakm ama teknik açıdan gerçekten çok iyi. Kısacası şöyle di- yebiliriz, Polonya sineması Wajda, Kieslowski gibi değişik isımler saye- sinde dünya sinemasında kesinlikle bir yer edindi. Fakat, kömünizm dö- neminde ne kadar güzel eserler ver- miş olursak olalım, ne kadar devlet bi- zi ekonomik olarak des- teklemiş olursa olsun, si- nema ve oyuncular için çok stresli, bir o kadar ür- kütücü bir dönemdi. - Hollywood sineması hakkmda ne düşünüyor- sımuz? ROMA.\TOWSKA - Avrupa sineması, özellik- le Fransız sineması Holly- wood'un önünü kapatacak isimleTe sahip. Her ülke, Hollyvvood sektörünü ge- çebüirve özgün prodüksi- yonlara imza atabilir ama bu tür sinemaya talep ol- dukça HoUywood'un sonu hiç gelmez. Fransızlarbu- na, az da olsa durdemeye başladılar ve sinema bilet- lerinden elde edilen geli- rin bir kısrru sinematogra- fi merkezlerine gidiyor. -Kksfcjwskibaştaoanak üzere birçok Potonyah yö- netroenFransızlarlaorTak çahşb, çahşıyor. Bu bağ- lamda Polonya \c Fransız smemasıaynıkurvarda ier- Byor dryebüir miyiz ? ROMANTOWSKA - Kieslovvski'nin seçtiği ko- nular çok evrenseldi, in- sani duygulann ön planda olduğu fılmleryapardı. TJç Renk,Mavi,Beyazve Kır- mm' onun benzersiz bir insan ve büyük bir yete- nek olduğunu kanıtlryordu. Fransa'daki ve Polonya'da- ki genç kuşak onunyolun- da ılerlemek adına, onu taklıt etmeye başladılar. Polonya'day- ken Kieslowski'nin değeri pek anla- şılmadı. Doğal olarak kimse kendi ül- kesinde mesih ohnuyor. Polonya sine- ması daha çekingen olduğu için, duy- gulan ön plana çıkartması zorlaşıyor. Fransız sinemasında bu, daha kolay. Kieslovvski tam bir dışavurumcuydu, bu Polonya sinemasında pek alışık ol- duğumuz bir tarz değildi. Belki bu yönden Fransız sinemasıyla Polonya sinemasmın yollan aynhyor. Glray Atalay, Amerlkan Ballet Theatreda dans ediyor AHSENERDOĞAN Giray Atalay, 24 yaşmda. Yaklaşık iki yıldn*, Amerkan Ballet Theatreda (Amerikan Bale Tiyatrosu, ABT) dans ediyor. Bugüne kadar Türki- ye'den bu topluluğa kabul edi- len ilk dansçı. Topluluğun re- pertuvannda yer alan 'La Ba- yadere', 'GtseDe', 'Romeove Juhet', DonKişot'. Bilh Tbe Kid', 'La Corsoire', 'Snow Maiden' gibi ünlü yapıtlarda rol alıyor. Yaşamım New York'ta sürdürüyor. Ankara De\let Konserva- tuvan Bale Bölümü'nde alü yıl eğıtımden sonra 1992'de Ingil- tere'deki Royal Ballet'den (Kraliyet Balesi) öneri alıp iki buçukyıl eğitim gördü 1995'te Istanbul'a geri döndüğünde, üç yıl tstanbul Devlet Opera ve Balesi 'nin sözleşmeli dansçı- sı olarakçalıştı. "1995teDev- fctB^ea'ndetem yenibirkad- ro açüacakken karanmı ver- dim ve New Ybrk'a gittim. Bu birmaceravcM, birdeHikri açık- çasi." New York'a gidip özel bale okullanndan dersleralma- ya başladı. Bir stüdyoda aldı- ğı derslerin karşıhğında haftada iki gece yer- leri sildi, böylece iki gün boyunca ücretsiz olarak egzersiz yapabiliyordu. Bu koşuştur- ma içerisinde Simon Daw adlı Avustralyah bir dans öğretmeniyle tanıştı. Dow, Atalay'ı ABT'ye başvurması yönünde teşvik etti. Sı- navlar, deneme gösterileri derken, kurumun bünyesinde etkinlik gösteren, profesyonel topluluğa hazn-hk nitelığındeki genç toplu- luğa kabul edildi. New York'a gidişinin dör- düncü ayında da asd toplulukta rol almaya başlamıştı bile. "En büyük sorun. Ameri- ka'da sanatçılan konryan AGMA adh kuru- luştankaynaklandLYurtdhşjndan gelensanat- çüann, ABD'de yaşayanlara kıyasla daha farkk. daha göze çarpan işler yapmalan, ör- neğin birtakun yanşmalan kazanmalaru olumlu deştirüer almış olmalan gerekir. ls- tanbulda çahşırken 19%'da En İyi Genç Dansçı Ödülü'nü ahnış ohnant, Royal Ballet School'da burslu okumam, ABD'deki öğret- menierden, koreograflardan olumlu yazıiar almam bana büyük avantaj sağlaöV Kevin McKenzy'nm sanat yönetmenliği- ni yaptığı American Ballet Theatre, 90'a ya- km dansçuun yer aldığı büyük bir topluluk. New York'ta Metropolitan Opera House'da ve New York City Center'da sahneye çıkıyor. Avrupa turneleriyle de haftada sekiz temsil verdiİderi dönemler oluyor. Giray Atalay, Türkiye'deki dansçılan yü- rekten kutluyor, bunca yokluğa, olanaklarm kıthğma karşın canla başla çalışıp, ellerin- den gelenin en iyisini yaptıklan için. "Bir kere devlet memurn oklunuz mu, bi- KyorsunuzkieroekB oiuncaya kadaroradaka- hrakanı^vaçtmınr/garanti ahına ahnmr<nb- cak. Bu durum, sanatçıda rehavet varatabi- Byor. Ama dtşanda seneük kontraüarla çab- şıyor sanatçüar. Çalışmazlarsa o kontrat ge- lecek yıl yenilenmeyecek. Böylece ense yap- maya meydan verihniyor. İDOB'ta bildiğiin kadanylafldyüzdansçıvar,ama bunlann hep- si temsfl vermryor. Bir kısmı zaten tark yaşın üzerinde. Hiç temsfl vermeden maaşlaruu ahyorlar. Bu kez, yeni yetişen dansçılar kad- ro dohı olduğu için kadroya gjremiyorlar." Şu anda bulunduğu yaşta nerede olmayı ha- yal ediyorsa, o noktada Giray Atalay. Düş- lerinin gerçekleşmesinde en büyük etkenin 'şans' olduğuna inanıyor. "Bunoİdayanrnak- lanmla kazryarak geJdim dryemem. Doğru2a- ıtıanlarr<»1 dngrn intanlaria karab»<fıın San- ki bütün bonlar bana birileri tarafindan ve- rfldi'' diyor. On yıl sonra da şımdi hayal et- tiği yerde ounak istiyor. BUAŞAMADA ŞÜKRAN KURDAKUL Laik Cıifflhupiyet Bilinchniz Derken.. Laik cumhuriyet bilincimiz 5 Şubat 1937'de ana- yasal güç kazanmıştı. Her toplum belli dönemlerinde kendine özgü ça- tışkılara sahne oluyor. Çatışkılann temelinde başat "sosyo- ekonomik" nedenler var kuşkusuz. Bu ça- tışkılan belirieyen birincil çelişkiler var. Gizli sömürge durumuna getirilen Osmanlı Impa- ratorlugu'nun son elli altmış yılına egemen olan bi- rincil çelişkinin sermaye-emek çelişkisi olup olma- dığı tartışılmıştır. özellikletopraksisteminin değişmesi ve âyanın olu- şumu ile birlikte biriken sermayenin variığını -benim bile gördüğüm kadar- Filibe, Istanbul, Izmir, Bursa, Antalya vb. kentlerdeki bugüne dek kalan görkem- li yapılar gösterir somut olarak. Çelişkinin ikincil kanrtı, içeriklerinde tarihsel olgu- lan gizleyen sözcükler bence. Osmanlıcadaki "riöa/jur"sözcüğünün karşılığının "faizci" demek olduğunu merakJı gençler de biliyor bugün. I. Ahmet gibi (1590-1617) birkaç insaflı padişa- hın, devletin koyduğu faiz oranının aşılması durumun- da ribahurlann cezalandınlacağına ilişkin fermaniar yayımladığını da araştırmacılar ortaya koymuşlar. Uzantılan cumhuriyet döneminin ekonomik ilişki- lerini de etkiieyen tefecinin elindeki sermaye değil mi? Osmanlı'nın, bilemediniz, ipek dokuma alanında el tezgâhlanna dayalı imalatta tıkanıp kalmasının ar- kasında tefeci sermaye.. Az topraklı köylüye nefes aldırmadığı için büyük kentlere göçe zorlayan tefeci sermaye.. Yenileşmeyi "gâvur icadt" sayan da küpünü dol- durmanın ustası bu katmanm kabadayılan. Imparatorluğun son elli altmış yılındaki ileri-geri ça- tışkjsının temelinin harcında bu olgulann bulundu- ğunu yadsıyabilir miyiz? Geri, düşünsel sistem olarak da bu yıllarda top- lumsal ilerlemenin karşısına çıkma bilinci kazanıyor. Düşünsel sistem dedigim -padişahın halife oldu- ğu, akla gelmedik yetkilerte donatılmış şeyhülislam- lıkkurumunun baştacı edildiği dönemde- "Kuran'a dayalı devlet'' düşünüsüne teorik değer kazandırma çabası. Bir yazımda 31 Mart Olayı'nı anımsatırken sordu- ğum sorulan yinelemekte fayda görüyorum: Partamentoyu basacak kadar kendinden geçen "ir- tica' devletin başında padişah halifenin bulunduğu- nu bilmiyor muydu? Şeyhülislamlık kurumunun ya- şadtğını bilmiyor muydu? Ezanın Arapça okunduğu- nu, abc'nin Arap harfleriyle kullanıldığını bilmiyor muydu? 31 Mart hareketinin arkasındaki kuramcılann ya- zılanna bakarak söylüyorum. Daha II. Meşrutiyet'in ilk yıllannda anayasanın verdiği basit birtakım hak- lann yaratacağı "vatandaş insan"üan korktuğu için özgürlüklerin simgesi olan meclisi susturmak istjyor- duirtica. 'Vatandaş insan'm yaratılması kaynağının başın- da eğitim gelmez mi? Kadının eğitim olanaklanna ka- vuşturulması karşısında nasıl telaşa kapıldıklannı unutmadık bu kuramcılann. Mehmet Akrf gibi "reformist islamcı"lann bile. Darüffünun'da kız ve erkek öğrencinin aynı sınrf- ta okumalan dehşete düşürüyor onlan. Ama Vılhelm bryıklı Enver Paşa'nın Alman kapitalizminin buyru- ğuna girmesini, Sankamış cinayetini milliyetperver- lik gereği sayabiliyoriar. Cumhuriyet'e kalan kültür mirasının özellikleri ara- sında bu gerçekler de var. Kurtuiuş Savaşımızın hazırfık döneminde irticaın Izmir ve Istanbul gibi ülkenin ana damarlan işgal al- tındayken Ingiliz ve Fransız attınlanyla paralı asker- lertoplayarak örgütledikleri "Hilafet Ordusu'nu va- tanseverlerin üstüne saldırtmalan gerçeği de var. Cumhuriyetçilere daha ilk aşamada Osmanlı pa- dişahından ve halifelik kurumundan kurtulma yürek- liliğini kazandıran, bu birincil çetişkiyi görmeleriydi ben- ce. Biz de biliyoruz değişmenin üstyapı kurumlannda kaldığını. Biz de bilryoruz, demokratikleşme gerek- lerinin yalnızca eğitim kurumlannın çağdaşlaşmasry- la sağlanamayacağını. Ama iç dinamiğin oluşumu- na engel olan güçlerin egemenliği nasıl kınlacaktı? II. Meşrutiyet yenilikçilerinin kafasıyla mı? Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 10 Nisan 1928 otu- rumunda 1924 Anayasası'ndaki "Türkiye Devleti'nin dini, din-i Islamdır" tümcesinin kaldınlması için oy kullananlar bu gerçeğin ayırdındaydılar. 9 yıl sonra, 3 Şubat 1937'de laiklik ilkesine anayasal güç kazan- dırmak için aynı çatıda birleşenler, değişmenin ana öğelerini okuyacağımız satırlarla sundular tarihe: "Bizdiyoruzki, dinler, vicdanlarda vemabetlerde kalsın, maddi hayat ve dünya işine kanşmasın. Ka- nştırmıyoıvz ve kanştırmayacağız." Nerede bu bilince sahip o günkü milletvekilleri, ne- rede sonrakiler. Toprak ağalanyla liman burjuvazisinin ortaklaşa kurup büyüttüğü Demokrat Parti, 1950'de iktidara geldiği zaman tarihsel çatjşkmın gerici kanadında ye- rini alırken öncelikle eğitim kurumlanna saldırmadı mı? Adnan Menderes başbakan olarak Meclis gru- bunda "Sizistersenizhilafetigerigetirebilirsiniz", di- yerek hangi katmanlann sözcüsü olduğunu açığa vur- madı mı? Köy Enstitüteri'ni kapatarak, imam hatip okullannda "Kuran'a dayalı devlet" düşünüsü koşu- tunda eğitim programlannın önünü açmadı mı? Sa- idi Nursi yandaşlanna olabildiğince yakınlaşarak Nurculann oylannı dilenmediler mi? Hem demokrattı adı, hem de sözüm ona, cumhu- riyetin ana ilkelerine bağlrydılar. Laik cumhuriyet bilincimizin anayasanın değiş- mez maddeterinden biri olarak kabul edilmesinden altmış üç yıl sonrayaşanan çatışkının temelindeki bu tarihsel süreci görmezlikten gelmek olası değil. Sıvasta 37 insanımızı yakanlaria Hizbulah katille- rini de... POLONYA FİLMLERİ HAFTASINDA BUGÜN • LEVENT KÜLTÜR MERKEZİ SİNEMA TÜRSAK'ta saat 14.00'te Piotr Dumalamn 'Franz Kafka' adlı kısa fihni veMadej Dejczer'in 'Brute' adlı fihni; saat 16.30'da JuUan Josef Antoniszin 'Haber Bobinleri' adlı kısa fılmi ve Andrzej Wajda'nın 'Bayan Hiç Kimse' adlı fılmi izlenebüir. (325 43 31) • AKM StNEMA SALONU'nda 15.00'te MareJt Serafînski'nin 'Yanş' adlı kısa fılmi ve Mariusz Trdinsld'nin 'Narin Yarabk' adh fihni; 18.00'de Kazimierz Kntz'un 'Albay KwiatkowskT fılmi gösterilecek. (251 67 70 - 251 84 81)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear