22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 3 ŞUBAT 2000 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA ın/ı Tutuklandığımda tek başıma geldiğim Istanbul'danîzmir 'epolis eşliğinde gönderildim Paşa'da tahliye sevinci O ifgeneralin buynığu gereğince önce Emniyet Müdürlüğü'ne, sonra da polis tarafından gideceğimiz Ankara, tzmir Sıkıyönetim Komutanlıklan'na teslim edilecektik. Otüar bizı bırakırsa bırakacaktı. Sabah erkenden Yarbay bizi bir cemseye büıdirdj; ayn ayn eljmızı sıkti uğurladı. Bizi Üsteğmen Emniyet'e teslim edecekti. Emniyet'e geldiğimizde, hepimizın (tahtı muhafazada) yerlerimize gönderileceği anlaşıldı. Ankaralılar aralannda para toplayıp bir mınıbüs kıraladılar. Birkaç polis de onlan götürüyordu. Bana gelince, daha önce değindığim gibi, Üsteğment rica ettim: Uçak parasım polis arkadaşın da ben vereyim... dedim. Bu dileğimi •Üstegmen komisere söyledi. Komiser bana sordu: "Feld bizinı mennınımuz sonra İzmir'den nasıl dönecek?" "Ona biletini gidiş dönüş alınm" dedim. Bir an önce ev ıme varmak ıstiyordum. Otobüsle, trenle tzmir, bir hayli zordu, uzun yoldu. Parayı gözden çıkardım; yanımda vardı. Bu kez Sansaryan Hanı'nda bize iyi muamele ediyorlardı. Ne var ki evrakîn imzalanması için Vali'yi bulmak gerekiyormuş ya da vali yardımcılanndan birini. Günlerden pazardı. tmza için kimseyi bulamıyorlardı. Akşam vaktine degin üç dört polısle- tabancalarla be1leri Büslüydü. sıcaktı, ceketleri çıkarmışlardı- bir odada bekJeştik. Refafcatçlm de Izmirll Beni Izmir'e götürecek polis, lzmirlrymiş; ailesi tzmir'deymiş. Birkaç saat ailesini görme fırsan bulabıleceğınden memnundu. Bunu Sirkeci Gan'nın önünden bir Yeşilköy dolmuşuna bindiğimızde öğrendim. Y eşilköy Hava Alanı'ndaki İzmir'den gelirken beni karşılayan başkomiser, uçakta bize yer buldu (yer yok demişlerdi önce bilet satanlar). Sabah karanlığından ben ayaktaydık, ne olacaksa olsun dıye ancak saat 20'de Izmir uçağına binebildik. Yanımdaki polis, Emniyet Amirliği kursu göriiyormuş. "Bir flçeye kapağı atabüsem-" diye yakınıyordu. Ben de lâf olsun diye "Büirim, Oçderde . Emniyet Amirtiği zordur. Hele üçelerde nazar kurulduğu günkr. yankesidler, fhırHztar kaynaşır-" dedim. Polis. i güldü: "Ayıp ettin ağbey, bunca ! deneyimimiz var; bu haşarat ttçeye smınadao ginneden önce yakalanır-" karşılığuu verdi. Polislerin böyle ..bugünkü iyi, yumuşak tutumuna pek şaşıyordum. Izmir Çiğli Hava Alanı'ndan bir taksiye binmek gerekti. Kemer'deki 10. Şube'ye geldiğimizde - bu şube, siyasi polisce o sıralar ı lcurulmuş, öyle dediler bilmem- genç bir başkomiser karşumza çıktı. Sıkıyönetlm beni Istemlyor Güç belâ beni getiren polis, başkomisere anlatabildi. Genç başkomiser "Sabah getir, Sıkryönetiın'e sevk edetim.." diyordu. Sonunda beni teslim aldığına ilişkin bir kâğıt imzalayıp polise verdi. O da hemen "Geçmiş oîsıın Samim Bey!" diye elimi sıkıp bıraktı gitti. Başkomiser, telefona uzandı; Sıkıyönetim'i buldu. "tstanbul'dan getirildiğimi, bir yaa ile kendikrine testiın edileceğbni" bildirdi. Konuşmalardan anladığıma göre Sıkıyönetim deki nöbetçi subay, beni teslim almak istemiyordu. Şımdi, hiçbir komutan yok. Bizim aradığımız (şahıslar) arasmda Samim Kocagöz, yok! diyordu. S onradan yardımcısı olduğunu öğrendiğım kabak kafalı bir komiser cam sıküarak "Şimdi bunu ne yapacağn?" diye söylendi. Başkomiser: "Sizi bir karakota göndereyim; sabahlayıiL, yann Sdayönetim'e tesfim ederizJ" dedi. Ben de: -Bırakın eve gide\inı: sabah erkenden gelirim. Sıkrvönetim'e gideriz* karşılığını \ erdim. "Sorumluluğumuz var, otanaz." "Pfeki komiser bey" dedim, "siz bu gece sabaha dek nöbetçi misiniz burada?" "Evet,nöbetçiyim." -Ben de şu koltukta sabaha dek otursam olmaz mı?" "Peki oldu" diye gülümsedi. Ekledim: "Hem biraz sohbet ederiz- vakit geçer-." ' "Pekâlâ..." Komisere kttap sözü Başkomiserin bana karşı bu tutumuna yardımcısı çok öfkelendi, ama bir şey diyemedi; yalnız konuşuyormuş gibi bana sordu: "ISecisin? Ne iş yaparsın?" Benim yerime Başkomıser karşılık verdi: "Yazanur." Sonra bana döndü: "Babam benim ortaokul öğretmeniydL Sizden sık sık söz ederdi. Kusura bakmayın hiçbir kitabımzı okırvamadım.. Ancak okuldaki bir kitabımızda bir parça vanta sizdenJ" Başkomiserin adını, soyadını aldım. Adresini yazdım: "Size bir ild kitabunı yoUanm.." dedim; pek sevindı. Sonra söz. polislik mesleğine. oradan aylıklara döküldü. Arada bir telefon çalıyor; yine arada bir başkomiser bir yerlere telefon edıyordu. Yardımcısı, köşedeki masada, (müstehcen) diye toplanan bir yığm SAMİM KOCAGOZ u yazdıklarıma, başıma gelenleri anlattıklanma bakıp, denebilir ki olup bitenleri şakaya, alaya alıyorum. Bilerek böyle bir dil kullandım. Anılanma da 'Bu da geçer yahu!' dedim. Hem de _y yazmak için anılanmı öfkem geçsin diye bir hayli bekledim. Biraz sabırlı olursa insan, gerçekten kime kızmak gerektiğini daha iyi kestirebiliyor. Boran ve Aren'in tahliye isteği reddedildi ACAPÎVAS -.AT SOA r ! r 2 profesör ile 3 gnıeteci tutuklandı Prof. Babri Savcı sağlık durumu nedeniyle serbest bırakıldı lCumbari<rlB<ıro»<ı) Anktrt Sıktvon»*:ra tt£ırM^at oır «urfdtt bulunrturuKın ve onceki citn hakktnda tu'ukîam» kararı v rtlen Prof B«hn S^veı, <Jön ak- t»m ««8lık liummıı n«><^nlyt« •«rbeot bırskıimifttr. GSralttods hulunduffıı »ür* tçtnd*. *a|hk durumu tehükrli Ravcı. Altluıt» «rınarsk» «rrh««t . Sungurbey ve DISK yönelicileri serbest bırakıldılar dergiyı kanştınyordu. Ortalıkta berbat bir gübre kokusu, alay alay adama saldıran sivri sinekler vardı. Çantamı kapuım yanına koymuştum. Pardösümü ayaklanma sardım oturduğıım yerde. B öylece saat gece yansından sonra ikiyi bulduk. Başkomiser, bir telefondan sonra bir baskının ertelendiğinı öğrenınce ayağa kalktı: "Ben, >ııkanda biraz kestire>im.." dedi yardımcısına. O da: "Buyurun» ben buradayım_." karşılığmı verdi. Başkomiser koridordaki muslukta elını yıkıyordu. Yardımcısı, damdan düşercesine bana: "Yazarmıssuu. böyie müstehcen hikâye, kitap da yazar mısın" sonısunu sordu. Güldüm: "YazmanL." karşılığmı verdim. Bu soruyu, karşılığımı musluk başmdaki başkomiser duydu. Işaret parmağı ile yardımcısınj çağu-dı. Ne söylediyse söyledi ki, adam bir kanş surat gelip masasına çökrü. Ters ters bana bakmaya başladı. Böylece bir iki saat daha geçırdık. y ^ o k yorgundum; oturduğum yerde I başımı duvara dayayıp uyumayı ^^/denedim, ama ne sineklerden ne de-?ıkıntıdan uyuyasım yoktu, uyuma olanağı da yoktu. Saat üçe doğni, komiser yardımcısı önce odanın içinde, sonra koridorda bir aşağı bir yukan dolaşmaya başladı. Bir ara bir adam geldi, yanm saat bir koltukta kestirdi; sonra kalktı gitti. Komiser yardımcısı bana: "Ben, şu karştdaki odada, masanm ûstünde biraz kesrireceğim; sen telefona bak; ararlarsa beni çağK." buyruğunu verdi. Gülmemek için kendimi zor tuttum: "Buyurun komiser bey, ben buradayun_." karşılığmı verdim onun başkomisere dediği gibi. 'Eh..' dedim kendi kendime, '10. Şube'yi teslim aldık (!)' Ne de olsa, saym komiserlerin güvenini kazanmıştım (!) Bu da bırakılacağımı anlamalanndan ileri geliyor olmalı. Sonra sabahın altısına dek sinekleri kovalamakla vakit geçirdim. Telefon fılân çalmadı. Saat altı buçuğa doğru bir başka başkomiser geldi. Bu yaşlıcaydı ötekınden. Nöbeti teslim aldı. Yukarıdan genç komiser inmişti. Gelen. bu kim gibisine kaş göz etti gencine. O da bana: "Buyurun, çıkm dışama Samim Bey, havuzun başında çay için, orada arkadaşlar da \-ar. Saat dokuzda sekreter hanımlar gelince yazınızı yazariar, arkadaşlar sizi Sıkn önetim'e götürecek-" dedi. Yenı gelene durumumu anlattı. Yeni nöbet alan da "\-a.. Samim Kocagöz, bu demekJ" diye söylendi; sonra "buyurun çıkm ha\ıız kenanna.." diye izin verdi. Kaçak öğrenct Bu sırada bir kıpırtı oldu siviller arasmda; binamn önündekı geniş alanda -alanın önünde başka bınalar vardı- bir araba durdu. İçmden orta yaşlı, orta boylu, inadına suratı asık bir adam çıkü. Şube müdürüymüş. Sekreterler de gelmişti. Polisler kaynaşmaya başladılar; kimi de- havuzun başından kalkmıyordu. Sonunda beni içeriye çağirdılar. Sabah nöbeti teslim alan: "Çantanızı ahp şu karşıdald arabaja binin_" dedi. Ha\uza yakm bır yere bej bir araba yanaşmıştı. Alurdan bır delikanlıyı çıkardıJar. Bir elinde bohça gibi bir şey tutuyordu, öteki eli belindeydi. Topallar gibi iki büklûm yürüyordu. Sonradan öğrendığime göre bu delıkanlı öğrenciymiş; iki aydır kaçakrmş. Dün yakalanmış Yanıma oturttular. Onun yanına da bir polis oturdu. Arabayı kullanan polisin yanma oturan bir başka polisin yanına da Şube Müdürü geldi oturdu Arabayı kullanana "Hastanenin ordan geç, beni bırak, bu it başumza belâ oWu-" dıye söylendi. Sıkıyönetlm Komutanlığındayız Caddeleri dolaşmaya başladık. Fransız Hastanesi'nin orda Müdür Bey indi. Bir kez dönüp bize bakmadı. Etelikanlı benim yeni mi tutukJandığımı soracak oldu; yanımızdaki polis "Konuşmaym" buyruğunu verdi. Direksiyondaki san saçlı gençten bir polis, gelen geçen arabalara kûfrediyor; şoförlere ana avrat sö\üyordu. Berikileronu yatıştırmaya çalışıyorlardı. Bu öfkenin nedenini anlayamadım. Üstelik arabayı da deli gibi sûrüyordu. tçimden "Bunca badireden sonra bir trafik kazasma kurban gjtnıesek_." diye geçırdım. Zaten bu hızla Güney Saha Deniz Komutanlığı'na. aynı binadaki Sıkıyönetim Komutanlığı'na varmıştık. BızımJe geride oturan polis indi. Elinde bir defter vardı büyûkçe, arasmda evrak . Bekleme salonuna girdiğimizde, yine subaylar çıktı karşımıza. Aralannda teslim olduğum gün konuştuğumuz Albay da vardı. Şaşkına dönmüştüm. Çok da yorgundum. Teselli edici sözler duyduğumu söyleyebilirim. Az sonra beni bir geniş odaya aldılar Adli Müsavir'in yanına. IsmetSungurbey'in arabasınıyıkattığıpolis Genç Bûlent Tanör hemen Izmir'e, Sevinç'e -eşime- telefon edecekti Ben de sabah çıkınca Yaşar'ın evine gidecektim. Onda bir gün kalıp Izmir'e yola çıkacaktım. Zaten birkaç gömleğim Yaşar'lardaydı. Fstanbul'da kimsem ohnadığı için eksik olmasm, bana da TBda bakıyordu. Necati Cumafa da sık sık beni anyordu. Istanbullu arkadaşlar gittikten sonra, koridor pek sessiz kaldı diyecektim, ama öyle olmadı. Astsubaylanmız bize güzel bir uğurlama gecesi tertıplediler. Bizi her gün üraş eden berberimiz meğer çok güzel saz çalarmış. Bize saz çaldı; hep birlikte türküler söyledik. Bu sırada aklıma tsmet Sungurbey geldi: Giderken 'Yahu gece vakti beni görünce evde şaşıracaklar; kaçtun diyeyim de korkuta>im bari_" diye şaka ediyordu. Ben de sormuştum: "Araba yıkatmaya de\ am mı İsmet Bey?" Gülmüştü, "o kaçmışür işte- yoksa her gün araba yıkatırdımJ" diye karşıhk verdi. Bu araba yıkatma hikâyesini bana birkaç kez anlatmıştı Sungurbey: Fakültedeki odasma bir kapıcı. hademe vermişler eskisini değiştınp. O da polis olduğunu bu adamın anlamış. Her dakika kapısmın önünde dikilmesine sinirleniyor, kızıyormuş. Sonunda bir iş icat etmiş. Sabahleyin derse geldi mi; polis kapıcısına buyruk veriyormuş: Arabamı yıka. ya da yücat!.. "Adanu böyiece başundan savuyordum durduğum «rde öfkeİenmektense-" diyordu. Kocagöz, 12 Mart 1971 yıh sonrasında yaşa- nılan dönemin bir yönünü yansıtan anuan- m yazmayı,tutuklanmalannın üçüncü yıhnın aynı gününde, 18 Mayıs 1974'te birirdL Bir masada denizci üniformasıyla Adli Müşavir otunıyordu; ona yakm bir masada da bir candarma albayı. Öğrenciyi benden önce getirip bir sandalyeye oturtmuşlardı. Ben yaklaşmca, rütbesini kestiremediğun denizci hukukçu müşavir, ayağa kalktı; elimi sıktı; sonra candarma albayı elimi sıktı. Hâkimin karşısındaki koltuğa oturdum. Hoş geldiniz dediler. Adli Müşavir, yandaki masada makinede bir şeyler yazan yine bir denizci astsubayı başı ile işaret ederek: "Samim Beyin işini şimdi kolay ederiz" dedi, öğrenciye dönerek "Nh'e iki aydır kaçtm be oğJunı: belki şimdiye dek serbest bu-aküınnn.." dıye söylendi. Sonradan gazetelerden adını öğrendiğim delikanlı Celâl Koç'muş. Gayet rahat komutana karşılık verdi: "Efendim, poBs çok dövüyor, bu )üzden kaçtun." A dli Müşavir, nedense bu karşılığa şaştı. Kapının yanında dikılen polise baktı. Sonra bana döndü "Siz, bunca zaman gözaHında kaldmız; ne dersiniz Samim Be> " diye sordu. Önce bır şaşaladım. Ölup bitenden nasıl haberi olmaz diye yargıcın. Sonra u Bu konuyu özel olarak size aniatmak isterim komutanım-" karşılığmı verdim. "İstanbuJ Emnhet Müdürlüğü'nde nekr gördüğümü, başıma neler geidiğini size anlaûnnu'" dıye ekledim. Komutan. kapının yanmdakı polise baka baka: "PekL ö\1e demek_" diye söylendi. "Sizin durumunuza gelince" diye bir kâğıt uzattı yazıcıya. Ben, "tstanbul'dâki arkadaşlan, Da\ utpaşa Ktşlası'nın kaptsmdan bırakülar önceki gece-" diye nunldandım. Astsubayın yazıp uzattığı kâğıtlan imzalarken "Bir ilisiginiz ohnadığı için ben de sizi bffaknonun. evinize gidebilirsinizJ' dedi. fmzadan sonra ayağa kalktı, yine elimi sıktı. 'Blzi komutana rezil ettin' Candarma albayı da elımı sıktı. Dışanya çıktım. Bekleme salonuna döndünı. Çantamı alıp yürüyecektım ki subay arkadaşlar bırakmadılar, ılle bir çay içeceğiz.. dediler. Üç genç subaydı beni ağırlayan. Gelen çaylan içerken basbayağı dertleştik. Sonra çantamı alıp teşekkür edetek Sıkıyönetim'in rrke*dıvenienn<ien mdım İki yakama bir taksi için bakmrrken bizi yargıç komutanın huzuruna çıkaran ve de kapı yanında bekleyen polis, yanıma yaklaştı. Öğrenci de beri yanda duruyordu. Polis arabasını beklıyorlarmış. Bu polis de tıpkı tstanbul'dakiler gibi getirip götürücüymüş: "Bizi komutana rezil ettin be agbey. Biz, getirici götürücüyüz, nasıl konuştun öyle" dıye şıkâyet ettı -tzmir"de dün akşam bana iyi davrandınız. Ben, komutana tstanbuTda gördüklerimi özel olarak anlata>ım dedim_" "Geçmiş olsun- Sana bir taksi bulayım." "Zahmet etme- şimdi geçer-." Geçiyordu da.. Durdurdum taksiyi. Kendi kendime söylendim yerleşirken "Bu da geçer yahu!" öfkemin geçmesini bekledim Karşıyaka'ya eve doğru giderken düşündüm kaldım: Izmir'de Sıkıyönetim'e teslim olduğum gün, btr 'Komutan' sözüdür dönmüştü ortalıkta. Komutan. beni bırakmıştı gidip tstanbul'a teslim olayım diye. Bu komutan öyle Sıkıyönetim Komutanı CemaJ Suer değildi. Şimdi anlıyordum bu komutanm kim olduğunu; bu komutan Adlî Müşavir, Yargıç Komutandı, bıraz önce gördüğüm... Sonradan konuştuğum tzmir'de tutuklananlann avukatlan, bu yargıç komutanm çok iyi yürekli ve dürüst olduğunu söylediler. Kesin delil olmadan kimseyi tutuklamamış... Öteki komutanlara gelince, Suer ve Türün özel n'carethanelerin yönetım kurulu üyeleri oldular emekli olur olmaz. Şu yazdıklarıma, bakıp, denebilir ki olup bitenleri şakaya, alaya alıyorum. Bilerek böyle bir dil kullandım. Anılanma da 'Bu da geçer yahu!' dedim. Hem de yazmak için anılanmı öfkem geçsin diye bir hayli bekledim. Biraz sabırlı olursa insan, gerçekten kime kızmak gerektiğini daha iyi kestirebiliyor. Bu olaydan birkaç ay sonra beni yine şaşırtan bir olay meydana geldi: Bir gün -24 Eylül günü- Izmir'in Gültepe semtinin karakolundan komiser muavini telefon etti: "Samim Bey" dedi, "sizi çok iyi tanınm. Ben de Sökenyim. Gültepe'ye bir karakol yaponyoruz. Karakol yapdrma derneğimize bir bagışta bulunur musunuz?" Doğrusunu söylemem gerekirse, son derece öfkelendim. Aklundan bir anda neler ' geçmedi? Yine o anda düşündüm ki bu komiser muavini arkadaş; ilk kez bir polis, beni 'iyi adam' olarak biliyordu (!) Evime gönderdiği bır polise, kestiği bağış makbuzu karşılığı -078 numaralı Gültepe Karakol Yapürma Derneği makbuzu- iki yüz elli lira bağışladım. Benim de katkımm bulunduğu bu yeni karakolda dayak yiyenlere, yiyeceİdere helâl olsun (!) Bltti DUZYAZI ORHAN BİRGtT Krizsiz Bir Seçim İçin... Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin, bizde çoğu kez kriz getirdiğini söyleyenler yanılmıyoriar. Geçmiş ömekteri bir yana bırakalffn.16 Mayıs 2000 tarihi, daha ufuktayken, krizin ilk belirtileri, koalis- yonu oluşturan üç parti arasında giderek yaygın- laşmakta olan bir güvensizlik rüzgânyla kendisini gösteriyor. Koalisyonu oluşturan partilerin liderleri, birbirle- rine olduğundan daha çok kendi partilerinin mil- letvekillerine de güvenemediklerini saklamıyorlar. Oysa, 57. hükümeti oluşturan DSP+MHP ve Anavatan partilerinin genel başkanlan, bugüne ka- daröyle biruyum sergiliyorfardı ki. en çetin sorun- larda ve o arada kimi anayasa değışikliği durumun- da bile, bir doruk toplantısı düzenleyerek,,partile- rinin tüm yetkili organlan adına bağlayıcı karariar alabiliyor ve bu kararlan kamuoyuna açıklıyortar- dı. "5+5" seçeneği de öyle bir üçlü dorukta karara bağlandı. Uygulamada, DemireTin süresinin uza- tılması olarak tanımlanabilecek olan bu anayasa değişikliği için üç lider bir araya gelirken, özellikle Mesut Yılmaz, Ecevit ve Bahçeii'ye dönerek kendi yetkili organlanna danışma ihtiyacı olduğu- nu söylemedi. Acaba, parti grubunda Demirel'in cumhurbaş- kanhğının uzamasına karşı çıkan azımsanmayacak bir oy potansiyeli olduğunu hiç hesaba katmamış mıydı? Bu yüzden, Türkiye'de şayet 16 Mayıs seçimle- ri bir krize dönüşürse, öyle bir durumun başlıca so- rumlusunun Anavatan Partisi ve onun genel baş- kanı olacağı bilinmelidir. Cumhurbaşkanlığı seçimi için Anavatan Parti- si'nden kaynaklanmakta olan bunalım,,bu parti grubundaki kimi milletvekillerinin Süleyman Demi- rel'i yeniden seçmek istemeyişlerinden mi doğmak- tadır? Yoksa, o milletvekillerinin önemli bir bölü- mü genel başkanlan Mesut Yılmaz'ı, tıpkı Turgut özal gibi, Çankaya'ya yolcu etmek için adeta ye- minli bir grup mu oluşturmuşlardır? Bence öncelikle aydınlatılması gereken budur. Şayet ANAP grubunda, mesela Ekrem Pakde- mirii örneği gibi, başka partilerdeki milletvekilleri arasında da Süleyman Demirel'e alerji besleyen- lerin olduğu bilinmektedir. Ama yine bilinir ki, Tür- kiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinin sorumluluğu- nu üstlenmiş her aklı başmdaki yurttaş, cumhur- başkanlığı ya da başka görevler için tavır belirier- ken, hisleriyle değil, ülke çıkarlanyla hareket etme- lidir. O zaman, galiba koalisyonun üçüncü partisin- deki asıl sıkıntıyı, Demirel'in görev süresini uzat- mak değil, güçlü rakibi seçimlere girmeden kulvar dışı bıraktırarak, bir kriz olasılığı içinden Mesut Yıl- maz'ı Çankaya'ya yollama planlan oluşturmakta- dır. Her 40 yaşını doldurmuş, üstelik yükseköğrenim görmüş Türk yurttaşı gibi, cumhurbaşkanlığı gö- revini üstlenmek elbette Sayın Mesut Yılmaz'ın da hakkıdır. Ama Sayın Yılmaz, bir yandan arkadaş- lanna cumhurbaşkanlığı sorununu kişisel duygü- lara dayandırmamalannı telkin ederken, öte yarv dan yine onlara dönerek "Bakın aklınızdan çıkart- mayın; ben aday değilim" demeyi nedense aklına getirmemektedir. Ben Anavatan Genel Başkanı'nın yerinde ol- sam, cumhurbaşkanlığı sorunu için öncelikle ken- di adaylığının söz konusu yapılmamasını kamuoyu aracılığı ile kendi milletvekillerine açıklanm. Faks:0212 677 07 62 E-Mail:ortıan.birgit(a do.nettr. Sorun plansız kentlesme ^Istanbul trafiğbıiıı çozumu denız ve rayh ulaşım' • TMMOB Şehir Plancdan Odası Istanbul Şube Sekreteri Ali Rıza Nurhan, "Ya tarihi yok ederek otopark alanlan ve geniş yollar açacağız ya da deniz ulaşımını ve rayh sistemi öne çıkaracak kararlar alacağız" dedi. Istanbul Haber Servisi- dedi. Istanbul'da iyi bir planla- ma ile deniz yolu ile yol- cu taşımacüığmm, kıyıya uzak yerleşmeler için ise raylı sistemin ulaşım so- rununun çözümüne büyük bir katkı sağlayacağı be- lirtildi. TMMOB Şehir Plancı- lan Odası Istanbul Şube Sekreteri AH Rıza Nur- han'a göre tstanbul'un tra- fık sorununun ana kayna- ğı planlı bir kentleşmenin gerçekleşememiş olması. Günde 9 milyon 300 bin ki- şinin motorlu araçlarla, 5 milyon kişinın de yaya ola- rak yolculuk ettiği kentte rayh sistem ve deniz ula- şımınm genel ulaşun için- deki toplam payı sadece yüzde 6.2. Toplu ulaşım kavramma en yakm olan otobüsün ulaşun içindeki payı ise yüzde 34.1. Bireysel ulaşımın sem- bolü özel otomobilleıin pa- yı yüzde 19.2 gibi yüksek bir orana ulaşırken, bu oran yüzde 9.4'lük bir paya sa- hip taksi ve dolmuşla da- ha da yükseliyor. Geri ka- lan yüzde 11.5'lik pay ise özel servislere ait. tstanbul'un topoğrafya- sı ve tarihi mekânlannm araç trafiğine uygun olma- dığını belirten Nurhan, "Ya tarihi yok ederek otopark alanlanvegenişyoliar aça- cağız ya da deniz ulaşunı- m ve rayh sistemi öne çıka- racak kararlar alacağız" Istanbul'un 260 kilomet- relik sahili, bir uçtan diğer uca uzunluğunun ise 100 kilometre olduğunu anım- satan Nurhan, şunlan söy- ledi: "Avrupa'ıun önemli kentlerinin ulaşun sorunu metro ile çözûhnûş. Bizde ise metro inşaatı çokyavaş flertiyor. Londra merrosu- nun 100 kilometre olduğu düşünulürse, yılda 1 kilo- metre inşaat htnyla bu se- viyeviyakalamamız müm- kflndeğadir." Ali Rıza Nurhan, plan- sızhğm trafikle birlikte ağır çevre sonmlarmı da yarat- üğma değinerek, açıkla- masında şu görüşlere yer verdi: "Planlama kararla- n rant amaçu. alt>apısı ol- mayan bölgelere büyük bir karmaşa getirecek şeküde tepeden inme olarak ahm- yor. İnsanları daha hızh ulaşbrmak içinyeni köprü kararlan ahmyor. Halbuki Istanbul'un sorunu ulaşa- mamak değil ulaşüğı yer- de aracuu park edecekye- terli otoparkalanı bulama- maktır. Eminönü, Fatih, Beşik- taş, Mecidiyeköy vebenze- ri iş alanlanna araçlan ile getenler otoparkbtuamadı- ğıiçin fazladan 30-40 daki- ka trafiğin içinde kahyor. Ara sokakbnn tamamı oto- parka dönüşûrken, buyol- lara itfaiye ve ambülans- larrngirmesi engelleniyor."
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear