25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
30 KASIM 2000 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA J. \jMX kultur@cumhuriyet.com.tr 15 HAYATIN ÖTE YAKASI FERÎDUN ANDAÇ 'Camus., söylememîş miydi?'Üzücü bir durumdu, bu. Kısaca si- ze de anlatmak isterim. Geçenlerde, bir dostumun ûniversite öğrencisi kı- zını kaybettik. Öyle sıradan bir ölüm değildi. Yalnızbaşına yaşadığı evinin alüncı katındanatlayarak intihar etmiş- ti. Gecenin geç bir vaktinde erkek ar- kadaşıyla eve geliyorlar. Sanınm, ön- ce kısa bir tartışma oluyor aralannda. Sonra, aynlmaya karar veriyorlar. De- likanlı gidiyor. Bunu da telefonda an- nesine söylüyor. Aynı gece. bir başka telefon mesajında ise şu sözleri duyu- luyor: "Kimse beni sevmiyon hayat çok saçma, yaşunaya değmez!" Serçin'in annesinı sakinleştirmek için sürekli yanı başında duran dok- torla konuşuyoruz. Bunlan aktaran da, o. Anne ise bitkin. Tek yınelediği sözşu: "Bizlerinedencezalandırdın!*' Onu karşısına almış konuşuyordu adeta! Doktor, bir ara, öğrenciyken okudu- ğu AlbertCamus'nün "bir romanr 'ın- dan söz ederek roman kahramanııun kumsalda yürürken mınldandığı söz- leri unutamadığını, bu olayın ise onu tekrar o romana götûrdüğünü söyle- mişti. Eve dönünce romana göz attım. Onun hatırlamaya çahştığı sözler şöy- leydi: *Ama herfces bilir ki, hayat yaşama- ya değmez. Astana bakarsamz, insan ha otuzunda ölmûş. ha yetmişinde, pek önemü degfldL" Hayatın anlamı/anlamsızhğı, ya- şanmaya değer olup olmayışının genç- ler üzenndeki etkileri; onlarda bu dü- şünceyi oluşturan nedenleri konuş- muştuk. Bunun, tüm gençler katında öylece algılanıp biryaşama felsefesi- ne dönüştürüldüğunü söyleyemem. Burada imlediklerimi, düşündükle- nmi o an orada etraflıca konuşup tar- tışmanın ne olanağı ne de yaran var- dı. Üstelik sözünü ettiklerimi/edebi- leceklerimi görebilecek bir düzeye sa- hip annenin, kendisine daha çok ne ''ne- den, niçin" sorulan sordurmaya ne de onun "hiçbir eksiği yoktu, evindeki her şeyi yenilemiştik", sözlerinin, an- cak neyi ifade edebileceğini yorum- lamaya. Camus'nûn Yabancı'sına göz atın- ca, olcurken kitabın yanına dûştüğüm notlara iliştim. Çocukluktan beri huyumdur, oku- duğum kitap üzerine not almalanmın yanı sıra, ön sayfaya başladığım, son sayfaya da okumayı bıtirdiğim tarih- leri yazanm. Vedat Günyolun çevirisi Yaban- a'yı 1976'da okumuşum.Demek kı 22 yaşlanndaymışım, Serçin'le aynı yaşlarda. Korkulu, bunalımlı, sonınlu gün- ler... Ama, o bungun günlerde, kitapla- nn tek kurtancı olduğunu sezmişçe- sine, onlarla örülü bir dünya yarat- mış, hayatın öte yakasında yaşıyorum. "Tekkurtanabunlar'', dercesine yü- zümü kitaplara dönmüş; yaşamın ik- sirini orada bulmaya, yaşadıklanmı- za oradan bakmaya çalışmışım. Örneğin; Yabana'nın kahramanı/an- latıcı Mersault'nun birçok düşüncesi- nin altını (yer yer onaylama imleri de koyarak) çizmiş; bir yerde şunlan yaz- mışım: "Camus,yazdıklan\iabizibu sorulann içine çekmez: koyduğu işa- retlere bakarak diişünmemizi sağJar. Hayann anlamını. anlamsızhğmın ar- dındaki başkaldırı düşüncesinL bu- nun ne olduğunu bizim kavramamızı ister sankü" Sanınm, benı bu kıyıya getiren de, buromanımdan önce DenemelerveBir Alman Dosta Mektuplar'ını okumuş olmamdı. Hayatın "saçmahğr kıyısın- da gidip gelmenin önûnü açan bir ışı- ğı gene Camus'den alıyordum. Bu kez de, şu an yazdıklanm beni Mektuplar'a döndürüyor. O ilk genç- lik ateşiyle savrulduğum Sankamış günlerime uzanıyorum biraz da. Al- tını çizdiğim ilk tümcelerinden bazı- lanna ilişiyor gözlerim: "... insanın gûttüğü anıaca her şeyi feda etmesi ge- rektiğine inanmam. Kimi yollar var- dır ki bağışlanamaz onlara başvur- mak. Adaleti seve seve yurdumu sev- mek isterim. Yurdum için herhangi bir büyüklüğü, hele kana ve yalana dayanan bir büyüklüğü istemem. Ada- leti yaşatarak memleketimi yaşatmak isterim." 22 yaşında, yapayalnız, büyük kent- te ayakta durmaya, tutunmaya çalışan bir gencin önündeki onca sorunla baş edebilme yolunun, yûzünü kitaplara dönmüş olmasıyla aydınlandığını bil- mem söylemeye gerek var mı?! Kitaplann "tekkurtancıolduğu''nu mu söylemeye çahşıyorum? Evet, bir bakıma, öyle... Dostumun kızına Camus'nûn Bir Ahnan Dosta Mektuplar'ını, Andre Gide'ın Dünya Nimetleri'ni okumak ısterdim. Hatta bunlan çoğaltıp aynı yaştaki gençlere bir bir postalamak... Dilin kirlendiği, sevgisizliğin kol gezdiği, aidiyet duygusunun yittiği, çürümenin/yozlaşmanın her bir alan- da yansılannı bulduğumuz bir ortam- OKURKEN ALTI ÇİZİLENLER "Geleceğe dayanarak yaşarız; 'ya- nn', 'ilerde', 'iyi bir işin olunca', 'yaş- landıkça anlarsın'. Bu tutarsızlıklara hayran kalmamak elde değilçünkû ne de olsa ölmek var işin içinde. Gene bir gün gelir, insan otuz yaşında olduğunu gö- rürya da söyler. Gençliğini belirtir böy- lece. Ama, aynı zamana göre yerini de belirtir. Zamanın içindeyerini alır. Geç- mesigerektiğinisöylediği bir eğrinin be- lirli bir amndadır. Zamanın malıdır, içi- nin ürpertiyle dolması üzerine, yarımn gelmesini diliyordu. Etin bu başkaldırı- şı, uyumsuz budur işte!" A. Camus. "Dünyada iki türlü insan vardır; ya- şayanlar veyaşayanlan seyredip eleşti- renler Seyretmek ölümü, katılmak ise yaşamı simgeler! Yaşamak kendisi olabilmeyi ve yaşa- ma etkin bir biçimde katılabilmeyi tanım- lar. Bu, insanın kendi sorumluluğunu, bir başka deyişle yaşamına anlam kat- ma sorumluluğunu içerir. Sorumluluğu- nu üstlenen kişi özgürdür. özgür insan daha az korkar, onun için sevebilir." E. Geçtan. OKUMA ÖNERMELERİ BELLEK KUTUSU Albert Camus: (*) Yabana, Çev: Vedat Günyol, 1981, CanYay, 120 s. (•) Düğün ve Bir Alman Dosta Mektuplar, Çev: Tahsın Yücel, 1995, CanYay., 140 s. (*) Sisifos Söyleni, Çev: Tahsin Yücel, 1997, Can Yay., 148 s. (*) Tersi ve Düzü, Çev: Tahsin Yücel, 1992, Can Yay, 80 s. (*) Sanatçı ve Çağı, Çev: Yıldınm Keshn, 1965, Bilgi yayınevı, 58 s. (*) Başkaldıran İnsan Çev: Tahsin Yücel, 1998, Can Yay., 292 s. John Cnıickshank, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, Çev: Rasih Güran, 1965, DeYay.,296s. (•) Engin Geçtan, İnsan Olmak Varoluşun Bıreysel ve Toplumsal Anlamı, 1984, Adam Yay, 132 s. (20. basım: Ocak 1999, Remzi Kitabevi, 192 s.) "Yabancı bizı yorumsuz saçma 'ortamı 'na sokar, sonradan gelen de- neme görünümü aydınlatır. Oysa saçma ayrılma'dır,kopma'dır.Do- layısıyla Yabancı kopma 'nın, ayrıl- ma 'mn, yabancılaşma 'nın romanı olacakhr Usta kuruluşu da bura- dan gelmektedir; bir yanda yaşa- nan gerçeldiğin günlük ve biçımsiz akışı, öteyandaysa aynı gerçekliğin insan aklı ve söylemıyie öğretici bi- çimdeyeniden duzenleyimi. tlkin an gerçeklıkle yüz yüze getirilen okur, sonradan onu akılsal aktanmıyla yeniden karşısında bulmaktadır. Bu- radan saçma duygusu, yanı dünya- daki olaylan kavramamızla, söz- cüklerimizle düşünmek 'teh güçsüz- lüğümüz doğacaktır" Sartre. daki bu salgından onlan korumak, ha- yatın öte yakasma doğru bakabilme- lerini sağlayabilmek için bunu yapmak isterdım doğrusu. Serçin'in bu trajik ölümü, bana, nelerden/niçin sorumlu olmamız gerektiğini, onlara nasıl dav- ranmak, nelen sunmakla yükümlü ol- duğumuzu bır kez daha anımsattı. Onlara ve kendimize "kendi zama- nını yaşamak" düşüncesinibenimse- tebılmek için, belki de, Camus'den başlamak gerelriyor diye düşünüyorum. îlerde, herhangi bir durum karşısında; "Camus, dememis miydi" gibısinden, önü sonu pek kavranamayan bir sözü edebilme cesaretini göstermemek adı- na buna çok ihtiyacımızın olduğunu hissediyorum. Uğraşım gereği, o kıyıya gelen bir- çok "Serçin''i tanıdım, yüzleştim, ko- nuştum onlarla. Toplumdaki çözül- menin/çatlamanın açtığı "derin"likle- rin giderek, insanlar arasında, nasıl "uçurum"lar oluşturduğunu gördüm bu gençlere bakarken. Anlamsızlığa dönüşen hayatın ucvında bize göster- diklerini anlayabılmek için onlann asü duygu/sanat/anadili eğitimine ne- den önem vermemiz gerektiğinin de altını çizmek isterim. ötesini ise da- ha çok konuşmak, tartışmak gerekti- ği kanısındayım. ••• Aradan geçen bunca zaman sonra dostuma, o doktor arkadaşa Engin Geçtan'm tnsan Olmak kitabmı ar- mağan olarak götürmek; kendimi de, bir kez daha, Camus'nûn yapıtlanyla birlikte, bu kitabı okumakla görev- lendirmek istiyonım. Bondgrubu içinfarldıritimleheryaşa seslenebUmek heyecan verici 'A -/TLldığımız klasik müzik eğitiminden ödün vermeden, daha geniş bir kitleye ulaşmak için pop müziğinin uygun bir yol olduğunu dûşündük. Müzik yargılardan uzak tutulmalıdır. Tutuculuk derecesinde geleneksel düşünenlerin tepkileriyle ilgilenmiyoruz.' 'Müzikte sınırlara karşıyız9 Küftür Servis - Klasik müziğe, pop ve dans ri- tinüeriyle yeni bir yaklaşım getiren 'Bond' müzik grubu, geçen günlerde ülkemize geldi. Avustralya- h 4 genç kadından oluşan grubun üyelerinden Hay- Be Ecker 24 yaşında ve keman çalıyor. Londra'da- ki The Guildhall School of Music and Drama me- zunu olan Ecker, Bond'dan önce de tek başına kla- sik müzik konserleri vermiş bir sanatçı. Grubun di- ğer bir üyesi Eos 24 yaşında ve keman çalıyor. Ro- yal College of Music'ten mezun ve müzik kariye- rinde, Avustralya ve Irlanda başbakanlanna verdi- ği konserlerinin yanı sıra The DivineComedy,Coc- teau Twins,Julian Cope gıbı pop şarkıcüanyîa yap- tığı çalışmalan da bulunan bir sanatçı. Grubun ke- man çalan sonüyesi TamaDavis, 24 yaşında Sydney Konservatuvan mezunu ve Londra'daki Guildhall School of Music and Drama'dan master derecesi olan Davis, daha önce Avustralian Chamber Orc- hestra'yla çalışmış. Grubun çello çalan tek ve en son üyesi Gay-Lee, VVesterhoff, Prhnal Scream, Spke Güis, Talvin Singh, Embrace, Sting, Bryan Adams, Barry Manilov gibı sanatçılarla çalışmış. Londra'daki Trinity College of Music' mezunu olan Westerhoof 26 yaşında. tlk albümleri 'Born' için bir tanıtım turnesi çerçevesinde ülkemize ge- len grubun üyeleriyle müzik tarzlan ve anlayışla- n üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. - Uzun sûre ciddi anlamda 'klasik müzik' eğiti- mi aküktan sonra neden 'pop' ve 'dans' ritünh'tar- a benimsediniz? BOND- Daha önce de pop gruplanyla çahşmış- tık ve bu tarza ilgi duyuyorduk. Aldığımız klasik müzik eğitiminden ödün vermeden, daha geniş bir kitleye ulaşmak için bunun uygun bir yol olacağı- nı dûşündük. Sonuçtan da oldukça memnun kal- dık. - Genekfe pop ve dans ritimkrinin genç kesime, klaâk müzik ritimkrinin ise daha olgun kesime hi- tap ettiğini düşünürsek müziğinizk bu kesimleri ortakbirmüzikpaydasmda butuşturduğunuzu söv- teyebffirmiyiz? BOND-Kesinlikle. Her yaştan insana hitap ede- bümek çok heyecan verici. - Salt klasik müzik yapan çevrekrden eleşöri al- manızı neyebağlryorsunuz? BOND - Özellikle Londra'daki müzik çevreleri müziği kolaylıkla yargılayabıliyorlar. Oysa müzik yargüardan uzak tutulmahdır. Müzikte tutuculuk derecesinde geleneksel düşünenlenn tepkileriyle il- gilenmiyoruz. Müzikte smıriar olmasına karşıyız. Onemh" olanyapüğınız müziği önemsemeniz ve iyi yapmanız. Hoşlanmamak ile saygı duymamayı ka- nştırmamalı. Başlarda 'caz'ın türevi 'bhıes'a da ol- dukça yoğun tepkiler gelmişti, ama sonunda hoş- lamnayanlar bile saygı duymayı öğrendiler. - Müzikte uiasmayı ptenfadığmff noktada oldu- ğunuza inanıyor musunuz? BOND-Bunoktanındevamlı yer değiştirdiğidü- şünülürse, cevabımız 'hayn-'. Daima ulaşılabile- cek yeni noktalar var. Kendini gelişü'rmenin ve da- ha iyi olmanın sonu yok. - Şu anda kullandığınız enstrümanlar dışında baskaenstrümaıüardakiıHanma>ıdüşûnüyormu- sunuz? BOND-Ana enstrümanlarağırlıklı olmak şartıy- la neden olmasın. -AHjümünüz'Born'daahşılmadıkbirkanşımse- zinleniyor, bu nasıl okhı? BOND - Bu tamamen kendi ilgi alanlanmız ve müzik uyumuyla ilgili olan bir karardı. Özellikle tspanyol, Rus ve Çingene ezgileri çok zengin ve canlı bir müzik kapasitesine sahıp ve klasik mü- zikle çok iyi bir uyum sağlayabildi. - İlk klibinizi albümdeki 'Vlctory'ye Küba'da çektiniz. Küba'nuı özei bir nedeni var mıydı? BOND - Sadece Küba'nın oldukça renkli ve can- lı bir dünyayı tasvir ettiğini dûşündük ve orada çok güzel vakit geçirdik. Öyle siyasal bir göndermede bulunmak gibi bir amacımız yoktu. Ileride tstan- bul'un tarihi atmosferinde de bir klip çekebiliriz. - Aibümde dikkati çeken bir dJğer çahşma da 'Kısnıet'. Bu kader, şans anlammda ülkemizde de kullanıhyor. Siz de bu «nlamda mı kulianduuz? BOND - Evet. Bu Gay Lee'nin fıkriydi. Daima Uzakdoğu ve Ortadoğu felsefelerine ilgi duymu- şumdur. Kelime bana evrenselliği ifade etti ve kul- lanmaya karar verdik. ODAK NOKTASI AHMETCEMAL Şanatta Biçimler ve İdeall Arayış... Sanatın diliyle söytenilmek istenen'i dış dünya- da somutlaştıran, duyular yoluyla algılanabilir kılan kalıba biçim diyoaız. Bu bağlamda ele alındığında, biçimsel ustalık, zo- runlu olarak sanatsal söylemin onsuz olunamaz ta- mamlayıcısına dönüşüyor. Çünkü uygun biçime ula- şamama, söylemin dışlaşmasını engelliyor. Özellikle 20. yüzyılayaklaşırken ve anılan yüzyıl bo- yunca biçim üzerinde odaklaşan tartışmalann büyük bir bölümü, biçimin bu önemini yadsımaya değil, fa- kat söylem karşısındaki konumunun aşırı bağımsız- laşmasının sakıncalannı irdelemeyi hedefliyor. Bu tartışmalann şu sorulara yanıt aradığı da söylenebi- lir: fişm bir bağımsızlaştırma eylemi sonucunda bi- çimin kendisi, söyleme dönüşebilir mi? Böyle bir du- rum, biçim ile dile getirilmek istenen içerik açısından ne gibi sonuçlar doğumr? Yaşamının şon dönemlerinde sanat profesörü ola- rak Missouri Üniversitesi'nde dersler de vermiş olan Amerikah ressam Georg Caleb Bingham (1811- 1879), 1879 Şubatı'ndakalemealdığı 'Sanat, Sana- tın Ideali ve Sanatın Yarariılığı' başlıklı incelemesin- de şu satırtara yer vermiş: "Ben, çoklannın düşün- dükterinin tersine, sanattaki idealin sanatçtnın ah- ninde doğadaki prototiplerden çok daha yetkin dü- zeyde varolan birnıhsal biçim olduğuna, ve sanat- çının büyük bir sanatçı olabilmek için kendi içinde birmodele saplanıp dış doğa karşısında gözlerini ka- paması gerektiğine inanmıyorum. Böyle bir ruhsal biçim, doğanın zenginliğinde ve kendi uğraşlannda doruklara varmış sanatçılann eserierinde rastladığı- mız varyasyonlara olanak tanımayan bir saplantı, önceden belirtenmiş bır düşünce olurdu. Böyle bir biçımın rehberiiğınde ileneyen sanatçı dazorunlu ola- rak her eserde aynı çizgileri ve aynı anlatımı yineler- di." Biçim üzerinde, onu neredeyse söyiemden, söy- lenilecek olan'dan önce oluşturacak kadar bağım- sız ve kopuk düşünmek; sanatçının kendisini biçim- ler bağlamında egitirken, bu egitimin onu -kimi za- man bilincine kendisi de varmaksjzın- her söyleme uygulanabilecek bır biçimler dağarcığına götürme- si; bunun sonucunda, dış dünyadan kaynaklanacak esinlenmelere kapalı kalmak ve biçimi satt biçim adı- na tasanmlamak -Bingham'ın yukarıdaki alıntıda karşı çıktığı noktalar, işte bunlar. Aynca Bingham'ın bu kaygılan tekniğin sanata henüz 20. yüzyıldaki ka- dar girmediği, dolayısıyla biçim arayışlannın sanat alanındaki teknik uygulamalardan kaynaklanma, baştan çıkarbcı zenginlikte bir seçenekler dağarcı- ğıyla karşılaşmadığı bir yüzyılda dile getirmiş oldu- ğu da göz önünde bulundurulmalı. Seçilecek biçimin sanatçının söylemek istediğin- den ne denli bağımlı olduğunu vurgulamış olan bir başka sanatçı da, Amerikalı ressam Albert Pinkham Ryder (1847-1917). Romantik peyzajlanyla un ka- zanmış olan Ryder, 1900'lerin başında kaleme aldı- ğı bir yazıda şöyle diyor: "Sanatçı, aynntılann köle- si olmaktan korkmalı. Düşüncesinin yüzeyini değil, kendisini anlatmak için çaba harcamalı. Eğer fırtı- nayı tçermıyorsa, biçim ve renk bakımmdan aslına sadık bir fırtına bulutunun resminin ne yaran vardır? ...En önemliolan, ilk vizyondur. Sanatçının tekyap- ması gereken, düşûne sadık kalmaktır; o zaman düş, eserine onun başka hiç kimsenin herhangi bir ese- riyle benzeıiik taşımasına meydan bırakmayacak öl- çüde egemen olacaktır - çünkü hiçbir vizyon bir başkasının benzeri değildir ve doruklara erişmiş olanlar, yüksek dağlara farklı yollardan tırmanmış- lardır. Her birinin önünde farklı birpanorama belir- miştir... yalnızca esinlenme, bir sanat esehne kay- naklık edebilir. En küçük özgün esin bile, ariyet alın- mış en iyi düşünceden daha üstündür..." Ryder'ın, "Eğer fırtınayı içermiyorsa, biçim ve renk bakımmdan aslına sadık bir fırtına bulutunun resmi- nin neyaran vardır?" tarzındaki sorusu, konumuz bağ- lamında şöyle de sorulabilir. "Söy/em/e ilintisini yi- tirmiş biçim ve renk arayışlannın ne yaran vardır?" Ve aynca, yukandaki alıntıdan çıkartılabilecek özet- lerden biri de şudur: Biçim, eseri dış dünyada vare- dendir, ama tek başına kaldığında, sanatla eşan- lamlı değildir. Zamanımızda biçimin artan görsel çekiciliği, biçi- min arkasındakinin eski dönemlere oranla çok da- ha yoğun düzeyde tartışılmasına yol açtı. Bunu, sa- nat ile düşünce arasındaki bağın gerekliliğinin bir başka göstergesi saymak, yararsız olmayacaktır. e-posta: ahmetcemalCâ superonlme.com acem20@ hotmail.com Fransa, Harry PoUep'm serisinin son kitabımn etkisinde H PARİS (AFP) - Fransa tüm kıtapçılarda satışa sunulan, edebiyat dünyasının sihirbazı Harry Potter'm serisinin son kitabıyla canlandı. 'Harry Potter and the Goblet of Fire' adlı kitabm 450.000 özel baskı kalın ciltli kopyalan basıldı ve 28 Kasım'da satışa çıkanldı. Gallimard Yayınevi sözcüsü, Harry Potter'uı Fransa'da bir fenomen olduğunu, serinin ilk üç kitabının Mary Higgins Clark, Stephen King, Tom Clancy gibı yazarlann kitaplanndan daha çok ve çabuk satıldığını söyledi. Sözcü aynca Gallimard Yayınevi'nin, özel bir 'Harry Potter Gecesi' düzenlediğini ve ülke çapında 40'tan fazla kitabevinin bu geceye kanldığını da ekledı. Fransız Radyo tstasyonu 'France Culture', Harry Potter'ın 'The Sorcerer's Stone' adlı ilk kitabını aktör Bemard Giraudeau'nun okumasıyla dinleyicilere sundular. Potter fenomeni Fransa'yı ilk 1998'de etkisine aldı ve Fransa'da o günden bu yana serinin 1.4 milyon kopyası satıldı. BUGÜN • BABYLON'dasaat21.30'da Kompania Ketencoğlu 'Izmir'den Pire'ye Rebetiko' başlıklı bir konser verecek. (292 73 68) • AKSANAT'ta saat 19.00'da 'İFSAK 5. Dia Gösterisi Yanşması'nın ödül töreni ve ödül kazananlann dia gösterileri gerçekleştirilecek. (252 35 00) • CEMAL REŞtT REY KONSER SALONU'nda saat 19.30'da David Yayh Sazüur Dörtlüsü'nün konseri izlenebilir. (232 98 30) • tŞSANAT'ta saat 19.30'da Mischa Maisky'nin konseri gerçekleşecek. (316 00 00) • CSO KONSER SALONU'nda saat 20.00tte Ann KanunürseTin piyano resitali dinlenebilir. (0 312 310 72 90)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear