02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
29 EYLÜL 1999 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 Virginia ABD'de1997yılında kurulmuş bir üniversite var: Virginia International Universrty. Bu üniversite ile ilişki için "9900 Main Street, Fairfax, Virginia 22031 USA" adresi kullanılıyor. Üniversitenin '|president"i Isa Saraç. Ote yandan Amerika'da yayımlanan bir "ilmi ve ruhi düşünce" dergisi var: Fountain. Bu derginin yayımcısı "Truestar Inc." şirketinin adresi ile Virginia International University'nin adresi aynı. llginçtir Amerika'da yayımlanan derginin basımı Türkiye'de yapılıyor. Derginin genel koordinatörü Mustafa Sungur, bildiğiniz gibi emekli vaiz Fethullah Gülen'in TÜPRAŞ'taki yangını taa Amerikalarda ezan okutarak söndürmesine tanık olmuştu. Şimdi dualanmız, Amerika ziyareti sırasında Bülent Ecevit'in programında olmasa da VVashington'un hemen yanındaki Fairfax kentine geçmesi ve Virginia International University'ye uğrayıp fahri prof luk cüppesini giymesi için! Bektronik posta: [email protected] Tel: 0.212.512 05 05 Faks: 0.212.512 44 97 - Clinton konuşamıyor, Ecevit duymuyormuş... "Divaloğun çüzelliğini aörüvor musunuz!" o smanlı Imparatorluğu'nda istanbul'un Ana- dolu yakası su dağıtım imtiyazının 1886 yı- lından 1962 yılına dek Karabet Sıvacı- yan'a verildiğini, Sıvacıyan'ın kurduğu "Üs- küdarve Kadıköy Türk Anonim Su ŞirketTnin ar- kasında ise Fransız "Societe Liyonnaise des Ea- ux" şirketinin bulunduğunu, Türkiye Cumhuriye- ti'nin 1938 yılında parasını ödeyerek Fransız şirke- tinin imtiyazını kaldırdığını ve aynı şirketin 1995 yı- lında DYP'Iİ belediye başkanı Hasan Subaşı'dan Ân- talya'nın su dağıtım imtiyazını aldığını yazmıştı An- kara Kulisi'nde Işık Kansu... Dünya Bankası'nın açtığı kapıdan tekrar Türki- ye'ye giren "Societe Liyonnaise des Eaux" şirke- tinin uyguladığı yüksek tarifeye karşı vatandaşlar dava açmış ve Antalya 2 Numaralı Idare Mahkeme- si şirketin tarifesini iptal etmişti. Ne ki, Antalya'nın CHP'li yeni belediye başkanı Bekir Cumbul mah- keme kararını temyiz etmişti... SuSonrasını Prof. Dr. Çetin Yetkin araştırmış... Ko- nu, aynntılanyla Müdafaa-i Hukuk dergisinin ekim sayısında yayımlanıyor. Dergide "Bir Küreselleşme Belgeseli" üst başlığını kullanmışlar, ama aslında bir "ibret" belgesi. Antalya Belediye Başkanı Cum- bul, "Şirketin bu işten para kazandığı söylenemez. Zaten, ihalede önerdiği fiyat da gerçekten çok dü- şüktü. Hatta zarar ettiği belirtiliyor. Edindiğimiz bil- giye göre, önümüzdeki günlerde bu konuda bizim- le görüşme yapmak istiyorlarmış" diyor. Yetkin'in, "Uluslararası birşirket para kazanamayacağı işe ni- ye girer" sorusu üzerine Cumbul aynen şu yanıtı ve- riyor: "Masraflarını çıkarınca bu adamın doğru dü- rüst bir kân olmaması lazım. Yaptırdığım hesapla- malarda bu adamın ciddi bir kârını görmedim, açık konuşayım; o zaman nedir, dedim. Dediler ki, şöy- le izah ettiler, bu hakikaten ilk uygulanan sistemmiş Türkiye'de. Bazı iller de bu uygulamaya geçecek. Dolayısıyla oralarda da iş yapmak istiyor, Türkiye'de iş yapmak istiyor." Prof. Dr. Çetin Yetkin, "Açıkçası, şirket, Antalya'yı bir köprübaşı olarak görmüş. Orada tutunacak ve tüm ülkeye yayılacak. Ihaleyi alırken fiyat kırması- nın da nedeni bu. Biz bu sorunlu şirketi zamanında Üsküdar ve Kadıköy'den kovmuşuz. Ama şimdi o, Dünya Bankası'na sırtını dayayarak Antalya üzerin- den tüm Türkiye'ye yayılmak üzere" yorumunu ya- pıyor. Yetkin bir yorum daha yapıyor: "Antalya, tarih boyunca su kenti olmuştur. Antal- ya, su kaynakları bakımından gerçekten kendi ge- reksiniminden çok fazlasına sahiptir. Bu nedenledir ki, su sıkıntısı çeken Kıbrıs'a ve Israil'e Antalya'dan nasıl su verileceğinin planları, projeleri yapılagel- mektedir." SESSÎZ SEDASIZ (!) NVRİKURTCEBE Cezaevlerine silahı kim sokuyor? Cezaevlerinde her isyan sonunda gözler gardiyanlara, yani infaz ve ko- ruma memurlarına çevrilir... Yine öyle oldu... Birer cephaneliğe dönen cezaevlerinin sorumluluğu in- faz ve koruma memurlarının sırtına yükleniyor. Ancak... Cezaevine silah, uyuşturu- cu, telefon, para, buzdolabı, çamaşır makinesi, fırın sokmak infaz ve ko'ru- ma memuriannın boyunu aşar... İnfaz ve koruma memuru sırtına buzdolabı yükleyip ya da cebine si- lah veya uyuşturucu koyup cezaevi- nin kapısına gelemez... Gelse bile ka- pıdan döner... Çünkü cezaevinin dış güvenliği jandarmadan soruluyor. Içeriye girecek olanlar önce jandar- madan geçiyor. Sonra ikinci bir kontrol... infaz ve koruma memuru, cezaevi- nin içinde görevli en alt düzeydeki ki- şi... Ustünde bir sürü amir var: Müdür, ikinci müdür, idare memuru, savcı... Bir de başka görevliler var cezaevle- rinde: Öğretmen, sayman, psikolog, doktor, mühendis, veterıner, mimar... Adalet Bakanlığı'nın genelgelerin- de her düzeydeki görevlinin cezaevi- ne girişte ayncalıksız olarak kontrol edılmesi öngörülüyor. Tüm Yargı-Sen yöneticilerinden Se- zai Kılıç'ın açıklamasını duymuş ol- malısınız; "İnfaz koruma memurları bakanlığın genelgesine uygun olarak cepleri boşaltılıp kontrol edilerek ce- zaevine gırip çıkmaktadır" dıyor ve bu kuralın üst kademedeki görevliler için uygulanmadığını anlatıyor. Güvenlik güçleri cezaevlerindeki is- yanı bastırmak için ıçeri girdiklerin- de, bir cephanelikle karşılaştılar ve ele geçen sılahları büyük bir başa- nnın ürünü olarak sergilediler. Silahların içeri sokulmasında- ki "başarı" kime ait dersiniz? Jl GÖRÜŞ M A H M U T Y I L B A Ş Emekli Vali, 20. Dönem Milletvekili Yeni liberalizm Sihirli Değnek mi? LJberalizm, ideoloji olarak, serbest pazar ve açık rekabe- tin bireyin zenginleşmesi için tek çıkar yol olduğunu iddia edegelmiştir. Bu düşünce, her şeyden ön- ce, sürekli olarak serbest pa- zann erdemini abartmayı, dev- letirTekonorniye katkisıhi ise gözden düşürmeyi değişmez şekilde savunmuştur. Bu çaba dünyanın her yerin- de ve toplumlann bütün kesim- lerinde yıllarca sürdürülmüştür. Dünya Bankası, IMF ve mil- letlerarası uzmanlarda, özellik- le gelişmekte olan ülkeierle iliş- kilerinde bu düşüncenin yer- leşmesi ve kökleşmesi için dev- let destekli gelişme program- Iarının hep karşısında olmuş- lan bu ülkeleri piyasa ekonomi- sinin en istekli taraftarları ol- maya zorlamışlardır. Sonuçta bu ülkelerin büyük bir bölümü KİT'lerini yabancı ve yerli özel sektöre satmışlar, endüstri ve tanmlarını özelleş- tirmişler, kendilerini sosyal dev- let olma kimliğinden arındır- mışlardır. Bu durum son zamanlarda küresel bir politika haline geti- rilmiştir. Ticaretin liberalleştirilmesi, yabancı sermayenin önündeki her türlü kaydın kaldırılması (tahkim gibi), ithalatın serbest- leştirilmesi 1980'li yıllann başın- dan itibaren bütün dünyada hâ- kim politika haJine getirilirken di- ğer taraftan devletin yoksulla- ra yardım politikaları ortadan kaldınlmış; sosyal güvenlik, eği- tim, sağlık hizmetleri alanlann- da harcamalar azaltılmıştır. Serbest piyasa politikaları bunlan hep verimlilik, serbest rekabet, değişim ve yenilik, bi- reyin özgünlüğü, etkili küçül- me ve nesillerin refahı adına yaptığını iddia etmiştir. IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlann etkileri ile Asya, Af- rika ve Latin Amerika ülkeleri- nin birçoğu 'yapısal değişim' programlannı bu yeni küresel li- beralleşme politikalanna da- yandırmışlardır. Devletin eko- nomideki rolünü kaldınrken di- ğer taraftan sadece özelleştir- me ile yetinmemişler, vatan- daşlarına verdikleri çeşitli sos- yal hizmet alanlarından da çe- kilmişlerdir. Ayrıca bunlara ila- veten bir şey daha yapmışlar- dır; tıpkı Türkiye'de olduğu gi- bi vergi alma, toplama konusun- da fazla istekli davranmamış- lardır. Arjantin, Şili, Kostarika, Mek- sika, Kenya, Nijerya, Malezya, Tayland ve Filipinler gibi ülke- lerde telefon, enerji, sulama, demiryolları, havaalanları, li- manlar, oteller, gemicilik şirket- leri, otoban ve karayolları, do- ğalgaz, petrol, petrokimya sek- törleri tamamen özelleştirilmiş- tir. Gelişmekte olan ülkelerde serbest piyasa ekonomisi adı- na uygulamaya geçirilen bu li- beral politikalar devletin ekono- mik rolünü ortadan kaldırmış, neticede yoksulluklarla müca- dele programlanndan da vaz- geçilmiştir. Bu ülkelerde yoksul- luk ve gelir dağılımında eşitsiz- lik artmıştır. Latin Amerika'da 1980-1992 yıllan arasındayok- sulluk sınırında bulunan 136 milyön insâri sâyısı 266 milyö- na, Afrika'daki 270 milyon in- san sayısı ise 335 milyona yük- selmiştir. Afrika ve Latin Ame- rika ülkelerinde insanların ya- şam standartlan önemli ölçü- lerde azalmıştır. Bu ülkelerde nüfusun %35'i yoksulluk sının altınadüşmüştür. %35'inin gün- lük kazancı ise 1 dolann altın- dadır. Vahşi kapitalizm, yeni küre- sel liberal politikalar adına ya- pılan uygulamalar dünyada yok- sullaşmaya neden olmuştur. Bu yoksullaşma variıklı sınıflan da- ha da güçlendirmiştir. Latin Amerika'da, son 10 yılın en üst- teki %20'lik dilimini teşkil eden- ler, alttaki en fakir %20'lik dili- mi meydana getirenlerden 20 kat daha fazla kazanmışlardır. En zengin %10'luk dilimin ge- liri %36'dan %47'ye çıkarken en fakir %40'lık dilimin geliri ise %19'dan %13'e düşmüş- tür. Aynca fakir halk kesimi için vazgeçilmeztüketim mallan ile hizmetlerin fiyatlan da sürekli ar- tış göstermiştir. Aynı zamanda tarım girdilerinin fiyatları aşırı artarken tanm ürünlerinin fiyat- lan da düşmüştür. Küreselleşme politikalan açık olarak (Birleşmış Milletler kayrt- lanna göre) kapitalist zengin ül- keler ile gelişmekte olan ülke- ler arasında gelir uçurumuna sebep olmuştur. 23 yüksek ge- lirli ülkede fert başına yıllık or- talama 22160 $ düşerken 1.3 milyar insan mutlak yoksulluk sının altında, diğer3,1 milyar in- san ise yıllık 310 dolann altın- da gelir elde etmektedir. Dünyada serbest ticaret, ya- ni küreselleşen liberal uygula- malar, gelişmekte olan ülkeler- den gelişmiş kapitalist ülkele- re yoğun olarak kaynak akışını hızlandırmıştır. Gelişmiş zen- gin ülkelerde aşın tüketim alış- kanlığı ileri boyûtlarataşınırken fakir ülkelerde insanlar yoksul- luk, açlık, salgın hastalık bata- ğında çırpınmaktadır. Küreselleşme Pakistan, Hin- distan, Mısır, Gana ve Güney Amerika gibi ülkelere 'işsizbü- yüme' ve 'köksüz gelişme' ge- tirmiştir. Yeni liberalizmin in- sanlığa getirdikleri bunlar. Re- fah ve mutluluk değil, yoksul- luk ve mutsuzluk olmuştur. Bu gerçekler basının, iş çev- relerinin, iktidar-muhatefet işbir- liğini sağlayarak 'tahkim' ve 'özelleştirme' ile ilgili anayasa değişikliği yapan parlamento- muz ve buna, 'değişim' geçir- diğini açıklayarak önderlik ya- panları, Türkiye'nin başına na- sıl birgaile açtıklannı düşündür- melidir. KtM KİME DUM DUMA BEHIÇAK behicakiı turk.net ÇİZGİLİK KÂMtL MASARÂCI H A R B İ SEMtH POROY MIRMIRLAR VĞUR DVRAK TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 29 Eylül "ATOM CAĞ/'NASIL BASMD/? 19O1'DE &1/GÜAJ, /77ti.yi4A/ y4S/£-L/ OA/J-Ü YrGMİfJCİ OEKI BiGi YOL.U ÖMOeGELEM e 4fTe PANO DENIZ KAVUKÇUOGLU İstanköy "Goool..." Ege'de bir Yunan adasında radika sa- latası, zeytinyağlı kabak çiçeği dolması, ahtapot köftesi yerken, Türkiye'de oynanan bir futbol ma- çının gol coşkusuna tanık olmak, doğrusu çok şa- şırtıcıydı. Adanın merkezinden Hipokrat Akademi- si'ne giden asfalt yolun Gerrpe kavşağındaki küçük meydanındaki barlardan birinden dışan fırlayan is- tanköylü gençler sokağa fıriamışlar, sarmaş dolaş, Beşiktaş'ın Kocaelispor'a attığı golü kutluyoriardı. "Abi, burada en çok Fenerli, sonra da Galatasaray- lı vardır... Bu Beşiktaşlılarda nereden çıktılar, bilmi- yorum..." Ali Hacısüleymanoğlu nun her akşam "bir banka gibi işleyen" lokantasının acar garsonu Hasan, Kos'tayaşayıp, "suyun öteyanında"atılan gole sevinmeyi değil de, bırden ortaya çıkıvermiş bu "Beşiktaşlı kalabalığı"n\ yadırgıyordu. Hasan, 1525- 1912 yıllan arasında, yaklaşık 400 yıl Osmanlı yö- netiminde kalmış bu adanın kim bilir kaçıncı "Türk kuşağı" idi? O ve yaşıtları orada yaşıyorlar, orada okula gidiyoriar, askerlik görevierinı Yunan ordu- sunda yapıyorlar, ama arabalarını, motosikletlerini Türk futbol takımlarının bayraklarıyla süslüyoriardı. Gördüğüm bu resimler, on yıl kadar önce gidip bir süre kaldığım bu adadan belleğimeyerieşmiş resim- lerden farklıydı. O zaman konuştuğum aileîer okul çağlarındaki erkek çocuklarını, -neyapıp edıp- Yu- nan vatandaşlığını yıtirme pahasına da olsa, özel- lıkle Batı Anadolu'daki imam-hatip liselerınden bi- rine göndermek istiyorlardı. Adalardan gelen Yu- nan uyruklu Türk gençler bir süre sonra Türkiye va- tandaşlığına geçiyorlar, Türkiye'ye yerleşiyorlardı. 1970'li, 1980'li yıllarda, -resmı Yunan politikasının da özendirmesiyle- Batı Trakya'da Gümülcine'de, Iskeçe'de, Kavala'da; adalarda, Girit'te, Rodos'ta, Sakız'da, Kos'ta Türk nüfusu azalıyor, "genç göçü" ile biriikte azalırken yaşlanıyordu. Bu kez tanık olduğum kadanyla son on.yıl içinde birçok şey değişmışti. On yıl önce, adayı biriikte gezip dolaştıımız sevgili Dursun Akçam a, "Bura- da da ne varallahaşkına?" dedirten Kos farklı bir çeh- reye bürünmüştü. Üç kattan fazlasına izın verme- yen bir imar planı uygulamasıyla yeni yapılar, sur- larla çevrili tarihi ada merkezine özenle entegre edil- miş. salt antik Yunan mirası örenyerleri değil, Os- manlı mirası camıler, evler de onarılmış, ortaya çı- kanlmıştı. Bir boydan bir boya 50 kilometre olan ada- nın tüm köyleri düzgün yollarla birbirine bağlanmış, altyapı elden geçirilmişti. 1999 yılının Kos Adası ile Isviçre'nin Lugano'sunun, Fransa'nın Saint Tro- pez'sinin, Avusturya'nın Innsbruck'unun hiçbirfar- kı kalmamıştı. Gelen yabancı turistlerse her yıl artı- yor, adaya akan gelirler giderek güçlenen alt sek- törlere doğru yaygınlaşıyordu. Yunanlılar, yabancı tu- risti belli bir "tecimsel dar alanlar"a hapseden "öü- yük ve lüks tatıl köyü" mantığını çoktan terk etmiş- ler; küçük otelleri, pansiyonları, tavernalan, lokan- talan, minik dükkânlan özendirerek adaya gelen Da- nimarkalılan, Ingilizleri, Almanlan, Hollandalılan "Kos- lulaştırmışlardı". Adaya gelen turist ertesi yıl bir da- ha geliyordu. Avrupa Biriiği'nin turizm teşviklerini "ba- ğıra çağıra" ülkesine akıtmayı ve "ge/en"i yukarıdan aşağıya akıllıca dağıtmayı başaran Yunanistan -ne derseniz deyin- kocaman bir "Bravo!"yu hak ediyor- du. Kos'un Türk köyü Germe ile Kako Prinari arasın- daki tarlalarda kuşaklar boyu mısır, fasulye ve do- matesleyatıp kalkmış "Sam" ailesinin oğlu Mehmet San bugun "hiç de fena ışlemeyen" on bir odalı pı- nl pırıl bir pansiyonun sahfbiydi. Eğer tam kapesrt^' sağlarsa -ki çoğu zaman bunu başarıyordu- aylık ge- liri yaklaşık dört milyar lirayı buluyordu. Eşi Gülşen Hanım da, kendisi de sürdükleri yaşamdan mutluy- du. Kromajları güneşte panldayan görkemlı bir "Har- ley Davidson" motosiklet üzerinde kızlara caka sa- tan büyük oğulları Halil ve askerden yeni dönen Ahmet, babalarının bir zamanlar kurduğu "Türkiye hayah"ne yabancıydılar. Geleceklerini Kos'ta görü- yorlardı. 1970'li yıllann sonlarına doğru "kınlmaya" başlayan Türk nüfusu yeniden toparlanıyordu. Bir süre öncesine kadar üç buçuk deniz mili ötedeki Tur- gırt Reis'le, Akyariar'la. Bodrum'la somutlaşan "Tür- kiye hayali", artık uydu televızyon kanallanyla bes- lenen romantik bir "senaryo"ya dönüşmüştü. Kos- lu Türk gençleri hafta sonları Ertuğrul'un golüyle. HakanŞükür'ün kafasıyla, Boliç'in beceriksizliğiy- le yatıyorlar, ama ertesi sabah adalarını düşünerek uyanıyorlardı. Eğer olanağınız varsa, yolunuzu Kos'a düşürün. Defterdar Camii'nın önündeki kahvede bir oturun. Orada mutlaka "bizlerden" bir şeyler bulacaksınız. Dilerseniz sorun bana, size San Mehmet'in telefo- nunu vereyim. Gülşen Hanım'ı mutlaka seveceksi- niz. Bir de adanın öbür ucuna, Kefalos'a uzanın! Ma- nolis'in deniz uzeri "Stamatıa" lokantasını bulun! Ol- ta çipurası yiyin! Dağlara, Zia'ya çıkın! Türkıye'yi seyredin! Nâzım Hikmet'in, "Akdeniz'ebirhsrakba- ş/g/o/uzanan..."dızesidökülsündudaklarınızdan... Her türlü "beiası", her türlü "cefası"yla "Birbaşka- dırbenim memleketim!.." deyın! Kos da, Rodos da, Anadolu da... her yer "bızim...", insanız biz... (Faks:0216-418 8410) BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDANS^ĞA: 1 2 3 4 5 6 1/ Pas önleyici, kırmızı renkli boya. II Faiz... Sürülmemış tar- la. 3/ Okul. kış- 3 la gibi yerlerde hastalar için ay- nlmış bölüm... Küçük gemi. 4/ Üsttensağadoğ- ru eğik olan ba- sım harfi. 5/ Gözleri gönne- " yen... llgı eki... g Birnota.6/Çin- ko... "Sekizimız odun çeker' Dokuzumuz ateş yakar / — kaldırmış ba- şm bakar 1 Kırk gün ol- du kaynatınm kayna- 3 maz" (Kaygusuz Abdal). 4 II Hinduizm'ın temel il- kesi olan hiçbir varlığı incıtmeme anlayışı. 8/ " Asya'da bir ülke... Be- 7 lirteç olarak kullanılan 8 eylem soylu sözcük. 9/ g Isparta. Burdur, Deniz- lı yörelerindeki dağ köylerinde dokunan bir tür kaba ku- maş. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Osmanlı devletinde savaş zamanlarında ordunun ge- reksınımlerini karşılamak ıçın halktan toplanan hayvan, buğday, arpa, mısır gibi erzak... Parola. 2/ Vücurta biri- ken azotlu madde... Dalgalı panltılar verilmiş olan bir tür kumaş. 3/ Thomas Hobbes'un toplumsal sistemi konu alan ünlü yapıtı. 4/"— YaşarOğuzcan": Şaırimız... Me- tin Eloğlu'nun bir şiir kitabı. 5/ Sayıları göstermek için kullanılan imlerden her bin. 6/ llave... Lıtyum elemen- tının sımgesı... Kaleduvan. 7/Kitapgetirmemişpe>gam- ber... "Yârdediğindemır—' Yaalınıryaahnmaz" (Ka- racaoğlan). 8/ Bir tür hamur tatlısı... Bir renk. 9/ Bir sah- nenin filme alınabilmesı için açık ya da kapalı bir me- kânda hazırlanmış yer... Bunaltma, tedirgın etme.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear