22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
24 MAYIS 1999 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 Wisniemki'denfarldıbir 'Faust' Düsseldorfer Schauspielhaus büyüleyici biryorum sunuyor Kültür Servisi - 11. Lluslararası İstanbul Tıyatro Festivalı. La Fura Dels Bauls'un "F(a. ust Süriim 3.0" yorumundan sonra bu kez de Düsseldorfer Schauspielhaus'un "Faust" yorumuyla çıkıyor izleyicinin karşısına. Bugün ve yann Atatürk Kültür Merkezı Büyük Salon'da oynanacak olan "Faust" yıne sımrlan zorlayan bır yorum. ama Katalan toplulugun çalışmasından çok değişik bir yaklaşımla ele alınmış. Polonyalı yönetmen Janusz \Visniewski. sahneye taşınması zor olan Faust I ve Faust II meünlerini 90 dakikalık bir süre ıçine sığdınyor. Wisniewski, gerçek. yaşam ve ölümün peşindekı ateşlı arayışı görselleştirebilmek amacıyla "Faust"ta sirk, varyete ve tiyatro dünyasından yararlanmış. Oyun başlarken bır yandan Hitter'i, öte yandan Charlie Chaplin'i anımsatan bır sirk direktörü. hızla akan görüntüleri ve olaylan tanıtır. yorumlar, onlarla ince ınce alav eder. Gözkamaştırıcı (beyaz. siyah, kırmızı) masklann ve irı mankenlenn tören alayı, oyunun tinsel ve estetık yönünü vurgular. La Fura Dels Baus'un "F(n ust Süriim 3.0" yorumumdan sonra Düsseldorfer Schauspielhaus'un "Faust"u farklı ISTftKIOl II11UR VI SMUt VftKFI İ11.BIBSUHAMSI İSTJtNtSL TİYATRO FESTlVAÜ • Polonyalı yönetmen Janusz Wisniewski, gerçek, yaşam ve ölümün peşindeki ateşli arayışı görselleştirebilmek amacıyla 'Faust'ta sirk, varyete ve tiyatro dünyasından yararlanmış. çizgide bır çalışma olarak dikkat çekecektir. Wisniewski, Faust öyküsûnü Tann'vla olan hesaplaşması üstüne kurmuştur. Insan aklı üstüne felsefe yaparken yaşamın önemli bir parçası olan ölüm, yönetmenin sürekli varlığını hissettiği bir olgudur. Sanki fragmanlardan oluşan "Faust" bir videoklip hızıyla gözlerimizin önünden geçerken bu v önleri de vurgular. Duyulanmız, ızleyen görüntüleri, ritimleri ve sesleri algılayabilsin diye arada görüntüler saniyelerce, kimi kez de dakıkalarca donar. Uzun saçlı Faust, soluk benizli bır öğrenci olarak. tüm diğer oyuncular gibi siyahlar içinde ve beyaz makyajıyla yaşama yabancılaşmış ızlenimı venr. Sadece san saçlı Gretchen, beyaz elbisesiyle saflıgı temsil eder. Mefısto. kaplan pençeleriyle, başta sonsuz haz vaazı veren aşırı saygılı bir hizmetkâr olarak çıkar karşımıza. Tiyatro müdürü, cennetten dünya yoluyla cehenneme ulaşan bir yolculuğun hazırlığını yapar. Toplam 44 oyuncu sahnede coşkulu, fokur fokur kaynayan bır görüntü verirler. Cennetten, dünya yoluyla cehenneme ulaşan, vahşi çılgm bir "Faust" yer alır karşımızda. Sahneyi sonsuz bir uzam olarak değerlendiren. çarpıcı görselliği olan bu tiyatro topluluğu kesinlilde başı ve sonu belli bir öykü anlatmaz. Faust öyküsü, Wisniewski'nin resimler yaratmak için gereksindiği bir altyapıyla olağanüstü etkileyici estetik ve akustik efektlerle dolu bir yolculuğa çıkartır izleyiciyi. Bu büyüleyici "Faust" yonımu, Wisniewski'nın özgün çalışmalannın en son örneği. 'Faust1 bugün ve yann Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon'da. Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu, Işıl Kasapoğlu'nun yorumuyla 'Molly S'i sahneliyor 'Gerçeği anlat, ama yumuşatarak'Kültür Servisi - Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu, Brian Friel" ın yazdığı. Işd Ka- sapoğlu'nun yönettiği 'MoOy S.' adlı oyu- nu festival kapsamında sahneleyecek. Tilbe Saran, Cüne>tTürel ve Köksal En- gür'ün oynadığı oyunun sahne tasanmı Duygu Sağıroğju'na. müziği de Joel Si- mon'a ait. Tılbe Saran festivalin kataloguna yaz- dıgı yazıda, Molly Svveeney'in tıbbi öy- küsünün. ünlü nörolog OBver Sacks'ın bir vak'a incelemesine dayandığını be- lırterek Friel'ın tekıl vak'adan hepimi- zi sarsan, içıne lrlanda hüznü bulaşmış üçlü bir öykü yarattığına değiniyor: "Bütün gerçeği anlat, ama yumuşata- rak Başannın sım burada yatar. Gerçek. küçük mutluluklanmız için fazlaca parlak, Görkemli sürprizler saklar. Masum bir çpcuğa yıldınmlann Sımnı nasıl usulca arüaürsak, Gerçeği de ö> lesine ağır ağır ışıktatma- h, Yoksa kör eder insaıu." Bugünlerde seksenıncı yaşını kutlayan Irlandalı Brian Fnel. "Molly Sweeney" oyununa bu ıthafla başlamış \ e Emfly Dfc- kinsonın önerisıne uyarak usul usul an- latmış koca tragedyayı... Bağırmadan, haykırmadan. kızmadan. küsmeden... "Belkidesırfbuyıımuşakhğıvüzünden" altüst ediyor insanı. Doğru sandığımız her şeyi sorgulatıyor. (....) Molly on aylıktan beri karanlık bir dünyada yaşıyordu. Babası onu kör- lerokulunayollamamıştı: belki körlüğü- M, nü reddettiği. belki her şeyi eski moda yapmayı istedigi, belki de oyunda söy- lendıği gibı körler okuluna o kadar pa- ra vermek ıstemediği ya da annesinı ce- zalandırmak için... Kimbilir... Oyunda tek gerçek yok kı! Yargıç olan baba, kızına dokunsal bir dünya kuruyor; duvarlarla çevnlı bahçe- smdeki ağaçlan. çiçekleri. otlan. hatta ça- lılan bile öğretiyor. Molly çok güzel yü- züvor, bisiklete binivor. radvo dınleme- yi çok seviyor. Sonralan bir meslek de edinıyor; bır sağlık kuruluşunda fizyo- terapist olarak çalışıyor. Sürekli bir işi, bır kimlıği, dostlan vardır artık. Kendi- ne yetıyordur. On dokuz yaşında Frank'le tanışıp iki ay içinde evlenir. Kocası Frank renkli bir adamdır. 'Rudolph Valenti- no'ya benzemese de 1 kendı kendini ye- tiştirmiş birinin heyecanı. coşkusu. ener- jisi. merakı vardı. trlanda'da lran keçi- leri yetiştirmiş. Norveç'te balinalara bak- mış, Nijerya'da yardım kuruluşlannda ça- .olly'nin gözleri açılacaktı, ama görmeyi öğrenmesi için kırk yıldır yarattığı dünyayı yıkıp görsel bir dünyayı sıfırdan kurması gerekıyordu. Şimdi bütün alışkanlıklanna ters bir dünyada var olmak gibi çok ağır beklentilerle baş başaydı. hşmıştı. Molly'nin aydınlıkla karanlığı ayırt edebildiğini. elini gözlerinin önün- den geçirdiğinde algıladiğını keşfedin- ce soluğu doktorda alıyor "AcabaMolly ışığa kavuşabilir mi?" Dr. Rıce, bır zamanlann parlak heki- mi; yedi yıldan beri kansının ihanetinin acısının üstesinden gelmeye çabalıyor, dağılmış kariyennı kasaba kliniklerinde sürdürüyor. Kırk yıllık karanhktan son- ra Molly "yi gözlerine kavuşturabilse o da mesleğinm parlak. başanlı günlerine ge- ri dönecek. Yedı > ıllık aradan sonra 'sön- müşyıldız parlayacak' ve yeniden o lüks otellere, konferanslara, tantanah günle- re, hatta belli olur mu. kansına bile ka- vuşabilecek'. . 'Neden olmasın?..' Ama. "Görmeyi öğrenmekyeni birdil öğrenmeye benzemez; konuşmayı ilk kez öğrenmekten farksızdır" diyen Diderot aslında taa 1749 yılmda uyarmıştır Dr. Rice'ı. Molly'yi ve Frank'i... "Dünyaıun yapuandınhnası ve kurul- ması muazzam bir ıştir" dıye yazar nö- rolog OliverSacks "Hersabahgözümü- zü açtığımı/da görmevi öğrendigimiz bir dünya ile karşılaşınz. Dünya bize veril- memiştir; bitmek tükenmek bilmeyen tecrübeierimiz, suuflandırmamız, belle- ğimiz, ilişkilendirmelerimizle onu biz ku- ranz." Evet, Molly'nin gözleri açılacaktı, ama görmeyi öğrenmesı için kırk yıldır yarattığı dünyayı yıkıp görsel bir dünya- yı sifirdan kurması gerekiyordu. Elle- riyle kavradığı dünyada becerikli ve ken- dine yeten biriyken Molly, şimdi bütün alışkanlıklanna ters bir dünyada varol- mak gibi çok ağır beklentilerle baş ba- şaydı. 'Görebüenler İçin Körler Hakkında Makale'smde Diderot. " Körler kendiöl- çülerinde,cksiksi/ veyeterli bir dünya oiuş- turabilirler. Özürtükten ya da uyumsuz- luktan uzak bir 'kör' kimbği edinebüir- ler ve ortada tedavi edilmesi gereken bir sonın varsa bu onlann degiL bizim soru- numuzdur" diye yazar. Oyleyse sorun. Dr. Riceta ya da Frank'te mi?.. Belki de hepsinde ya da hepimizde... P SANAT KÜLTÜR ANTÎKA DERGİSrNDE 'ÇİÇEK VE SANAT' Çiçeğin yansımalarıKültür Servisi - P Sanat Kültür Antıka dergisınin Ba- har '99 sayısı 'Çiçek ve Sa- nat' konusunaaynldı. P'nin 13. sayısında, çiçeğin. yüz- yıllar içinde sanatın çok de- ğişık dallanndaki yansıma- lanndan ömekler yer alıyor. Hollanda'nın toplumsal yaşamına olduğu kadar sa- natma da damgasını v urmuş olan Tulipomania (Lale Çıl- gınlığı) dönemi, Hollanda- lı botanikçı ve çıçek resmi uzmanı Sam Segal tarafindan yazılmış. Segal yazısında. Türkiye ve İran'dan Hollan- da'ya götüriilen, bu ülkede zamanla büyük değer kaza- nan lale soganlannın öykü- sünü anlatmış. Yazı, 17. ve 18. yüzyıllarda lale mezat- çılannın ressamlara hazır- lattıklan lale albümlerinden 'laleportreleri'eşlığınde su- nuluyor okura. Hollanda ve Flaman sanatında 16. yüzyıl son- lanndan 19. yüzyıl ortalanna de- ğin süren büyük çıçek resmı ge- leneği ise. bu konuda birçok ki- tabı da yayımlanmış olan tngiliz sanat tarihçisi CristopherVVright imzalı bir yazıyla aktanhyor. Osmanlı tarihinde birdöneme adını \ eren. >r üzlerce çeşidi bu- lunan lalenın konulması içm ya- pılmış. ağzı dar ve uzun boyun- lu laledanlann tarihini ve özelhk- lerinı. gene konunun uzmanı bir sanat tarihçisi olan. Topkapı Sa- rayı Müzesi İstanbul Cam ve Por- selenleri Bölümü'nün eski yö- neticisi Nedret Bayraktar kaleme almış. Yazı>la birlikte. Topkapı Sarayı Müzesi koleksiyonundan seçılmiş çeşitli türlerde laledan- lar da yer alıyor. 17. yüzyıl sonlanndan bir çi- 'Çin Vazosunda Krizantemler' • Henri Matisse. 1902. çekli süsleme çeşitlemesi olan Gaznevi Albümü'nü ise P dergi- sı için. süsleme sanatlan konusun- daki uzmanlığıyla tanınan Yıküz Demirizincelemiş. İstanbul Üni- versitesi Kütüphanesi'nde bulu- nan albüm. Türk süsleme sanat- lannın hemen hemen tüm tek- nıklenni bir araya getiriyor. Şair ve yazar Güven Turan da. 19. yüzyıl Fransası'nda Monet, Manet, Matisse, Redon, Van Gogh, Rousseau. Cezanne gıbı usta ressamlann çiçeğe yakla- şımlan üzerine yazmış. P Dergisi. 'Çiçekve Sanat' ko- nusuna değinırken Fransız cam sanatı ve Art Nouveau'yu da unut- mamış EmileGalk'in ülkemiz- de pek görülmemiş çıçek beze- meli ya da çıçek formlu vazola- n, 'Doğanın Camdaki Şiiri' baş- lık.lı yazıyla birlikte sunu- luyor okura. Topkapı Sarayı Müzesi Osmanlı Saray lşlemeleri ve Deri Eserler Bölümü'nün yönetıcısi Selma Delibaş ise tarihsel sürecı içinde Os- manlı saray işlemelerinde- kı çiçek motiflennı P okur- lan için incelemiş. Yazıya. Topkapı Sarayı Müzesi'nın bu alandaki zengın kolek- siyonundan seçkin ömekler eşlik ediyor. İstanbul Üniversitesı Na- dir Eserler Kütüphanesi'nde bulunan Arz-ı Mukaddes Albümü'yle, Kudüs ve yö- resinın kutsal yerlerindeki çiçeklen de P'nin sayfala- nna taşınmış. Sanat tarih- çisi Semra Germaner ise 19. yüz>ıl Türk resmınin ustalanndan Süleyman Se>- yid'ın natünnortlannda kıil- landığı lale. şebbov, fulya, menekşeve sümbüllerle. İstanbul toplumunda yeretmiş çiçek kül- türü ve Batı resmı arasındaki iliş- kiyi incelemiş. Gül ve lalenin Divan Edebi- yatı'ndaki yansımalanna günü- müzden bir bakış getiren Hilmi Yavuz'un seçtiği şiirlere Lev- ni'nin minyatürleri eşlik ediyor. Raffi Porrakal ise Osman Ham- di'nin tek natürmortu 'Vazoda Çiçekler'den yola çıkarak Türk re- sim piyasasına ışık tutan'Bir Na- ture-morte Anısı' ile yer alıyor dergide. P'nin 'Çiçek ve Sanat' sayısı- nın son bölümünü. uzun süredir Bodrum yanmadasının Geriş kö- yünde yaşayan Titi'nin. çeşitli kumaşlardan gerçekleştırdiği ör- tü, yastık ve panolarda kendini gösteren çiçekleri oluşturuyor. 4 NAZIM\E ONUN MEMLEKETtNDEN İNSAN MANZARALARI^ Büyük ozana özür... •\HSEN ERDOĞAN Nâzım Hikmet in bir 20. yüzyıl tarihinin yazılması gereğini duyması. büyük şairin başyapıtı sayılan 'Memleketimden İnsan Manzarabui'nm doğuşuna neden olur. 1908-1948 yıl- lan arasında Türkiye"de olup bıtenler ile Ikinci Dün- ya Savaşı 'nın bazı sahnele- rini kucaklayan yapıt. bir trenin birinci, ikinci ve üçüncü mevkilerinde yolcu- luk yapan kişilerin öyküle- rini anlatır ve bu öykülerin ekseninde topluma ve dün- yaya göndermelerde bulu- nur. Bu geniş kapsamlı ya- pıt kimilerine göre >r üzyılın ilk yansının şiirsel tarihi sayılır. Peki Nâzım yüzyıbn ikin- ci yansını da böylesine kap- samlı bir biçimde dizelere dökecek olsaydı neler yazardı acaba? Gazeteci-yazar Bülent Akkurt bu sorunun 'kendince' yanıtını 'Nâzım HikmetveO'nun Memkketinden İnsan Manzara- lan' adlı kitabında vermeye ça- lışıyor. Altın Kitaplar tarafindan yayımlanan kitap, 'yaşadığısüre- ce, hatta ölümünden sonra bile uzun yıllar değeri bilinmemiş. birtakım gerçekler saklanarak ve çarpralarak milleti karşısında küçük düşühilmeye çalışümış bir büyük şaire bütün bir millet adı- na bir özür düeme' ışlevini taşı- yor. "Eğer yaşamış olsaydı ve bir gün Memleketimden İnsan Man- zaralan'nı sürdürmeyi duşüne- rekkalemielineaunış olsaydı \e- ler yazardı acaba' sorusuna ara- nan yanıün sonucundaortaya çık- Gazeteci- yazar Bülent Akkurt (Fotoğraf: KADER TUĞLA) mış bir metin bu" dıyor Akkurt. "Asla şiirsel değJL yer yer şiirsel öğeler taşıyan bir düzyazı diye nitelendiıilebilecek, Nâzun'm di- ztlem le süslennüş bir metin yal- nızca." Otuz beş ana başhk altında su- nulan metin içinde on beş bölüm Nâzım'ın yaşamına ve yapıtlan- na aynlmış: diğer yirmı bölüm- de ise 'O'nun Memleketinden tnsan Manzaralan' sunulmaya çalışılmış "Elubiraraşnrmaya da inceleme değiL, bir duygu se- Bnin akışMİır" diyor yazar. Ancak 'O'nun Memleketinden tnsan Manzaralan' olarak adlandırdı- ğı. son elli yılın sosyo- politik görünümünü yansıtan bölümler- de ise tarafsızlığını koruduğunu da belirtiyor. Yapıtında ülkesi- nin insanlannın yaşamından yo- la çıkarak siyasal olaylara ve kişilere varmaya çalışan Nâ- zım Hikmet'in tersine Ak- kurt yapıtında siyasal ve toplumsal olaylan, bu olay- lann baş kişilerini doğru- dan ele alıyor. Bu tutumun, kitabın altbaşlığında belır- tilen 'Nâzunca Bir Anlab' özelliğiyle çeliştiği düşü- nülebilir. "Ben kişilerden yola çüanış oba>dım. \azdık- larun çağa tanıkhk etmek açısından çokzayıf kahrdı" dıye açıklıyor Akkurt. "Çünkü Nâzım yıllar >ıh, anlattığı o insanlarla bera- ber vaşadı. içli dışlı olma şansını yakaladı. Ben o şan- g >-akala\ amadım. O neden- le toplumsal ve siyasal olay- lan yaratan,etkili olan ldşi- leri gözier önüne serdim." Kitabı yazmaya başlama- dan önce yedı aylık bir ça- lışma dönemi geçirmiş Ak- kurt. Tarihsel süreçleri anlatan bölümleri yazabilmek için pek çok araştırmacı-yazann kitapla- nnı yeniden gözden geçirmiş. Nâzım için yazılmış bütün kı- taplan okumuş. Akkurt, Demok- rat Parti'mn iktidara gelişinden Yassıada'ya, 27 Mayıs Ihtila- li'nden Kıbns sorununa kadar tarihteki pek çok köşe taşını bir araya getirerek yakın tarihin bir panoramasını çizen 'O'nun Mem- leketinden tnsan Manzaralan'nı yazarken tarihi gerçeklen aynn- tılı bır biçimde yansıtmayı amaç- lamamış. Kitabının, tarihteki olay- lann derinine inmek isteyenlere yol gösteren, onlara bir kapı ara- layan bır nıtelik taşımasını ıste- miş. Ancak kitapta 80 sonrasma ait yalnızca tek bir olay yer alı- yor: Sıvas katüamı. BUAŞAMADA ŞUKRAN KURDAKUL Milliyetçi Akımın Öncüleri Ziya Gökalp-ll Geçen haftaki yazıda Ziya Gökalp'in düşün yaşamı- nın genel çizgilerine bakarken geçırdiği değişik evrele- re değinmiştim. Sankamış ve Kanal yenilgisinden sonra yeni arayış ve toplumsai sorunlara yaklaşımıyla değişik kimlik göste- riyordu Gökalp. En önemli değışiklik. "Atlarda şecere aramak lazım- dır. Çünkü meziyetlen içgüdüye dayanan ve irsi olan hay- vanlarda ırkın büyük ehemmiyeti vardır. Insanlardaysa ırkın içtımaı hasletlere hiçbir tesin olmadığı ıçın, şece- re aramak doğru değildır" biçiminde ıfade ettığı gibı ırk- çılık kuramını yadsımasıylaTurancı ideolojıden kopma- sıydı kuşkusuz. imparatorluktan kalan "tabulaşmış" kurumlan da eleş- tırmeyi düşün yaşamının son döneminde gözardı etme- dı Gökalp. Toplumsal değışmenin gerçekliğini kavraya- rak dine dayalı eski kurumlann tanhin o anındaki durum ve ışlevterinin geride kaldığını görüyordu. Bu nedenle, dirtsel aşınlıklar karşısında (dıne dayalı devtet anlayışı kar- şısında da diyebilıriz) kuramını ortaya koymaktan çekin- medi. Toplum "ümmet" olmaktan çıkıp, "ulus" olma asa- masına geldiği için, yeni çağın ahlakını belirleyecek güç, kaynağını artık dinsel değerlerden alamazdı. Çağdaş ah- lakın değeriennı saptamak ıçınseTürk toplumunun ye- nnı belıriemek gerekiyordu. Gökalp'e gore toplumlar üç aşamadan geçmişlerdir 1 - Dıl ve ırk bıriigının egemen olarak toplumsal bü- tünlüğü sağladığı kavim devri. 2- Evrensel dinlerin etken olarak toplumsal yaprya ege- men olduğu ümmet devn. 3- Bireylerin kişiliklennde ulusal bılinç kavramının ege- men olduğu ulus devri. Gökalp, ulus dönemini hazıriayan koşullann tamam- lanmasını bir yandan ulusal bılincin gelişrrtesini saöla- yacak olan harsla (yanı ulusal kültürie), bır yandan~bı- limsel yaklaşım ve aklı gelıştıren medenıyetin (uygariı- ğın) tamamlanması koşullanna bağlı görür. Medenıyet, yöntemler aracılığı ve bıreysel iradelerie oluşan toplumsal olaylann topiamıdır. Örneğin din üs- tüne bilımlerle bikjiler yöntem ve ıradeyle oluştuğu gibi ahlaka, hukuka, güzel sanatlara, ekonomiye, dile ve tekniklere dayanan bılgi ve kuramlar da hep bireyler ta- rafindan yöntem ve iradeyle konmuşlardır. Bundan ötü- rü bütün bu kavramların, bılgilerin ve bilimlerin toplamı, uygartığı meydana getırir. Kültürün (harsın) kapsamına gıren şeyierse yöntemle, bireylerin ıradesiyle oluşmamış- lardır. Yapay değildirler. Örneğin dil, bireyler tarafindan yöntemle yapılmış bir şey değildir. Osmanlıca, Türkçe, Arapça ve Acemceden ibaret üç dilın bir araya getirilmesınden meydana gel- mış yapay bir kanşımdır. Bu dillerden Türkçe doğal bir şekilde oluşmuştur. Bundan ötürü kültürümüzün dilidir. Osmanlıcaysa bireylertarafindan yöntem ve iradeyle ya- ptlmıştır. Musiki ve edebıyatta da aynı ikilik görülmek- tedir. Bıliyoruz kı bu ikiliğin kaynağı olan Osmanlı, Türk'ün kültürüne ve yaşamına aykırı olan emperyalızm alanına atılıp "kozmopolınğe sürüklendi, sınıfsal çıkarlan ulu- sal çıkariar düzeyınde gördü. Imparatortuk genışleyip sayısız ulusu siyasal çembe- rine aldıkça yönetenlerle yönetilenler iki ayn sınrf haline girdi. Yöneten "kozmopolitler" Osmanlı sınıfını, yöneti- İen Türkler ise Türk sınıfını teşkil ediyordu. Bu koşullarda bile Türkler büyük çoğunluğu ayn ede- bıyat, ayn felsefe, ayn tapınak yaparak kültürde Os- manlı emperyalizmine boyun eğmediler. Osmanlı uygar- lığı ise Müslüman Araplarla Acemlerin daha önce almış oldukları Doğu Roma uygarlığının etkısinde kaldı. Bilim vetekniğin gelişmesi sonucu Batı uygariığıın her yerde Doğu uygarlığı yenne geçmesi doğal bir yasa olunca Türkiye de bu dönüşümün dışında kalamazdı. O halde Doğu uygarlığı içinde bulunan Osmanlı uygar- lığı mutlaka sılinecek yerıne Batı uygarlığı gelecekti. Türfcçülüğün görevinin bır yandan halkın yaşattığı kül- türü arayıp bulmak, bir yandan da Batı uygariığını tam ve canlı biçimde alarak ulusal kültüre aşılamak olduğu- nu belirten Gökalp, bunun gerekiriiğini okuyacağımız sa- tırlarla rfade eder: "Batı'nın deneysel mantığı ile Doğu'nun skolastik mantığı birbiriyle bağdaşamaz. Bir millet ya Doğulu olur, ya Batılı olur. İki dinli bır fert olmadığı gibi iki me- deniyetli bır millet de olamaz." Batı uygarlığı derken, Batı'daki kurumlann olduğu gi- bı kopya edilmesi gerektığini anlamıyordu Gökalp. Ama, Bat'daki gelişmenin temelınde bılimin var olduğunun ayr- dındaydı. Felsefede, ekonomide, teknolojide. Durkheim'in "solidarizm" (dayanışmacılık) anlayışı- nı "milli iktisat" ülküsüyle çelişır görmedıği için "milli sermaye"nn kamusal nitelik kazanmasını sağlayacak öneriler getirdi. Bu nedenle -gençliğinde ağalık düzeni- ne karşı tavır aldığı gibı- sermayenın tek ellerde bırik- me tehlikesıne karşı da ıl ve belediye meclislerinden iti- baren aşağıdan yukanya örgütlenerek bir tür kapitalıst olmayan kalkınma yolunu öngorüyordu. Marksçı düşüncenin uzağında kalmasına karşın "ka- pitalizm" ve "emperyalizm" kavramlannı çoğu yazısın- da kullanan Gökalp, savaşı da uluslararası sermayenın çıkardığına dikkati çekmıştir: "Milletler birbirine tabiaten düşman değildir. Bilakis dostturlar. Milletleri birbirine düşman yapan mûteassıp papazlaria emperyalist ve kapitalistlerdir. Bunlar orta- dan çekilırierse. milletler bırbirini kardeş gibi sevecek- lerdir". (Makaleler IX, Haz: Şevket Beysanoğlu, 1980, "Milletlenn Sevişmesı", sf. 76). 1924'te yayımlanan bu satırlann üzerinden 15 yıl geç- meden II. Dünya Savaşı Türkçülerinin çıkardığı Oıtıun, Tanndağ, Gökbörü, Çınaraltı, Tasvir vb. dergi ve gaze- telerin Ziya Gökalp'in görüşlerine ne denli ters düştü- ğünü anımsamak gerekiyor. Milliyetçi akımın öncüleri, Enver Paşa ve arkadaşla- rının Alman emperyalızminin koşutunda savaşagirerek ülkeyi mütareke koşullarına getırdığini anlamışlardı. II. Dünya Savaşı Türkçülen, Hitler faşizminın amaç- lan doğruitusundasavaşa kablmanın propagandasını yap- tılar. Bu geleneğın ikinci kuşağı 1950'den sonra Demok- rat Parti iktıdanyla birlikte ABD çıkartannın savunucula- rı oldu. Aralannda ABD vatandaşlığına geçenleri de gör- dük. 6O'lı, 70'li yıllarda kan dökme odaklan durumuna dönüştüğünü de biliyoruz. Bugün TBMM'ye ikinci parti olarak giren MHP milli- yetçılen, akımın öncüleri olan düşün adamlannın bırak- tığı kültür mirasına mı sahip çıkacak, yoksa II. Dünya Sa- vaşı Türkçülerine mi? BEYOGLU1. ASÜYE HUKUK RÂKİMLİĞİ'NDEN DosvaNo-1997/416 Da\ı acı Nezahat Şermet velcılı tarafından davalı Mehmet Akıf Şermet aleyhine acılan boşanma da\asının vapılan açık duruşmalan sonunda Mahkememızce venlen 16 31999 tanhü karar gereğınce, İstanbul. Be- yoğlu. Sûllüce, cılt 036-8. sayfa 67 , kûtûk 723 'te nüfusa kavıtlı Nehat Şer- met ile aynı hanede kayıtlı Şemsettın ve Şehnye'den olma 1952 d.lu da- \alı Mehmet Akıf Şermet'ın M K nun 134 maddesi gereğınce boşanma- lanna. nafakâ ve lazmınal hususunda karar v«nlmestne yer olmadığına, 940 000 -TL harç. 2.860.000 -TL da\«:ı masrafı ile 13.5OÖ 000.-TL veka- let ûaennın davalıdan alınarak da\acıya venlmesıne. Yargıtay yolu açık olmak üzere karar venhnij olup, davalı Mehmet AkıfŞermet'e, teblığye- raıe geçmek üzere 7 günlük ılan suresı sonunda başlayacak 15 günlûk temvız süresı ıçmde ı»az edılmedıö takdırde karann kesınleşeceğı ılan oiuıiur 1141999 Basm. 23462
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear