Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
24 MAYIS 1999 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
Wisniemki'denfarldıbir 'Faust'
Düsseldorfer Schauspielhaus büyüleyici biryorum sunuyor
Kültür Servisi - 11. Lluslararası İstanbul
Tıyatro Festivalı. La Fura Dels Bauls'un
"F(a. ust Süriim 3.0" yorumundan
sonra bu kez de Düsseldorfer
Schauspielhaus'un "Faust" yorumuyla
çıkıyor izleyicinin karşısına. Bugün ve
yann Atatürk Kültür Merkezı Büyük
Salon'da oynanacak olan "Faust" yıne
sımrlan zorlayan bır yorum. ama Katalan
toplulugun çalışmasından çok değişik bir
yaklaşımla ele alınmış.
Polonyalı yönetmen Janusz \Visniewski.
sahneye taşınması zor olan Faust I ve
Faust II meünlerini 90 dakikalık bir süre
ıçine sığdınyor. Wisniewski, gerçek.
yaşam ve ölümün peşindekı ateşlı arayışı
görselleştirebilmek amacıyla "Faust"ta
sirk, varyete ve tiyatro dünyasından
yararlanmış.
Oyun başlarken bır yandan Hitter'i, öte
yandan Charlie Chaplin'i anımsatan bır
sirk direktörü. hızla akan görüntüleri ve
olaylan tanıtır. yorumlar, onlarla ince
ınce alav eder. Gözkamaştırıcı (beyaz.
siyah, kırmızı) masklann ve irı
mankenlenn tören alayı, oyunun tinsel ve
estetık yönünü vurgular. La Fura Dels
Baus'un "F(n ust Süriim 3.0"
yorumumdan sonra Düsseldorfer
Schauspielhaus'un "Faust"u farklı
ISTftKIOl
II11UR
VI SMUt
VftKFI
İ11.BIBSUHAMSI
İSTJtNtSL
TİYATRO FESTlVAÜ
• Polonyalı yönetmen Janusz
Wisniewski, gerçek, yaşam ve
ölümün peşindeki ateşli
arayışı görselleştirebilmek
amacıyla 'Faust'ta sirk,
varyete ve tiyatro dünyasından
yararlanmış.
çizgide bır çalışma olarak dikkat
çekecektir. Wisniewski, Faust öyküsûnü
Tann'vla olan hesaplaşması üstüne
kurmuştur. Insan aklı üstüne felsefe
yaparken yaşamın önemli bir parçası
olan ölüm, yönetmenin sürekli varlığını
hissettiği bir olgudur. Sanki
fragmanlardan oluşan "Faust" bir
videoklip hızıyla gözlerimizin önünden
geçerken bu v önleri de vurgular.
Duyulanmız, ızleyen görüntüleri,
ritimleri ve sesleri algılayabilsin diye
arada görüntüler saniyelerce, kimi kez de
dakıkalarca donar. Uzun saçlı Faust,
soluk benizli bır öğrenci olarak. tüm
diğer oyuncular gibi siyahlar içinde ve
beyaz makyajıyla yaşama yabancılaşmış
ızlenimı venr. Sadece san saçlı Gretchen,
beyaz elbisesiyle saflıgı temsil eder.
Mefısto. kaplan pençeleriyle, başta
sonsuz haz vaazı veren aşırı saygılı bir
hizmetkâr olarak çıkar karşımıza. Tiyatro
müdürü, cennetten dünya yoluyla
cehenneme ulaşan bir yolculuğun
hazırlığını yapar.
Toplam 44 oyuncu sahnede coşkulu,
fokur fokur kaynayan bır görüntü
verirler. Cennetten, dünya yoluyla
cehenneme ulaşan, vahşi çılgm bir
"Faust" yer alır karşımızda. Sahneyi
sonsuz bir uzam olarak değerlendiren.
çarpıcı görselliği olan bu tiyatro
topluluğu kesinlilde başı ve sonu belli bir
öykü anlatmaz. Faust öyküsü,
Wisniewski'nin resimler yaratmak için
gereksindiği bir altyapıyla olağanüstü
etkileyici estetik ve akustik efektlerle
dolu bir yolculuğa çıkartır izleyiciyi.
Bu büyüleyici "Faust" yonımu,
Wisniewski'nın özgün çalışmalannın
en son örneği. 'Faust1
bugün ve yann Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon'da.
Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu, Işıl Kasapoğlu'nun yorumuyla 'Molly S'i sahneliyor
'Gerçeği anlat, ama yumuşatarak'Kültür Servisi - Aksanat Prodüksiyon
Tiyatrosu, Brian Friel" ın yazdığı. Işd Ka-
sapoğlu'nun yönettiği 'MoOy S.' adlı oyu-
nu festival kapsamında sahneleyecek.
Tilbe Saran, Cüne>tTürel ve Köksal En-
gür'ün oynadığı oyunun sahne tasanmı
Duygu Sağıroğju'na. müziği de Joel Si-
mon'a ait.
Tılbe Saran festivalin kataloguna yaz-
dıgı yazıda, Molly Svveeney'in tıbbi öy-
küsünün. ünlü nörolog OBver Sacks'ın
bir vak'a incelemesine dayandığını be-
lırterek Friel'ın tekıl vak'adan hepimi-
zi sarsan, içıne lrlanda hüznü bulaşmış
üçlü bir öykü yarattığına değiniyor:
"Bütün gerçeği anlat, ama yumuşata-
rak
Başannın sım burada yatar.
Gerçek. küçük mutluluklanmız için
fazlaca parlak,
Görkemli sürprizler saklar.
Masum bir çpcuğa yıldınmlann
Sımnı nasıl usulca arüaürsak,
Gerçeği de ö> lesine ağır ağır ışıktatma-
h,
Yoksa kör eder insaıu."
Bugünlerde seksenıncı yaşını kutlayan
Irlandalı Brian Fnel. "Molly Sweeney"
oyununa bu ıthafla başlamış \ e Emfly Dfc-
kinsonın önerisıne uyarak usul usul an-
latmış koca tragedyayı... Bağırmadan,
haykırmadan. kızmadan. küsmeden...
"Belkidesırfbuyıımuşakhğıvüzünden"
altüst ediyor insanı. Doğru sandığımız
her şeyi sorgulatıyor.
(....) Molly on aylıktan beri karanlık
bir dünyada yaşıyordu. Babası onu kör-
lerokulunayollamamıştı: belki körlüğü-
M,
nü reddettiği. belki her şeyi eski moda
yapmayı istedigi, belki de oyunda söy-
lendıği gibı körler okuluna o kadar pa-
ra vermek ıstemediği ya da annesinı ce-
zalandırmak için... Kimbilir... Oyunda tek
gerçek yok kı!
Yargıç olan baba, kızına dokunsal bir
dünya kuruyor; duvarlarla çevnlı bahçe-
smdeki ağaçlan. çiçekleri. otlan. hatta ça-
lılan bile öğretiyor. Molly çok güzel yü-
züvor, bisiklete binivor. radvo dınleme-
yi çok seviyor. Sonralan bir meslek de
edinıyor; bır sağlık kuruluşunda fizyo-
terapist olarak çalışıyor. Sürekli bir işi,
bır kimlıği, dostlan vardır artık. Kendi-
ne yetıyordur. On dokuz yaşında Frank'le
tanışıp iki ay içinde evlenir. Kocası Frank
renkli bir adamdır. 'Rudolph Valenti-
no'ya benzemese de
1
kendı kendini ye-
tiştirmiş birinin heyecanı. coşkusu. ener-
jisi. merakı vardı. trlanda'da lran keçi-
leri yetiştirmiş. Norveç'te balinalara bak-
mış, Nijerya'da yardım kuruluşlannda ça-
.olly'nin
gözleri açılacaktı,
ama görmeyi
öğrenmesi için
kırk yıldır
yarattığı dünyayı
yıkıp görsel bir
dünyayı sıfırdan
kurması
gerekıyordu.
Şimdi bütün
alışkanlıklanna
ters bir dünyada
var olmak gibi
çok ağır
beklentilerle
baş başaydı.
hşmıştı. Molly'nin aydınlıkla karanlığı
ayırt edebildiğini. elini gözlerinin önün-
den geçirdiğinde algıladiğını keşfedin-
ce soluğu doktorda alıyor "AcabaMolly
ışığa kavuşabilir mi?"
Dr. Rıce, bır zamanlann parlak heki-
mi; yedi yıldan beri kansının ihanetinin
acısının üstesinden gelmeye çabalıyor,
dağılmış kariyennı kasaba kliniklerinde
sürdürüyor. Kırk yıllık karanhktan son-
ra Molly "yi gözlerine kavuşturabilse o da
mesleğinm parlak. başanlı günlerine ge-
ri dönecek. Yedı > ıllık aradan sonra 'sön-
müşyıldız parlayacak' ve yeniden o lüks
otellere, konferanslara, tantanah günle-
re, hatta belli olur mu. kansına bile ka-
vuşabilecek'. . 'Neden olmasın?..'
Ama. "Görmeyi öğrenmekyeni birdil
öğrenmeye benzemez; konuşmayı ilk kez
öğrenmekten farksızdır" diyen Diderot
aslında taa 1749 yılmda uyarmıştır Dr.
Rice'ı. Molly'yi ve Frank'i...
"Dünyaıun yapuandınhnası ve kurul-
ması muazzam bir ıştir" dıye yazar nö-
rolog OliverSacks "Hersabahgözümü-
zü açtığımı/da görmevi öğrendigimiz bir
dünya ile karşılaşınz. Dünya bize veril-
memiştir; bitmek tükenmek bilmeyen
tecrübeierimiz, suuflandırmamız, belle-
ğimiz, ilişkilendirmelerimizle onu biz ku-
ranz."
Evet, Molly'nin gözleri açılacaktı,
ama görmeyi öğrenmesı için kırk yıldır
yarattığı dünyayı yıkıp görsel bir dünya-
yı sifirdan kurması gerekiyordu. Elle-
riyle kavradığı dünyada becerikli ve ken-
dine yeten biriyken Molly, şimdi bütün
alışkanlıklanna ters bir dünyada varol-
mak gibi çok ağır beklentilerle baş ba-
şaydı.
'Görebüenler İçin Körler Hakkında
Makale'smde Diderot. " Körler kendiöl-
çülerinde,cksiksi/ veyeterli bir dünya oiuş-
turabilirler. Özürtükten ya da uyumsuz-
luktan uzak bir 'kör' kimbği edinebüir-
ler ve ortada tedavi edilmesi gereken bir
sonın varsa bu onlann degiL bizim soru-
numuzdur" diye yazar. Oyleyse sorun.
Dr. Riceta ya da Frank'te mi?.. Belki
de hepsinde ya da hepimizde...
P SANAT KÜLTÜR ANTÎKA DERGİSrNDE 'ÇİÇEK VE SANAT'
Çiçeğin yansımalarıKültür Servisi - P Sanat
Kültür Antıka dergisınin Ba-
har '99 sayısı 'Çiçek ve Sa-
nat' konusunaaynldı. P'nin
13. sayısında, çiçeğin. yüz-
yıllar içinde sanatın çok de-
ğişık dallanndaki yansıma-
lanndan ömekler yer alıyor.
Hollanda'nın toplumsal
yaşamına olduğu kadar sa-
natma da damgasını v urmuş
olan Tulipomania (Lale Çıl-
gınlığı) dönemi, Hollanda-
lı botanikçı ve çıçek resmi
uzmanı Sam Segal tarafindan
yazılmış. Segal yazısında.
Türkiye ve İran'dan Hollan-
da'ya götüriilen, bu ülkede
zamanla büyük değer kaza-
nan lale soganlannın öykü-
sünü anlatmış. Yazı, 17. ve
18. yüzyıllarda lale mezat-
çılannın ressamlara hazır-
lattıklan lale albümlerinden
'laleportreleri'eşlığınde su-
nuluyor okura. Hollanda ve
Flaman sanatında 16. yüzyıl son-
lanndan 19. yüzyıl ortalanna de-
ğin süren büyük çıçek resmı ge-
leneği ise. bu konuda birçok ki-
tabı da yayımlanmış olan tngiliz
sanat tarihçisi CristopherVVright
imzalı bir yazıyla aktanhyor.
Osmanlı tarihinde birdöneme
adını \ eren. >r
üzlerce çeşidi bu-
lunan lalenın konulması içm ya-
pılmış. ağzı dar ve uzun boyun-
lu laledanlann tarihini ve özelhk-
lerinı. gene konunun uzmanı bir
sanat tarihçisi olan. Topkapı Sa-
rayı Müzesi İstanbul Cam ve Por-
selenleri Bölümü'nün eski yö-
neticisi Nedret Bayraktar kaleme
almış. Yazı>la birlikte. Topkapı
Sarayı Müzesi koleksiyonundan
seçılmiş çeşitli türlerde laledan-
lar da yer alıyor.
17. yüzyıl sonlanndan bir çi-
'Çin Vazosunda Krizantemler' •
Henri Matisse. 1902.
çekli süsleme çeşitlemesi olan
Gaznevi Albümü'nü ise P dergi-
sı için. süsleme sanatlan konusun-
daki uzmanlığıyla tanınan Yıküz
Demirizincelemiş. İstanbul Üni-
versitesi Kütüphanesi'nde bulu-
nan albüm. Türk süsleme sanat-
lannın hemen hemen tüm tek-
nıklenni bir araya getiriyor.
Şair ve yazar Güven Turan da.
19. yüzyıl Fransası'nda Monet,
Manet, Matisse, Redon, Van
Gogh, Rousseau. Cezanne gıbı
usta ressamlann çiçeğe yakla-
şımlan üzerine yazmış.
P Dergisi. 'Çiçekve Sanat' ko-
nusuna değinırken Fransız cam
sanatı ve Art Nouveau'yu da unut-
mamış EmileGalk'in ülkemiz-
de pek görülmemiş çıçek beze-
meli ya da çıçek formlu vazola-
n, 'Doğanın Camdaki Şiiri' baş-
lık.lı yazıyla birlikte sunu-
luyor okura.
Topkapı Sarayı Müzesi
Osmanlı Saray lşlemeleri
ve Deri Eserler Bölümü'nün
yönetıcısi Selma Delibaş ise
tarihsel sürecı içinde Os-
manlı saray işlemelerinde-
kı çiçek motiflennı P okur-
lan için incelemiş. Yazıya.
Topkapı Sarayı Müzesi'nın
bu alandaki zengın kolek-
siyonundan seçkin ömekler
eşlik ediyor.
İstanbul Üniversitesı Na-
dir Eserler Kütüphanesi'nde
bulunan Arz-ı Mukaddes
Albümü'yle, Kudüs ve yö-
resinın kutsal yerlerindeki
çiçeklen de P'nin sayfala-
nna taşınmış. Sanat tarih-
çisi Semra Germaner ise
19. yüz>ıl Türk resmınin
ustalanndan Süleyman Se>-
yid'ın natünnortlannda kıil-
landığı lale. şebbov, fulya,
menekşeve sümbüllerle. İstanbul
toplumunda yeretmiş çiçek kül-
türü ve Batı resmı arasındaki iliş-
kiyi incelemiş.
Gül ve lalenin Divan Edebi-
yatı'ndaki yansımalanna günü-
müzden bir bakış getiren Hilmi
Yavuz'un seçtiği şiirlere Lev-
ni'nin minyatürleri eşlik ediyor.
Raffi Porrakal ise Osman Ham-
di'nin tek natürmortu 'Vazoda
Çiçekler'den yola çıkarak Türk re-
sim piyasasına ışık tutan'Bir Na-
ture-morte Anısı' ile yer alıyor
dergide.
P'nin 'Çiçek ve Sanat' sayısı-
nın son bölümünü. uzun süredir
Bodrum yanmadasının Geriş kö-
yünde yaşayan Titi'nin. çeşitli
kumaşlardan gerçekleştırdiği ör-
tü, yastık ve panolarda kendini
gösteren çiçekleri oluşturuyor.
4
NAZIM\E ONUN MEMLEKETtNDEN İNSAN MANZARALARI^
Büyük ozana özür...
•\HSEN ERDOĞAN
Nâzım Hikmet in bir 20.
yüzyıl tarihinin yazılması
gereğini duyması. büyük
şairin başyapıtı sayılan
'Memleketimden İnsan
Manzarabui'nm doğuşuna
neden olur. 1908-1948 yıl-
lan arasında Türkiye"de
olup bıtenler ile Ikinci Dün-
ya Savaşı 'nın bazı sahnele-
rini kucaklayan yapıt. bir
trenin birinci, ikinci ve
üçüncü mevkilerinde yolcu-
luk yapan kişilerin öyküle-
rini anlatır ve bu öykülerin
ekseninde topluma ve dün-
yaya göndermelerde bulu-
nur. Bu geniş kapsamlı ya-
pıt kimilerine göre >r
üzyılın
ilk yansının şiirsel tarihi
sayılır.
Peki Nâzım yüzyıbn ikin-
ci yansını da böylesine kap-
samlı bir biçimde dizelere
dökecek olsaydı neler yazardı
acaba? Gazeteci-yazar Bülent
Akkurt bu sorunun 'kendince'
yanıtını 'Nâzım HikmetveO'nun
Memkketinden İnsan Manzara-
lan' adlı kitabında vermeye ça-
lışıyor. Altın Kitaplar tarafindan
yayımlanan kitap, 'yaşadığısüre-
ce, hatta ölümünden sonra bile
uzun yıllar değeri bilinmemiş.
birtakım gerçekler saklanarak
ve çarpralarak milleti karşısında
küçük düşühilmeye çalışümış bir
büyük şaire bütün bir millet adı-
na bir özür düeme' ışlevini taşı-
yor.
"Eğer yaşamış olsaydı ve bir
gün Memleketimden İnsan Man-
zaralan'nı sürdürmeyi duşüne-
rekkalemielineaunış olsaydı \e-
ler yazardı acaba' sorusuna ara-
nan yanıün sonucundaortaya çık-
Gazeteci- yazar Bülent Akkurt
(Fotoğraf: KADER TUĞLA)
mış bir metin bu" dıyor Akkurt.
"Asla şiirsel değJL yer yer şiirsel
öğeler taşıyan bir düzyazı diye
nitelendiıilebilecek, Nâzun'm di-
ztlem le süslennüş bir metin yal-
nızca."
Otuz beş ana başhk altında su-
nulan metin içinde on beş bölüm
Nâzım'ın yaşamına ve yapıtlan-
na aynlmış: diğer yirmı bölüm-
de ise 'O'nun Memleketinden
tnsan Manzaralan' sunulmaya
çalışılmış "Elubiraraşnrmaya
da inceleme değiL, bir duygu se-
Bnin akışMİır" diyor yazar. Ancak
'O'nun Memleketinden tnsan
Manzaralan' olarak adlandırdı-
ğı. son elli yılın sosyo- politik
görünümünü yansıtan bölümler-
de ise tarafsızlığını koruduğunu
da belirtiyor. Yapıtında ülkesi-
nin insanlannın yaşamından yo-
la çıkarak siyasal olaylara ve
kişilere varmaya çalışan Nâ-
zım Hikmet'in tersine Ak-
kurt yapıtında siyasal ve
toplumsal olaylan, bu olay-
lann baş kişilerini doğru-
dan ele alıyor. Bu tutumun,
kitabın altbaşlığında belır-
tilen 'Nâzunca Bir Anlab'
özelliğiyle çeliştiği düşü-
nülebilir. "Ben kişilerden
yola çüanış oba>dım. \azdık-
larun çağa tanıkhk etmek
açısından çokzayıf kahrdı"
dıye açıklıyor Akkurt.
"Çünkü Nâzım yıllar >ıh,
anlattığı o insanlarla bera-
ber vaşadı. içli dışlı olma
şansını yakaladı. Ben o şan-
g >-akala\ amadım. O neden-
le toplumsal ve siyasal olay-
lan yaratan,etkili olan ldşi-
leri gözier önüne serdim."
Kitabı yazmaya başlama-
dan önce yedı aylık bir ça-
lışma dönemi geçirmiş Ak-
kurt. Tarihsel süreçleri anlatan
bölümleri yazabilmek için pek
çok araştırmacı-yazann kitapla-
nnı yeniden gözden geçirmiş.
Nâzım için yazılmış bütün kı-
taplan okumuş. Akkurt, Demok-
rat Parti'mn iktidara gelişinden
Yassıada'ya, 27 Mayıs Ihtila-
li'nden Kıbns sorununa kadar
tarihteki pek çok köşe taşını bir
araya getirerek yakın tarihin bir
panoramasını çizen 'O'nun Mem-
leketinden tnsan Manzaralan'nı
yazarken tarihi gerçeklen aynn-
tılı bır biçimde yansıtmayı amaç-
lamamış. Kitabının, tarihteki olay-
lann derinine inmek isteyenlere
yol gösteren, onlara bir kapı ara-
layan bır nıtelik taşımasını ıste-
miş. Ancak kitapta 80 sonrasma
ait yalnızca tek bir olay yer alı-
yor: Sıvas katüamı.
BUAŞAMADA
ŞUKRAN KURDAKUL
Milliyetçi Akımın Öncüleri
Ziya Gökalp-ll
Geçen haftaki yazıda Ziya Gökalp'in düşün yaşamı-
nın genel çizgilerine bakarken geçırdiği değişik evrele-
re değinmiştim.
Sankamış ve Kanal yenilgisinden sonra yeni arayış ve
toplumsai sorunlara yaklaşımıyla değişik kimlik göste-
riyordu Gökalp.
En önemli değışiklik. "Atlarda şecere aramak lazım-
dır. Çünkü meziyetlen içgüdüye dayanan ve irsi olan hay-
vanlarda ırkın büyük ehemmiyeti vardır. Insanlardaysa
ırkın içtımaı hasletlere hiçbir tesin olmadığı ıçın, şece-
re aramak doğru değildır" biçiminde ıfade ettığı gibı ırk-
çılık kuramını yadsımasıylaTurancı ideolojıden kopma-
sıydı kuşkusuz.
imparatorluktan kalan "tabulaşmış" kurumlan da eleş-
tırmeyi düşün yaşamının son döneminde gözardı etme-
dı Gökalp. Toplumsal değışmenin gerçekliğini kavraya-
rak dine dayalı eski kurumlann tanhin o anındaki durum
ve ışlevterinin geride kaldığını görüyordu. Bu nedenle,
dirtsel aşınlıklar karşısında (dıne dayalı devtet anlayışı kar-
şısında da diyebilıriz) kuramını ortaya koymaktan çekin-
medi.
Toplum "ümmet" olmaktan çıkıp, "ulus" olma asa-
masına geldiği için, yeni çağın ahlakını belirleyecek güç,
kaynağını artık dinsel değerlerden alamazdı. Çağdaş ah-
lakın değeriennı saptamak ıçınseTürk toplumunun ye-
nnı belıriemek gerekiyordu.
Gökalp'e gore toplumlar üç aşamadan geçmişlerdir
1 - Dıl ve ırk bıriigının egemen olarak toplumsal bü-
tünlüğü sağladığı kavim devri.
2- Evrensel dinlerin etken olarak toplumsal yaprya ege-
men olduğu ümmet devn.
3- Bireylerin kişiliklennde ulusal bılinç kavramının ege-
men olduğu ulus devri.
Gökalp, ulus dönemini hazıriayan koşullann tamam-
lanmasını bir yandan ulusal bılincin gelişrrtesini saöla-
yacak olan harsla (yanı ulusal kültürie), bır yandan~bı-
limsel yaklaşım ve aklı gelıştıren medenıyetin (uygariı-
ğın) tamamlanması koşullanna bağlı görür.
Medenıyet, yöntemler aracılığı ve bıreysel iradelerie
oluşan toplumsal olaylann topiamıdır. Örneğin din üs-
tüne bilımlerle bikjiler yöntem ve ıradeyle oluştuğu gibi
ahlaka, hukuka, güzel sanatlara, ekonomiye, dile ve
tekniklere dayanan bılgi ve kuramlar da hep bireyler ta-
rafindan yöntem ve iradeyle konmuşlardır. Bundan ötü-
rü bütün bu kavramların, bılgilerin ve bilimlerin toplamı,
uygartığı meydana getırir. Kültürün (harsın) kapsamına
gıren şeyierse yöntemle, bireylerin ıradesiyle oluşmamış-
lardır. Yapay değildirler.
Örneğin dil, bireyler tarafindan yöntemle yapılmış bir
şey değildir. Osmanlıca, Türkçe, Arapça ve Acemceden
ibaret üç dilın bir araya getirilmesınden meydana gel-
mış yapay bir kanşımdır. Bu dillerden Türkçe doğal bir
şekilde oluşmuştur. Bundan ötürü kültürümüzün dilidir.
Osmanlıcaysa bireylertarafindan yöntem ve iradeyle ya-
ptlmıştır. Musiki ve edebıyatta da aynı ikilik görülmek-
tedir.
Bıliyoruz kı bu ikiliğin kaynağı olan Osmanlı, Türk'ün
kültürüne ve yaşamına aykırı olan emperyalızm alanına
atılıp "kozmopolınğe sürüklendi, sınıfsal çıkarlan ulu-
sal çıkariar düzeyınde gördü.
Imparatortuk genışleyip sayısız ulusu siyasal çembe-
rine aldıkça yönetenlerle yönetilenler iki ayn sınrf haline
girdi. Yöneten "kozmopolitler" Osmanlı sınıfını, yöneti-
İen Türkler ise Türk sınıfını teşkil ediyordu.
Bu koşullarda bile Türkler büyük çoğunluğu ayn ede-
bıyat, ayn felsefe, ayn tapınak yaparak kültürde Os-
manlı emperyalizmine boyun eğmediler. Osmanlı uygar-
lığı ise Müslüman Araplarla Acemlerin daha önce almış
oldukları Doğu Roma uygarlığının etkısinde kaldı.
Bilim vetekniğin gelişmesi sonucu Batı uygariığıın her
yerde Doğu uygarlığı yenne geçmesi doğal bir yasa
olunca Türkiye de bu dönüşümün dışında kalamazdı.
O halde Doğu uygarlığı içinde bulunan Osmanlı uygar-
lığı mutlaka sılinecek yerıne Batı uygarlığı gelecekti.
Türfcçülüğün görevinin bır yandan halkın yaşattığı kül-
türü arayıp bulmak, bir yandan da Batı uygariığını tam
ve canlı biçimde alarak ulusal kültüre aşılamak olduğu-
nu belirten Gökalp, bunun gerekiriiğini okuyacağımız sa-
tırlarla rfade eder:
"Batı'nın deneysel mantığı ile Doğu'nun skolastik
mantığı birbiriyle bağdaşamaz. Bir millet ya Doğulu
olur, ya Batılı olur. İki dinli bır fert olmadığı gibi iki me-
deniyetli bır millet de olamaz."
Batı uygarlığı derken, Batı'daki kurumlann olduğu gi-
bı kopya edilmesi gerektığini anlamıyordu Gökalp. Ama,
Bat'daki gelişmenin temelınde bılimin var olduğunun ayr-
dındaydı.
Felsefede, ekonomide, teknolojide.
Durkheim'in "solidarizm" (dayanışmacılık) anlayışı-
nı "milli iktisat" ülküsüyle çelişır görmedıği için "milli
sermaye"nn kamusal nitelik kazanmasını sağlayacak
öneriler getirdi. Bu nedenle -gençliğinde ağalık düzeni-
ne karşı tavır aldığı gibı- sermayenın tek ellerde bırik-
me tehlikesıne karşı da ıl ve belediye meclislerinden iti-
baren aşağıdan yukanya örgütlenerek bir tür kapitalıst
olmayan kalkınma yolunu öngorüyordu.
Marksçı düşüncenin uzağında kalmasına karşın "ka-
pitalizm" ve "emperyalizm" kavramlannı çoğu yazısın-
da kullanan Gökalp, savaşı da uluslararası sermayenın
çıkardığına dikkati çekmıştir:
"Milletler birbirine tabiaten düşman değildir. Bilakis
dostturlar. Milletleri birbirine düşman yapan mûteassıp
papazlaria emperyalist ve kapitalistlerdir. Bunlar orta-
dan çekilırierse. milletler bırbirini kardeş gibi sevecek-
lerdir". (Makaleler IX, Haz: Şevket Beysanoğlu, 1980,
"Milletlenn Sevişmesı", sf. 76).
1924'te yayımlanan bu satırlann üzerinden 15 yıl geç-
meden II. Dünya Savaşı Türkçülerinin çıkardığı Oıtıun,
Tanndağ, Gökbörü, Çınaraltı, Tasvir vb. dergi ve gaze-
telerin Ziya Gökalp'in görüşlerine ne denli ters düştü-
ğünü anımsamak gerekiyor.
Milliyetçi akımın öncüleri, Enver Paşa ve arkadaşla-
rının Alman emperyalızminin koşutunda savaşagirerek
ülkeyi mütareke koşullarına getırdığini anlamışlardı.
II. Dünya Savaşı Türkçülen, Hitler faşizminın amaç-
lan doğruitusundasavaşa kablmanın propagandasını yap-
tılar.
Bu geleneğın ikinci kuşağı 1950'den sonra Demok-
rat Parti iktıdanyla birlikte ABD çıkartannın savunucula-
rı oldu. Aralannda ABD vatandaşlığına geçenleri de gör-
dük. 6O'lı, 70'li yıllarda kan dökme odaklan durumuna
dönüştüğünü de biliyoruz.
Bugün TBMM'ye ikinci parti olarak giren MHP milli-
yetçılen, akımın öncüleri olan düşün adamlannın bırak-
tığı kültür mirasına mı sahip çıkacak, yoksa II. Dünya Sa-
vaşı Türkçülerine mi?
BEYOGLU1. ASÜYE HUKUK RÂKİMLİĞİ'NDEN
DosvaNo-1997/416
Da\ı
acı Nezahat Şermet velcılı tarafından davalı Mehmet Akıf Şermet
aleyhine acılan boşanma da\asının vapılan açık duruşmalan sonunda
Mahkememızce venlen 16 31999 tanhü karar gereğınce, İstanbul. Be-
yoğlu. Sûllüce, cılt 036-8. sayfa 67
, kûtûk 723 'te nüfusa kavıtlı Nehat Şer-
met ile aynı hanede kayıtlı Şemsettın ve Şehnye'den olma 1952 d.lu da-
\alı Mehmet Akıf Şermet'ın M K nun 134 maddesi gereğınce boşanma-
lanna. nafakâ ve lazmınal hususunda karar v«nlmestne yer olmadığına,
940 000 -TL harç. 2.860.000 -TL da\«:ı masrafı ile 13.5OÖ 000.-TL veka-
let ûaennın davalıdan alınarak da\acıya venlmesıne. Yargıtay yolu açık
olmak üzere karar venhnij olup, davalı Mehmet AkıfŞermet'e, teblığye-
raıe geçmek üzere 7 günlük ılan suresı sonunda başlayacak 15 günlûk
temvız süresı ıçmde ı»az edılmedıö takdırde karann kesınleşeceğı ılan
oiuıiur 1141999 Basm. 23462