26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 17MAYIS1998PAZAR 8 PAZAR YAZILARI 68'in törpülenmiş isyanıKorktuğum başıma geldi en sonunda; duvara doğru dönüp yüzümü asmam bundan. Sonunda olacaktı, oldu. Ölüm ilanlan arasında senin adını da görünce, ıçimdeki ışıklar birer birer söndü. Oysa daha biraz önce güneşli bır mayıs ikindisinin caddelerinde gezınmeyı, gecenin ılk ışıklan yanmaya başlarken benim de içimde avizelerin parlamaya başlayacağını sanmıştım. Hep bir gün duyacağımı bildiğim tatsız haber telefondan değil, gecikmiş bir şekilde gazete sayfasında yüzüme bir çekıç gibi vurdu. Artık sen yoksun. Seninle birlıkte bende de artık bir şeyler yok. Eksik artık yüreğime yazdığım ikı kıialık şiir. Ama ben seninle birlikte uydurduğumuz anlamsız şiirlerin geçen zaman içinde denn anlamlar kazanmalanna o kadar alıştim kı, şımdi dönüp onlara baktığımda, onlan yeniden okuduğumda. bir ömre şekil vermenin, bir ömrü yoktan var etmenin de ne demek olduğunu anladığımı, bunu da senden öğrendiğımı birdenbire kavradım.' 4 Yukan doğru bakan genenü, kınk camlarda can kalmadı" dıye yazmıştık, hatırladın mı? "Birim 68, Avrupa'nın 68'ine hiç benzemez. kıvılcımı oradan gelse de bizimki yoksulluğa. haksı/Jığa isyandır, hiç lüksfl yokrur bizimkinin" derdın sen. Ama bunu da hatırlayamazsın artık. Sen artık hiçbir şey hatırlayamazsın. Sen öldün ve hatırlamak henüz ölmeyenlerin kusuru, günahıdır Hatırlamak ne büyük bir cehennemdır. Hatırlamak \e dönememek yeniden o güzel kokulara, hatırlamak ve uzaklaşamamak, onanlması ımkânsız kırgmhklara dönememek ne büyük bır cehennemdır. Pekı öyie olsun, işte şımdı artık sen yoksun. Sonsuz bir siyahlıktasın şimdı sen. Bense burada renklenn alacakaranlığında, ölümle bir pazarlığm yapılıp yapılamayacağının şıirıni yazmaya çalışıyorum. "Enkazı göfürebiJiriz, ama eşya burda kalsa olmaz mı'" dıye soruyorum ölüme; "Hayıreşyayı ESSEN GURAY ÖZ görüreeeğiz, enkaz kalacak yalmz burda" diyor. Anıian, kalbımı. aşkı. şiiri, dokunduğum ve bana dokunan bütün eşyayı, hepsıni. ne varsa götürecekmişız. Ölümün anlamı buymuş zaten. Şimdı sen gidince seninle birlikte gıtmiştir hepsı. Senin dokunduğun, benim dokunduğum eşyalar. kınk anılar hepsi şimdi senin peşin sıra gıtmiştir. Geride kalanlar benim için artık yanm yamalak şeylerdir. Zaten öyle, daha senin yokluğunun yüzüme vurduğu andan başladı eşyalar eskimeye, anılar cansızlaşmaya. Senden sonra kalan her şey bır tortu, işe yaramaz birtakım hüzünler, yalnızca eskı anıların iskeletleri. Biliyorum, sen kalbin burada kalsın isterdin. Işıldayan bir yılâız gıbi dolaşıp dursaydı birlikte gezdığimiz caddelerde senin kalbin, ne ıyi olurdu. Ne ıyi olurdu: benim yalnızlığım, senin kalbinle birlikte, yeni eşyalara dokunur, yeni eşyalan canlandınr, eskıtirdı. Ama boş ver. herhalde çok uzak olmayan bir zaman içinde. sonsuz bir siyahlıktan, siyah bir sonsuzluktan birlikte bakanz, artık bakılamayacak hale de gelse dünyamıza. Ama bılıyor musun, sık sık ışıklı bir gecede düşünüyorum seni. Işıklı, ıslak, kaldınmlannda vıtrinlerin ışıklan yansıyor, mutluluk veren bir gecede. Belki de sen öyleydin, artık küîlenmeye başlayan anılann içınden seçiyorum belki de ışıme gelen bu resmı. Ağlar mıydın sen, unuttum. gözlennde yaşlarla çızılmiş bir resmin yok bende. Hep gülüyorsun. O şehirden, kanlı. korkunç, korkulu gecelerden de hıçbir iz kalmadı sanki. Oysa düşündükçe, kazıdıkça anılann yosunlannı biliyorum yeniden çıkıp gelirler. Beyazıt'taki kavgalı mitingten sonra, sırtımızda ağnlarla, Yenikapı'ya doğru hızlı adımlarla yürüdüğümüz ve senin öfkeyle bağınp çağırdığm günü gözlerımi kapatınca hatırlayıverdim ışte. Sonra Gölge Çay Bahçesı'nde yanm yamalak çardağın altında oturuken, senin mavi berenle camda yansıyan gölgene nasıl hayranlıkla baktığımı da birden hatırladım. Ağlamıştın o gün. evet hatırladım işte. İçimde kınlıp gıden cam kınklanyla yanaklanna dokunurken usulca, yüreğimden taşan sevgiyi de hatırladım. Ama yoksun işte sen! Tek, bır tek eşya kalsaydı senden bana ne olurdu sanki Akşamın alaca karanlığında, bu sıcak mayıs gününde ınsanlar anlamsız bir sıkıntıyla yürüyorlar. Tatsız bir şey. Gölgeni. ışığını özledim oysa ben senin. Ama ne gölgen var artık camlarda, ne mavi beren. Içimdeki isyan da seninle birlikte ölüp girti/Aşk da yıtıp gitti seninle birlikte; ısyan törpüledi kendıni; haksızlık, borsa ve tahvıller esir aldı güzel insanlanmızı; yalnızca anlamsız bir enkaz kaldı 68'den geriye. Che Guevara'nın kızından üzgü dolu anılar Kanada-Küba Dostluk Derneği'nin özel konuğu olarak Kanada'ya çağnlan bayan Dr. Aleida Gue\ara March, evTensel adanmışlığm onur simgesi olan babasından sıcacık anılar sundu Kanadalılara. Toronto'dan sonra, tüm Kanada'yı içeren kapsamh gezisinin başlangıcında "Yoğun bunalımlara. haince tuzaklara karşın başunız dimdik. Kimselerden buynık almaksızın, özgün yolumuza devam edeceğjz" diyordu. Ülkesınin darbogazlara zorlanan yaşamına karşın devlet olanaklannın özellikle eğitime ve sağlık hızmetlerine aynldığını tekrarlayan Dr. March, Havana'da çocuk hastalıkları uzmanı olarak görev yaptığı hastane içın Kanadalılar'dan parasal bağış toplayacaktı. Toronto'da York Üniversitesi'nde, Toronto Cnıversıtesı'nde ve Yunan Demokrası Örgütü'nde. ona sevgi gösterileri yapan Kanadalılara teşekkür ederken Kanada'dan sonra babasmın dogum yeri olan Arjantin'e gideceğini söyledi. Babası Che'nin, Bolıvya'ya gitmeden önce Fîdel'e yazdığı ünlü veda mektubunun birkaç satınnı okurken sesi tıtreyen Dr. March, o sıralar küçücük bir kızken zeytin renklı ünıforması olan babasının kendisını nasıl kucakladığını hiç de unutmamıstı. Evlerinın önünde toplanan aile bireylenne ve komşulanna "Elveda" diyen Che Guevara "Çok güçlü olmalısın kızun bundan sonra. Annene yardımcı olmalısın hep" demiştı. Bolivya dağlannda kurşuna dızilen Che, Küba'ya dönememişti, ama Guevara tüm adalet savaşçılannın ve Küba'nm yüreğinde sonsuza dek yaşayacaktı. Dr. Aleida Guevara March geçen yıl "Bolivya dağlannda bulunan ve Küba'ya getirtilen babasının kemikleri için dev bir anıt gömütyapılacağını" söyledi. Şimdi tüm Küba'daki ilkokullarda minik Kübalılar "Biz de Che gibi olacağız" andını içiyor. Onuruna bır danslı şölen de derlenen Dr. March "BüJere güvenin, güçlükleri yeneceğK" diyordu. Kendisine eşlik eden Kübalılardan ünlü ı— '•ı.iı*< i - ) O B / K ' r '•"•<</ II r k l n İ ı m Kaz çok öfkeli. Küçük çocuksa kazlara çok merakiı. Ka/ın tıslayıpsaldırmalanna hiçaldırmı- U l c U i l l l yor.4yaşındakiJoseDeleonABD'ninNewportNe«skentindeki'parkababası>labiriiktesıksık gelip kazia arkadaş olmaya çalışıyor. Geçenlerde kaz onu ısırmış, ama babası Jose'nin kaz merakının korkuva galip geldiğini söylüyor. Kızılderili komutan Atabey'in öyküsünü dınledik. Küba'ya yaptığım gezılerde izlediğim gibi Varadero dolaylannda, sokaklara ve otellere adı verilen komutan Atabey, Ispanyolların sömürge ordusuna yılmadan direnen son komutandı. Kendısinden çok üstün \e donatımlı Ispanyollara karşı aylarca savaşan Atabey. tutsaklıği reddeden cesur halkı gibi ölümü seçmışti. Ispanyol kıyımının tümüyle yok ettığı Kızılderililerin anısını Atabey'in kımliğinde yaşarmak. ilk kez Fidel'ın aklına geldi ve bu cesur komutan. ülkenin saygı sımgelerinden biri olarak benımsendı. Havana'daki Dostluk Enstıtüsü'nün Dr. March'la Kanada'ya gelen yetkilılennden biri, Afhkalı, Çınlı, Ispanyol ve Kızılderili kökenli Küba mozayiğınden söylenceler anlatırken en ilgı çekenı Tann Ofolin'ın öyküsü oldu: "Kadın ve erkeği ve onlann ardından doğanın bitimsiz güzeUiklerini yaratan Tann Ofotin. nasıl olduysa ölümü listesine almayı unutmuş ve yaratılan dünya ölümü olmayan bir dünya olmuştu. Artık tüm insanlar binlerce yıl yaşamaya başlamış ve dağ taş. elden ayaktan düşmüş yaşhlaıia dolmuştu. Tann Ofolin'in kendisi de ölümsüz yaşamın kurbanlanndan biri durumundaydı artık. Evrenin her kesimi hastalıktan kınlan yaşlılarla dolarken yeni doğan çocuklar ve gençler çığlık çığlığa ağlıyorlardı. Tüm belleğini yitirme aşamasındaki Tann Ofolin. çağjar boyu varlığını unuttuğu yardımcısı Iku'yu anımsay ıverdi birdenbire. Ölümsüz yaşam. dayanılmaz bir felakete dönüştüğü için becerikli Iku'ya yaharan Tann Ofolin,'her yaşam ölümle son bulsun' öğüdünü verdL Iku'nun buyruğuyla tam 30 gün ve gece durmadan yağmur yağdı dünyaya. Sulann yuttuğu milyonlarca insandan. sadece yüksek tepelere tırmanan gençler ve çocuklar kurtulmuştu. Güçsüz Tann Ofolin bile 'Artık ölebilirim' diye kıvanç içindeydi. Duran yağmunın ve firünanın ardından, doğanın tüm cümbüşü başlamışb. Nabisküs çiçeklerinin sansıyla donanan yeryüzü, hem başlangıcı hem de sonu olan yeni yasamı. şölenlerle kurladı." Danslı şölene katılan yerel bır Meksikalı gitar topluluğundan. mambolarla, halk şarkılanyla örgülü Küba melodileri dinledik. Topluluğun şarkıcısı Küba'nın dünyaca ünlü halk şarkıcısı Pablo Milanes'in ulusal ozan Nicolas Guillen'den uyarlanmış parçalannı da sundu bizlere. Şarkıya donüşen bir Guillen şiiri şöyle diyordu: Bir çağn, sen anılar gülünden/ Gündoğumlannın başladığı dönemde/ Yeşilier usul usul nemlenirken/ Günbatımlan bir çocuktur, uyanır uzak bulutlarda/ Sen üzgüler gülü düşlerimde büvürken. Etna'nın kızgın lavları aşk gibidirErna'nm vallahı dumanı üstünde. Arada sırada bir minik 'pıt' yapıyor, gökyüzüne dumanını üfürüyor. Sicilya'nın doğu kıyısında Belpasso kasabasından ve Roma Caddesi'nden geçerek çoğunluğu koyu gri sıvalanmış çirkin binalar: daha sonra bitek kesimde bağlar. zeytinlikler, turunçgil ve meyve bahçeleri arasından geçerek Sicılyalılann MongjbeUo dedikleri. bizim bildiğimiz Avrupa'nın en etkin yanardağı ünlü Etna'nın tepesine varmaya çalışıyoruz. 1995'teki püskürmeyi anımsıyorum. Gazetelerden izlemıştim. Lavlar, ZafFerana kasabasına tam üç yüz metre kala kendiliğinden durağanlaşmıştı ya, işte o anın izlerini gözlemlemeye çalışıyorum. O günleri pek iyi anımsayan Cinisi'li dostum Piero Gallina, dünyanın derinliklerinden gelen kızgın, erimış maddelen 'aşk'a benzetiyor. Aşktaki ısınmalar, ateş artışlan ya da ateş azalmalan, soğumalar canlanıyor gözlenmin önünde. Piero. lavlar altında kalmış bir evi ve kepçesi havada yakalanmış bir greyderi gösteriyor bana. Yüİcselıyoruz. Dağ gittikçe dikleşiyor. Kestane, kayın. meşe, çam ve huş ağaçlannın orman yoğunluğundaki çokluğuna şaşarak ilerliyoruz. Sonrası kül, kum ve cüruf... Tepeye vardık. Güneş benimle birlikte yürüyen gölgemi ıyıce belli edecek ölçüde parlıyordu. Birbakıma çev remdeki her şeyle aynı değeri taşıyormuşum gibi geldi bana. Doğa ciddi bir çıplaklık içindeydi. Yeryüzüyle, ışıkla, havayla, etrafta dağınık olarak rastlanılan boyu bir metreye yaklaşan çalılarla aramızda bulunan o ıç bağı, salt gözlerle ya da düşünceyle değil; gözlerim gibi açık, uyanık tuttuğum tüm gövdemle de kavrayabılirdim. Birden çırılçıplak olmayı, daha doğrusu olabümeyı istedım. Etna'nın tatlı, ağırbaşiı, ılkel, dingin, an çıplaklığı sannaladı benı. Sosyal davranışın, bireyin başkalan tarafından etkilenmesi sonucu ortaya çıktığı ve bir sosyal etkileşim sürecini icerdiği savını belki de ilk kez düsündüm. Etna bir 'pıt' daha yaptı. Üfürdüğü duman koskocaman gökyüzünde yıtti. Etna. olamazcasına kızgın, yorgun, umutsuz, ama çok güçlü görünüyordu. Birden (nereden aklıma geldi, hâlâ anlayabilmiş değilim) hem yapımın tüm yetilerinden, hem de ancak başka başka yaşlarda oluşan olgunluklanmdan yararlanmasını hangi gücün önlediğini düsündüm. Insanın zekâsı olgunlaştıkça, beden gücünü mü kaybediyor ne! Turistler teleferiklerle, oradan jeeplerle akın akın Etna'ya geldiler. Etna'nın başını sardılar. Taşlaşmış lav birikintilerinden oluşturulan anmalık eşya satıcıları için keyîfli bir gündü. Kartpostallar, kutularda sunulan Etna anmalıldan kapış kapış gitti. Tepelerden birine tırmanmaya başladığımda, daha çok bedenden gelen bir duyarlığa bağlı olan canlılıgımın, o benim pek iyi bildiğim gerçek canlılıgımın yaşla azaldığını düşünüyordum. Etna'yı izlemeye başladığımda, yeni bir gözlem anında tattığım hüzün/ kıvanç kımıldanışlannı bu kez hiç mi hiç duyumsamadım. Etna'yı üzüntüye düşmeden bırakıp gitmek istedim. Lavlann 1995 yılındaki akışının görgü tanığı Piero'ya; " Demek ki o yılan gibi taşkınlık, o çıİgın vay ılma, samıa. kaplama. her yeri bürüme aşk'a benziyordu ha!" dedım. Evet anlamında başını salladı. Etna'nın yüksekliğinden inip yeni bir yüksekliğe ulaşmak için yola koyulduk. Yüksek mi yüksek, sarp mı sarp bir vadiye oturmuş tipik Ortaçağ kenti Taormina'ya giderken, zekâmı hemen o an denetlemem gerektiğini düşünüyordum. Denetledim de. Onu kesinlikle, düzene koyma ve anlatma yetilenne yeterince ulaşmış düzeyde buldum. Ruhumun esnekliği ve duyarlılığı da yerli yerindeydı. Hatta duyarlığım eşsiz bir incelik ile sarmalanmıştı. Geçmişte ıçimin kıvrım kıvnm aşk Iavlanyla yandığı, yakıldığı günleri anımsadım. Aynı yanmayı ve yanılmayı özlemedim değil. Tauro Dağı'nın eteğindeki Roma dönemınde yeniden yapılan ünlü Yunan tiyatrosunun kalıntılan arasında, kendimi birden kalıntı kalmaktan kurtarmayı denedım. Yedı yüz yıllık katedrale daldım. Yanmakta olan öd ağacı koku.su içimi bulandırdı. Bulantıyla birlikte içimi T ,,.. kaplayan o eşsiz incelikten de kurtuldum. Başkaldırmak istıyordum. Yetmedi, ayaklanmamın simgesi olarak bağırmak da ıstiyordum. Fırladım çıktım katedralden. Aaaa! Bir de baktım, ortaçağın daracık sokaklannı kuşatan yapılan begonyalar sannış. Pembe çiçekli sardunyalar balkonlardan sarkmakta. Meydancıklarda hatmi çiçekleri. buhurum eryemler neredeyse sarmaş dolaş. Kaktüsler, mımozalan koklamakta. Ve bütün bunlar sanki şimdi olmuş, bir anda olmuş gibıydı. Içimdeki bırköşede, hem de birdenbire sevgiliye söyleyebileceklerimi dile getirmek isteyen sözcüklerin kaynağı oluştu. Pek sevindim. Dur hele, şunlan yerlennden bir çekip çıkarayım dedim; sen misin diyen! Korkular, tutkular, alışkanlıklar, önyargılar çıkageldi. O an engellerin yanı başında, istek gücümün soluk imgesini sezinledim Önemli olan uygun zamanın gelışıni sabırla beklemek galiba. Ama Etna'da, ama Taormina'da. Ya da hiç belli olmaz, belki de lstanbul'da da...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear