Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 11 MART 1998 ÇARŞAMBA
12 KULTUR
Bizim Tiyatro, 'Devrimi Çok Sevmiştik' adlı oyunla 68 kuşağmı sahneye taşıyor
Evreni çatLabp açan 1968...FECtRALPTEKtV
"Philadelphia Üniversitesi Öğrenci
Derneği'nin düzenlediği toplantıya hoş
geldiniz! Konumuz. 68 kuşağı ve günü-
müze uzantılan... Konuşmacımız, 60'lı
yıllann önemli öğrenci liderierinden biri,
Abbie Rubin..."
Evet. Bizim Tiyatro tam otuz yıl son-
ra Rubin'i ve 20. yüzyıhn bu en önemli
tarihsel sürecini tiyatro sahnesine taşı-
yor. Zafer Diper'm 60'lar üzerine veril-
miş çeşıtli yapıtlardan yararlanarak
oyunlaştınp yönettiği, Diper'le birlikte
Esin Nur Görgülü, Alper Maral, Levent
Arslan veCeyda Aşar'ın rol aldığı, mü-
zikleri de yine Alper Maral tarafından
hazırlanmış "Devrimi Çok Sevmiştik"
her perşembe 20.30 ve her pazar 15.00
saatlerinde Beyoğlu Muammer Karaca
Tiyatrosu'nda sahneleniyor. Bizim Ti-
yatro, Diper'ın deyişiyle "iztendiği gü-
nün tarihini taşıyan" bu toplantı platfor-
munda 30 yıllık bir süreci tartışmaya açı-
yor. Gerçekte de varolmuş benzer bir tar-
tışmadan kendi gerçekliğini yaratan
oyun. yer yer müzik. yer yer belgeler ve
görüntüler eşliğinde sarsıcı bir serüvene
sürüklüyor izleyiciyi.
'60'Iar büyü gibiydi...'
Platforma çağnlan öğrenci lideri Ru-
bin, konuşmasına hıç beklenmedik bir
biçimde başhyor. "1960 yılında Japon-
ya'da,Japonya-Amerika güvenlik antiaş-
masının yenilenmesi üzerine tam 350 bin
öğrenci o ünlii >ılan yürüyüşüyle parla-
mento binası önüne geldiler ve hep birlik-
te toplu işeme e>lemi!.." İzleyiciyi şaşır-
tan bu girişin ardından öyküsünü anlat-
maya koyuluyor Rubin. Ortaçağ sahne-
lerini andınrcasına, miğferleri, kalkanla-
n ve sopalanyla güvenlik güçlerine kar-
şı göğüs göğüse çarpışan Japonyalı öğ-
rencilerin, dünyanın dört bir yanına da-
ğılan resimlerinden, bu olayların
ABD'de verdikleri yurttaşlık haklan mü-
cadelesini nasıl etkilediğinden söz edi-
yor. O sıralar Rubin \ e arkadaşlan. "Be-
nim siyasetim, benim 18 yaşında oldu-
ğum gerçeğiyle değil, benim diinya görü-
şümle açıklanabilir ve buna göre davran-
mak için her türlii hakka sahibim" söy-
leminin arkasında duruyorlar.
"60'lar.. büyü gibiydL." diyor Rubin,
"Şu çocuklar, asla bir şey yapamazve söy-
leyemezken aniden konuşmaya başladı-
lar_. 68 benim için evreni çatlanp açn..
evet, benim oluşumumdu, veya çözül-
mem... Toplumda köktenci görüşler ge-
liştirnıenin yükü. denilebiHr ki bir yokiuk
sonucu, kendisi bir sınıf olma-
\an. zaman içinde sürekli ol-
mayan bir tabakav a, öğrenci-
lerin omzuna düştü_.~
Dönemın ünlü öğrenci li-
deri. koca bir kuşağın doğru-
luğuna inanıp uğruna savaş-
tığı değerlerden söz ediyor.
Onlar demokrasının anlamı-
nı genışletmek, doğrudan ey-
Uyun,
Hzlendiği
günün tarihini
taşıyan'
toplantı
platformunda
30 yılhk bir
süreci
tartışmaya
açıyor. Müzik,
belgeler,
görüntüler
eşliğinde sarsıcı
bir serüveni
sunuyor.
MJirşeyleri
değiştirdik.
Bir öğrenci
kuşağı,
kurulu düzene
yalnız
sokaklarda
değil,
toplumsal,
kültürel ve
siyasal alanda
da karşı
çıkabileceğini
öğrendL
nist, Sovyet Rusya'nın bir ajanı olduğun-
dan". Amerika'ya Karşı Faaliyetleri
Araştırma Komitesiyle korkunç bir sol-
cu avına girişilıyor Birleşik Devletler'de.
Yönetici kız tam "Ana>asanın kendileri-
ne tanıdığı hakka daj anarak tanıkiık et-
memekte direnenler.." derken sahne de-
ğişiyor ve toplantı platformu bjr, mahke-
me salonuna dönüşüyor. Rubıa olarak
izlediğimiz Diper ise bu kez oyuncu \e
şankcı PaulRobesonolarak çıkıyor izle-
yicinin karşısına. Yurttaşlık ve insan hak-
lan savunucusu. özgürlük savaşçısı. ba-
nş yanlısı bu adama pasaport verilmi-
yor. Komünist partiye üye olup olmadı-
ğı sorulduğunda ıse "Sizşimdikomünist
parti derken bütün Amerikalılann ve bü-
tün emekçüerin onuıiu bir biçimde yaşa-
>abilmeleri için kendisini feda ederilerin
partisinden mi söz ediyorsunuz" dıyerek
söze başhyor Robeson ve şöyle devam
ediyor: "Afrika'dan getirilen 100 bin zen-
ci kölenin ölümünden siz sorumlusunuz.
Bana bunlan sormaya hakkınız yok, 100
bin zencinin katiliyle Stalin'i taruşmam
ben."
Sahne yine değişiyor ve savcı hâkim
baş başa kahyorlar. "Belabiradamaçat-
ük" diye başlıyorlar konuşmaya, "Dün-
yanın dört bir yanında dosüan var. Hat-
lemle halkın gücünü arttır-
mak, yeni siyasal arayışlar ve
kuramlar geliştirmek, bireyi
köktencileştirmek için müca-
deleetmiş. 68'lıler...
"II. Dünya Savaşı sonrası-
IU, Soğuk Savaş dönemini an-
lamadan, neyi \e niçin değiş-
tirmek istediğimizi kavra-
mak zordur* diye söze baş-
lıyor bu kez Rubin, çünkü sa-
vaştan neredeyse yara alma-
dan çıkan koca ABD, başta
ekonomık ve askeri güç ola-
rak dünya liderliği rolüne so-
yunuyor.
1946'da başlayan soğuk
savaş süresince her türlü yo-
la başvuruyor ABD yöneti-
mı. Hürriyet \e bağımsızlık-
lannı korumak için mücade-
le veren, savaştan zarar gö-
ren milletlere yardım prog-
ramlan ve oluşturduğu
NATO, Birleşmış Milletler,
Dünya Bankası gibi kurum-
lardaki egemen konumu sa-
yesinde emperyalıst dağılımı
gerçekleştiriyor. Ekonomik
önlemlerin yanı sıra politik
ve ideolojik denetım meka-
nizmalan da gözardı edilmı-
yor tabıi...
Bu arada Sovyet Rusya da
geniş bir casusluk şebekesiy-
le çıkıyor tarih arenasına ve
"ABD'de yaşayan her komü-
Paul Simon 'ın ilk müzikal denemesifıyaskoyla sonuçlandı
Müzikmûzikalikurtaramadı
ta bir Türk şairi var ya, o bir de şiir \ az-
mış bunun için. Zaten o da bunun gibi-
dir.« Baksana o ülkesinegiremiyor, bu da
iilkesinden çıkamıyor-."
Son mahkeme karesinden sonra yeni-
den toplantı platformuna dönüyor oyun.
Kuşaklarboyunca özgürlükleri için sava-
şan ve 1940"larda kentlere göç eden zen-
cilerden ve 60'lara damgasını \oıran ilk
öğrenci hareketlerınin bu dönemde ger-
çekleştmldığınden söz ediliyor. Zencı
gerçekliğiyle tanışıyor Amerika... Eylem
heryereyayılıyor...
60'larda başlayan gençlik hareketi
eşitlik istiyor. Martin LutherKingo gün-
lü "I Havea dream!" konuşmasında şöy-
le sesleniyor Amerika'ya: "Bir diiş gö-
rüyorum... Bir gün, siyah çocuklann be-
yaz çocuklarla el ele yürüyeceği bir gün
düşlüyorum... Bu düşü bugün görüyo-
rumJ" 1965'teMalcomX,68'deMar-
tin Luther King öldürülüyor.
1920'lerde maden ihracatı yapan
ABD. 40'lardan sonra hammadde sıkın-
tısı çekmeye başladığında girişılen Kore
Savaşı'nı. ABD'nin emperyalizmin ya-
yılmacı amaçlanyla Güney Asya'yı de-
netim altında tutma mücadelesini de göz-
ardı etmiyor oyun ve yûzyılın bir djğer
gerçeğine geliyor sıra... Atom bombası-
nın planlannı So\-yetler'e \ermekle suç-
lanan Julius v e Ethel Rosenberg çıfti 19
Haziran 1953'te elektrikli sandalyede
idama mahkûm ediliyorlar. ABD'de bir-
liği sağlaması amaçlanan bu düzmece
da\anın kişisel boyuttaki kurbanlan ise
Rosenberg çiftinden geriye kalan 6 ve
10 yaşlanndakı iki küçük çocuk oluyor.
t
Hissettiğimiz özgüriük gerçek'
Konuşmacı. oyunun ikınci yansında
Vietnam şapkasıyla sahneye çıkıyor ve
izleyici, 68'lerde yaşanan en önemli
olaylara tanık oluyor bu kez. Vietnam'da
yaşanan cınsel taciz tüyler ürpertici bir
biçimde taşınıyor sahneye ve Vıetnamlı
bir kadm konuşuyor."Yankee go home!"
Oyunun sonlanna doğnı 68'lerin an-
lamı üzerine toparlayıcı bir konuşmaya
giriyor Rubin. Parlamenter demokrasi.
devlet başkanlannın otontesı. hükümet-
lerin ırkçılığı sürdürme hakkı. emperya-
list savaşlar, halkın belli kesimlerinin
baskı altında tutulması, sermayenin ege-
menliği, fabrika patronlannın elindeliği,
üniversite yönetimlerinin diktası, ailenin
kutsalhğı, cinsellik, burjuva kültüründen
söz ediyor... "Öğrenci harekerinin önem-
li etkileri, 68 ve izle>en kuşaklarda keyTı
vesömürücüotoriteye karşı, insanlan kü-
çülten kurumlara ve değerlere karşı bir
çıkış yolu açması ^e insanlar-
da haklamla itgili bir bilinç-
lenme yaratmış olmasıdır"
dıyor Rubin. "Bizim hissetti-
ğtmiz,çocuklanmızın hisset-
tiği özgürlükgerçek.. Bir şe>-
leri değiştirdik... Bir öğrenci
kuşağı, kurulu düzene yalnız
sokaklarda değil, toplumsal,
kültürel ve sivasal alanda da
Kûltür Servisi - Amerikalı efsa-
nevi şarkıcı ve şarkı sözü yazan Pa-
ul Simonın Broadway'e attığı ilk
adım fiyaskoyla sonuçlandı. Si-
mon&Garfunkel ikilısinın üyesiy-
ken ve sonradan yaptığı solo al-
bümlerle bugüne dek 10 Grammy
ödülü kazanan Paul Simon'ın met-
nini, müzığini ve şarkı sözlerini
yazdıgı "TTıeCapenıan'' mûzikali,
Broadway tarihinde en çok para
kaybeden yapım oldu. Londra'da o-
cak sonunda sahnelenmeye başla-
nan 6.8 milyon sterlin bütçeli "The
Capeman", 69 performanstan son-
ra 28 Mart'ta sona eriyor.
Aslmda daha başlamadan çeşitlı
tartışmalann odağı haline gelmişti
"TheCapeman''. 1959 yılında New
York'ta iki beyaz genci bıçaklaya-
rak öldüren Porto Rikolu göçmen
Saivador Agron'un gerçek öyküsü-
nü konu alan müzikal, cezaevinde
geçirdiği yıllarda pişmanlık duyan
ve serbest bırakıldıktan kısa bir sü-
re sonra da 1979 yılında ölen Ag-
ron'u bir kahraman gibi lanse etti-
ği gerekçesiyle yoğun tepkı almış-
tı. Paul Simon'ın, metnini ve şarkı
sözlerini Nobel ödüllü şair Derek
Wak»tt'un ışbirliğiyle yazdıgı
"The Capeman'
1
i eleştirmenler de
yerden yere vurunca beklenen oldu.
Çoğunu Paul Simon'ın kendisınin
karşıladığı 6.8 milyon sterlinlık büt-
çesiyle, "Big", "Red Shoes". "Si-
deshow" gibi Broadvvay'da yaşama
şansı bulamayan öteki başansız Paul Sünon'un 'The Capeman' mûzikali sahneden kaldınlıvor.
müzikaller kervanına katılmış ol-
du.
Kendi kuşağının en sevilen mü-
zisyenlerinden biri olan 56 yaşında-
ki Paul Simon, müzikalin sahneden
kaldınlacağı haberini önce sessiz-
lıkle karşıladı, ardından basına kı-
sa bir açıklama yaptı. Müzikal de-
neyiminin öncelikle "yaraüa süre-
cinden" büyük zevk aldığını belir-
ten Paul Simon. "Bunun ötesinde,
izle\icinin. ö/ellikle de Larin köken-
li izle>icilerin oyunagösterdikkriyo-
ğun ügi''nin kendisini çok etkiledi-
ğini söyledi. Paul Simon'ın bir ar-
kadaşı ise müzısyenın
u
çoküzgün"
olduğunuve "bir dahaaslabir Bro-
adv\a> müzikaline >vitenme\eceği-
ni" ifade ettı.
Başiadığı günden bu yana düze-
lir umuduyia dört yönetmen eskiten
"The Capeman"in başansızhğı,
eleştirmenlere göre dramatik yo-
ğunluk taşımaması, çok uzun olma-
sı. yeterinceheyecanlı olmaması ve
bir ölçû de "ders verir" ha\asından
kurtulamaması... "Ölümlemücade-
leeden yarab bir hayvanı izlemekgi-
biydi" demiş bir eleştirmen. Paul
Simon'ın müziğinin övgü almasına
karşın, bir müzikal olarak tutuna-
madı "TheCapeman". Bazı eleştir-
menler de "acı bir gerçeğin'' altinı
çiziyordu: "Frank Schubert'in de
çok eskiden keşfettigi gibi. dünya-
nın en i>i şarkı bestecisi olmak.sah-
ne için >azabileceğin anlanıına gel-
miyordu işte.-"
karşı çıkabileceğini öğren-
di_."
Ve izleyicinin beklediği an
oyunun sonunda geliyor...
Toplantı katılımcılannın ara-
sından biri kalkıyor ayağa ve
konuşmaya başhyor. Phila-
delphia Üniversitesi'nde
burslu okuyan bir öğrenci.
"Türkiye'den gelıyorum" di-
yor. "68"de bizde de çok şey-
ler yaşandı, üç tane gencecik
insam asük."
Ancak bu bizim aydınımı-
zın. bizim sanatçılanmızın
ve bizim gençlerimizin tar-
tışması gereken, apayn bir
konferansın konusu... "Şim-
dhse 60 hareketine katüan-
lardan dümada \e ülkenizde
>aşamlannı yitirmiş olanla-
ra tek bir sözüm var" dıyor
Rubin, "hepsinin önünde
sevgj ve saygıyla eğiliyo-
nım_."
Dünyayı 60"lı yıllann ka-
osuna taşıyan nedenlen ve 68
kuşağını izleyiciyi soluksuz
bırakarak sahneye taşıyan
"Bizim Tiyatro"nun başanlı
performansının ardından
başlıyoruz oyundan aklımız-
da kalan bir cümleyi mınl-
danmaya... "Ne zafer şarkısı
ne de cenaze marşı söylüyo-
ruz. Sadece' Bız de\ nmı çok
sevmiştik' diyoruz—"
Suzy Hug-Levy'nin heykelleri Ankara Karaca Sanat Galerisi'nde
Nostaljik güzellikle çağdaş sorgulatna
Kültür Senisi - Suzy Hug-
Levy'nin 'tçindeki III' başlıklı
sergisi Ankara "daki Karaca
Sanat Galerisi'nde açıldı. Bir
triolojinin son bölümü olan
serginin ilki îstanbul'dakı Milli
Reasürans Sanat Galensı'nde.
ikincisi ise ODTÜ Mımarlık
Fakültesı'nde Sanart'ın 'Çe>re
ve Sanat Sempozyumu'
kapsamında gerçekleştinlmişti.
Prof. Jale Erzen. Le\-y'nin
giysilerinin bugün sanatın en
büyük çıkmazlanndan biri
haline gelen insan vücudunu
bize çe%Te. boşluk. görüntü.
gizlılik ve bir oyun gibi sunarak
ınsanı da bir kültürel süreç ve
dönüşüm içinde
düşündürdüğünü belirtiyor.
"Marshal McLuhan'ın dediği
gibi" diyor Erzen.
"Giysi çe\ re karşıtı bir şe>, ama
aynı zamanda yeni bir çe*\Te
yaratıyor. Aynı zamanda da
öğelere karşı, düşmanlara karşı,
rakiplere karşı ve can
sıkıntısına karşı.
Dünyaya bir u>ıım olarak,
modalann oluşturduğu bir
dünyaya uyunıun aracı".
Metal. lastik. tel \e çivi gibi
endüstri ve makine dünyasının
hammaddelerine saydamlıklar.
gölgeler. yansımalar ve vücudun
yerçekıminden kopmasıyla
düşsel bir hareketlilik
kazandıran Levy. yarattığı
dokuların, ışık ve gölgelerin
adeta nostaljık güzelliğine
karşın. he>kelinde çevre. kültür.
kadın gibi çağdaş sorunsallann
odağı olan konulan ima ediyor
ya da performanslannda
özellikle irdeliyor.
Levy. çağdaş bir sorgulama ve
deneyimcilık içinde estetik
niteliklen banndırabilen ender
bir sentez sunuyor.
Levy'nin giysi heykelleri sabit
ideal konutlardan izole edilerek
görülmek için değil. yaşamın
akıcılığında. düşselliğinde ve
maddiyatında olduğu gibi her
zaman sonsuz ve dönüşken
ilişkiler içinde, varlık ve yokiuk
arasında kendi ve diğeri olarak,
sahnede ve zihinde algılanmak
üzere biçimlenen ve sergilenen
heykeller.
Böylece, Levy'nin heykelleri
sabit ve kütlesel heykeli çözüyor
ve onun yüzyıllarca idealize
ettiği vücudu da boşluk ve
madde. varlık ve can olarak
tekrar gûndeme getiriyor.
Levy'nin sergisi 28 Mart'a dek
sürecek.
DEFNE GOLGESt
TURGAY FİŞEKÇİ
Şiir Yazıları
Şiir üstüne yazanlar, öylesine yere göğe sığdı-
ramıyorlar ki söz ettikleri şairleri, kalemlerinden
dökülen sözcükler havalandıkça havalanıyor,
sözler büyüdükçe içleri de o denli boşahyor.
Bir işe gtrişenlerin iyi-kötü kendilerinden önce
aynı işi yapanlann yaptıklarına bakmaları bekle-
nir. Şiir üstüne mi yazacaksınız, Ataç bu işi nasıl
yapmış, Tanpınar'ın şiirden söz eden yazıları ne-
ler, Cemal Süreya, Dağlarca için neler yazmış,
Külebi için neler, siz bambaşka yazı heyecanla-
rı içinde olsanız da bakıp düşünmek gerekir.
Tanpınar 8 Mayıs 1941 'de yazdıgı "Genç Şair-
lere Dair" adlı yazısında şöyle diyor: "Geçen/er-
de Oktay Rifat'/n Ağaç şiirini okuduğum zaman
bütün birzenginlik içinde kaldım, âlemşümûl (ev-
rensel) bir mevcudun birparçası olduğumu his-
settim. Bende büyük bir sır çözülmüş hissini bı-
rakan şiirlerin arasında yer alan bu eser..."
Ataç üzerine bir yazısında da "Şiirin nasıl tanı-
tılması lazım geldiğini bize bir eski reçeteden ik-
sir hazıhar gibi dikkatli, ince tahlillerle öğretti" di-
yor.
Demek büyük ustanın da onayladığı gibi Ataç
bu işi becerebilmiş. Yalnızca kendi başarısıyla da
kalmayıp sonraki kuşak üstünde bıraktığı derin
etkiyle de onların yetişmelerıne katkıda bulun-
muş. Bu kuşak şair ve eleştirmenleri arasında
"boş sözler" edene kolay rastlayamazsınız.
Gelin bir de günümüze, her adımda önümüze
çıkan yazılardan rasgele birine bakalım.
(...) "nice fırtınalarda, sarmaşıklarda dokuyorşi-
irinin kumaşını; yaşamın her alanıyla emziriyor
dizelerini; yaşamdan süzüyor, imbikten geçiriyor
imgelerini."
Herkes için söylenebilecek boş sözler...
Söz edilen şair kırklı yaşlarda, ailesı, mesleği,
kurulu düzeni olan biri. Geçmişinde de bu yerle-
şikliğin dışında olduğuna dair bir iz yok. "Fırtına"
bu hayatın neresinde? Şairin iç dünyasında ola-
bilir. öyle olsa şiirierine yansır, o da yok. Gerçi yal-
nızca Türkiye'de yaşamak bile fırtınalı bir hayat
için yeterlidir denebilir, bu da hepimiz için geçer-
li.
Bu sözleri alıp başka bir şair için söyleseniz ne
değişir? Hiç. O da şiirini fırtınalarla dokuyabilir ve
imgelerini de imbikten süzebilir.
Buna karşın söz edilen dört kitabı yayımlanmış
şair bence yazdıgı dile, yani Türkçeye henüz ege-
men değil. Yazıp yayımlamakla ve kitaplar bas-
tırtarak bir de kendisi üstüne yazılacak yazılarla
başanlı olabileceğini düşünüyor. Ne üstüne yazı
yazan üç kişiden biri ne de kendisiyle uzun bir
söyleşi yapanın aklına şairin dilindeki aksaklıkla-
ra değinmek geliyor. Her şey iyi, güzel ve başa-
nlı. Bu nedenle de son soruda kendisine "gele-
ceğe kalacak şiirlerin netür özellikler taşıması ge-
rektiği" soruluyor, sanki böyle bir şey öngörüle-
bilirmişgibi.
"Onun kendine özgü bir sese adım adım yak-
laştığının ayırdına varabiliyoruz" demiş yazariar-
dan biri de. Kendine özgü bir sese yaklaşmak de-
ğil, sahip olmak dört kitabı olan bir şairden değil,
bir yazın dergisinde ilk kez şiiri yayımlanacak bi-
rinden beklenen önkoşuldur.
Kabul etmeli ki şiir üstüne yazı yazmak zor iş-
tir. Bir şiiri okuyup beğenmek kolaydır, ama ne-
denlen üstüne konuşmaya başladığınız anda iş
çatallanır, geçmiş, gelecek, dil, yapı vb. pek çok
konuda bilgiye dayanan sözler söylemeniz gere-
kir.
Ucuz yazılann en çok, üstüne yazı yazılan şa-
iri sıradanlaştıracağı düşünülerek, şiirin bu denli
basmakalıp nitelemelerle değerlendirilmesine en
başta şairier karşı çıkmalı.
Yüce bir yazın, ancak yüce bir eleştiriyle var ota-
bilir.
Bir sanat yapıtı, okuyanda "büyük bir sır çözül-
müş A)/ss/n/"uyandırmıyorsa, o "his"s\ eleştiriy-
le uyandırmak çok güçtür.
Fassbinder Günleri süpüyor
• Kültür Senisi - Alman Kültür Merkezi'nde
Rainer Werner Fassbinder Günleri kapsamında
bugün saat 18.30'da Fassbınder'in senaryosunu
yazdıgı 'Özgürlüğün Zorbalık Hakkı isimli film
gösteriliyor. Filmde Rainer Fassbinder.
Peter Chatel, Karlheinz Böhm rol alıyor.
Yann ise yine saat 18.30'da Fassbinder'in Oskar
Maria Graf'ın romanından uyarladığı 'Istasyon
Şefinin Kansı" isimli film izlenebilir. Filmde Kurt
Raab, Elisabeth Trissenaar, Bernard Helfrich ve
Udo Kier rol alıyor. Fassbinder günleri kapsamında
cuma günü saat 18.30'da ıse Lale Andersen'in
Gökyüzü Çok Renklidır isimli otobiyografisinden
Manfred Putzer ve R.W Fassbinder'in uyarladığı
Lili Marleen isimli film gösterilecek. Filmde
Hanna Schygulla, Giancarlo Giannini, Mel
Ferrer başrolleri oynuyor.
K Ü L T Ü R # Ç İ Z İ K
K Â M İ L M A S A R A C I