14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 2 EKİM 1998 CUMA 14 KULTUR Mehmet Ergen'in yönettiği 'Still-Life' Edinburgh Festivali'nde Fringe kapsamında sahnelendi '70'ten sonra çok şey yaşandı'EıMRE KOYUNCUOĞLU Edinburgh Festivali sırasın- da Fringe kapsamında misafir yönetmen sıfatıyla yer alan MehmetErgen'in sahneye koy- duğu, Etcetera Tiyatro kum- panyasının "StiU-Life" (Halen Yaşamakta, Naturmort gibi iki aniamda çevirebileceğimiz) oyununu izleme firsatı buldum. "Still- Life", küçük bır sahne- de bır kadın sanatçı tarafından oynanan bir monologdu. 45 da- kika boyunca heykel gibi sah- nede duran ve sadece gözleri- ni veağzmı hareketettken oyun- cu. çok basıt bir dille kendi ha- yat hikâyesıni anlatıyordu. İki çocuğu ve kocasıyla mutlu bir aüe oluşturabilmek için elin- den geleni yapan birçok kadın- dan sadece biriydi. Sahnedeki tek dekor parçası. elinde çan- tasıyla donakalmış bu kadının başınm üs- tiinde asıh duran *EXIT' (çıkış) okuydu. Naturmort bir resim görüntüsü veren sah- ne plastiği. metin ile uyum sağlarken, oyuncunun sesini kullanma biçimi, yani duygu aksiyonunu üretme ve sesiyle as- lında olmayan dev inimi oluşturma özel- liği dikkate değer bir başanydı. Karşım- da çok yalın ve aynı zamanda çok temiz, başanlı bir oyun vardı. British Council'in tüm yabancı ülkelere yolladığı öneriler listesinde de yer alan bu oyun, Londra'da kazandırdığı ödüllerle de zaten kendini kanıtlamış. Oyundan çıktıktan sonra ka- famı kurcalayan bir tek şey vardı. Meh- met Ergen'in diğer işlerini de görmeliy- dim. Londra'ya vanr varmaz, sanat yönet- menliğini yaptığı Southwark Playhouse Tiyatrosu'na gittim. Onunla tiyatro üze- rine hararetlı konuşmalara. karşılaşma- mızdan 15 dakika sonra yemek yemek ye- rine National Theatre'm kitapçısınagitme- ye karar verdikten sonra başladık. Yüda en az dört oyun yapıyorunı - Edinburgh"daki oyunu izledikten son- ra, "StiU-Life" Mehmet Ergen'in valnız- ca bir tarannı sahneye aktanyor, diye dü- şündüm. Londra'da da farklı yanlanna tanık oldum. Oyunun profesyonel aniamda hikâyesi şöyle: Britanya'nın kuzeyinde tek kişilik oyun yanşması düzenlendi. Dramaturgla- nn oluşturduğu bır kurul tarafından 250 başvurudan 12 metin seçildi. "StaHJfe" o metinlerden biri. Daha sonra kurul, bu 12 oyun için özgün işler yapan yönetmen- ler seçti. Ben de bunlardan biriydim. Bu oyunu sahnelemek istediğimi söyledim. Be- nim dıştmda 5 kişi daha aynı oyunla ilgi- leniyormuş. Bana verdiler. Oyunumuz Avustralya'da oynandı. "StiU-Life*'ın üç ayn versiyonunu yaptım, Edinburgh'ta sahnelenen üçüncü versıyonudur. Lond- ra'da oynamrken, Time Out dergisi "Still- Life"ı kendi türünde sezonun en iyi üç oyunundan biri olarak değerlendirdi. Syd- ney'de sahnelenirken, başansını duyan bir yazar da beni Avustralya'da davet etti, an- cak o sırada Londra'da başka bir oyunun provalannı sürdürmekte olduğumdan gi- demedim.- - Şu anda Londra'da neler yapıyorsun. hangi oyun üzerinde çalışı>orsun? X urtdışında çahşmış sanatçılar Türk tiyatrosuna farklı bir hareket getirmeye çahşıyorlar. Ama sürekli bir akış söz konusu. Biz ırmağın o noktasına kadar nasıl gelinmiş bilmiyonız. O noktadan sonrasını takip edemiyoruz. Günümüzün önemli yazarlanndan olan AnnieCastdine,tiyatromun bu yılki reper- tuvan için Nijeryalı yazar Biiyi Bande- la'nın "Thieves Iike Us" ("Biziın gibi Hır- SEdar")ad]ı oyunun iyi bir seçim olacağı- nı söyledi. Okudum ve çok beğendim. Şimdi bu oyunu sahneliyorum. Metnin politik yönüne bakarsak, bizim ülkemiz- deki durumla örtüşen bir konusu var. Rüş- vetçi, çıkarcı bir düzeni kendine göre yo- rumlayıp Islamı yanlış anlayan insanların hikâyesi. Sırf Afrikalı ya da siyahi oyun- cularla sahnelemeyi düşünüyorum. Daha sonra da metni uyarlayarak Türkçeye çe- virmeyi düşünüyorum. -Londra'dabirözeltiyatronunsanatyö- netmeni olmak ne demek? Türkiye'dekı anlamından çok farklı sa- nmm. Türkıye'de Devlet Tiyatrosu ya da Şehir Tiyatrolan dışında özel tiyatrolar- da repertuvar oluşturulmuyor. Burada ise sanat yönetmeni, tiyatrosuna yılda 7-8 oyun seçen, yönetmenlerini bulan ve bun- lararasındaki dengeyi sağlayan kişi demek. Bu dengeyle seyirciyi her sezon bir nok- tadan başka birnoktaya taşıyabilmek amaç- lanıyor. İleri projeleri kendi içinde değer- lendirmek, hem de diğer projelerle bir- likte seyirciye bir perspektif vermek önemli. Repertuvarı bazen belli birdönemin, bazen farklı bır türün, bazen ise ko- nulann ortaklığı üzerine kuru- yorum. Bu projelerden iki ya da üçünü genelde ben yönetiyo- rum. Diğer yönettiğim oyun- lar ise Southvvark Playhouse dışında oluyor. Misafir yönet- men olarak oyun sahnelerken, üzerinde pek çalışamadığım klasik oyunlannı tercih ediyo- rum. Yılda en az dört oyun ya- pıyorum. -On yıkhr Londra'dasın. Ne- den özeUikle Londra? Bir oyun bitiyor, diğen baş- lıyor. On yıl oldugunun farkın- da bile değilim. Bu ülke çok iyi tiyatro yöneticileri ve teknisyen- leri yetiştiriyor. Bu yüzden da- ha bir oyunun provasındayken diğer oyunun altyapısını oluş- turmaya başlayabiliyorum. Türkiye'de bu- nun büyük bir sorun olduğunu görüyo- rum. Yurtdışmda çalışmış sanatçılar Türk tiyatrosuna farklı bir hareket getirmeye çalışıyorlar. Bu, sürekli hareket halinde- ki bir başka mekanizmanın bir yerinden yakalamak demek oluyor. Ama sürekli bır akış söz konusu. Biz ırmağın o noktasına kadar nasıl gelinmiş bilmiyonız. O nok- tadan sonrasını da takipedemiyoruz. Oyun çevirisi alanında inanılmaz bir boşluk var. 1970'lerden sonra o kadar çok yazar ve o kadar farklı bakış ve yorumlama biçimi ge- lişti, yaşandı ki... Yazılı tiyatro kültürü kronolojisi yok. Tfirkiye'de tiyatro mimarı var nu? -Gördüğüm kadan>la Britam a'da son yıflarda bir tiyatro yazan patlaması yaşa- nıyor. Sence neden Türkiye'de -bu kadar Btenmesine rağmen- yeni tiyatro yazarla- n olgusundan bahsedemiyoruz? Yazarlar burada desteklenıyor, üniver- sitede yetişmiyor. Hiçbir tiyatro yazan üniversitede yetiştirilemez. Yazar tiyatro- Iardan çıkar. Burada genç bir yazar adayı bir sayfa bile bir şey yazsa tiyatrolara gön- deriyor. Dramaturji kurullan her türlü met- ni değerlendirmeye alır. Eğer olumlu bir karar çıktıysa, hemen o kişiye fırsat tanı- nır. 17 yaşındaki bir çocuğun memini bi- le aktörlere okuturlar ve çocuk onu din- ler. Tiyatro yazanyla tiyatro oyuncusu be- raber çalışarak oyunu geliştirirler. Türki- ye'nin Batılı aniamda yazar yetiştireme- mesinin nedenierinden biri de, sanınm dü*y* literatüründen uzak olmalan. Hai- dnn Taner, Vasıf Öngören; Brecht'ten et- kilenerek bir şeyler ürettıler. Sonrası yok. Bizde halen Brecht konuşuluyor. Günümüz yazarlannın örnekJeri yok önlerinde. Biz 80'lerde Türkiye'de, Brecht'in,'"Seyirci spotlan görebilmeli" gibi direktiflerini okurken burada perdeler atılmış, spotlar se- yircinin yanına getirilmiş durumdaydı. Ben sana bir soru sorayım, Türkiye'de ti- yatro miman var mı? - Türkiye'de çalışmayı düşünüyor mu- sun? Evet, uygun birdurumda. Türkiye 'ye ge- lip bir oyun yapsam, "Aa, Mehmet böyle çahşıvonmıs,'' denecek. Ben burada proje- den projeye geçiyorum, çok farklı alanlar- da çalışıyorum. Bu nedenle, Türkiye'de Etcetera Tiyatro kumpanyası Mehmet Ergen'in yorumuyla "StiIHJfe"ı sundu. ne ile ve nasıl çalışacağımı bilmem gere- kiyor. Bu benim için önemli. Britanya'da her proje için farklı bir kast ve oyuncu eki- bi kuruluyor, kumpanya tiyatrolan pek yok. Türkiye'ye gidip böyle birçahşma ya- pabilecek mıyim, bilemiyorum. Bir de önemli bulduğum noktalardan biri, seyir- ciyi tanımak. Ben şimdi 31 yaşındayım ve 21 yaşımdan beri buradayım. Bir tür, düşünsel gelişimimi burada yaşadım. Se- yirciyi tanımak çok önemli. Buradaki se- yirci tiyatroya estetik ve entelektüel zevk- ler için, metni dinlemek, hoş bir reji çalış- ması gönnek ıçın gelıyor. Türkiye'de böy- le bir seyirci sanınm azınlıkta. O yüzden seyirciyi de yeniden tanımam gerekiyor. Buranm herkes için bir lüksü var. Çok uçuk ya da çok politik bir şey yapmak is- tersen yapabilirsin, çünkü çok fazla tiyat- ro ve geniş bir pazar var. Bana bugün Iz- mir'e gel biroyun yap deseler, ben çok uçuk bir şey istesem de yapmam. Ne gerekiyor- sa ona yönelirim. Türkiye'de tiyatro yap- mak tabii ki, burada ya da gelişmiş ülke- lerde tiyatro yapmaktan çok daha zor. - Vurtdışında Türk tiyatrosu nasıl tam- nıyor ve yeterince biigi ulasabffiyor mu? Acı bir gerçek, ama hiçbir şey ulaşmı- yor. Tiyatronun tanınması için ya yazılı met- nin oluşması gerekiyor, -bu da oyunlan- mızın çevrilmesi demek- ya da sahnelen- miş oyunlarla ilgili haberlerin buradaki sanat dergilerine bildirilmesi ve prodük- siyon fotoğraflanyla bırlikte yayımlanma- sı gerekiyor. Her tiyatronun seyireisi bötgesel -Böylebirtaiebinolduğunu sanmıyorum. Böyle bir talep hiçbir ülke için yok. ÖzellikJe Ingilizler hiçbir zaman başka bir ülkenin tiyatrosunu merak etmiyorlar. Ül- kenin kendi Kültür Bakaniıgı'nın tanıümıy- la olurbunlar. Ben tıyatromda Yeni Zelan- da haftası yaptım. O ülkeden o kadar çok destek aidırç ki. Orüar başlattı. Metınlen yolladüar, videolargeldi. Türkiye'den hiç- bir şey gelmiyor. Her şeyi kendiniz yap- manız lazım. Oncelikle para bulmanız ge- rekiyor... - Bir sanatsal düşun \ar mı? Aslında iki üç yıl önce National Theat- re'ın başına geçmek gibi düşler kuruyor- dum. Şimdi ise, her sanatçının sunduğu şe- yin farklı olduğunu düşünüyorum. Tiyat- ro endüstrisi var, ama bu bir yanş değil. Tiyatro yapan insanlar arasmda uluslara- rası bir rekabet oluşuyor. Ama her tiyat- ronun seyireisi bölgesel. Birkaç kilomet- rekare içindeki seyirciye seslenen tiyatro çalışanlannın uluslararası boyutlarda iş yapmayı düşünmelen hem çok doğal hem de çok saçma. 'Üç Kuşak Cumhuriyet' sergisinde sanat, 'Devlet Himayesinde Sanat, Özerk Sanat' başlığında irdeleniyor Plastiksanaüardageçmişe bir bakış ESRA ALİÇAVUŞOĞLU Tarih VakfVnın, Cumhuriyet'in 75. yıl kutlamalan kapsamında gerçekleştirdiği ilk geniş kap- samlı proje olan 'Üç Kuşak Cum- huriyet' sergisı', 'Çağdaşlaşma Projesi' olarak ele alınıyor ve Osmanlı Imparatorluğu'nun son dönemlerinden başlayarak Tür- kiye tarihinde ana ekseni oluştu- ran 'modern toplum yaratma' sürecinin 1923-1998 aralığında- kı gelişimi üzerinde yogunlaşı- yor. Yirmi sahneden oluşan ser- gi 8 Kasım tarihine dek Tarihi Darphane Binalan'nda izlene- bilecek. Serginin 'Devlet Himayesinde Sanat,Ozerk Sanat' bölümünün küratöriüğünü AJi Akay üstleni- yor. Serginin bu bölümünde bu- günün tarihinden hareket edile- rek günümüzdeki tartışmanın kö- kenlerine doğru bir yolculuğa çı- kılıyor. Yavuz Tanyeli'nin 'Saat Do- kuzu Üç Geçe' adlı tablosu, Er- dağ Aksel'in "Pandora Prizma' adlı heykeli ve Selim Birsel"in dört isimden oluşan enstalasyo- nu karşılıyor bizi bu bölümde. Bölüm kapsamında aynca iki \i- deo çalışması da izleyicilere su- nuluyor. Bunlardan ilki, 1960'lardan 1990'lara kadar akademide mo- dellik yapmış olan Deniz Ha- nım'ın videosu... Deniz Hanım akademiyi anlatırken tüm göz- lemlerini de yansıtıyor videoya. Akademı başka bir gözle, bu kez bir çıplak modelin bakışıyla an- la'ulıyor izleyenlere. Diğer vide- oda ise Adnan Çoker, Aloş, Yah- Plastik sanaüarda günümûz tartısmalanndan biri olan tuval resmi. heykel >e enstalasyonun ortaya çüaşuun tarihsel serüveninin anlaüldjğı sergi, gazete, dergi fotoğraflan, sergi dav«tiyeleri gibi malzemelerie desteklenivor. şi Baraz. Yusuf Taktak. Haldun Dostoğiu akaderruyi ve sanatı tar- tışıyor. Ali Akay, bölümün içeriğini oluştururken neleri gözönünde bulundurduklannı şöyle açıkJı- yor: "SergioluştunılurkenCum- huriyetin 75 yıllık tarihine hangi yönden hakılacağı konusundaki çalışmalar uzun zaman aldı. Bü- tün bu taroşmaiardan sonra özel- likle vurgulanan şuydu: Bu ser- giCumhuriyetin olumlu \eolum- suz yanlannı bir arada vermeli, özeUikle kamu mekânında va- tandaş fikrinden yola çıknıaİL.." Bölümün içeriği önce opera, bale, tiyatro, sinema ve plastik sa- natlar olarak tasarlanmış. Ancak hem sergi mekânımn hem de za- manın kısıtlı olması, konunun sadece plastik sanatlarla sınır- landınlmasını gerektirmiş. Top- lantılarda bu serginin bir tarih sergisi mi, sosyal tarih sergisi mi, yoksa sanatla birlikte bir sos- yal tarih sergisi mi olacağı tartı- şılmış sürekli. Sonuçta tüm ser- gi sosyal tarih sergisi olarak su- nuluyor izleyicilere. Tarihsel geüşim sunuluyor Ali Akay'ın iki sanat tarihi öğ- rencisi ile birlikte hazırladığı bö- lüm, Cumhuriyetten günümüze plastik sanatlann tarihsel gelişi- mini sunuyor. "Bölümde aniat- üğjmız, Cumhuriyetin hikâyesi Bugünden başlayarak gerrvedoğ- ru bakmayı tercih ettim. Zaten sergi toplantılannda ilk sahne- nin dün ve bugün olarak başla- masma karar verilmişti. Şimdi- ki zamandan yola çıkarak geri- ye doğru döntnek, kendi alanım içinde en doğrusuydu." Plastik sanatlar tarihi Sana- yi- i Nefıse Mektebi'nin kurul- masıyla ba^lıyor ve devlet hima- yesinde gelişimini sürdürüyor. 1929"da Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği'nin ve 1933 'te D Grubu'nun kurul uşuy- la modemleşmenin de ilk adım- lan atılıyor Türkiye'de... Sanayi-i Nefise Mektebi'nin ortaya çıkmasıyla birlikte bir Türk resim ve heykel tarihinin de başladığını belirten Akay, sergi- yi tam da bu noktadan bas,lahyor. "Bir yandan 1917'de ŞişB Atöl- yesi ile }avaş yavaş miİUleşnıeye başlayan Ressamlar Cemiyeri. 1929'da Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği, derken D Grubu ile başlayan modernleş- meçabalan._ Büriin bu gelişme- ler ohırken sanann devtetin hima- yesinde geliştiğine tamk oluyo- ruz." Sergide bu döneme ilişkin çeşitli orijinal kaynaklar da ser- gileniyor. 1950'de ilk kez özel bir sanat galerisi olan Maya Ga- lerisi kuruluyor. Maya'mn bir di- ğer özelliği ise sanatta özerkliği başlatan ilk galeri olması. Şair- ler, edebiyatçılar, ressamlar ve heykeltıraşlar birlikte tartışma ortamı yaratmaya başlıyorlar. Böylece Maya, devletten ko- pan, hem siyasi hem de piyasa- ya yönelik kınlma noktasının başlangıcı oluyor. 1960'lannson- lannda kurulan Melda Kaptana Galerisi, Maya'mn mirasçısı ni- teliğinde... 1975'te kurulan Ga- leri Baraz ise bugünkü sanat pi- yasasının temelini teşkil ediyor. "Galeri Baraz, sanatçı ve işada- mı arasında Uişkiyi kuran Uginç bir galeri Bugünün galeri siste- minin, piyasanın ve Tüyap Sa- nat Fuan'nın temeUeri atılıyor 70'U yıUarda. 1975'te Kuzgun Acar'ın Antalya Sempozyumu, 1976'daOrhanTaylan'mgirişün- leriy le gerçekleşen Duvar Resim- leri Sempozyumu, 1980 Kuşada- sı çahşmalan, 1980 darbesiyle so- nuçlajuyor." ' 80 sonrası, her alanda oldu- ğu gibi sanatta da özgürlükler kısıtlanıyor. tlkcanlanma, 1984'te başlayan 'Türk Sanaündan Ön- cü Bir Kesit' sergileri ile oluyor. Bu sergiler bugün Istanbul bi- enallerinin temelini oluşturuyor. tlkbienal ise 1987de BeralMad- ra'mn küratörlüğünde gerçek- leştiriliyor. 90'larda ise Türki- ye'nin bugünkü sorunsalı giri- yor gündeme; piyasayla işleyen galeri mekanizmalannın içinde fuval resmi ve sponsor ve ku- rumlarla işleyen enstalasyon tar- tışmalan... Serginin plastik sanatlar bö- lümü dışında aynca Hale Ten- ger'in Amerika'da yapmış oldu- ğu mekân düzenlemesine yer ve- riliyor. Sanatçının 12 Eylül son- rasında evini anlattığı bu video çalışması 'Bugün, Dün' bölü- münde yer alıyor. Ali Akay'ın da belirttiği gibi, her bölümde bir sanatçının yapıtını görebilr mek isterdik. 'Devlet Himayesinde Sanat, Özerk Sanat' böiümü, neredey- se Cumhuriyet tarihiyle aynı yaş- ta olanplastik sanatlar tarihine dar bir mekânda geniş açıdan baka- rak yaklaşıyor. Dileğimiz; plas- tik sanatlar tarihini daha geniş bir mekânda, aynntılan ve oriji- nal malzemeleriyle tekrar izleye- bilmek. YAZ3 ODASI SELİM İLERİ Bu Ne Az Gogol! Gogol topra< sahibi bir aileden geliyordu. Çarlık Rus- yası'nın o günkü koşulları düşünülürse, duyarfı bir ço- cuk için, hiç de uygun olmayan bir ortamda yetişti: Toprak, çalışanlar için amansız bir mücadele, ça- lışmayıp, çalışanlann sırtindan geçinenler içinse bir ni- metti. Gogol'ün somut yaşamında o yıllara ilişkin tek renk, folklor ve amatör tiyatroymuş. Şenlikler, gezginci ti- yatrolar, sıradan komedya, beylik masallar, sonralan kurmacada artık tek bir renk. canlılık olmaktan çıkıp gerçekliğin alglanmasını engelleyen etmenler arasın- da yorumlanacaktır. Iddiaya göre, renk, bir sofuluk so- rununa takılıp kalır. Acaba öyle mi? ölü Canlar'da 'taşra' bir karabasan beldesidir. An- latıcı, yolcu arabasından burnunu çıkarır, -belki de çocuk GogoTün bir zamanlar düşlemini bezemiş olan- hiç görülmedik yeni biçim bir cekete, bir bakkal dük- kânının kapısından görülen çıvi, kükürt, kuru üzüm, sabun dolu tahta kutulara, kavanozlardaki "kurumuş kalmış Moskova şekeriemelerine" bakar. Her şey can sıkıcı, gülünç, yavan, ıssız, alabildiği- ne tekdüzedir. Memurlar, piyade subaylan, tüccariar geçip gider. Evlerde erken erken yemeğe oturulur, mum ışığı titrer durur. Gerçek kişi (Gogol) belki de bir zamanlar, çocuklu- ğu, yeniyetmelıği boyunca düşlere daldığı yöreyi, 'ya- z/'ya geçirirken anlatıcıya (kurmaca kişiye) bambaş- ka yorumlattırır. Bir düş bozumu, derin bir hayal kınklığıdır alımlan- ması, duyumsanması gereken. Sofuluğa giden yol- da bir çığlık. Müfettiş'\n 'düzenr \ yerin dibine batırdığı konusun- daki 'o/tym/ay/c/'e)eştirilerdençekinen Gogol, yaban- cı ülkelere, Almanya'ya, Fransa'ya ve Italya'ya gider. Bir kaçış, bir sığınıştır bu herhalde. Ölü Canlar'ın ya- zımı oralarda sürdürülür, korkulu sığınışta, iç sürgün- de. Anlatıcı, "Rusya, Rusya, yabancı bir ülkede bile seni görebiliyorum. Sende her şey yoksul, düzensiz veyabancıdır"demekted'ır(MeYıhCevdetAndayçe~ virisi). Çocuk Gogol'ü edebiyata yönetten anılar, izlenim- ler, düşler hızla solar. Burada "gül, sanmaşık ve bağ- larta dolu yaylalar" yoktur. Düz ovalarda kurulmuş kentler, kasabalar, köyler noktalar ve benekler gibi öncesiz sonrasız sürüp gitmektedir... Gogol'e Puşkin'in tanıştırdığı Bayan Smirnov sa- nat ve edebiyat koruyucusuymuş. Gogol annesinin ve Bayan Smirnov'un dine sofu- ca bağlılığını ilkeleri arasına katar. Yüksektabakadan insanlann portrelerini yaparak sanatının özelliklerini sa- tan, Portre'deki ressamın müthiş öyküsü, gerçeklik- ten kurmacaya dehşet verici bir gelgıt sayılmaz mı? Bazj kaynaklar Bayan Smirnov'un salonunu betimli- yor. Gogol'ü bu saloniardan geçip giderken ve Rjev papazıyla konuşurken sezinleyebiliyorum. Çöken bir düzende çaresizlik. Bir arayış. Ya da ara- yıştan vazgeçiş. Ne var ki değişmez bir onur, onurlu- luk söz konusudur. ödemek uğruna çıldınya adım adım yaklaşış. Ölü Canlar'ın ikinci cildi yazan tarafından ateşe atı- lıyor. Bazı kaynaklara göre ikinci cildi Gogol yeniden yazıyor ve yeniden yakıyor. Kont Aleksi Tolstoy'un evi, parasızlık, gözyaşlan ve ölüm orucu. Beş parasız Gogol nihayet ölür. Kont Aleksi Tolstoy'un evinde sığıntı. Sayıklamayı andınr son söz: "Bir merdiven getırin!" "Bir merdiven getırin!" Belki de halk şenliklerin- den, tiyatro tutkunu babadan, sofu anneden, Bayan Smirnov'dan, saloniardan, "Bütün yapıtlannı şeytan yazdı senın, ruhunu kurtarmak istiyorsan edebiyatı bı- rak!" diyen Rjev papazından kaçmak için. Oysa 'sanat' tek kurtancıdır, yanna seslenebilmek için tek olanak! Merdiven gecikmeseydi... Geriye bugün de bizi sarsan o başyapıtlar kalır. Bu serüveni yaşadığımız, her gün bir başka karan- lığına bulaştıgımız ortama çok denk hissediyorum ben. Fakat bunca az Gogol olmasına, hepimizin bun- ca az Gogol'lük taslamamıza şaşıp kalıyorum. Takvimde İz Bırakan: "Anna sağanak yağmur yağdığı bir gün kasabaya gitmek üzere evden çıktı." Natalia Ginzburg, Bütün Dünlerimiz (Kemal Atakay çevirisi), Adam Yayınlan, BUGUN • BORUSAN KÜLTÜR \ T SANAT MERKEZİ'nde saat 17.30'da 'EdirneU DeU Selim ve Arkadaşlannm Hollanda Turnesi" adlı belgesel videodan göstenlecek. • İSTAJVBUL TEKNİK ÜNİVERSrrESİnin 225. kuruluş yıldönümü etkinlikieri kapsamında Maçka Mustafa Kemal Amfisi'nde saat 19.00'da Şef Paul GoodMİn yönetıtnindeki 'Avrupa Birliği Barok Orkestrası'nın konseri yer alıyor. ÜÇ KUŞAK CUMHURİYET SERGİSİ ETKINLIKÜRI BUGUN • Tarihi Darphjme Binalan'nda saat 11.00 ve 14.00'te AnkaraÇağdaş Drama Derneği'nin yaratıcı drama çalışması, saat 21.00'de ise Genco Erkal'ın tek kişilik oyunu 'tnsanlanm' yer alıyor. K Ü L T Ü R I Ç İ Z Î K K Â M İ L M A S A R A C I
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear