22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 21 OCAK 1996 PAZAR 10 DIŞ HABERLER Günümüzden bir Türk-Rus masalı MOSKOVA HAKAN AKSAY Birvarmış, biryokmuş... Rusya Fedcrasyonu'nda Süleyman Demiroviç adında bir Devlet Başkanı varmış. Boris Yeltürk ise Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı ımiş. Süleytnan Demiroviç, ülkenin cski lideri Teformcu'' ve "yeniden yapılanmacı" Turgut Ozov'un ayağını kaydınp koltuğunu kapmak için elinden gelen her şeyi yaparmış. Vaktiyle Sibirya'dan kopup Moskova'ya gidcn ve Sovyet Komünist Partisi'nde tanışan bu iki genç. daha sonra uzun yıllar birbirlerine diş bilemişler. 1991 ağustosunda General Kcnan Evreyev'm Moskova'yı tanklarla ele geçirme denemesi karşısında bir süre aynı safta mücadele ediyor görünseler de, daha sonra yollan bir kez daha aynlmış Boris Yeltürk Türkıye'nin en eski sıyasetçilerinden biriymiş. Pek çok kez darbelerle düşürüldükten sonra yenıden başa gelmesiylc ve sürekli yanında taşıdığı siyah kalpağiyla ünlüymüş. Yıllar boyu Anadolu'nun mujik köylülerinın en has temsilcisi olarak halkın gönlünde yer etmiş. Uzunca bir dönem siyasal mücadelesinin merkezine koyduğu rakip parti lideri Mihail GorbaçanoğlıTnun beklenmeyen vefatı sonucu kendıni Çankarcmlin köşkünde bulmuş. Kcklü ve asil bir Moskovalı olan Tansu Çilerova, kente daha sonradan gelen Sibiryalılara karşı içten içe tepki duymaktaymış. Babası Komünist Partisi Politbüro üyesı olduğu için eskı düzen zamanında da pek çok ayncalıktan yararlanırmış. Moskova nehrine karşı bir köşkü ve Leningrad'da bir çiftliği varmış. Parti Merkez Komitesi İdeolojik Şubesi tarafından ABD'ye bile gönderilirmiş. -- Başlangıçta her konuda Süleyman Demiroviç'i destekleyen Tansu Çilerova, başbakanhğı kaptıktan sonra onu yaşlı ve modası geçmiş bularak safdışı etmeye başlamış. Viktor Çernomıroğlu, siyasetç Boris Yeltürk tarafından sokulmuş. Önceleri bakanlar kurulunda baba mesleği ekonomistlikle oyalanmış. Mihail Gorbaçanoğlu'nun \akitsiz ölümü ve Boris Yeltürk'ün cumhurbaşkanlığı makamına tımıanması sonrasında kurnaz bir plan yapmış ve Ycgor Haydanle Ruslan Hasbulut'un açıklanndan da yararlanarak partiyi ve hükümetı ele geçirivermiş. Ekonomistlere ve polislere çok düşkünmüş. Ordu komutanı General Pavel GraçBgB'den büyük destek görmüş ve ilk seçimlerde onu milletvekili yapmış. En büyük derdi, medyanın, bir önceki yaşamında Osmanlı cariyesi olduğunu iddia eden kansıyla uğraşmasıymış. Süleyman Demiroviç özbeöz Rusmuş. Tansu Çilerova da öyle. Her ikisi de Rusya'nın federatif bütünlüğünü korumaya cok kararlıymış. Ancak Abdullah Ocatov liderliğindeki Çeçen aynlıkçılann bitip tükenmeyen eylemleri canlanna yetermiş. Boris Yeltürk ve Viktor Çernomıroğlu halis Türkmüş. Memleketi böldünnemeye yeminliymişler. Ancak Cahar Dudalan yönetimindeki bölücü Kürt gerillalannın faaliyetleri onları yaşamlanndan bezdirirmiş. Batılı liderler ve şu "uluslararası kanıuoyur 'denı]en kalabalık da bir ganp alemmiş hani! Zaman zaman Abdullah Öcalov'un Çeçenlerini ve Cahar Dudalan'ın Kürtlerini destekleyerek Rusya'yı ve Türkiye'yi sıkıştırmaktaymış. Bu ülkelerdeki sözde aydın ve ilerici takım da Çarlık Rusyası'ndan ve Osmanlı Imparatorluğu'ndan çok, Batı'dan etkilenerek aynlıkçılığı körüklemekteymiş. Kimliği belirsiz ve etkisi sınırsız bazı çevreler, Çeçen ve Kürt sorununu kullanarak Ruslan ve TürkJeri birbirine düşürmeye çalışmaktaymış. Iki ülke yönetimi de bazen bu oyuna gelmekte ve birbirlerinin bölücülerine omuz vermekteymiş. Gün geçmiş ve Çeçen ateşlen Türkiye'yi vurmaya, Kürt kıvılcımlan da Rusya'yı tutuşturmaya başlamış. Gelişmelerden son derece rahatsız olan Süleyman Demiroviç ıle Boris Yeltürk Karadenız'de votkalı ve rakılı samimi bır toplantı düzenlemişler. Ve nihayet soruna bir çözüm bulmuşlar: Rusya, kendi topraklanndaki bütün Çeçenleri Türkiye'ye hediye etmiş; Türkiye de, ülkede ne kadar Kürt varsa hepsini Rusya'ya göndermiş. O günden sonra herkes mutlu bir yaşam sürmüş... Viski dostu egn leblebilerBUDAPEŞTE 1 . MEHMET 1 MESÇİ Macar başkentıne dönmek üzere Maleu'nın rengârenk kanatlı, sempatık uçağına arka kapıdan giriş yaparken bır gün evvel Konyalı'da veda hüznüyle yedığım enfes yemeklerin kızıl kahverengi, kalın bircop şeklinde Macar salamı tarafından dövüldügünü düşünüyor, etrafa sessiz sessiz, merakla bakıyordum. Oturacağım sıraya yaklaştıkça Noel'in ikinci akşamı Budapeşte'nin en ganp sınemateklerinın en başta gelenınde seyrettiğim olağanüstü güzellikte, eski bır Kristof Kieslovski filmınin son saniyeierim düşündüm. Müthiş. bir görkemle patlayan uçak ve sınlsıklam âşık kahramanın Polonya topraklanna uçması. Uçak öylesine doluydu ki. Mısır Çarşısfnda nehırlcr gıbi coşmuş insan selının ortasında yaşadığım son memleket saatlennın bir nev ı bol Macar vızelı uzantısı gibiydi. Yanımda oturan Macar tiyatro oyuncusunun Türkiye"de keyiflı birtatil geçırdiğinı ve Budapeşte'de tekrar. çok sevdiği tıyatrosunda bir yandan terierken diğer yandan sanatından büyük keyıfler derleyeceğinı öğrendim. Bu ter kelimest, sınksıklam olmuş.sahnelen, tcrden nemlenmış sahne arkalannı, müthış bir yay, faaliyetinden koliuk altlan terlemış cüsseli, kontrabasçı tanıdıklan anımsattı. Tıyatrocuyu dinlerken terlememek elde değıldi. Bahsettiği dünyanın biz seyirciler tarafından görülen parçasında, temsıllerde, bazen bizlenn kolaya kaçtığımızı, bır anda sahneden kopmaya kendimizı zorunlu gördüğümüz ve böylece dikkatimizı dinlerdirdiğımiz anl'ann aslında bizleri hadisenin tümünden. hıssettırmeden, azar azar kopardığını soyledim. Son yıllarda gördüğüm en keyifli Macar filmlerinden Akrep Sabah kahvalbsında İkizteri Yutuyor'daki oyunuyla platonik aşklann en palavrasına beni yuvarlayan, olağanüstü, kovuğuna sığmaz Enikö Eszenyf nın sağlık durumunu sordum. Gümrukte bıraz ukala, genç ve güzel memur "Bavulunda kaçak eşya var ım" diye sordu. Ardından eşyalar bavuldan dökülmeye başladı. Bır adet Walter Benjamın. ikı Tahsın Yücel, bir Enis Batur. bır Trevenıan, dergiler, bir plastik düdük, kılolarca leblebi... Sonra kız sıkıldı. çıkardıklanyla ılgıienmeye başladı. Düdüğü ne yapacağımı. leblebilerin ne olduğunu, Tahsin Yücel'in nasıl telaffuz edildığinı, Benjamın'in kim olduğunu. bavulumda niye tipik Kapalıçarşı mallan bulunmadığını, Feher Hajo sokağındaki müzık kütüphanesınden aldığım Mozart'ın partisyonunu ne zaman mde edeceğimi, Budapeşte'de kaç yıldır oturduğumu. Macarcayı hangı okulda öğrendığimı. mesleğimi, pasaportumdakı bazı kelimelerin anlammı sordu. Artık Budapeşte'de olmanın getırdıği o tarifsiz güven duygusunun yarattığı mutlulukla kısacık sorulara keyifli yanıtlar vermeye yeltendim. Gümrükçü kıza leblebılerden ıkram ettim. Hayatında ilk defa tattığı bu viskı dostu eğri büğrü yuvarlaklan çok beğendiğini belirtti. Vedalaşmak kısa sürdü. Yolda gelirken sohbete daldığım şoförle bir süre sonra gazetelerden konuşmaya başladık. On milyon nüfuslu olan Vlacaristan'da toplam gazete satışlannın günde bır milyon civannda seyrettiğini ve bunun çok az olduğunu düşündüğünü söyledı. Gazetelerin arada sırada satışlannı arttırmak için kurnaz teknikler kullanmaktan kaçınmadıklannı da belirtti. Anlattığına göre ülkenin çok satışlı gazetelerinden bıri geçen ay bir araba vereceğini duyurmuş. Arabaya sahip olabilmek için gazetenın 8 gün boyunca yayımladığı ipuçlu kuponlarla bir plakanın deşifre edilmesi bekleniyormuş. Ondan sonra araba belirtılen birtarihte bütün gün yollarda gezecek, plakayı doğru tahmin ederek arabayı ilk gören ve koponlan oyunun gereği olarak o gün üzennde taşıması gereken şanslı bir yaya arabanın sahıbi olacakmış. Katıla katıla gülmeye ba^ladığımda neden güldüğümü sordu. "Promosyon" dedim. aynen Türkçe telaffuzuyla. Şoför soracak gıbi oldu ancak radyoda müthiş bır balad başladı ve seslerimizi Vesmeyi aynı anda düşündük. Ulaşıma lamalı destek Motoriu taşıtlann neden olduğu bin bir türiü dertlc başa çıkamayan insanoğlu yine kadimdostu hayvanlara sığınma yolunu seçti. Kanada'da sayılan ghtikçe artanö/el çiftliklerde eğitilen lamalar. atlara kryasla çok daha I'a/Ja olan davanıklılıklanyla Kuzej Amerika caddelerinde kamyonetleri sollamaya başladılar bile. Uzak ülkeleri anlatmak... STOCKHOLM GÜRHAN UÇKAN Bazen kolay olmuyor pazar günkü dünyanıza Stockholm'ü sokmak. Güçleşiyor kavram farklı- lıklannı, koşullann aynlı- ğını yazmak. Şu anda TRT- INT, önemli bir maç yayın- lar gibi kaçınlan Avrasya gemisindeki gelişmeleri canlı olarak izlemekte. Ge- mi kaçıranlar için "diraıiş- çiler,eylemciler'' gibi özen- le seçılmış adlar kullanıl- makta. CNN, BBC World Service sokakta "terörist" başhğını kullanan gazetc- leri yakan güruhu gösterdi: bır de Boğaz'daki tepeler- de Çeçen bayraklan salla- yarak slogan atanlan. Siz bu satırlan pazar gü- nü okurken olay şu ya da bu şekilde sonuçlanmış olacak. Fanatik insanlar- dan her şey beklenebilir. Adını ağzından eksik et- medikleri Allah uğruna, gemideki 200 masum in- sanı havaya uçurmuş da olabilirler. Türkiye, bir kez daha hiç istemedığimiz bir şekilde dünya kamuoyu- nun odak noktası duru- munda. Sizlere bu pazar daha zevkli şeylerden söz etmek isterdim. Sevdiğim bir şi- irden alıntı yaparak yetmiş küsur yaşındaki Ingmar Bergman'ın nasıl tiyatro yönetmenliği yaptığını, Orhan Pamuk fırtınasının kitapseverleri kasıp kavur- dugunu anlatmak isterdim. Ama olmadı; araya tatsız şeyler girdi, girmekte. 10 gündür, Türkiye'ye iade edilen ıki Kürt ailesinin aç- tığı tartışmalan izliyoruz. Bir büyük gazetenin bir sa- yısında, üç-dört sayfa Tür- kiye'nin doğusunun nasıl bir cehennem olduğuna aynlmıştı. Daha sonraki sayfalarda ise Türkiye'nin önümüzdeki yaz en iyi ta- til ülkesı olacağından söz ediliyordu, çeşitli beldele- rimiz övülüyordu. Gazete- ci olarak görevimiz, her ikısıni de sizlere iletmekti. Öyle de yaptık. Aynı ikile- mi bir kez de Türk polisi konusunda yaşadık. Gen- cecik insan, onurlu gaze- teci Metin Göktepe'nin hunharca öldürülmesi ga- zetemizin bırinci sayfasın- da günlerce yer alırken yurda tade edilen mülteci- lere Esenboğa polisince çok iyi davranılmasının burada yarattığı olumlu tepkiyı olduğu gibi yazma görevimizi de yerine getir- dik. Şu anda Isveç kamuoyu, mülteci politikasının gide- rek tnsan Haklan Evrensel Bildirisi'neaykın birduru- ma düşüp düşmediğini tar- tışıyor. Kimine göre katıla- şan politika yüzünden ger- çek politik mültecilerin sı- ğınma hakkı çiğnenmekte ve insanlar "işkencenin günlük vaşama dahil oldu- ğu, insanlann güpegündûz ka> bolduklan"ülkelere göndenlmekteler. Bazılan ise aynen geçen hafta sınır dışı edilen Kürt aileler gi- bi ekonomık nedenlerle sı- ğınma girişiminde bulu- nanlar yüzünden gerçek mültecilerin güç duruma düştüklerini savunuyorlar. Tartışma ne olursa olsun, 6 yaşının 5"ini Isveç'te ge- çirmiş olan ve yalnızca ls- veçceyi anadili gibi konu- şan çocuğa neden ansızın Diyarbakır gibi hiçbir ya- kınlığı olmayan bir kente gönderildiğini anlatmaya yetmez. Sakallı, sanklı yo- bazlar sokaklarda haykıra- rak dolaşıp gazeteleri ya- karlarken, görevi başında- ki gazeteci başına kazma sapı vurularak öldürülür- ken, lsveç televızyonunda defalarca görüşü alınan çok iyi tanıttığımız bir şo- venist Kürd'ün ekmeğine yağ sürülmüş olur... Diş düşmanımız çok, ama, bel- ki de en büyük düşmanı- mız içimizdekiler... Ağla, sevgili memleket ağla benimle birlikteBır ülkeye uzaktan bakmanın yararlan vardır. Aynntıları görmezsıniz: genel gıdışin önemli unsurlarını görürsünüz. Trendi yakalarsınız: eğrilerle doğrular bırbirinden daha kolay aynlır. Ama kimi zaman aynntılarda gizli kalan gerçeği gözdcn kaçırma tehlıkesi de vardır. Bu nedenle de hep uzaktan bakmak, hep genelle yetinmek doğru olmaz. Olanak varsa bir zaman için av nntılann içine girmek. aynntılarda kaybolmak. aynntılann tadını ve hüznünü yaşamak, kokusunu ve korkusunu duymak ıvıdır. Bu umutla ve bu niyetle dolaştım Ankara'nın, İstanbul'un sokaklannda. Lodos İstanbul'un ha\3sını temızlemışti. Sonsuz bir koşuşturma içindeydi insanlar. Akdenizlinin tipik telaşından daha fazla bir şeyler vardı bu koşuşnırmanın içinde. Yılbaşından bır gün önce öğle saatlerinde Ankara'da Selanık caddcsindeki üst geçittc durdum ve iğne atsa yere düşmez kalabalığa baktım. Trafiğe kapalı caddede insanlar tek bir canlı organızma gıbi uzayıp kısalıyor. sanki hepsi birden aynı anda nefes alıyor. aynı anda veriyor gibiydiler. Sonra indim bu canlı. kıpırdayan vücudun ıçine girdim. Omuz omuza, dirsek dirseğe bir alışvenş telaşındaydı insanlar. Onlarla birlikte ben de istediğım >a da istemediğim köşelere savruldum. Mağazalara girdim çıktım; fiv atlara baktım, yüzümü buruşrurdum, fiyatlara baktım. ehmı çektim dokunduğum eşyalardan. Onlar da öyle yapıyorlardı. tletişim yayınevınden dört kitap aldım, yaklaşık iki milyon TL ödedim. Daha çok sokaklardaki işportacılara rağbet ettiğini cördüm insanlanmızın. işportacılara alıcı gözle baktım; ESSEN çoğunlugu kravatlı memur tipli vatandaşlar ya da gençlerdi. Ucuz ama kalitesiz mallar satıyorlardı. L'zun kuyruklar gördüm Milli Piyango satıcılanmn önünde. Umut alıp umut satıyorlardı. Dövizini \n\% çıkışını ilgiyle izleyen insanlar gördüm, ellennde on marklan, yirmi dolarlan vardı. Döviz gişeleri elli dolardan elli marktan aşağısını bozmuyordu. Refah şokunun dövizleri atağa geçireceğini biliyorlar, bir umut döviz almak istiyorlardı, ama ceplerindekı harcama dışı tutmak için bin takla attıklan Türk parası vermiyordu bu fırsattan yararlanmaya. Öfkeli insanlar da gördüm; öfkelerini birbirlerinden çıkanyorlardı. ama daha çok boşvermişlık ağır basıyordu. "İnceldiği yerden kupacak nasıl olsa" diyorlardı. Gazetelerdekı siyası yorumlara gülüyorlardı. Özellikle de seçmenin verdiğı mesaj lafı kahkahalara boğuyordu onlan. "Biz mesaj falan vermedik kardeşim dhordu biri, biz bir partiye oy vvrdik. bir başkası bir başka partiye. Ayn nedenlerie, ayn gerekçelerie verdik oylanmızı, Ahmet'in oyu Ue ondan tümüyle değişik düşünen Mehmet'in o>n nasıl bir araya gelip de mesaj oluyormuş" diyorlardı. Bir kör dövüşü gidiyordu yukarda. Politikaya ilginin arttığını gördüm. Yalnız oy verme oranının yüksekJiği ile değil, sokaktaki konuşmalarda da hissettım bu ılgiyi. Ama ne yazık, alternatiflerin darlığı artık göze görünmüyordu. Seçme şansının gerçekte benzerler arasında dolaştığı anlaşılmiyordu. Aydınlarla konuştum; çoğunlugu liberallikten bile uzaklaşma yolundaydı. Halkın kesinlikle uzak durduğu söylemlerle kendilerini avutuyorlardı. Hem ruhlannı rahatlatmanın hem zamanın "çağnsına" uymanın yollannı anyorlardı. Rakamlann gösterdiği gelecekle değil, kendilerine umut gibi görünen teorileştiriimiş kehanetlerle akıllannı bozmuşlardı. Halk nasıl medyumlara koşuyorsa, onlar da Alvin Tofler'e koşuyorlardı. Gazete, dergi bürolannı gezdim; toplumdaki karmaşa oralara da yansımıştı. Fanteziler birbirini izlerken suni gündem yaratma, yönlendirme merakı almış başını gidiyordu. Batılı gibi yaşamanın en kolay "yollan" televizyon kanallannda boy göstenyor, ama içinde bir tuhaf alaturkahk ince ince sıntıyordu. Seçim sonuçlannı izledim bütün kanallarda, her bıri ayn havadan çalıyor, rakamlarla jonglörlük yapıyordu haber spikerleri. Son gözlemimi Ankara Esenboğa'dan çıkarken yaptım: Yerleri süpüren genç delikanlı ile konuştum. Iki buçuk milyon lira alıyordu. Nasıl geçindiğini sordum. Güldü. "Sekiz saat burada cahşttktan sonra eve gitmivorum. işportacılık \apiyorum. Geçinebildiğinıi kün söylediki''dedi. Uçakta memnun ve mutlu insanlar, sıkıntılı ve mutsuz insanlar gördüm. Havadan Istanbul'a bakarken "Ağla sevgili memleket, dedim kendi kendime, gülme, telev izyonlarda göbek atma, değil her şey güllük gülüstanlık işte. bunu kabul et ve ağla benimle birlikte ne olur!" îçinizde veya çevrenizde ülkemiz için çalışma potansiyelinin varlığıru hissediyorsunuz, ama nastl ve nereye yönlenaireceğinizden emin değılsiniz. ÇAĞDAŞ YAŞAMI DESTEKLEME DERNEĞÎ'ni aramanız, yaşamınızda yeni bir ışık yaratabüir. Tel.: 275 50 82 YURULDUK EY HALKJMu unutma bizif> Uğur MUMCU KİTAP/KASET Beste Fikret KIZILOK um:ag UĞUR MUMCU ARAŞTIRMACI GAZETECILİK VAKFI ATATÜRK BULVARI 125/6 BAKANLIKLAR ANKARA Tel: (312) 417 47 62-417 77 20
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear