14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 11 MAYIS 1995 PERŞEMBE 10 DÎZÎYAZI Bilimdeîslam Rönesansı"Kitaplar, kitapiardanya- pütr." Umberto Eco Kitap, yüzyıllar boyunca. bilimin koruyucu kabuğu olagelmiştir. Modern anlamıyla tarih bile, yazının bulunuşuyla başlar. Ne ki tarih öncesi, ya- zmın henüz bilinmediği dö- nemlerde, kimi resim ya da benzeri simgesel dizgeler kullanılmıştı sahip olvnan bilgi ve görgülerin korunup gelecek kuşaklara aktanlma- sı amacıyla. Hatta mağara duvarlanna, av hayvanlannın dış görünüşleriyle birlikte, anatomik ve fizyolojik özel- liklerinin de gerçekçi oran- larla çizılmesi bu bağlamda değerlendirilebilir. Aslında bir Çin buluşuy- du kâğıt ve t.Ö. 3000'lerden beri biiinirdi. Batfda ise par- şömen ya da deri tabakalar kullanılırdı. Ne ki çok yer kapladıklan, rulo biçimde kıvnlıp ancak açılarak oku- nabildikleri için pek kulla- nışlı sayılmazlardı. Bu ne- denle günlük hayata mal ol- mamış, ancak sanatçı ve bil- ginlerin uğraş alanı içinde sı- kışıp kalmışlardı. Hıristiyanlıgın etkisi ne- deniyle, 'karanuk' olarak ni- telenen ortaçağda; parşö- menden birbirine eş boyut- larda levhalar kesilip kenar- lanndan delinerek ıpgeçiril- mesiyle bugünküne çok ben- zer kitaplar elde edildi. Yine de uzun metinler için birden çok cilt gerekiyordu. Üste- lik. henüz baskı teknikleri de gelişemediğinden elle çoğal- tılıyordu. Işte bu nedenlerle ortaçağda. bu kez de kilise ve özellikle manastırlara hapsolmuştu kitap. Hem bu- ralardaki rahip ve çömezle- rin bolca zamanı vardı kitap- lan elle çoğaltıp resimlemek için hem de zaten Avrupa'da yalnızca kilise ilgileniyordu ÖNÜM, ARKAM, SAGIM, SOLUM Doç. Dr. ÇAĞLAR TUNCAY Umberto Eco'nun 'Gülün Adı' romanında adı geçen ve birçok insanın ölmesine yol açan 'Yasak Kitap'ın önemli bir özel- liği de, yazarın kitabın orta yerinde belirttiği gibi Müslüman Türk illerinden gelen, keten yapraklı bir kitap olmasıydı. • Kuran'da belirtildiği üzere; Allah, bu dünyayı 'yaz'm\ştL Onu 'okumak', yani ilim yoluyla Allah'ı tanımak, kulların işiydi... "İlim, Çin'de bile olsa, git al!" buyruğuna uyarak Müslüman bilimciler, önce kendilerinden önceki kültürü özümsemiş, sonra da yeni atılımlara girişmişlerdi. • Bir yanda, Arapça gibi bir dünya dili; bir yanda keten yapraklı kitap gibi çabuk üretilip kolaylıkla kullanılabilecek bir iletişim aracı, bilimin hızla yaygınlaşmasına yol açtı. Ne var ki eski uygarlıklardan, kimi hastalıklar da devralındı. En garip talihsizlik, Platon ve Aristo'ya duyulan aşırı saygı oldu. yûk eseri 'Hindistan'da ol- duğu gibi gezilen ülkenin sadece fıziksel özelliklerini anlatmakla kalmayıp ülke insanlannın toplumsal sis- tem, dinsel inançlar ve bi- limsel konumunu onsekizci yüzyıla dek eşi görülemeye- cek bir tutumla yansıtmala- nyla yeni bir çiğir açılck. 'Her şey bilimdedir' Öte yandan, iklimin, hij- yenin ve perhizin sağlık üs- tûndeki etkileri tıbba kazan- dınldı. Bu dönem doktorla- nnın hem saygınlıklan hem de entelektüel düzeyleri çok yûksekti. tbn Razi ve Ibn Si- na gibi büyük Îslam doktor- lannın bilgi alanlan, astro- nomiden botanik ve kimya- ya dek birçok bilim dalını kapsıyordu. Zaten, hemen hemen tüm Îslam bilimcile- ri birer pratisyen doktordu. Daha da fazlası; hemen hep- si de tipkı çok daha sonrala- n Batfda Rönesans'la bir- likte ortaya çıkacak olan Le- onardo da Vınci örneği, ça- ğın tüm bilgısini özümsemiş birer evrensel bilgeydi. Za- ten bu dönemin, 'Îslam Rö- nesansı' ya da 'tslamm Alün Çağı' olarak adlandınlması- nın bir nedeni de bu olağa- nüstü gerçeklikte yatar. kitaplarla. Böyle bir ortaçağ manastınnı anlatanbirroman, geçen yıllarda pek ün- lenmişti. ttalyanyazar Umberto Eco'nun 'Gülün AdT adlı bu romanı, sınemaya da uyarlanmıştı hatta... Keten yapraklı kitap lşte bu romanda, manastırdaki gizem- li cinayetler dizisini aydınlatmaya gelen bir keşişin başından geçenleranlatılır. Sonunda açığa çıkar ki bıri dışında tüm ölümlerden bir kitap sorumludur!.. Herkes tarafından okunması ıstenme- diği için her sayfasınm alt köşesine zehir sürülmüş olan bu kitabın, yapraklannı çevirmek üzere parmağını diliyle ıslatan okuyucu, ölmeye yazgılıdır... Bu yasak kitabın bir başka özelliği de manastır kitaplığındaki diğer birçok ki- tabın tersine, parşömenden değil, keten- den yapılma yapraklan olmasıydı. Söz konusu romanın, orta bölümlerinden bi- rinde anlatılır ki Doğu'daki Müslüman Türk illerinden gelen böylesi keten yap- raklı kitaplar büyük şaşkınlık ve hayran- lık uyandırmıştır manastırda. Gerçekten de son derece önemli bir buluştur, keten yapraklı kitap. Çünkü yapraklan ince olduğu için fazla yer tut- maz ve uzun metinler bile tek bir cilde sığdınlabilir. Keten yapraklı kitabın, Hazar Deni- zi'nin doğusundaki Semerkant. Taşkent ve Buhara bölgesinde bulunup geliştiril- mesine pek şaşmamak gerekir aslında. Çünkü bu bölge, f.Ö. 1500'den beri, ge- nel kültüre özellikle matematik, fızik ve kimya dallannda; pusula, barut ve baskı makinesiyle büyük katkılarda bulunmuş olan Çin ve Hint kültürleriyle çoktandır alışveriş halindeydi. IsJam ve bilim "f - Cstelik buralan yurt edinen Türk boy- lan binli yıllardan beri Müslümandı. Müslümanlıksa; özellikle Hz. Muham- med'in ölümünden hemen sonra bir dün- ya dini haline gelmişti. Müslümanlar için ilim, Allah'ın yarattığı dünyayı dolayı- sıyla Allah'ı tanıma yolu, yani bir ibadet biçimiydi. "Bana bir harf öğretecek olanın, kırk yıl kölesi olunım." Hz.AH Kutsal kitap Kuran'da belirtildiği üze- re; Allah, bu dünyayı 'yaz'mıştı. Onu 'okumak', yani ilim yoluyla Allah'ı ta- nımak. kullann yükümlülüğündeydi... a İHm, Çin'de büe oba, git al!" buyru- ğuna uyarak Müslüman bilimciler, önce kendilerinden önceki kültürü özümse- miş, sonra da yeni atılımlara girişmişler- di.Aslında Müslümanlar, zaten medeni- yetin yabancısı degillerdi; kendi kurduk- lan kentler vardı. Tskenderiye, Antakya, Şam gibi eski kentler de yeniden canlan- mış: birçok yerde Kahire, Bagdat ve Kor- doba gibi aynı tarzda yeni kentler inşa edilmişti. Aynca; Îslam kentleri, Roma Imparatorlugu'ndaki durumun tersine, dünyadan kopuk değildi. îslam. Asya ve büyük saptırmalan olan astroloji ve sim- ya da bu dönemde ılgi gördü hem de Müslüman bilginlenn en büyüklerinden olan El-Kindi, Ibn Razi ve tbn Sina tara- fından açıkça yadsınmış olmalanna kar- şın. Yine de bu hastalıklar; on yedi ve on sekizinci yüzyıllarda, Batı'nın bilimsel ve teknolojik patlamasına yol açacak çe- lik. ipek, kâgıt ve porselen gibi temel malzemelerin geliştırilmesine engel ola- madı. Yöneticilerdebilimidestekliyordu. Îs- lam doktor ve astronomlan. deney ve gözlemlerini, sarayın ve zenginlerin ko- ruyuculuğunda yürütebildiler. Yine de tümüyle özgür ve rahat bir çalışma orta- mına sahip olmadıklan gibi can güven- Avrupa biliminin odak noktası olmuştu. Eski uygarhklann boy attıgı Pers, Yu- nan, Yahudi, Suriye topraklanndan ve hatta daha uzaklardan gelen bilginlenn Bağdat'ta toplanması üzerine; dönemin halifesi yeni başkent Bağdat'ta bir tercü- me bürosu (Dar El Hikhma) kurdurup aralannda Aristo da olmak üzere eski bil- ginlenn kitaplannı Arapçaya çevirtti. Bir yanda, Arapça gibi bir dünya dili; bir yanda keten yapraklı kitap gibi çabuk üretilip kolaylıkla kullanılabilecek bir iletişim aracı, bilimin hızla yaygınlaşma- sına yol açtı. Ne var ki eski uygarlıklar- dan, kimi hastalıklar da devralındı. En garip talihsizlik. özellikle Platon ve Aris- to'ya duyulan aşın saygı oldu. Bilimin ilk likleri bile yoktu; sıyasal çalkantılar yü- zünden o kentten öbürüne savrulup du- ruyorlardı. Örneğin Ibn Sina, Hamadan kentinde, başını isteyen isyancılann elin- den, deli taklidi yaparak güçlükle kur- tulmuştu... Önemli bir buluş: Srfır Gökbilime duyulan ilgi, matematiğe ilginin yeniden artmasına hem geometri hem de hesabın geliştirilmesine neden oldu. Büyük ölçüde Babil ve Hint etki- siyle onluk sayı sistemi yürürlüğe kona- rak aritmetik. sıradan insanlann bile kav- rayabileceği yalınhk düzeyine getirildi. Burada çarpıcı olan; sıfir rakamının or- taya çıkışıydı. Diğerrakamlar, hatta son- suz bile Babil-Sümer uygarlıklanndan beri biliniyordu. ama sıfınn keşfi, bu dö- nemde Müslüman matematikçilere na- sipoldu. Aynca; bilinmeyen niceiiklerin hesaplanmasında kullanılan cebir, El- Harizmi'nin 'Hesab el-Cebir' adlı kita- bıyla insanlık hizmerine sunuldu. Bilindiği üzere, 'cebir' sözcüğü Arap- çada 'zor'anlamına gelir. Batfda, Röne- sans'tan sonra ortaya çıkan 'Calculus' hesabı da sanki bu deyime atıfta bulun- mak amacıyla sadece 'çakıltaşf anlamı- na değil,'böbrektaşı'anlamına da gelir... Yine bu dönemde, hem astronomide hem haritacılıkta büyük önemi olan, tri- gonometride büyük gelişmeler sağlandı. • Ibn Razi ve Ibn Sina gibi büyük Islam doktorlannın bilgi alanları, astronomiden botanik ve kimyaya dek birçok bilim dalını kapsıyordu. Hemen hemen tüm Islam bilimcileri, çağın tüm bilgisini özümsemiş birer evrensel bilgeydi. Zaten bu dönemin, 'Islamın Altın Çağı' olarak adlandırılmasının bir nedeni de bu olağanüstü gerçeklikte yatar. Aritmetik, nasıl sayılar arasındaki ilişki- lerin matematiği ise trigonometri de açı- lar arasındaki ilişkilerin matematiğidir... Böylesine gelişen matematikle birlik- te, gök gözlemleri. özellikle bugün Urfa ilimiz sınırlan içindeki, dünyanın ilk üni- versitelerinin kurulduğu kent olan Har- ran'daki gözlemevinde sürdürüldü. Böy- lece, Rönesans astronomlanna ve sonra Brahe. Kepkr ve Nevvton'a dek birçok bilimciye kesintisiz veri ulaştınlmasmda, yeri doldunılamaz son derece büyük bir işlev üstlenildi. Coğrafya alanında ise E\- Mesudi gibi bilge gezginlerin Rusya'ya, Orta Afrika'ya, Hindistan'a ve Çin'e gi- dip gezilerinin düzenli ve rasyonel ra- porlannı yazmalan; EJ-Be>Tuni'nin bü- "Kendini bilimlerle donat ve ditelt. Bilimden başka şeylerin hepsini bıruk. Bilimde her şey vardır. Her şey bilimdedir. tnsanın ruhu kandil, bilim onun aydın- lığıve Tannsal bilgelik de kandilin yağı gibi- dir. Buyanar ve ışıksaçarsa, o zaman sana diri denilir. O zaman sen dirisin. Yanmazvekaranhkkalırsa, ozaman sen de ölüsün." tbn Sina Parlayışı izleyen çöküş Optik bilimi de olasılıkla çöllerde sık rastlanan göz hastahklannın araştınlma- sı sırasında kurulup geliştirildi. Yaşlıla- nn büyültme ve okuma amaçlanyla kris- tal ya da cam mercekler kullanmalan dü- şüncesi, bu dönemde ileri sürüldü. Geri- ye sadece bu mercekleri çerçevelere yer- leştirip gözlük yapmak kalmıştı. Mısır ve Babil uygarlıklannda derin kökler salmış kimyanın, bilimsel temel- lere oturtulması da bu dönemin bir baş- ka başansıdır. Özellikle, damıtma işlemlerinde kulla- nılan imbiğin geliştirilmesi ile esans el- de edilmesi mümkün oldu. Müslümanlık yasaklamamış olsaydı alkolün damıtıl- ması da gerçekleşebilecekti. Soda, şap. demirsülfat, güherçile ve diğer tuzlar ilk kez büyük miktarlarda üretilip özellikle tekstil endüstrisinde kullanıldı. Her parlayış dönemini izleyen çöküş- ten, Islam uygarlığı da kaçınamadı. Cen- giz Han'ın Moğol birliğini sağlamasıyla stepkrden inen işgalci akınlar yoğunlaş- tı. Bu akınlar, çöküşün tek nedeni olamaz kuşkusuz. Ama birçok bilgin, aileleri ile birlikte batıya, Anadolu'ya göçmeye baş- lamışlardı. lşte bu dönemde Anadolu'da ortaya çı- kan Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Ahi Ev- rangibi bilgeleri aynı gelenek süreci için- de değerlendirmek gerekir. Onlar ki önce Selçuklulann sonra da Osmanlılann, toplumsal düşün platfor- munu oluşturup kültürel kimlik ve yaşamlannın biçimlenmesinde belir- leyici rol oynacaklardı... Yann: Kimya Çanakkale köprüsü ve gerçelderİSMAİL ERTEN Mimar Çanakkale'ye köprü yapılma düşüncesi 1970'li yıllarda ortaya atılmış, 1980'li yıllarda söylem ola- rak alevlenmiş, 199O'lı yıllarda ise gündeme otur- tulmuştur O günden bu yana Çanakkale, siyasi çev- relerin en önemli oy potansiyeli haline dönüşmüş- tür. Hele 1991 seçimlerindeseçilenmilletvekilleri- nin en büyük amacı haline gelmiştir. Bu kadar çok tartışılan ve baş koyulan bu proje, 1993 yılında ya- tınm programına alınarak, Karayollan Genel Mü- dürlüğü tarafından projesi tngiliz Brown Beach an Assocater ile Türk Botek firmalanna 350 bin dola- ra hazırlatılmıştır. Firmalar, araştırmalannı 3 geçiş noktası üzerin- den başlatmışlar, en kuzeydeki geçişin 2100 metre, ortadaki geçişin 1700 metre, en güneydeki geçişin 1450 metre olması ve düz bir mantıkla en iyi geçi- şin en dar geçiş olduğu gerekçesine dayanarak, en güneydeki alternatifi tercih etmişlerdir. 1994 yaz so- nunda proje çalışmalannı bitiren firmalar, Karayol- lan Genel Müdürlüğü'ne projeleri teslim etmişler- dir. tşte tam bu aşamada köprünün Kilithabir Kalesi ile Çimenlik Kalesi arasma kurulacağını sezen ba- • Eğer köprü mevcut projeyle gerçekleşirse "Vay Çanakkale'nin haline" demekten insan kendini alamıyor. Çünkü; bu geçiş, Gelibolu Milli Parkı'nı bıçakla keser gibi yanp geçecektir. Oluşacak baskılar, kaçak yapı, yol kenan rant tesisleri vb. yapılaşma milli parkı tahrip edecektir. Çanakkale'nin kent merkezine bırakılacağı projesinde açıkça görülen otoyollar ve araç trafiği, bu kentin tam bir keşmekeşe dönüşmesine yol açacaktır. zı duyarlı kişi ve kurumlar; buradan yapılacak bir geçişin doğaya, tarihe, kültüre ve kente geri dönül- mez tahripler getireceğini dile getirirler. Yerel ve ulusal düzeydeki bu duyarlılık, siyasi ve idari çev- reler arasında öfkeyle karşılanır. Hatta hiçbir şekil- de muhatap almadıklannı dile getirirler. 1995"in ilk aylannda geçiş güzergâhı kesinleşti- rilen köprü için 20'ye yakın firmaya teklif vermek ve yap-işlet-devret modeliyle ihaleye katılmak üze- re çağn çıkartılır. Bu çağnda firmalardan önerilerini 25 nisana ka- dar sunmalan istenir. Şimdi merakla beklenen bu firmalar, bu köprüyü kaç yılda yaparak işletmeye alacaklar ve kaç yıl işlettikten sonra devlete devTe- deceklerdir? Söylenene bakılırsa önerilerin değer- lendirilmesi ve gerekli hazırlıklann tamamlanması süreci en geç Ağustos 1995'te bitecek ve köprünün yapımına başlanabilecekmiş. Eğer bu proje gerçekleşirse "Vay Çanakkale'nin haline"demekten insan kendini alamıyor. Çünkü; - Bu geçiş, Gelibolu Milli Parkı'nı bıçakla ke- ser gibi yanp geçecektir. - Oluşacak baskılar, kaçak yapı, yol kenan rant tesisleri vb. yapılaşma milli parkı tahrip edecektir. - Köprünün her iki ayağının bulunduğu yer- deki ünlü Fatih kaieleri ve tabyaları tahrip ola- cak, köprünün gölgesi üzerlerine düşecektir. - Kültürel ve sivil mimarlık örnekleri hâlâ yaşa- yan Kilitbahir Köyü ile Çanakkale tarihi kent çekır- deği. artan spekülasyon ve rant baskılanyla kimlik- sizleşecektir. - Çanakkale'nin kent merkezine bırakılacağı projesinde açıkça görülen otoyollar ve araç tra- fiği, bu kentin tam bir keşmekeşe dönüşmesine yol açacaktır. - Çanakkale'nin Izmir ve Bursa yol güzergâhın- da bulunan çok önemli arkeolojik (Tnıva gibi) ve doğal güzelliğe sahip orman alanlan yolun getire- ceği arsa spekülasyonu ve rant sonucu oluşacak ya- pılaşma ile tahrip olacaktır. - Oluşacak göç ve yağma anlayışı, Çanakkale kültür kimliğini yok edecek, sosyal ve toplumsal bozulmalar yaşanacaktır. - Tek çözüm karayolu anlayışı yine dükalığını sürdürecek. karayoluna bağımlılık artacak ve in- sanlar denizden uzaklaştınlacaktır. Bu tür sakıncalan daha da uzatmak olasıdır. Fa- kat şunu açıklıkla ortaya koymak gerekiyor Bu köp- rünün ilk yasal adımının atıldığı 1993 yılında baş- layan ve 1994 yılında zirveye ulaşan arsa spekülas- yonu, özellikle Gelibolu Yanmadasfda ve Çanak- kale'nin güney sahillerinde çok yoğun olarak yaşan- mışör. Şu anda bu arsalar 5. el değişimı yapmakta- dırlar ve bölgemizde arsa simsarlannın cirit attığı- nı bizzat görmekteyiz. Sürecek ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Kuzuların Sessizliği... Bu "Ankara Notları"n\ yazacağım sırada, bir koyun meliyordu. Az sonra meleme kesildi! Pencereye bak- tım, koyunun ayağındaki ipleri topluyordu bir adam. Biri bayan, birkaç kişi ayakta, kurbana bakıyorlardı. Çocukluğumda, bayramları köye, Hatice ya da Fa- dime halama giderdik. Hatice halamın koyunlan, ku- zulan, oğlaklan vardı. Küçük kardeşim Nazmiye, oğ- laklan çok severdi. Oğlağa "botçon" derdik, ne de- mekse! Onlardan aynlmak bir sorun olurdu. (Çankaya'da, kesilen koyun iple ağaca asılmıştı, derisi yüzülüyordu, pencereden aörüyordum artık.) Hiç unutmam, Hadim ılçesıne, fetanbul'dan bir köy- lümüz gelmişti; yıllarca Istanbul'da kalmış. Neden sonra doğup büyüdüğü yerleri özlemiş gelmişti. Me- mur giyimliydi. flginç bir yani, kasap dükkânlannın önünden geçemiyor, oraya gelince yolunu degiştiri- yordu. - Nasıl olur, ayaklanndan asılmış koyunlan böyte sergilersiniz? diyordu. Herkes ona gülüyor, dediklerinden bir şeycikler an- lamıyordu. Çok kalmadı, gitti. Belki de gelip gelece- ğine pişman oldu! Almanya'da Berlin'de dolaşırken, aylardan oruç ayıydı. Arkadaşlara sordum: - Geceleri davul ne çalınıyor mu? - Yok öyle şey! yanıtını verdiler. Burada, herkesi ra- hatsız edecek bir şey yapamazsın. Cezası var. Ezan da, caminin dışına ses yükseltirle (hopariöhe) yayıl- maz... Almanya'daki işçiler, kurban keserken oldukça zor- lanıyorlarmış. Açıkta kesemiyorsunuz, Çankaya'da olduğu gibi. Böyle bir kurban kesimini, Alman "Stern" dergisi, diline dolamış. Emeklı elçi dostum Sacit So- mel anlattı Stern'de çıkan resimle yazıyı. Şöyle dedi: - Kollannı sıvamış, takkeli bir adam, hayvanın göz- leri kaymış, yerde yatıyor. Yerfer kanlar içerisinde. Resmin üzerinde şu yazılar (Türkçe, Türklerden öğ- renmişler): "Türk", "Barbar", "Orospu" sözcükleri, ke- çe kalemle yazılmıştı... Almanlar, Türklerin böyle ortalıkta koyunlan, dana- ları boğazladıklannı görünce, yetkililere başvurmuş- lar. Türkler artık açıkta koyun, kuzu kesemez olmuş- lar. Bu kez, ne yapsınlar? Kurbanlannı evin banyosun- da, tuvaletinde, balkonunda kesmeye başlamışlar. Ondan da apartmanlarda oturan komşularyakınmış- lar: - Bizim üstkatta oturanlar hayvan boğazlıyortari di- ye. Yine Sacit Somel söylüyordu, şöyle diyordu: - Sabahlan koyunların "meee.." diye seslerini işit- tikçe içimız parçalanıyordu! Bu denli ilkel yöntemler- le kesiyorlar. Biz hep düşünüyoruz; Bati 'da, hiç olmaz- sa hayvanı uyutuyoriar, bilmem ne yapıyorlar. Ne //- kellik bu! Sonra da Müslümanlık memametinden fî- lan bahsederter. Bizim Bilkent'te öûretim üyesi olan küçük oğlumuz -adı Selçuk Akşin Somel - böyle bir kurban kesimini görmüş, o günden beri ağzına et koymadı! Yine Almanya'dan bir anı: Almanya'da yaşayan res- samlarımızdan Aydın Karahasan anlatmıştı. Aydın Karahasan, ressamlığı yanında bir zamanlar, çeyir- menlik de yapmış. O anlattı: Almanya'da yaşayan iş- çilerden birini, bir gece evine giderken, birkaç Alman sıkıştırmış, dövmek istemişler. Türk işçi, kendini sa- vunmak için, yanında taşıdığı kocaman birbıçağı çek- miş; sıkıştıranlar kaçmışlar, ancak olay yerine polis geldiğinden, bizim işçi bıçağı ile birlikte yakalanmış. Kaçanlar da bulunmuş olmalı, onlar. "Bu bize bıçak çektı!" demişler. Yargıç, Türk işçiye sormuş: - Böyle bıçak taşımanın suç olduğunu bilmiyormu- sun? - Efendim, ben bu bıçağı kasaptan et alırken, ka- sap başka bıçakla kesmesin diye taşıyorum. Kasaba veriyorum bunu, "Benim bıçakla kes!" diyorum, o da bununla kesip etimi veriyor. Yargıç, kasabın tanıklığına başvurmuş: - Doğru mu anlattıklan işçinin? diye. Kasap: - Evet efendim, doğrudur! demiş. Yargıç, işçiye: - 6u kez sana ceza vermiyorum. Ama, bir daha bu bıçakla gelirsen, atarım içeri! diye ögüt verip bırak- mış... Geçenlerde Diyanet işleri'nden kaynaklanmış bir haber vardı. Diyanet, "Kurbanda hayvanlara eziyet edilmesin, kesilecek hayvan uyutulsun!" mu ne diyor- muş. Bu tartışmalıymış. Batfda, ABD'de elektrik şo~ kuyla domuzlar bayıltılıp, ondan sonra kesiliyor. Bir de domuza pis deıier; hayvanlar içinde pisliği- nin üzerine oturmayan tek hayvanmış domuz. Ge- çenlerde BBC'de uzgöreçte (TV'de) izledim, konuş- macı domuzların çok zeki olduklannı söylüyor, "Fui- bol oynayabilirler!" diyordu. Domuzlar, sirklefde en ye- tenekli hayvanlar arasında sayılırlarmış... Hacca gidenlerin, kurbanlarını Türkiye'de -bir yeri- ne iki tane- keserek, yoksul halka vermelerini söyle- yen bilgin Hamdi Kasapoğlu'nun görüşlerini yazdım, kimseden çıt çıkmadı. Hacda da, türlü rezillikler döndüğünü kimse açık- lamıyor. Hacca, eşi ile baldızını götüren bir yurttaş, on- lan bir taksiye bindirmiş, "Şeytan Taşlama"ya gide- cekler. Şoför bir ara arabayı durdurmuş, hacı adayı- na''Arabayı birazitermisin?" demiş. O inincede gaz- layıp kansını, baldızını kaçırmış. On beş gün sonra da getirip bir yere bırakmış. Arap bu, dinler mi? Kim ki- me ne anlatabilir? Kurban, ölüm cezalanyla da yakından ilgilidir. Müs- lüman ülketer içinde hiç ölüm cezasını kaldıran var mı? Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin Inan, faşizmin kurbanlanydılar. (Bir koyun daha dışanda meliyordu!) BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAGA: XI Halk edebiyatı şiir türlerinden bi- ri. 2/Zekâ genliği- nin ileri şekli... Içi- ne başka bir sıvı kanşhnlmamış ıç- ki.3/Hukuksaliş- lemlerdeki sakat- lık... Bir nota. 4/ Peygamberleri Hud'u dinleme- diklen için Tann tarafından yok edilenkavim... Kı- nk kemikleri bir 9 arada tutmak ama- cıyla kullanılan tahta gibi düz nesne. 5/ Su... Kuyruksoku- mu kemiğı... Eski Mısır'da güneş tannsı. 6/ Eğri kundu- racı bıçağı. II Serbest meslek adamlarım içinde toplayan resmi birlik... Fizikte kullanı- lan bir güç birimi. 8/Inleme... Büyük tepsi. 9/ lç sürdurücü bir madensuyu. YUKARIDÂ> AŞAĞrYA: 1/ Ksilofona benzer vurmalı bir çalgı. 2/ "Tahammül gerektir Harman kaldınldıktan sonra yerde kalan toprak, çöp ve sa- manla kanşık tahıl tanelen. 3/Gaetano Donizetti'nin birope- rası... Eskiden ağır hapıs mahkûmlannın boynuna geçirilen demirhalka. 4/Anadolu'nun bazı yörelerinde sağdıcın işle- vini paylaşan kişiye verilen ad... Bırgıda maddesi. 5/Soyun- dan gelinen kimse... Alevi-Bektaşi törenlerine verilen ad. 6/ Hz. Muhammed'i övmek ve ondan şefaat dilemek amacıy- la yazılan kasıde... Bir nota. II Sahip... Türk müziğinde bir makam. 8/ Fiyat... Tarla sının. 9/ lnanç ve bilgiyi kiliseyle birleştırmeye çalışan ortaçag felsefesi. - taşına" (Dertli)...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear