Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
15 0CAK1995PAZAR CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
GUNDEMDEKI KONU MEDYA (2)
ONAT KUTLAR
V-^uıuma günü, sabahın çok er-
ka saatinde şu yaşadığımız "Kara-
oke''dünyasını sizlerenasıl anlatacagı-
mıkarakaradüşünürken MelihCevdet
Ar.day'ın yazısı ışıltılı birzeytindalı gi-
bi Jüştü masamın üstüne.
"Kıvıda çökmüş,denizdekirenklitaş-
lara bakryordum; bir gezi teknesi gekli
gekü iskeİenin önünde demir1edi..."diye
bajlıyordu yazısına Anday. Sonra ünlü
düşsel konuğu Gani Girgin ile balkon-
dabirsöyleşiyedalıyordu. Eşinın hazır-
laciıgı güzel sofrada balkonun kıyıcı-
ğındaki zeytin ağacınm gölgesı altında.
Ağaç pıtrak gibi zeytinle dolu.
Bırara şunlan söylüyordu dostu Gir-
gir'e:
"Bırak şimdi Kahire'yi dedim. Dün
bu zeytin ağacının sahibi komşum Fat-
ma Hanım geldi, bir zeytin kopanp elin-
deezdi, kokJadı ve 'Daha yağ yürüme-
miş" dedi. Şaşırdım»"
Bu satırlan okurken bir an masamda-
kı kagıtlan denizden gelen yosun ve
iyot kokusu yüklü serin biresintiye ka-
nşan ezilmiş taze zeytin kokusu sardı.
Müthış bir keyıf.
Bu keyfi sabahlan çok erken uyan-
mama ve kapıcımn ızne çıkmasına
borçluyum. Kapıcımn kardeşi Mehmet
birkaç gündür çok erken getiriyor ga-
zeteyi.
Erken kalkma alışkanlığını da baba-
ma borçluyum. Önceleri yargıçlık ya-
parken sonra çiftçilik işine yöne-
len babam, tüm çiftçiler gibi çok
erken uyanırdı. Alacakaranhk-
ta. Gözlerimi giderek solan, yıl-
dızlı gökyüzüne açtığımda orta-
lıgı taze kahve kokusuyla sanl-
mı§ bulurdum.
Bu kokuya. yazlan üstünde
yartıgımız toprak *seki"nin kıyı-
sına dikılmiş fesleğenlerin ko-
kusu kanşırdı.
Şımdidebualışkanlıgisürdü-
rüyorum.
Daldıgım kitabın ya da gaze-
tenın sayfalan üstünde gün usul-
ca ağırırken ortalığı espresso
kahve ve 'reyhan"ın ablası 'ba-
silica' yapraklannın kokusu dol-
duruyor.
raoke kulüpleri. Hangi ze-
ka yaşı grubuna hıtap edi-
yor bilmiyorum ama, \ar.
Zaten Karaoke deneyı-
mi için Türkiye'de kulübe
gitmeye gerek yok Çev-
reye bakmak yeterli. Ör-
negin televizyonlara. Ek-
ranlarda her gün non-stop göbek atarak
şarkı söyleyen sılikon göğüslü kadın-
larla. saç sakal altın zıncirlı oğlanlar
Karaoke'denbaş.kabırşey yapmıyorlar:
Kendi sesleriyle Karaoke. Herşey play-
back. Günün geri kalan saatlerinde
üçüncü sınıf Amerikan aktörleri öde-
nekli tiyatrocu sesiyle "Bunu duyduğu-
ma sevindim_.Kahretsin._İ zgünüm_."
tarzında acayip birTürkçe'yle konuşu-
yorken de öyle.
Sevgılı Başbakanımızı dinlerken
hep, onun uzun yıllar Japonya'da Kara-
oke stajı yaptığını düşünüyorum. Söy-
ledigi hiçbırsöz bana mandıncı gelmı-
yor. Sanki hep bir başkası konuşuyor. o
sadece agzını oynatıyor.
Küçük oglan ve kız çocuklan Tar-
kan'ın, Ajda"nın. Yoncimik'in. Se-
zen'in sesi vejestlen ile TV 'de shovv ya-
pıp ödüller kazanırken benı hiç şaşırt-
mıyorlar. Çünkü onlar da aynı şeyi ya-
pıyor. Yediden yetmişe mılletçe Kara-
oke yaprnaya bayılıyoruz.
Necip milletimızin de bu işe kendini
pek kaptırdığı anlaşılıyor. En ünlü sa-
natçılanmız, başka ünlüleri en iyi tak-
lit edebilenler. onlann sesiyle ve mi-
mikleri ile konuşabilenler. Le\ent Kır-
Karaoke
PA. eki bütün bu kanh ve
karanlık karmaşada kimin
değerleri
yükseliyor? Kim kazanıyor
bu kanlı oyunda?
Televizyonlarda, basında hiç
durmadan aydınlara,
aydınlığa, sanata, kültüre,
dayanışmaya, sola saldıran bu
"karaoke"lerin ardından
konuşan kimdir? Kimden
alıyorlar bu suratsız
suratlardaki müthiş saldırgan,
küçümseyen ifadenin
gücünü?
ca'dan Uğur Yücel'e. yetenekli oyuncu-
lanmız bıle en çok parayı ve en yüksek
"rating"ı böyle kazanıyorlar.
Bu Karaoke meselesı kulüplerde,
TVIerde. play-back'lerde. shovv-ga-
me'lerde. dublajlarda kalsaydı belkı
pek cıddiye almaz. yo-yo. houla-hoop.
frisbee gibi çocuksu bir iştir der, güler
geçerdık.
Abdurrahman Palay
sesiyle "Nayır...nola-
maz" dıyen starlara gül-
düğümüz gıbı.
Ama ne yazık kı asıl
Karaoke polıtıka, medya,
ekonomı. kültür gibi cid-
dı alanlarda oynanıyor.
Önemlı bir kesim (toplumu en çok et-
kıleyenler) ne kendi kafasıyla düşünü-
yor. ne ıçtenlıkle kendi duygu ve düşün-
celenni söylüyor. ne de söylediğt şey-
ier gerçeği yansıtıyor. En çok "yükse-
len değer" bu:
Sahtelik ve maskelilik.
Bunu üstelik en ya^amsal alanlarda
ve sagdan sola tüm bir yelpazede görü-
yoruz.
"Teröriin beli kınldı. İnsallah bir da-
ha 1980 öncesine dönmeyiz" diyorlar,
bir düşünüyorsunuz, terörle baglantılı
günluk ölüm sayısı 1980 öncesının beş
katı.
Her gün "demokratikleşme"den söz
edıyorlar Bir düşünuyorsunuz, yakın
tanhın hiçbırdönemındehapishaneler-
de bugünkü kadar düşünce suçlusu yok;
yargısız infaz, işkence, antidemokratik
baskı uygulaması bugünkü kadar yo-
ğun değil.
Herkes doğa hay ranı, çevre tutkunu.
Ama hiçbirzaman bu kadarorman yan-
madı. kıyılar bu derece berbat hale gel-
medi, denizler ve karalar bunca kirlen-
medi.
Tıpkı Italya'daki gibi herağzmı açan
Ama ne yazık ki asıl
Karaoke politıka;
medya, ekonomi, kültür
gibi ciddi alanlarda
oynanıyor.
Önemli bir kesim
(toplumu en çok
etkijeyenler) ne kendi
kafasıyla düşühüyor, ne
içtenlikle kendi duygu
ve düşüncelerini
söylüyor, ne de söylediği
şeyler gerçeği yansıtıyor.
En çok "yükselen
değer" bu: Sahtelik ve
maskelilik. Bunu üstelik
en yaşamsal alanlarda ve
sagdan sola tüm bir
yelpazede görüyoruz.
Ben de gûnlerdir Le Mon-
de'un olağanüstü bir y aymı olan
'Le Monde Diplomatkjue' ın
L'AGONIE DE LA CULTURE
(Kültür'ünCan Çekişmesi)özel
sayısında Ignacio Ramonet'nin
"Karaoke" yazısını okuyorum.
Bana bu Karaoke'den yıllar ön-
ce Işıl ve Ali Ozgentürk söz et-
mişlerdi ılkkez. Ali'mn "Af fıl-
minin Tokyo Festıvali'nde ödül
kazandıgı yıl gittikleri Japon-
ya'da karşılaşmışlardı bu tuhaf
"salgwır
'la. Evet, birsalgındı bu.
Hemen her ortahalli Japon, ak-
şamüstü ışten çıkınca bir Kara-
oke kulübüne gidiyor ve Kara-
oke yapıyordu.
Olay şuydu: Normal bir Ja-
ponsanızcebinize yenleri doldu-
rup ya da kredi kartınızı cüzda-
nınıza koyup gıttiğinız Karaoke
kulübünde sahneye çıkıyor, bir
kaç dakika için ünlü bir şarkıcı
oluyordunuz. Bunun için sadece
begendığıniz şarkıcının ve onun
"hıt" şarkısının adını söyleme-
nizyeterlıydı. Elinizebirmikro-
fon veriyorlardı. Salonun dıbin-
de bir yerde ekranda şarkıcının
sözleri geçiyordu. Playbackyön-
temiyle Elvis Presley ünlü şarkı-
sını söylerken, siz şarkı söylü-
yormuş gibi yapıp, dudaklannı-
zı o sözlennize uygun olarak kı-
pırdatıyo-dunuz.
Böylece birkaç dakika için
"Ehismis gibi oluyordunuz_"
Salondaki öbür Karaoke müş-
terileri si:i çılgınca alkışlıyordu.
Salondın çıkarken (harold ya-
ni) yüklüce bir para ödüyordu-
nuz. Klüjte size, siz sahnede şar-
kı söyleyp alkışlanırken göste-
ren bir video bandı armagan edı-
yordu. lbrde sık sık seyretip
kendinizia gurur duyasınız diye.
1990'krda Japonya'da Kara-
oke salorJannın sayısı 500 bine
ulaştı. Japonlann inanılmaz tek-
rıoloji dehalan ile Karaoke'ye
yenilikle: getirdiler. Artık sesı-
niz berba bile olsa, şarkı söyle-
ıneyi bilneseniz bıle ne gam!
Elektronk aygıtlar devreye giri-
>or, Elvıs'in sesini sizinkine dö-
nüştürüyor. Sizin sadece küçük
>e renksz sesinizi bu aygıtlara
^ermenü yeterli.
Gerisiri aygıtlar hallediyor.
Salgın kısa sürede Ameri-
la'ya, soıra da Avrupa'ya ulaş-
tı. Şimdı stanbul'dabıle varKa-
SeniçoközleyeceğizSALİM ŞENGİL
Sevgili dostum Onat Kudar'ın sağlığına
kavuşacağı umudu ıçınde bir yazı yazmaya
başlarken, onun henüz 17 yaşında. bir lise
öğrencısı olduğu sırada, 'Seçilmiş Hikâ\e-
ler' dergisınde 1953 yılında yayımladığım
şiinyle gırmek ıstedim. Bir de 1995 ocak
ayında 'Volan Kavışı' adlı ılk öyküsünü de
dergide yayınlamışım. Onat Kutlar. yazın
dünyasmda geldiğı parlak yerı hiç önemse-
meden şunu yıneîerdi: 'Beni Salirn Amca
tanın.'
Noktürn
Hâld ııyvmayacak mısın?
Sen bilırsm..
Sen bilirsin ama uyusan iyiedersin.
Hayır nediryam'
Yeryitünde bir tek canlı sen mısin?
Bak ağaçlar uyudu.
L'yudıı göllerdeyorgıın alabahklar.
Vyııâu böcekler kunlar, kuşlar
Bakma boşuna vıldızlara
Kayamazlarki...
Seden mi? Seden olacak tnvnnışlar...
Hadi kapa gözlenm.
Kapa da uyu.
Gıin gözünü kapayah çooook oldıı.
Sıı uyudu. dosı uyudu, düşman uyudu.
Yasen
Ya sen dünyaya direk mi kalacaksın?
Tuhaftır,
Ama gerçek,
Direkler de uyudu
Seçilmiş Hikâyeler. Haziran 1953.
Onat, ıyı bir ozan olduğu kadar. iyi biröy-
kücüydü de. Yoksa böyle olmasaydı Cumhu-
riyet'te yayımlanan o güzelim portre yazıla-
nnı yazabilırmtydi? Oradabırde usta fotog-
rafçıyı tanıdık: Filiz Kutlar...
Kımı ınsanlar bırbınnden uzakta da olsa-
lar bırbirlennı severler. Benim ıçın bunlar-
dan bınydi Kutlar. Aşağı yukan her ay An-
kara'dan Istanbul'a geldıkçe buluştuğumuz
olurdu, ama bu yetmiyordu ıçten bir dostlu-
ğun oluşması için.
Yirmı yıl bu böyle sürdü ama hiç kopma-
dı. 1973 yılında Ankaracia Sınematek'i ku-
runcaya dek. Daha önce başkentte ikı kez Sı-
nematek kurulmuştu. Ne ki ikısı de kısa sü-
rede battı. Yıllık üyelık ödentilenmızde film
görmeden gıtti. Üçüncüsünü bir grup arka-
daşla bız kurduk. Dokuz kişi yönetım kuru-
luna seçıldık. Onat, Istanbul Sınematek'ı yö-
netıyordu. Ona güveniyorduk. IstanbuImSi-
nemâtek'ten fılmlen alacaktık.
Ankara'da büyükelçılıklerden elde ettik-
lerımızı ıse tstanbul'a verecektık. Böylece
ıki kardeş sınematek olarak çalışacaktık.
\r
aktınınbolluğunedenıyledeyönetımı Ra-
naCabbar'averdik. Birkaç ay ıçindeazkal-
sın bız de batıyorduk. Gelir. gıden karşıla-
mıyordu. Dokuz kişilik yönetim kuruiundan
zar zor beş kişi toplanabılıyordu. ^rkadaş-
lar vönetimi benim almam üzennde dıren-
dıler. "İ'ç av sonra batar" dedıklerı dergıyı
25 yıldırçıkanyormu^um, ben batırmazmı-
şım. fyi ama. başımda bir aylık sanat dergı-
si. birdeyayınlarvardı Bunlaryetmıyormuş
gibi bir de Mnematek yönetıminı üstlenmek
nasıl olurdu ' "Salim Amca'mn sözliiğünde
batırmak diye bir deyim yok"a bir kez adı-
mız çıkmış. Çaresız kabullendim.
Kimı günler bir kaç kez Onat'la telefon
görüşmesi yaptığımız olurdu. Sık sık Istan-
bul'da buluşmalar. derken dostluğumuz ka-
vıleştı Asıl başımızdangeçen şu olay ılede-
nnleştı.
Bir Polonya fılmını Istanbul'da geçtikten
sonra Onat bıze gönderdi. Daha dünyada
grev sözcüğü yokken. Polonya"da bir maden
ocağinda ış bırakılıyor. O ınsanların dayanış-
ması, dırenışlen, giderek sefaletı paylaşma-
da yaşanan günler...Jçenk ve konu yönün-
den hanka bir fılm. Üyelenmıze her zaman-
kı sinemada ıkı gün gösterdık.Mahmut T.
Öngören önerdı;
"Bu fîlmi Maden-tş Sendikası'na göstere-
lim" diye.
Çok büyük bir sendıka olduğu için Çan-
kaya Senıması'nı bu gösten ıçın kıraladık.
Filmın altyazısı Ingılizceydı. Makınenın ses
aygıtından mikrofbna, oradan da sahneye bir
hat çektırerek ucuna güçlü bir hoparlör koy-
durduk. Fılm göstenlırken Öngören altyazı-
lan Türkçe söylüyordu. Böylece sankı dub-
laj yapılmış gibiydı. Sınema salonu hınca-
hınç dolmuştu. Ayakta kalanlar. basamakla-
raoturanlarbıle vardi. Sonundaışçılerdakı-
kalarca fîlmi ayakta alkışladılar. Sinema bir
olay çıkmadan dağıldı. Biz de oradan ayrıl-
dıktan sonra. oynatıcı ile kapıda bılet kont-
rolü yapanlan bınncı şubeye gotürmüşler.
Sinemadan tefefon ettiler. bınncı şubeye gıt-
tık. Götürülenlenn bir suçu olmadığını an-
latmaya çalıştık.
"Sinemayı bu filmi göstermek için kirala-
dık,çalışanlarafazla mesai iicretiödedik On-
lann bir suçu yok. Ortada bir formalite ek-
sikliği varsa buna muhatap biziz." Onıkı Mart
baskısının en yoğun olduğu günlerdı.
"Filmin sansür bclgcsini gösterin" dedıler.
"Gösteririz herhalde. ama bu saatte der-
nek kapalı. Yann olur" diye karşılık verdık.
Götürdüklerı adamlan bıraktılar. Oysa
fılm Istanbul'dan geldigı zaman, kutularara-
sından sansür belgesı çıkmıştı. Ertesı gün
hemen telefona sarıldım. O zamanlar şehır-
lerarası 03 'e yazdınlıyor. Saatlerce telefonun
başından ayrılamazdın. Kımi günlerde hat-
lann doluluğundan konuşma olanağı bulu-
namazdı. Bızım dernekle ılgılenen bir sıvıl
binncı şube görevlisi vardı. Çok yumuşak.
insan halınden anlar bir kışıydı. Sansür bel-
gesını ona v erecek mişiz, öyle söyledı ler. Bir
gün sonra ona:
"Dosyalardasansür belgesini bulamadım.
İstanbu'rdan getirtiriz, meseie degil" dedım
Onat'ı telefonla ıkı gün ıçınde ancak bu-
labıldım. Durumu anlartım, Onat:
"Belge gönderilmişti çıkmadı ise bir kop-
sayınıyollanz,$ıkjnacanııu'
<
dedı. llgılı sıvıl
polıs bızı. bız Onat"ı sıkıştırdık durduk. En
sonunda bınncı şube görevlisi:
"Bu filmin sansür belgesini göstermezse-
niz, mahkemcye verilirsiniz. Bu işin ucunda
hapislik de var" dedi. Yüzü kızarmış, zorda
kaldığı bellıydı. gözlennden okunuyordu.
"Filmi bulun. ben yeniden sansürden ge-
çirteyim. Bu işlemi eskiden yapılmış gibi göV
terir. sizi kurtannm"dedı.
Bu önen üzenne araştırdım, film daha Po-
lonyabüyükelçılığındeımış.Oradaataşefa-
lan tanıdıklarım vardı
Onlardan kısa bir süre ıçın filmi ıstedim.
Politık bir skandal çıkar korkusuyla verme-
dıler. Aldığım sonucu bınncı şube ılgılısıne
anlanım. o da üzüldü. Iyı nıyetımızı bıliyor-
du. \asil olduysa oldu. konu böylece sürün-
cemede kaldı ve zamanla unutuldu. Bız de
paçamızı kurtardık.
Sınematek dernegının dokuz kişilik yö-
netım kuruiundan, ortada görünen, ış yapan,
kala kala ıkı kışı kalmıştık. Mahmut T.Ön-
gören, ünıversıtede görevlı, sınematek ıçm
çok az zaman ayırabılıyordu. Benim ıse üç
günümü alıyordu. Çok yoruluyordum ama
ne yapacaksın, yönetıcıliğı üstlenmışsin bir
kez.
Geldık 1976yılınıngüzaylanna. Kırkyıl
y aşadığım Ankara'dan Istanbul'a göç etmem
gerekıyordu. Sınematek yöneticılığını bırak-
ma artık kaçınılmazdı. Buna kimsenın bir
diyeceği olamazdı. V'er elini Istanbul dedik.
Vanıköy. Subayevlen durağmda otobüs
bekîiyordum. Eskı bir özel araba durdu
önümde. Dıreksıyonda Onat vardı.
u
\a>,neredençıktın?Atfa''dedi. Atladım.
Geçmışlerden, yenilerden konuştuk. Tak-
sim'de arabadan ınerken1
"Salim Amca, Bebek Şadırvan Bar'da top-
lanıyoruz. l'ğra, bol bol konuşuruz" dedi.
"Getirim" dedım.
Edip Cansever. Tunca Yönder, Hüseyin
Bas,Onat Kutiar. ErdalÖz. ArifKeskiner v e
daha başka arkadaşlar. kımı akşamlar Şadır-
van Bar'da buluşurolmuştuk. Bir süre böy-
le gıttı. Sanıyorum ıkı yıl sonra bizımkıler
mekan degıştınp Ortaköy'deZiya Bar'a gec-
tıler. Ben alışkanlıkianmdan kolay vazgeçe-
medıgım ıçın bir süre daha kaldım. Sonra
ben de gıttım.
Derken Arıf Keskiner Çıçek Bar - Anf'ı
açtı. Artık kaç yıldır orada toplanıyorduk.
Gınştekı büyük masa edebıyatçılann masa-
sı oldu zamanla. Sevgili Onat'ı aramızdan
alan. o alçak. o haın, o yüzkarası olaydan asa-
ğı yukan 15-20 gün önce. saat 19.30 sula-
rında. Onat'la Hüseyin Baş, Anf'te. edebı-
yatçılar masasının başında belrrdiler. Sor-
dum:
"Nerdeydiniz bu saate kadar? Bir kokteyl-
de falan mıydınız?" Onat:
"Yok. Opera Pastahanesi'ndeydik. Ak-
şamüstleri oraya oraya uğruyoruz" dedi
"Benim bildigim. sanatçdann bir gecede
iki yerde konsomasyon yapmaya bütçeleri el-
vermez."
"Biz orada çay içiyoruz.'
1
14
Yahu orada çay, AnTin rakısından daha
pahalı. Ne divorsun sen!"
Gülüşmüştük.
Sevgili, güleryüzlü. dost Onat seni çok
özleyeceğiz. Yıllardırçektığımız acıların üs-
tüne bir de senın acın. Artık genç değılım.
bana çok ağır geldi.
"temiz eller"den sözediyor, ama her
gün küçük hırsızlar büyüyor, büyük hır-
sızlar tepemize çıkıyor.
Devlet adamlannın büyük çoğunlu-
ğu her fırsatta "demokratik, laik cum-
huriyeften söz ediyor. ama aynı dev-
letin mılli eğıtim sistemınde şeriatçılık
giderek daha fazla kökleşıyor.
Herkes yükselen "bilgi toplu-
mu^ndan sözediyor, ama TV'lerde
"kadınlann tırnak uçlanndan ötesi gö-
rülmeli mi? Çıplak heykcl olur
mu?"tartışmalan yapılıyor. Bilima-
damları kuantum fızigi ve atom konu-
sunda en yetkin açıklamayı Saıd-i Nur-
si'nin yaptığını yazıyor.
Herkes birşeyleri inatla ve ısrarla
"halkın iyiligi'' için yapıyor. ama halkın
sıyasal, ekonomık. kültürel gücü her-
gün azalıyor; kim olduklan bılinmeyen
"faiB ve asıl fiiii meçhul" binlen mafya
üyesi gibi güçlenıyor.
Ve kan, yoksulluk, umutsuzluk dız-
boyu... Bileşik kaplarda yükselmeye
devam ediyor.
Peki nedır çagımızda yükselen şey?
Diyor ki Le Monde'un yazan Igna-
cio Ramonet. "Narcisse ve Promet-
hee"başlıklı yazısında, "Agoniecançe-
kişme anlamına geidigi kadar, Yunan-
ca köküne bakarsak, direniş, savaşım,
kavga anlamına da gelir.
Batı uygariığının tüm enteiektüel var-
lığının can çekişir göründiiğü günümüz-
de kültürün neyin kavgasını ve savaşııriH
nı verecegini sormak gerekmez mi? Ay-
dın. sanatçı. yaratıcı her birey, bugün
her zamankinden daha fazla far-
kındaki uygaıiık bir yolay nmın-
da. Karar saati bir kez daha ça-
lıyoramayeni birçağın eskisinin
yerine geçmek üzere olduğu şu
anda hiçbir kerteriz yok."
Tüm kesimlemelerin çöktügü
bir döneme gırdık dıyor Edgar
Morin. "Yeryüzü tam anlamıyla
belirsizbıranyaşıyor". "Çünkü
tarihsel ve büyük yol aynmlan
henüz belirmedi. Nereye gidece-
ğimizi bilmiyoruz. Büyük katkı-
lar \e durgunluklar mı olacak,
peşpeşe patlayan savaşlar büyü-
yecek mi, bilmiyoruz. Gene bil-
miyoruz acaba uygarlaştıncı bir
süreç dünvamı/ı az çok yapıcı.
kooperativ bir duruma ulaştıra-
cak mı? Getecek. çok belirsiz."
Ramonet. daha sonra. son bir-
kaç yılın umutlanna degıniyor:
1989un ıkıncı yansına. Prag'da
kadıfe devnm, Berlin'de utanç
duvannın yıkılışı. Bükreş'te des-
potlugun sonu. Yeryüzü aydınla-
nnda uyanan umutlar; demokra-
tik erdemler. ahlaki ilkeler, so-
rumluluk bilınci üstüne kurul-
muş bir toplum
Çıkar ve iktıdar ilişkilerinin.
yerini ortak yaşam çabası ve baş-
kasına saygıya bıraktıgı bir yer-
yüzü.
iirp
A. erörün beli
kınldı. lnşallah bir daha
1980 öncesine
dönmeyiz" diyorlar, bir
düşünuyorsunuz, terörle
baglantılı günlük ölüm
sayısı 1980 öncesinin
beş katı. Her gün
" demokratikleşme "den
söz ediyorlar. Bir
düşünuyorsunuz, yakın
tarihin hiçbir döneminde
hapishanelerde bugünkü
kadar düşünce suçlusu
yok; yargısız infaz,
işkence, antidemokratik
baskı uygulaması
bugünkü kadar yoğun
değil.
Ama hiçbıri olmadı. Giderek
daha kanlı boguşmalara dönüşen
savaşlar, milliyetçilıgin akıldışı
patlaması, kınlerin bilenmesi.
açlık, yoksulluk, fanatizmin dur
durak bilmeyen yükselişi.
Peki bütün bu kanlı ve karan-
lık karmaşada kimın değerleri
yükseliyor? Kim kazanıyor bu
kanlı oyunda? Televizyonlarda.
basında hiç durmadan aydınlara,
aydınlığa, sanata, kültüre. daya-
nışmaya, sola saldıran bu "kara-
oke" lerin ardından konuşan
kımdir? Kimden alıyorlar bu su-
ratsız suratlardaki müthış saldır-
gan, küçümseyen ifadenin gücü-
nü?
Diyor ki, "Artemio Cruz'un
Ölümür
'nün büyük Meksikalı
yazan Carios Fuentes, "Düşün-
düriicü olan şudur: Bundan sa-
decedörtyıl öncevcrimli bir yüz-
yıl sonu kutluyttrdu. Tarihin so-
nundan sözeditiyordu.
Sorunlann çözümünden, ka-
piıalizmin vedemokrasinin zafe-
rinden. Dört yıl sonra şimdi tam
bir kafa kanşıklığına gömülmüş
dunımdayız.
Herşeji galiba yeniden formö-
k etmekzorundayız. Yeniden dü-
şünmek zorunda..."
Masamın üstünde düşsel bir
zeytin dalı. Melih Cevdet An-
day'ın yazısından. Düşündügüm
çok şeyin sahte olduğunu gör-
dükçe şaşınyorum. Ama o zey-
tin dalının sahici olduğunu bilı-
yorum. Ardındabiryaşanmışlık
olduğunu.
Ben bırçıftçi çocuğuyum. Ka-
ranlık odalarda çevre afişleriyle
yetinemiyorum. Karaoke'den de
nefret ediyorum. Arkadakı sesın
sahibini görmek istıyorum.
Siz, sevgili okurlar gibi.
(11 EYLÜL 1994 TARİHLİ
YAZISI)
PENALTI
MEMET BAYDLR
Morun Gerekçesi
Louis Malle'ın çok sevdiğim bir filmi var: Andre ile Ye-
meğim. VVallace Shavvn adlı New York'lu bir oyun yaza-
rının, ünlü tiyatro yönetmeni Andre Gregory ile yediği bir
yemeği anlatıyor film. Pahalı bir lokantada iki arkadaş ye-
mek yıyerek konuşuyortar iki saat. Dünyanın en meraklı,
en sürükleyici filmlennden bıri bence. Sözün, kelimenin gü-
cüne inanan bir sanatçının çok sürükleyici bir yapıtı. Ne
uzay gemisi var, ne canavar köpekbalığı, ne tabanca, ne
tüfek, ne yumuşak ışıkta çekilmiş seks, ne patlayan ben-
zın tankerleri. ne kaçma, ne kovalamaca var filmde. Gün-
cel, sıyasal sorunlara güncel, sıyasal çözümler de öneril-
mıyor. Sessız, sakin, şık bir dekor içinde, birbirine hiçbir
yönden benzemeyen ikı insan, yaşlı olağanüstü bir garso-
nun hızmeti altında konuşuyorlar. İki saat. Hayatın, sana-
tın, ölümün anlamı üstüne konuşuyorlar. Bir kez olsun di-
ğerinın sözünü kesmıyor hıçbirı. Anlaşamıyorlar bir türiü,
ama yemek bittiği zaman eskisinden de iyi arkadaşlıklan.
Son derece komik, son derece usta işi bir film.
Sıze Louıs Malle'ın bu filmınden söz etmek degildi niye-
tim. Hemen tüm filmlerini sevdiğim bir Fransız yönetme-
nıdır Malle. Yıllardır Amerika'da yaşıyor. Son yıllarda ikide
bir Fransa'ya dönüp orada da olağanüstü derinlikte ve in-
celikte filmler yapıyor. Kendisi gibi kalmayı başarabilmiş,
ömrünün ustalık devrinde bir insan. Yukarıda sözünü etti-
ğım Andre ile Yemeğim adlı fılminin sonlarına doğru, tiyat-
ro yönetmeni Andre Gregory, dostu VVallace Shavvn'a şun-
ları söylüyor. "Birkaç gün önce Wally, çok sevip saydığım
biriyle konuşuyordum. Isveçlı bilım adamı Gustav
Björnstrand. Bana ne dedi. bilıyor musun? Artık televiz-
yon seyretmıyormuş. Gazete okumuyormuş. Hiçbir gaze-
te okumuyormuş. Dergi fılan okumayı da bırakmış tümüy-
le. Televızyonu, gazetelen, dergileri tümüyle çıkanp atmış
hayatından. Onvellvah bir kâbus yaşadığımızı düşünüyor.
Bize haber olarak, doğru olarak, gerçek olarak sunulan her
şeyin, bizı birrobota dönüşturmesinı görmekten bıktığını
soyledi. Kuşkusuz haklı VVally! Robotlara dönüşüyoruz. Bu
sıstemın dışında duran her insan görebilir bunu. Büyük
kentler, örneğin New York, toplama kamplannın yenı mo-
delleri gibi. Tek farkla. Kamp, mahkûmlar tarafından ku-
ruluyor artık. Mahkûmlar hem gardiyan hem suçlu duru-
mundalar. Üstelik, kurduklan bu hapishaneyle iftihar edi-
yorlar. Kendilehne ait bir zindanı inşa edip övünen mah-
kûmlar! Şızofrenik bir durum söz konusu. Aynı ınsanlar
hem suçlu hem gardiyan. Sonuç olarak artık hapishane-
den çıkma şanslan yok. Çünkü orayı bir hapishane olarak
görmelen mümkün değil!"
Filmin burasında bir düşüncedir aldı beni. Andre Gre-
gory'nin sözünü ettiğı Isveçli bilim adamı Gustav Björnst-
rand'ı gözümün önüne getirmeye çalıştım. Kimlerden söz
edıyordu bu saygın insan? Aynı anda hem suçlu hem ma-
sum olan msanlardan. Okumuş cahıllerden. Iyı kalpli kö-
tülerden. Gerçekten şızoıd bir toplum olabılir mı? Herke-
sm bir bakıma duşmanına benzedığı bırcehennem toplu-
mu mümkün müdür?
Andre Gregory, Isveçlı profesörün teonsini, gelişmiş top-
lumların büyük metropolleri için kullanıyorsohbetinde. Ya-
ni her evinde en az bir renkli televizyon olan, herkesın ga-
zete okuyup televizyon seyretmekten başka bir halt etme-
diği. seyrettıği ve okuduğu her şeyin doğruluğuna inanan
ınsanların büyük kentlerı söz konusu. Aynı şarkıları dınle-
yıp ezberleyen, aynı köşe yazarlarını okuyup belleyen, in-
celmış zevklerle derin bir rüküşlüğü birbirine katık eden,
gürültücü robotlar mı söz konusu? Pek anlayamadım doğ-
rusu.
Yine de ılgınç bir öneri gibi geliyor bana bu tartışmanın
bir kısmı. Televizyon seyretmesek, gazetelen okumasak,
haftalık dergileri eve sokmasak durdurabılir miyiz bu ro-
botlaşma sürecini? Unutmayın, burada sözü geçen ro-
botlaşma, konumundan hoşnut olmak anlamında kullanı-
lıyor. Hem gardiyan hem mahkûm. Hem muhalif hem de
iktidarda olanlar söz konusu. Kurduklan hapishaneyle if-
tihar edenlere sözümüz.
Ya da yalnızca onlara değil sözümüz. Belki bütün öm-
rünü 'muhalif olarak yaşadığını zanneden. oysa kırk yıldır
aynı keçiboynuzunu çiğneyen, çağdaş olmayı halkını kü-
çümsemekle eş tutan, kendi derdını toplumun derdi sa-
nan küçük iktidarını öfkeyle koruyanlaradır sözümüz. Bi-
lemıyorum kı! Aklım ermiyor bu ışlere bir türlü.
Saatlerce Edip Cansever okudum bu pazar. Güneşe
çıkmış kadar oldum. Andre ile Yemeğim filmınden uzak-
laşmadım. Gülümsemeye başladım okudukça, daha iyi
bir insan oldum sanki. Sonra ne yaptım peki? Edip Can-
sever'le birlikte okuyup gülümsediğımiz bir başka şiiri
anımsadım. Bu konuyla ılgısi var mı, yok mu? Bana var-
mış gibi geliyor. Metin Eloğlu'nun beş dizesi.
. MOR DESİZ
Denizın morluğunu belırtmek için
Deniz mordur demek yetmiyor
O morun gerekçesini de belirtmeli
Denızle olan ilişiğini de
Ondan sonra denız mor.
Biz aşağıda imzası olanlar. demokrasi düş-
manı karanlık güçler tarafından katledilen
ONAT KUTLAR ve YASEMİN CEBENO-
YAN'ı kaybetmenin hüznünü yaşıyoruz.
Laik, demokratik, çağdaş toplum özlemimi-
ze yönelik saldınlan şiddetle kınıyor ve bu
işe dur diyecek sorumlulan göreve çağınyo-
ruz.
Ecz. Mehmet Domaç
Ecz. Sait Yücel
Ecz. Olcay Domaç
Ecz Hadi Tomruk
Ecz Turgay Korkmaz
Ecz. V'ahap tlhan
Ecz. Nermin Yıldız
Ecz. Levent Aiemdar
Ecz. Nurgül Aktay
Ecz. Temel Akkan
Ecz. Rafet Şahin
Ecz Zafer Kaplan
Ecz. Sedat Güçlü
Ecz. İbrahım Güvenilir
Ecz. Kadri Arslandoğan
Ecz. Abdurrahman Akalın
Ecz. Can Yetişen
Ecz. Mustafa Turunç
Ecz. Asal Uçkunkaya
Ecz. Müjgan Kuruoğlu
Ecz. Semıh Güngör
Ecz. Halime Güngör
Ecz. Emel Yücel
Ecz. Derya Sangül
Ecz. Zekine Kalender
Ecz. Ferda Göçener
Ecz. Ertan Çiftçı
Ecz. Özün Bayar
Ecz. Ender Lüleburgaz
Ecz. Hamdi An
Ecz. Hüsev in Duman
Ecz. Hakk'ı Ünlü
Ecz. Ah Kariı
Ecz. Halit Ersoy
Ecz. Asuman Çakıroglu
Ecz. Güler Çakıroglu
Ecz. Zeynep Akaslan
Ecz. Nizamettin Yıldınm
Ecz. llknur Müftüoglu
Ecz. Kaya Özaydın
Ecz. Oguz Marangozoglu
Ecz. Sevgi Kablan
Ecz. Eser Yazar
Ecz. tffet Çetin
Ecz. Gülden Postoğlu
Ecz. Nabi Altunay
Ecz. Recep Aktan
Ecz. Yaşar Topallıoğlu
Ecz. Saim lrtiş
Ecz. Mehmet Kaya
Ecz. Kürşat Baykara
Ecz. Mehmet Ali Akgün
Ecz. Atalay Erdoğan
Ecz. Tülay Tomruk
Ecz. Zeynep Göksal
Ecz. Hüseyin Sezgin
Ecz. Esfet Korkmaz
Istanbul Ecza
Koop. Çalışanlan