23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
15 0CAK1995PAZAR CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 GUNDEMDEKI KONU MEDYA (2) ONAT KUTLAR V-^uıuma günü, sabahın çok er- ka saatinde şu yaşadığımız "Kara- oke''dünyasını sizlerenasıl anlatacagı- mıkarakaradüşünürken MelihCevdet Ar.day'ın yazısı ışıltılı birzeytindalı gi- bi Jüştü masamın üstüne. "Kıvıda çökmüş,denizdekirenklitaş- lara bakryordum; bir gezi teknesi gekli gekü iskeİenin önünde demir1edi..."diye bajlıyordu yazısına Anday. Sonra ünlü düşsel konuğu Gani Girgin ile balkon- dabirsöyleşiyedalıyordu. Eşinın hazır- laciıgı güzel sofrada balkonun kıyıcı- ğındaki zeytin ağacınm gölgesı altında. Ağaç pıtrak gibi zeytinle dolu. Bırara şunlan söylüyordu dostu Gir- gir'e: "Bırak şimdi Kahire'yi dedim. Dün bu zeytin ağacının sahibi komşum Fat- ma Hanım geldi, bir zeytin kopanp elin- deezdi, kokJadı ve 'Daha yağ yürüme- miş" dedi. Şaşırdım»" Bu satırlan okurken bir an masamda- kı kagıtlan denizden gelen yosun ve iyot kokusu yüklü serin biresintiye ka- nşan ezilmiş taze zeytin kokusu sardı. Müthış bir keyıf. Bu keyfi sabahlan çok erken uyan- mama ve kapıcımn ızne çıkmasına borçluyum. Kapıcımn kardeşi Mehmet birkaç gündür çok erken getiriyor ga- zeteyi. Erken kalkma alışkanlığını da baba- ma borçluyum. Önceleri yargıçlık ya- parken sonra çiftçilik işine yöne- len babam, tüm çiftçiler gibi çok erken uyanırdı. Alacakaranhk- ta. Gözlerimi giderek solan, yıl- dızlı gökyüzüne açtığımda orta- lıgı taze kahve kokusuyla sanl- mı§ bulurdum. Bu kokuya. yazlan üstünde yartıgımız toprak *seki"nin kıyı- sına dikılmiş fesleğenlerin ko- kusu kanşırdı. Şımdidebualışkanlıgisürdü- rüyorum. Daldıgım kitabın ya da gaze- tenın sayfalan üstünde gün usul- ca ağırırken ortalığı espresso kahve ve 'reyhan"ın ablası 'ba- silica' yapraklannın kokusu dol- duruyor. raoke kulüpleri. Hangi ze- ka yaşı grubuna hıtap edi- yor bilmiyorum ama, \ar. Zaten Karaoke deneyı- mi için Türkiye'de kulübe gitmeye gerek yok Çev- reye bakmak yeterli. Ör- negin televizyonlara. Ek- ranlarda her gün non-stop göbek atarak şarkı söyleyen sılikon göğüslü kadın- larla. saç sakal altın zıncirlı oğlanlar Karaoke'denbaş.kabırşey yapmıyorlar: Kendi sesleriyle Karaoke. Herşey play- back. Günün geri kalan saatlerinde üçüncü sınıf Amerikan aktörleri öde- nekli tiyatrocu sesiyle "Bunu duyduğu- ma sevindim_.Kahretsin._İ zgünüm_." tarzında acayip birTürkçe'yle konuşu- yorken de öyle. Sevgılı Başbakanımızı dinlerken hep, onun uzun yıllar Japonya'da Kara- oke stajı yaptığını düşünüyorum. Söy- ledigi hiçbırsöz bana mandıncı gelmı- yor. Sanki hep bir başkası konuşuyor. o sadece agzını oynatıyor. Küçük oglan ve kız çocuklan Tar- kan'ın, Ajda"nın. Yoncimik'in. Se- zen'in sesi vejestlen ile TV 'de shovv ya- pıp ödüller kazanırken benı hiç şaşırt- mıyorlar. Çünkü onlar da aynı şeyi ya- pıyor. Yediden yetmişe mılletçe Kara- oke yaprnaya bayılıyoruz. Necip milletimızin de bu işe kendini pek kaptırdığı anlaşılıyor. En ünlü sa- natçılanmız, başka ünlüleri en iyi tak- lit edebilenler. onlann sesiyle ve mi- mikleri ile konuşabilenler. Le\ent Kır- Karaoke PA. eki bütün bu kanh ve karanlık karmaşada kimin değerleri yükseliyor? Kim kazanıyor bu kanlı oyunda? Televizyonlarda, basında hiç durmadan aydınlara, aydınlığa, sanata, kültüre, dayanışmaya, sola saldıran bu "karaoke"lerin ardından konuşan kimdir? Kimden alıyorlar bu suratsız suratlardaki müthiş saldırgan, küçümseyen ifadenin gücünü? ca'dan Uğur Yücel'e. yetenekli oyuncu- lanmız bıle en çok parayı ve en yüksek "rating"ı böyle kazanıyorlar. Bu Karaoke meselesı kulüplerde, TVIerde. play-back'lerde. shovv-ga- me'lerde. dublajlarda kalsaydı belkı pek cıddiye almaz. yo-yo. houla-hoop. frisbee gibi çocuksu bir iştir der, güler geçerdık. Abdurrahman Palay sesiyle "Nayır...nola- maz" dıyen starlara gül- düğümüz gıbı. Ama ne yazık kı asıl Karaoke polıtıka, medya, ekonomı. kültür gibi cid- dı alanlarda oynanıyor. Önemlı bir kesim (toplumu en çok et- kıleyenler) ne kendi kafasıyla düşünü- yor. ne ıçtenlıkle kendi duygu ve düşün- celenni söylüyor. ne de söylediğt şey- ier gerçeği yansıtıyor. En çok "yükse- len değer" bu: Sahtelik ve maskelilik. Bunu üstelik en ya^amsal alanlarda ve sagdan sola tüm bir yelpazede görü- yoruz. "Teröriin beli kınldı. İnsallah bir da- ha 1980 öncesine dönmeyiz" diyorlar, bir düşünüyorsunuz, terörle baglantılı günluk ölüm sayısı 1980 öncesının beş katı. Her gün "demokratikleşme"den söz edıyorlar Bir düşünuyorsunuz, yakın tanhın hiçbırdönemındehapishaneler- de bugünkü kadar düşünce suçlusu yok; yargısız infaz, işkence, antidemokratik baskı uygulaması bugünkü kadar yo- ğun değil. Herkes doğa hay ranı, çevre tutkunu. Ama hiçbirzaman bu kadarorman yan- madı. kıyılar bu derece berbat hale gel- medi, denizler ve karalar bunca kirlen- medi. Tıpkı Italya'daki gibi herağzmı açan Ama ne yazık ki asıl Karaoke politıka; medya, ekonomi, kültür gibi ciddi alanlarda oynanıyor. Önemli bir kesim (toplumu en çok etkijeyenler) ne kendi kafasıyla düşühüyor, ne içtenlikle kendi duygu ve düşüncelerini söylüyor, ne de söylediği şeyler gerçeği yansıtıyor. En çok "yükselen değer" bu: Sahtelik ve maskelilik. Bunu üstelik en yaşamsal alanlarda ve sagdan sola tüm bir yelpazede görüyoruz. Ben de gûnlerdir Le Mon- de'un olağanüstü bir y aymı olan 'Le Monde Diplomatkjue' ın L'AGONIE DE LA CULTURE (Kültür'ünCan Çekişmesi)özel sayısında Ignacio Ramonet'nin "Karaoke" yazısını okuyorum. Bana bu Karaoke'den yıllar ön- ce Işıl ve Ali Ozgentürk söz et- mişlerdi ılkkez. Ali'mn "Af fıl- minin Tokyo Festıvali'nde ödül kazandıgı yıl gittikleri Japon- ya'da karşılaşmışlardı bu tuhaf "salgwır 'la. Evet, birsalgındı bu. Hemen her ortahalli Japon, ak- şamüstü ışten çıkınca bir Kara- oke kulübüne gidiyor ve Kara- oke yapıyordu. Olay şuydu: Normal bir Ja- ponsanızcebinize yenleri doldu- rup ya da kredi kartınızı cüzda- nınıza koyup gıttiğinız Karaoke kulübünde sahneye çıkıyor, bir kaç dakika için ünlü bir şarkıcı oluyordunuz. Bunun için sadece begendığıniz şarkıcının ve onun "hıt" şarkısının adını söyleme- nizyeterlıydı. Elinizebirmikro- fon veriyorlardı. Salonun dıbin- de bir yerde ekranda şarkıcının sözleri geçiyordu. Playbackyön- temiyle Elvis Presley ünlü şarkı- sını söylerken, siz şarkı söylü- yormuş gibi yapıp, dudaklannı- zı o sözlennize uygun olarak kı- pırdatıyo-dunuz. Böylece birkaç dakika için "Ehismis gibi oluyordunuz_" Salondaki öbür Karaoke müş- terileri si:i çılgınca alkışlıyordu. Salondın çıkarken (harold ya- ni) yüklüce bir para ödüyordu- nuz. Klüjte size, siz sahnede şar- kı söyleyp alkışlanırken göste- ren bir video bandı armagan edı- yordu. lbrde sık sık seyretip kendinizia gurur duyasınız diye. 1990'krda Japonya'da Kara- oke salorJannın sayısı 500 bine ulaştı. Japonlann inanılmaz tek- rıoloji dehalan ile Karaoke'ye yenilikle: getirdiler. Artık sesı- niz berba bile olsa, şarkı söyle- ıneyi bilneseniz bıle ne gam! Elektronk aygıtlar devreye giri- >or, Elvıs'in sesini sizinkine dö- nüştürüyor. Sizin sadece küçük >e renksz sesinizi bu aygıtlara ^ermenü yeterli. Gerisiri aygıtlar hallediyor. Salgın kısa sürede Ameri- la'ya, soıra da Avrupa'ya ulaş- tı. Şimdı stanbul'dabıle varKa- SeniçoközleyeceğizSALİM ŞENGİL Sevgili dostum Onat Kudar'ın sağlığına kavuşacağı umudu ıçınde bir yazı yazmaya başlarken, onun henüz 17 yaşında. bir lise öğrencısı olduğu sırada, 'Seçilmiş Hikâ\e- ler' dergisınde 1953 yılında yayımladığım şiinyle gırmek ıstedim. Bir de 1995 ocak ayında 'Volan Kavışı' adlı ılk öyküsünü de dergide yayınlamışım. Onat Kutlar. yazın dünyasmda geldiğı parlak yerı hiç önemse- meden şunu yıneîerdi: 'Beni Salirn Amca tanın.' Noktürn Hâld ııyvmayacak mısın? Sen bilırsm.. Sen bilirsin ama uyusan iyiedersin. Hayır nediryam' Yeryitünde bir tek canlı sen mısin? Bak ağaçlar uyudu. L'yudıı göllerdeyorgıın alabahklar. Vyııâu böcekler kunlar, kuşlar Bakma boşuna vıldızlara Kayamazlarki... Seden mi? Seden olacak tnvnnışlar... Hadi kapa gözlenm. Kapa da uyu. Gıin gözünü kapayah çooook oldıı. Sıı uyudu. dosı uyudu, düşman uyudu. Yasen Ya sen dünyaya direk mi kalacaksın? Tuhaftır, Ama gerçek, Direkler de uyudu Seçilmiş Hikâyeler. Haziran 1953. Onat, ıyı bir ozan olduğu kadar. iyi biröy- kücüydü de. Yoksa böyle olmasaydı Cumhu- riyet'te yayımlanan o güzelim portre yazıla- nnı yazabilırmtydi? Oradabırde usta fotog- rafçıyı tanıdık: Filiz Kutlar... Kımı ınsanlar bırbınnden uzakta da olsa- lar bırbirlennı severler. Benim ıçın bunlar- dan bınydi Kutlar. Aşağı yukan her ay An- kara'dan Istanbul'a geldıkçe buluştuğumuz olurdu, ama bu yetmiyordu ıçten bir dostlu- ğun oluşması için. Yirmı yıl bu böyle sürdü ama hiç kopma- dı. 1973 yılında Ankaracia Sınematek'i ku- runcaya dek. Daha önce başkentte ikı kez Sı- nematek kurulmuştu. Ne ki ikısı de kısa sü- rede battı. Yıllık üyelık ödentilenmızde film görmeden gıtti. Üçüncüsünü bir grup arka- daşla bız kurduk. Dokuz kişi yönetım kuru- luna seçıldık. Onat, Istanbul Sınematek'ı yö- netıyordu. Ona güveniyorduk. IstanbuImSi- nemâtek'ten fılmlen alacaktık. Ankara'da büyükelçılıklerden elde ettik- lerımızı ıse tstanbul'a verecektık. Böylece ıki kardeş sınematek olarak çalışacaktık. \r aktınınbolluğunedenıyledeyönetımı Ra- naCabbar'averdik. Birkaç ay ıçindeazkal- sın bız de batıyorduk. Gelir. gıden karşıla- mıyordu. Dokuz kişilik yönetim kuruiundan zar zor beş kişi toplanabılıyordu. ^rkadaş- lar vönetimi benim almam üzennde dıren- dıler. "İ'ç av sonra batar" dedıklerı dergıyı 25 yıldırçıkanyormu^um, ben batırmazmı- şım. fyi ama. başımda bir aylık sanat dergı- si. birdeyayınlarvardı Bunlaryetmıyormuş gibi bir de Mnematek yönetıminı üstlenmek nasıl olurdu ' "Salim Amca'mn sözliiğünde batırmak diye bir deyim yok"a bir kez adı- mız çıkmış. Çaresız kabullendim. Kimı günler bir kaç kez Onat'la telefon görüşmesi yaptığımız olurdu. Sık sık Istan- bul'da buluşmalar. derken dostluğumuz ka- vıleştı Asıl başımızdangeçen şu olay ılede- nnleştı. Bir Polonya fılmını Istanbul'da geçtikten sonra Onat bıze gönderdi. Daha dünyada grev sözcüğü yokken. Polonya"da bir maden ocağinda ış bırakılıyor. O ınsanların dayanış- ması, dırenışlen, giderek sefaletı paylaşma- da yaşanan günler...Jçenk ve konu yönün- den hanka bir fılm. Üyelenmıze her zaman- kı sinemada ıkı gün gösterdık.Mahmut T. Öngören önerdı; "Bu fîlmi Maden-tş Sendikası'na göstere- lim" diye. Çok büyük bir sendıka olduğu için Çan- kaya Senıması'nı bu gösten ıçın kıraladık. Filmın altyazısı Ingılizceydı. Makınenın ses aygıtından mikrofbna, oradan da sahneye bir hat çektırerek ucuna güçlü bir hoparlör koy- durduk. Fılm göstenlırken Öngören altyazı- lan Türkçe söylüyordu. Böylece sankı dub- laj yapılmış gibiydı. Sınema salonu hınca- hınç dolmuştu. Ayakta kalanlar. basamakla- raoturanlarbıle vardi. Sonundaışçılerdakı- kalarca fîlmi ayakta alkışladılar. Sinema bir olay çıkmadan dağıldı. Biz de oradan ayrıl- dıktan sonra. oynatıcı ile kapıda bılet kont- rolü yapanlan bınncı şubeye gotürmüşler. Sinemadan tefefon ettiler. bınncı şubeye gıt- tık. Götürülenlenn bir suçu olmadığını an- latmaya çalıştık. "Sinemayı bu filmi göstermek için kirala- dık,çalışanlarafazla mesai iicretiödedik On- lann bir suçu yok. Ortada bir formalite ek- sikliği varsa buna muhatap biziz." Onıkı Mart baskısının en yoğun olduğu günlerdı. "Filmin sansür bclgcsini gösterin" dedıler. "Gösteririz herhalde. ama bu saatte der- nek kapalı. Yann olur" diye karşılık verdık. Götürdüklerı adamlan bıraktılar. Oysa fılm Istanbul'dan geldigı zaman, kutularara- sından sansür belgesı çıkmıştı. Ertesı gün hemen telefona sarıldım. O zamanlar şehır- lerarası 03 'e yazdınlıyor. Saatlerce telefonun başından ayrılamazdın. Kımi günlerde hat- lann doluluğundan konuşma olanağı bulu- namazdı. Bızım dernekle ılgılenen bir sıvıl binncı şube görevlisi vardı. Çok yumuşak. insan halınden anlar bir kışıydı. Sansür bel- gesını ona v erecek mişiz, öyle söyledı ler. Bir gün sonra ona: "Dosyalardasansür belgesini bulamadım. İstanbu'rdan getirtiriz, meseie degil" dedım Onat'ı telefonla ıkı gün ıçınde ancak bu- labıldım. Durumu anlartım, Onat: "Belge gönderilmişti çıkmadı ise bir kop- sayınıyollanz,$ıkjnacanııu' < dedı. llgılı sıvıl polıs bızı. bız Onat"ı sıkıştırdık durduk. En sonunda bınncı şube görevlisi: "Bu filmin sansür belgesini göstermezse- niz, mahkemcye verilirsiniz. Bu işin ucunda hapislik de var" dedi. Yüzü kızarmış, zorda kaldığı bellıydı. gözlennden okunuyordu. "Filmi bulun. ben yeniden sansürden ge- çirteyim. Bu işlemi eskiden yapılmış gibi göV terir. sizi kurtannm"dedı. Bu önen üzenne araştırdım, film daha Po- lonyabüyükelçılığındeımış.Oradaataşefa- lan tanıdıklarım vardı Onlardan kısa bir süre ıçın filmi ıstedim. Politık bir skandal çıkar korkusuyla verme- dıler. Aldığım sonucu bınncı şube ılgılısıne anlanım. o da üzüldü. Iyı nıyetımızı bıliyor- du. \asil olduysa oldu. konu böylece sürün- cemede kaldı ve zamanla unutuldu. Bız de paçamızı kurtardık. Sınematek dernegının dokuz kişilik yö- netım kuruiundan, ortada görünen, ış yapan, kala kala ıkı kışı kalmıştık. Mahmut T.Ön- gören, ünıversıtede görevlı, sınematek ıçm çok az zaman ayırabılıyordu. Benim ıse üç günümü alıyordu. Çok yoruluyordum ama ne yapacaksın, yönetıcıliğı üstlenmışsin bir kez. Geldık 1976yılınıngüzaylanna. Kırkyıl y aşadığım Ankara'dan Istanbul'a göç etmem gerekıyordu. Sınematek yöneticılığını bırak- ma artık kaçınılmazdı. Buna kimsenın bir diyeceği olamazdı. V'er elini Istanbul dedik. Vanıköy. Subayevlen durağmda otobüs bekîiyordum. Eskı bir özel araba durdu önümde. Dıreksıyonda Onat vardı. u \a>,neredençıktın?Atfa''dedi. Atladım. Geçmışlerden, yenilerden konuştuk. Tak- sim'de arabadan ınerken1 "Salim Amca, Bebek Şadırvan Bar'da top- lanıyoruz. l'ğra, bol bol konuşuruz" dedi. "Getirim" dedım. Edip Cansever. Tunca Yönder, Hüseyin Bas,Onat Kutiar. ErdalÖz. ArifKeskiner v e daha başka arkadaşlar. kımı akşamlar Şadır- van Bar'da buluşurolmuştuk. Bir süre böy- le gıttı. Sanıyorum ıkı yıl sonra bizımkıler mekan degıştınp Ortaköy'deZiya Bar'a gec- tıler. Ben alışkanlıkianmdan kolay vazgeçe- medıgım ıçın bir süre daha kaldım. Sonra ben de gıttım. Derken Arıf Keskiner Çıçek Bar - Anf'ı açtı. Artık kaç yıldır orada toplanıyorduk. Gınştekı büyük masa edebıyatçılann masa- sı oldu zamanla. Sevgili Onat'ı aramızdan alan. o alçak. o haın, o yüzkarası olaydan asa- ğı yukan 15-20 gün önce. saat 19.30 sula- rında. Onat'la Hüseyin Baş, Anf'te. edebı- yatçılar masasının başında belrrdiler. Sor- dum: "Nerdeydiniz bu saate kadar? Bir kokteyl- de falan mıydınız?" Onat: "Yok. Opera Pastahanesi'ndeydik. Ak- şamüstleri oraya oraya uğruyoruz" dedi "Benim bildigim. sanatçdann bir gecede iki yerde konsomasyon yapmaya bütçeleri el- vermez." "Biz orada çay içiyoruz.' 1 14 Yahu orada çay, AnTin rakısından daha pahalı. Ne divorsun sen!" Gülüşmüştük. Sevgili, güleryüzlü. dost Onat seni çok özleyeceğiz. Yıllardırçektığımız acıların üs- tüne bir de senın acın. Artık genç değılım. bana çok ağır geldi. "temiz eller"den sözediyor, ama her gün küçük hırsızlar büyüyor, büyük hır- sızlar tepemize çıkıyor. Devlet adamlannın büyük çoğunlu- ğu her fırsatta "demokratik, laik cum- huriyeften söz ediyor. ama aynı dev- letin mılli eğıtim sistemınde şeriatçılık giderek daha fazla kökleşıyor. Herkes yükselen "bilgi toplu- mu^ndan sözediyor, ama TV'lerde "kadınlann tırnak uçlanndan ötesi gö- rülmeli mi? Çıplak heykcl olur mu?"tartışmalan yapılıyor. Bilima- damları kuantum fızigi ve atom konu- sunda en yetkin açıklamayı Saıd-i Nur- si'nin yaptığını yazıyor. Herkes birşeyleri inatla ve ısrarla "halkın iyiligi'' için yapıyor. ama halkın sıyasal, ekonomık. kültürel gücü her- gün azalıyor; kim olduklan bılinmeyen "faiB ve asıl fiiii meçhul" binlen mafya üyesi gibi güçlenıyor. Ve kan, yoksulluk, umutsuzluk dız- boyu... Bileşik kaplarda yükselmeye devam ediyor. Peki nedır çagımızda yükselen şey? Diyor ki Le Monde'un yazan Igna- cio Ramonet. "Narcisse ve Promet- hee"başlıklı yazısında, "Agoniecançe- kişme anlamına geidigi kadar, Yunan- ca köküne bakarsak, direniş, savaşım, kavga anlamına da gelir. Batı uygariığının tüm enteiektüel var- lığının can çekişir göründiiğü günümüz- de kültürün neyin kavgasını ve savaşııriH nı verecegini sormak gerekmez mi? Ay- dın. sanatçı. yaratıcı her birey, bugün her zamankinden daha fazla far- kındaki uygaıiık bir yolay nmın- da. Karar saati bir kez daha ça- lıyoramayeni birçağın eskisinin yerine geçmek üzere olduğu şu anda hiçbir kerteriz yok." Tüm kesimlemelerin çöktügü bir döneme gırdık dıyor Edgar Morin. "Yeryüzü tam anlamıyla belirsizbıranyaşıyor". "Çünkü tarihsel ve büyük yol aynmlan henüz belirmedi. Nereye gidece- ğimizi bilmiyoruz. Büyük katkı- lar \e durgunluklar mı olacak, peşpeşe patlayan savaşlar büyü- yecek mi, bilmiyoruz. Gene bil- miyoruz acaba uygarlaştıncı bir süreç dünvamı/ı az çok yapıcı. kooperativ bir duruma ulaştıra- cak mı? Getecek. çok belirsiz." Ramonet. daha sonra. son bir- kaç yılın umutlanna degıniyor: 1989un ıkıncı yansına. Prag'da kadıfe devnm, Berlin'de utanç duvannın yıkılışı. Bükreş'te des- potlugun sonu. Yeryüzü aydınla- nnda uyanan umutlar; demokra- tik erdemler. ahlaki ilkeler, so- rumluluk bilınci üstüne kurul- muş bir toplum Çıkar ve iktıdar ilişkilerinin. yerini ortak yaşam çabası ve baş- kasına saygıya bıraktıgı bir yer- yüzü. iirp A. erörün beli kınldı. lnşallah bir daha 1980 öncesine dönmeyiz" diyorlar, bir düşünuyorsunuz, terörle baglantılı günlük ölüm sayısı 1980 öncesinin beş katı. Her gün " demokratikleşme "den söz ediyorlar. Bir düşünuyorsunuz, yakın tarihin hiçbir döneminde hapishanelerde bugünkü kadar düşünce suçlusu yok; yargısız infaz, işkence, antidemokratik baskı uygulaması bugünkü kadar yoğun değil. Ama hiçbıri olmadı. Giderek daha kanlı boguşmalara dönüşen savaşlar, milliyetçilıgin akıldışı patlaması, kınlerin bilenmesi. açlık, yoksulluk, fanatizmin dur durak bilmeyen yükselişi. Peki bütün bu kanlı ve karan- lık karmaşada kimın değerleri yükseliyor? Kim kazanıyor bu kanlı oyunda? Televizyonlarda. basında hiç durmadan aydınlara, aydınlığa, sanata, kültüre. daya- nışmaya, sola saldıran bu "kara- oke" lerin ardından konuşan kımdir? Kimden alıyorlar bu su- ratsız suratlardaki müthış saldır- gan, küçümseyen ifadenin gücü- nü? Diyor ki, "Artemio Cruz'un Ölümür 'nün büyük Meksikalı yazan Carios Fuentes, "Düşün- düriicü olan şudur: Bundan sa- decedörtyıl öncevcrimli bir yüz- yıl sonu kutluyttrdu. Tarihin so- nundan sözeditiyordu. Sorunlann çözümünden, ka- piıalizmin vedemokrasinin zafe- rinden. Dört yıl sonra şimdi tam bir kafa kanşıklığına gömülmüş dunımdayız. Herşeji galiba yeniden formö- k etmekzorundayız. Yeniden dü- şünmek zorunda..." Masamın üstünde düşsel bir zeytin dalı. Melih Cevdet An- day'ın yazısından. Düşündügüm çok şeyin sahte olduğunu gör- dükçe şaşınyorum. Ama o zey- tin dalının sahici olduğunu bilı- yorum. Ardındabiryaşanmışlık olduğunu. Ben bırçıftçi çocuğuyum. Ka- ranlık odalarda çevre afişleriyle yetinemiyorum. Karaoke'den de nefret ediyorum. Arkadakı sesın sahibini görmek istıyorum. Siz, sevgili okurlar gibi. (11 EYLÜL 1994 TARİHLİ YAZISI) PENALTI MEMET BAYDLR Morun Gerekçesi Louis Malle'ın çok sevdiğim bir filmi var: Andre ile Ye- meğim. VVallace Shavvn adlı New York'lu bir oyun yaza- rının, ünlü tiyatro yönetmeni Andre Gregory ile yediği bir yemeği anlatıyor film. Pahalı bir lokantada iki arkadaş ye- mek yıyerek konuşuyortar iki saat. Dünyanın en meraklı, en sürükleyici filmlennden bıri bence. Sözün, kelimenin gü- cüne inanan bir sanatçının çok sürükleyici bir yapıtı. Ne uzay gemisi var, ne canavar köpekbalığı, ne tabanca, ne tüfek, ne yumuşak ışıkta çekilmiş seks, ne patlayan ben- zın tankerleri. ne kaçma, ne kovalamaca var filmde. Gün- cel, sıyasal sorunlara güncel, sıyasal çözümler de öneril- mıyor. Sessız, sakin, şık bir dekor içinde, birbirine hiçbir yönden benzemeyen ikı insan, yaşlı olağanüstü bir garso- nun hızmeti altında konuşuyorlar. İki saat. Hayatın, sana- tın, ölümün anlamı üstüne konuşuyorlar. Bir kez olsun di- ğerinın sözünü kesmıyor hıçbirı. Anlaşamıyorlar bir türiü, ama yemek bittiği zaman eskisinden de iyi arkadaşlıklan. Son derece komik, son derece usta işi bir film. Sıze Louıs Malle'ın bu filmınden söz etmek degildi niye- tim. Hemen tüm filmlerini sevdiğim bir Fransız yönetme- nıdır Malle. Yıllardır Amerika'da yaşıyor. Son yıllarda ikide bir Fransa'ya dönüp orada da olağanüstü derinlikte ve in- celikte filmler yapıyor. Kendisi gibi kalmayı başarabilmiş, ömrünün ustalık devrinde bir insan. Yukarıda sözünü etti- ğım Andre ile Yemeğim adlı fılminin sonlarına doğru, tiyat- ro yönetmeni Andre Gregory, dostu VVallace Shavvn'a şun- ları söylüyor. "Birkaç gün önce Wally, çok sevip saydığım biriyle konuşuyordum. Isveçlı bilım adamı Gustav Björnstrand. Bana ne dedi. bilıyor musun? Artık televiz- yon seyretmıyormuş. Gazete okumuyormuş. Hiçbir gaze- te okumuyormuş. Dergi fılan okumayı da bırakmış tümüy- le. Televızyonu, gazetelen, dergileri tümüyle çıkanp atmış hayatından. Onvellvah bir kâbus yaşadığımızı düşünüyor. Bize haber olarak, doğru olarak, gerçek olarak sunulan her şeyin, bizı birrobota dönüşturmesinı görmekten bıktığını soyledi. Kuşkusuz haklı VVally! Robotlara dönüşüyoruz. Bu sıstemın dışında duran her insan görebilir bunu. Büyük kentler, örneğin New York, toplama kamplannın yenı mo- delleri gibi. Tek farkla. Kamp, mahkûmlar tarafından ku- ruluyor artık. Mahkûmlar hem gardiyan hem suçlu duru- mundalar. Üstelik, kurduklan bu hapishaneyle iftihar edi- yorlar. Kendilehne ait bir zindanı inşa edip övünen mah- kûmlar! Şızofrenik bir durum söz konusu. Aynı ınsanlar hem suçlu hem gardiyan. Sonuç olarak artık hapishane- den çıkma şanslan yok. Çünkü orayı bir hapishane olarak görmelen mümkün değil!" Filmin burasında bir düşüncedir aldı beni. Andre Gre- gory'nin sözünü ettiğı Isveçli bilim adamı Gustav Björnst- rand'ı gözümün önüne getirmeye çalıştım. Kimlerden söz edıyordu bu saygın insan? Aynı anda hem suçlu hem ma- sum olan msanlardan. Okumuş cahıllerden. Iyı kalpli kö- tülerden. Gerçekten şızoıd bir toplum olabılir mı? Herke- sm bir bakıma duşmanına benzedığı bırcehennem toplu- mu mümkün müdür? Andre Gregory, Isveçlı profesörün teonsini, gelişmiş top- lumların büyük metropolleri için kullanıyorsohbetinde. Ya- ni her evinde en az bir renkli televizyon olan, herkesın ga- zete okuyup televizyon seyretmekten başka bir halt etme- diği. seyrettıği ve okuduğu her şeyin doğruluğuna inanan ınsanların büyük kentlerı söz konusu. Aynı şarkıları dınle- yıp ezberleyen, aynı köşe yazarlarını okuyup belleyen, in- celmış zevklerle derin bir rüküşlüğü birbirine katık eden, gürültücü robotlar mı söz konusu? Pek anlayamadım doğ- rusu. Yine de ılgınç bir öneri gibi geliyor bana bu tartışmanın bir kısmı. Televizyon seyretmesek, gazetelen okumasak, haftalık dergileri eve sokmasak durdurabılir miyiz bu ro- botlaşma sürecini? Unutmayın, burada sözü geçen ro- botlaşma, konumundan hoşnut olmak anlamında kullanı- lıyor. Hem gardiyan hem mahkûm. Hem muhalif hem de iktidarda olanlar söz konusu. Kurduklan hapishaneyle if- tihar edenlere sözümüz. Ya da yalnızca onlara değil sözümüz. Belki bütün öm- rünü 'muhalif olarak yaşadığını zanneden. oysa kırk yıldır aynı keçiboynuzunu çiğneyen, çağdaş olmayı halkını kü- çümsemekle eş tutan, kendi derdını toplumun derdi sa- nan küçük iktidarını öfkeyle koruyanlaradır sözümüz. Bi- lemıyorum kı! Aklım ermiyor bu ışlere bir türlü. Saatlerce Edip Cansever okudum bu pazar. Güneşe çıkmış kadar oldum. Andre ile Yemeğim filmınden uzak- laşmadım. Gülümsemeye başladım okudukça, daha iyi bir insan oldum sanki. Sonra ne yaptım peki? Edip Can- sever'le birlikte okuyup gülümsediğımiz bir başka şiiri anımsadım. Bu konuyla ılgısi var mı, yok mu? Bana var- mış gibi geliyor. Metin Eloğlu'nun beş dizesi. . MOR DESİZ Denizın morluğunu belırtmek için Deniz mordur demek yetmiyor O morun gerekçesini de belirtmeli Denızle olan ilişiğini de Ondan sonra denız mor. Biz aşağıda imzası olanlar. demokrasi düş- manı karanlık güçler tarafından katledilen ONAT KUTLAR ve YASEMİN CEBENO- YAN'ı kaybetmenin hüznünü yaşıyoruz. Laik, demokratik, çağdaş toplum özlemimi- ze yönelik saldınlan şiddetle kınıyor ve bu işe dur diyecek sorumlulan göreve çağınyo- ruz. Ecz. Mehmet Domaç Ecz. Sait Yücel Ecz. Olcay Domaç Ecz Hadi Tomruk Ecz Turgay Korkmaz Ecz. V'ahap tlhan Ecz. Nermin Yıldız Ecz. Levent Aiemdar Ecz. Nurgül Aktay Ecz. Temel Akkan Ecz. Rafet Şahin Ecz Zafer Kaplan Ecz. Sedat Güçlü Ecz. İbrahım Güvenilir Ecz. Kadri Arslandoğan Ecz. Abdurrahman Akalın Ecz. Can Yetişen Ecz. Mustafa Turunç Ecz. Asal Uçkunkaya Ecz. Müjgan Kuruoğlu Ecz. Semıh Güngör Ecz. Halime Güngör Ecz. Emel Yücel Ecz. Derya Sangül Ecz. Zekine Kalender Ecz. Ferda Göçener Ecz. Ertan Çiftçı Ecz. Özün Bayar Ecz. Ender Lüleburgaz Ecz. Hamdi An Ecz. Hüsev in Duman Ecz. Hakk'ı Ünlü Ecz. Ah Kariı Ecz. Halit Ersoy Ecz. Asuman Çakıroglu Ecz. Güler Çakıroglu Ecz. Zeynep Akaslan Ecz. Nizamettin Yıldınm Ecz. llknur Müftüoglu Ecz. Kaya Özaydın Ecz. Oguz Marangozoglu Ecz. Sevgi Kablan Ecz. Eser Yazar Ecz. tffet Çetin Ecz. Gülden Postoğlu Ecz. Nabi Altunay Ecz. Recep Aktan Ecz. Yaşar Topallıoğlu Ecz. Saim lrtiş Ecz. Mehmet Kaya Ecz. Kürşat Baykara Ecz. Mehmet Ali Akgün Ecz. Atalay Erdoğan Ecz. Tülay Tomruk Ecz. Zeynep Göksal Ecz. Hüseyin Sezgin Ecz. Esfet Korkmaz Istanbul Ecza Koop. Çalışanlan
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear