25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
3AYFA CUMHURIYET 4EYLÜL1994PAZAR 10 PAZAR KONUKLARI Beyin cemaHsindeçağıyakakubk SUNUŞ: Aslında ülkemizde çok nadir olmayan vakalardan biri. İkiyaşında bir çocuk, evinin ikincikatbalkonundan aşağı uçuyor. Annesiyle babası çocuğa ' 'kurtarılamaz' 'gözüyle bakıyorlar. Çünkü kafatasıyeryer çatlamış. Beyin zarı zedelenmiş. Gözün üzerindekikemik içeri göçmüş. Aile Büyükada'dayaşıyor. Apar topar ada dispanserine kaldırıyorlar çocuğu. Dispanserdeyeîerli bir müdahale yapılamıyor. Bunun üzerineçocuk, Amerikan Hastanesi'ne kaldırılıyor. Acil serviste neyapılması gerektiğine karar verilince dünyaca ünlü beyin cerrahı Gazi Yaşargü'in öğrencisi olan Prof. Ali Çetin Sarıoğlu'nahabersalınıyor. Prof. Sarıoğlu, ikiyaşındaki Vedat 'a ikisaatin üzerinde süren başarılı bir ameliyatyapıyor. Neyse ki çocuğun beyni zedelenmemiş. Yoksa kurtuluş şansı da iyice azalırmış. Bundan sekiz hafta önce meydanagelen bu kazayı, ameliyatı ve ameliyat sonuçlarını Prof. Sarıoğlu ve küçük Vedat 'ın babası Yakup Fins 'le konuştuk. Söyleşi Leyla Tavşanoğlu Konuklar Prof .A.Çetin Sarıoğlu Beyin Cerrahı Yakup Fins Vatandaş ^~i ayın Sarıoğlu, bundan | sekiz hafta kadar önce evinin ikinci kat balkonundan aşağı \ düşerek ağır yaralanan iki yaşında bir çocuğa yaptığınız beyin ametiyatııu öğrendik. Bu iş nasıl oldu? Bize anlatır mısınız? SARIOĞLU - Bu çocuk bir yerde talihli, bir yerde de talihsiz. Talihsizli- ği böyle bir kazarun başına gelmesi. Ama her şeye rağmen daha büyük hasarlar oluşmamış olması da talihi. Çocuk gerçekten evinin ikinci kat balkonundan aşağı düşmüş. Balko- nun ön tarafındâ bir cam bolme var. O bölmenin vidalan yerinden çıkmış. O bölmeyle beraber aşağı, beton ze- min üzerine düşüyor. Düştüğü zaman sağ bacağı kınlıyor. Bacağın kınlması paraşüt gjbi düşme hızını azaltıyor. Bu arada kafasını beton zemine çarpıyor. Alnının üzeriyle ense köküne kadar uzanan kocaman bir yank oluşuyor. Alrun çevresinde parça parça bir sürü kemik vardı. Beyin zan zedelenmişti. Göz çevresindeİci kemik kınlmış ve göz üzerine baskı yapacak şekilde çökmüştü. Tabii çok şanssız bir kaza. Bizim nöroşirürji hizmeti veren arkadaşlan- mızın sıİdıkla karşılaştıklan kafa travmalanndan bir tanesiydi. Çünkü Türkiye'de bir yandan trafık kazalan, bir yandan da özellikle çocuklarda sıkça göriilen balkondan düşme. bah- çede düşme gibi olaylardan kaynak- lanan pek çok yaralanmalar söz ko- nusu. Dolayısıyla ülkemizde çalışan nöroşirürjiyenlerin hiçbir zaman hayır diyemeyecekleri, çok sık karşı- laştıklan bir kaza türüydü. Aile için büyük panikti. Çocuk için ise ağır bir kazaydı. Hastaneye ge- tirdiler. Çocuğun şuuru açıktı. To- mografılerini yaptık. Bütün dramatik görüntüye rağmen beyinde çok bü- yük bir harabiyetin olmadığını gör- dük. Hemen ameliyata aldık. Kafa- tasını tamir euik. Kemiğin beyne gir- miş olan kısımlanm çıkardık. Beyin zannı diktik. Gözün üzerine düşmüş olan göz çevresi kemiğini kaldırdık. Bizim işimiz böylece bitmişti. Daha sonra ortopedistler bacağa revizyon yaptılar. Çocuğu üç gün yo- ğun bakımda tuttuk. Hayati fonksi- yonlan tamamıyla yerine gelince de servise çıkardık. Şimdi evinde çok memnun. çok rahat. Demin de söylediğim gibi bunlar bizim nöroşirürji pratiğimizde ıklıkla rastladığımız olaylardır. En büyük şans tabii ki çocuğun beyninde daha büyük bir hasann oluşma- masıdır. Oyle bir hasar olsaydı bunu bizim düzeltmemiz fevkalade olurdu. zor IBeyin dokusu zarar görmemiş Beyin zannı. kemiği düzeltebiliriz, gerekirse oraya yeni kemik yapabili- riz. Bunlann hepsini düzeltebilmek mümkün. Fakat beyin dokusuna ge- len hasan düzeltmemiz mümkün de- ğil. Bu çocuğun belki de en şanslı ta- rafı beyin dokusunda çok büyük bir harabiyetin olmayışıdır. Bu, bizim için de aile için de son de- rece sevindirici oldu. - Siz Gazi Yaşargilgibi bir beyin cer- aMsi ustasınm yamnda yıkarca çahştınız. Sizce Gazi Yaşargilbir Türk bWm adamı olarak İsviçre'de ve diğer Avrupa ülkelerinde kenaHsine böylesi- ne şaygın bir yer nasıl sağladı? SARIOĞLU - Hocamız Türk. Dile getirdiğiniz yargılann bir kısrrıı da doğru. Batı'da bir Türk imajı var. Onu değiştirmek de epeyce zor. Hoca, ikinci Dünya Savaşı yıllann- da Avrupa'ya gidiyor. Önce Alman- ya'ya gidıyor. Ama savaş ağır bastın- nca tıp tahsilini yapmak için mecbu- ren İsviçre'ye geçiyor. Tıp öğreniminden sonra ihtisasını da İsviçre'de yapıyor. Neredeyse bü- tün hayatını İsviçre'de geçirmiş bir in- san. Irsi olarak Türk. ama kültürü ne kadar Türk, ne kadar Batıh... Bir kere Hoca her şeyden önce yete- nekli bir insan. Çok çahşkan. İşini çok seven, bu işte en iyisi olmak için büyük gayretler sarfetmiş. 1960'lann sonunda mikroşirürji, ya da mikroskopla ameliyat, dünyada tek tük yerlerde yapılırken, Prof. Ya- şargil'i, hocası Amerika'ya yolluyor. 'Böyle bir şey var. Sen git bak bakaİım. Nasıl oluyor? İşe yarar miT diyor. Ho- ca gidiyor, bakıyor ki çok işe yarar. fsviçre'ye döner dönmez bu konu- da hocasını da ikna ederek hemen müthiş bir çalışmaya giriyor. Mikroşirürji, beyin cerrahisinde gerçek bir devrimdir. Hoca, bu devri- mi başından yakalıyor. Ve bu devri- min de çekici güçlerinden bir tanesi oluyor. Aletler, mikroskop, yeni cer- rahi teknikleri, yeni bir takım ameli- yatlar tarif ediyor. Bütün bunlar ora- da onu büsbütün sağlamlaştınyor. Gücü bu kadar fazla olunca da onu Prof. Yaşargil, devrimyaptı ±1 oca, kritik bir dönemeçte, mikroşirürjiyle ilgili devrimin tam zamanında işin en kritik noktasını yakalamış ve bir şeyleri ortaya koymuş bir insan. Mikroşirürjiden sonra bu ölüm oranı yüzde 4'ün altına düştü. Bu işin ustalan bunu yüzde 0'a indirmeyi de başardı. hiç kimse yerinden kıpırdatamıyor. Yanılmıyorsam 1973 yılında hoca oranın başkanı oluyor. TO'lerin başında zaten oralarda Türklerin imajı o kadar kötü değil. Şöyle özetlersek, bu işin sihri kritik bir dönemeçte çekici güç olmak. Ho- ca, kritik bir dönemeçte, mikroşirür- jiyle ilgili devrimin tam zamanında işin en kritik noktasını yakalamış ve bir şeyleri ortaya koymuş bir insan. - Siz Gazi Yaşargil'le çahştığınız dö- nemle ilgili ne gibi izlenimlere sahipsi- niz? Ondan nasıl etkilendiniz? SARIOĞLU - Şimdi bakın... Hocadan, oraya giden gitmeyen he- men hemen herkes etkilendi. Etki- lenmemek mümkün değil. Çünkü bu iş tamamıyla matematiksel. O metot- la yaparsanız ameliyatlarda yüzde bilmem kaçı ölüyor. bu metotla ya- parsanız yüzde bilmem kaçı ölüyor. Şöyle söyleyeyim: Anevrizma cerra- hisi mikro metot olmadan önce yüzde 25 ölümle sonlanıyordu. Bir yüzde 25 de çok ağır sekellerle sonlanıyordu. Yani bu ameliyatlan geçiren insan- lann yansı ya ölüyordu ya da artık toplum için kayıp vakalardı. Bunlar 1965-66'nın rakamlan. Mikroşirürjiden sonra bu ölüm oranı yüzde 4'ün altına düştü. Bu işin ustalan bunu yüzde 0'a indirmeyi de başardı. ama genelde baktığmız za- man yüzde 4 civannda bir ölüm oranı var. Yani yüzde 25'ten yüzde 4'e düş- müş. Bu, muazzam birdüşüş. Hele bizim gibi genç insanlan çok etkiledi. Dolayısıyla giden, gitmeven herkes Gazi Yaşargil'den etkilendi. Gazi Yaşargil'in yanına Türkiye'- den pek çok insan gitmiştir. Galiba onun yanında en uzun kalan benim. Hocanın olağanüstü bir tekniği var. Onun dışında klinik içınde çalı- şmasında da son derece titiz davranır. Dikkat edilmesini istediğı pek çok nokta vardır. Ben okul çağlannda atletizm yap- tım. Atletizm yaparken yıldız takımında koşardım. Ama ben hep gençlerde koştursunlar isterdim. Ya da gençlerie birlıkte koştursunlar... Çünkü yanınızda koşan atlet iyi atlet- şe sizi de beraberinde sürüklüyor. İsteseniz de istemeseniz de dereceniz bir öncekinden daha iyi oluyor. Gazi Yaşargil'in yanında da bu his- si duyuyorsunuz. Siz ne yaparsanız yapın, çok iyi olmak zorundasınız. İyi olmazsanız hiçbir şansınız yok. Tabii insan çok şey öğreniyor, çok şey yakalıyor. Çünkü bulunduğunuz or- tam yüksek kalitede ürün ortaya çı- karan bir klinik. Hocanın çahştığı hastane dünya çapında bir merkez. Dünyanın her tarafından nöroşirürji- yen geliyordu. Onlar konferanslar ve- riyorlar. küçük konuşmalar yapıyor- lar. karşılıklı tartışıyorlar. Böyle de bilimsel bir faaliyet vardı. Sürekli bir şeyler öğreniyorsunuz. her gün yeni bir insan tanıyorsunuz. Bunlar tıp ha- yatı için son derece önemli şeyler. Tıpta bilgiler çok hızlı gelişiyor; bu bilgilerin çok hızlı yenilenmesi gereki- >or. Siz kendinizi yenilemezseniz bir yere varmanız mümkün olmuyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) 1984 başında yayımladığı bir bildiri var. Bu çalışmaya göre tıptaki bilgile- rin yan ömrü yedi yıl. Bir şeyi yedi yıl okumazsanız sizin okuduklannız vedi yıl sonra yan yanya bitiyor. 14 yıl bir şe\ okumazsanız sıfırsınız de- mektir. Tahmin ediyorum şimdi bu yedi yıl daha da kısaldı. Çünkü dün- yanın her yanında muazzam bilimsel çalışmalar var. - Attıyıl sonra Türkiye'de hastanele- rin durumunu nasıl buldunuz? SARIOĞLU - Aradan altı yıl geç- tikten sonra Türkiye'yi gördüğümde, daha doğnısu burada aktif çalışmaya girdiğimde muazzam bir değişiklik olduğunu fark ettim. Alet. edevat. KücükVedat'ın babası kazayı ammsamak bile istemiyor O, artık eskisi gibi' - Siz, küçük Vedat'ın babası olarak bize olay nasıl oldu, anlatabilir misiniz? FtNS - Biz, yazın Büyükada'da otu- ruyoruz. O sabah da ben, her zamanki gibi işime gidecektim. Gazetemi aldım, balkona çıktım. Evin balkonunda kalın bir cam panel var. Yumruk atsanız kınlmaz. Ama ben. her zaman çocuk- lanma o cama yaklaşmamalannı söylü- yordum. Büyük oğlum cama yanaşarak oyna- maya başladı. Onun oradan düşmesi imkansız. Derken yanına küçük geldi. "Oradan geri çekilin" demeye fırsat kal- madan küçük. göğsüyle cama yaslandı. cam tuzla buz olarak patladı. Oğlum camdan, benim gözlerimin önünde aşağı düştü. O an dünyam karardı. Aşağı baktım. Oğlum. camlann üzerinde yerde hare- ketsiz yatıyor. Aşağıda bahçeye bakan bir arkadaşımız var. O, çocuğu hemen kucakladı. sonra da dilini dışan çıkardı. Çünkü böyle düşüşlerde şok olur, dil içeri dönermiş. Ben oğlumu kucağıma Yakup Fins-'Çok üzüldük' alıp nefes aldığını. hafıf hafıf inlediğini duyunca biraz rahatladım. Hemen ada dispanserine gitti'k. Orası. olanaklan son derece yetersiz bir yer. Dış kanamalan durdurup cam kesiklerini tedavi etmek ıstediler. Sonra, doktor beklc- memi söylediler. Ama adadaki doktorun hiçbir müda- hale yapamayacağını bildiğim için hemen bir tekneye atladık ve Kabataş'a geldik. Deniz yolculuğu 45 dakika sürdü, ama bana bir yüzyıl kadar uzun geldi. Bu arada oğlumun beyninden kan geldi, sol tarafı titremeye baş- ladı. Ben, "Bu çocuk elimde gidecek" düşüncesiyle kah- roluyordum. Derken Amerikan Hastanesi'ne geldik. Sağolsun. yoğun bakımda Tahsin Bey var. Hemen Prof. Ali Çetin Sanoğlu'na haber verildi. - Peki siz, adadan hastaneye telefon etmiş miydiniz. FİNS - Tekneden etmiştim. Hastanede tomografiler çekildi. Tomografiler temiz çıkıp beyinde bir hasar olmadığı anlaşılı- nca. ben çok rahatladım. Prof. Sanoğlu. öğleden sonra gelip ameliyatı yaptı. Sa- ğolsun. gerçekten çok iyi bir ameliyattı. - Ameliyat ne kadar sürdü? FİNS - İki-iki buçuk saat kadar sürdü. Bunun ardından oğlumun kınlan ba- cağını tamir edip vücudunu boğazına ka- dar alçıya aldılar. Zaten bacağı kınlmamış \e başını doğrudan vere çarpmış olsaydı hiç umut yoktu. Alçı 45 gün sonra çıktı. Şu anda bacak kaslan zayıfladığı için pek yürüyemiyor, ama onun dışında eskisi gibi. - Bacak kaslarının zayıfbğına karşın herhangi bir şey yapıhyor mu? FİNS - Doktorun tavsiyesi. bacağı ku- vetlendirmek için su dolu havuzda 4-5 saatoynaması. Genişçe bir havuz var. İçini su doldu- rup balkona ko\duk. Oğlum onun içinde 4-5 saat oynuyor. Bacaklannı suda bol bol hareket ettiriyor. İnşallah bir hafta - on gün içinde yürümeye başlayacak. Şu anda o bacağına basamıyor. Ama ben. bacak kınğını gerçekten kazadan saymıyo- rum. - Başında herhangi bir yara izi kaltb nu? FİNS - Ameliyat izi var. Anlayabildiğim kadanyla oğlum şu anda çok iyi durumda. Kafa açısından hiçbir şikayetimiz >ok. Eskisi gibi neşesi, hareketleri yerinde. - Hastanede ne kadar yattı? FİNS - On^ün kadar yattı. Ondan sonra da taburcu edildi. Ben. "IstanbuTa gecelim. adadan gelmek güç ola- bilir" dedim, ama Prof. Sanoğlu. "Bu çocuğun benim açımdan hiçbir sonınu yok. İstediğiniz yerde oturabilirsi- niz"dedi. Ben, bir an önce bacağı da düzelip ayağa kalksın isti- \orum. organizasyon... İnsanlann kafalan açılmış; en azından daha modern bir tıp hizmeti verebilme konusunda açılmış. Çok iddialı bir söz olarak kabul et- meyin, ama şu anda Türkiye'de her türlü beyin cerrahisi yapılabilir. Ale- tiyle, çevredeki yardımcı personelin eğitimiyle, yoğun bakımlanyla. teşhis yöntemleriyle dünyada bugün ne var- sa Türkiye'de hemen hemen hepsi var. Nöroşirürji genç bir branş. Bütün dünyada genç; Türkiye'de daha da genç. Türkiye'nin bir başka özelliği nöroşirürjinin çok genç bir kuşağın elinde oluşu. Yani şu anda 60 yaşını geçkin nöroşirürjiyen Türkiye'de ya üç ya da beş tanedir. Geri kalanlann hepsi genç insanlar. Ve bu gençlerin hemen hemen hepsinin de yurtdışı- nda bir deneyimi olmuş; Batı'nın bi- limsellığinı. bilgisini Türkiye'ye taşımışlar. - Peki nöroşirürjide gerçekten, ilerleme sağladtğtnuzı söyUiyorsunuz. Ameliyat sonrası bakımda Türkiye'- deki hastaneler nasıl performans gös- teriyor? IBüyük aşama gösterdik SARIOĞLU - Gerçekten bü\ük bir gelişme var. Bana 'Bu, Amerika standardında mı, Avrupa standardında mı' diye sorsanız 'evet'. di\emem. Bazı hastanelerin başındaki eleman- lara bağlı olmak üzere çok gelişmiş. Bizim Cerrahpaşa'da Anestezi'nin başında olan Prof. Moiz Behar var. Ben yirmi yıldır bu mesleğin içinde- >im. Orası Prof. Moiz Behar'la birlik- te müthiş bir gelişme göstermiş. Böyle bir gelişmenin sonucu şu olu- yor: Periferideki küçük hastaneler, küçük sağlık kuruluşlannın çalışan- lan buraya gide gele nelerin nasıl yapıldığını öğrenmeye. bir çeşit kop- >alama>a çalışıyorlar. Bizim Avru- pa'dan kopyalayıp buraya getirdiği- miz gibi onlar da bizden koplayayıp kendi küçük ünitelerine aötürüyor- lar. Bir kere. insanlann kafasında böyle bir olay var. 'Bunu yapalım'. fikrinin doğması bile bence önemli birgelişim. İnsan çerçeveyi çizip. biz bu kadar ya- pıyoruz diyerek kapılan, pencereİeri kapatıp oturursa'hiçbir sonuca vanl- maz. Pek çok yer hiç tartışmasız yüksek standartlarda gelişmiş. Pek çok yer yüksek standartta Batı tipi hizmet ve- riyor. Bu sadece üniversiteler için de- ğil, özel hastaneler için de gecerli. Amerikan Hastanesi'ni ele alalım. Bu hastanedeki alet-edevat pek az hastanede var. Bazılan diyebilir ki: 'Fazla alet alınmış. Burada ihtiyaç faz- lası alet var.' Ama bir şeyler alınmış, bir şeyler alınmak üzere çaba har- canmış. Bir yanda kalmış. Ama şimdi bakıyorsunuz hepsini bir araya getir- diğiniz zaman sistemi kurma şansınız \ ar. Şu anda ameliyatı Cerrahpaşa'da yapmışım va da Amerikan Hastane- si'nde yapmışım. Artık hiçbir farkı kalmadı. Bence buçok büyük birgeli- şim. Bütün dünyada bir genel sağlık si- gortası vardır. Bir de bunun içinde öze! sağlık sigortasına tabi olanlar. İnsanlann yüzde 30'u özel sağlık si- gortasına tabi olunca onlar özel kli- niklerde. özel koşullarda ameliyat ol- mak istiyorlar. Türkiye'de de öyle. Ama bunun yüzdesini bilmiyorum. Çünkü genel bir sağbk sigortası yok. Ama toplumun içinde belirli sayıda insan özel hastanelerde ameliyat ol- mak istiyor. Muayenehane>e gitmek va da bir özel ilgi istiv or. Bu. belirli bir yüzdedir. Bu yüzdenin değişmesi de mümkün değil. Şimdi özel hastanelerde bu > üzdeye çevap verecek bir sistem oluşmuş. Önceleri vüzeysel birtakım ameli>at- lan özel hastanelerde yapabilirdiniz. Ama kritik amelivatlarda 'üniversite hastanelerine gidelim' eğilimi belirirdi. Biraz daha fazla maddi gücü olan ise Amerika'ya. Avrupa'ya kacardı. Bu son oluşumla \urtdışına kaçan hasta sayısı da >a\aş vavaş düşmeye başladı. Çünkü bir yandan belli bir standardı tutturu>orsunuz. bir >an- dan da maddi bakımdan müthiş bir rahatlık getiriyorsunuz. - Peki yurtdısındaki ameliyat fi- yatlanyla bugün Türkiye'deki ameli- yatfiyatlannı kıvaslayabilir misiniz? SARIOĞLU' - Bugün Zürih'te yapılan bir beyin tümörü ameliyatı yaklaşık 70 bin İsviçre Frangına mal oluyor. Bu, bir buçuk milyar lira ci- vannda bir para ediyor. Oysa böyle bir ameliyat lüks dediğimiz Amerikan Hastanesi'nde 150 milyon lira gibi bir paraya çıkıyor. 150 miKon lira bizim toplumumuz için çok büyük bir para. Onu kabul ediyorum. Ama belirli ki- şiler için de hiçbir şe\ değil. Çünkü 1.5 milyar lirayı verip de oraya giden in- sanlann sayısı az değil. ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇI Kulluktan Kurtulmak...Perşembe günüçıkan "Ankara Notları"nda, "Devinim"der- gisiyle ilgili bilgi vermiş, dergiye sürdürüm kosullarına dek yazmıştım. Istanbuldan bir okur, derginin telefonunu istedi. Dergiyı elde etmek için, yazışmayı bile beklemek istememişti: "Devinim"\n hem faks, hem telefonu şöyle: (212) 235 77 75. Prof. llhan Arsel'in "Devinim"deçıkanyazısı ilgiçekti. Buyol- da da telefonlar aldım. Bugün ilhan Arselin yazısının kalan bölümünü vereceğim. Daha sonra, Prof. İlhan Arsel, şöyle di- yor: ''Daha başka bir deyimle yukarıdaki hükumde, Tanrı ve pey- gamber emirlerine aykırı davranmanın, yani günahkâr olma- nın, hayvan cinsine dönüşme gibi bir cezai sonuç yaratacağı anlatılmak istenmiştir. istinca' (pislikten temizlenme) için üç taş kullanmayı öngö- ren hadis hükmü, her işin tek sayılara göre görülmesi husu- sunda Muhammed'/n verdiğı emirle ilgilidir ki, suyu tek sayıda yudumlamaktan tutunuz da def-i hacet'ten (aptes bozmak) sonra temizlenmeye (yani ıstincayaj varıncaya kadarkişinin tüm davranışlannı kapsar. Her işin tek sayılara gore görulme- sı gereğini Muhammed, Müslüman kişilere Tanrı 'nın tek oldu- ğunu anımsatmak maksadıyla ongörmüştur. Yine bunun gibi çorba içerken ya da yemek yerken çanağın ortasından değil kenarından başlamak gerektiği' emredilmiş ve gerekçe olarak Tanrı'nın inayetinin çanağın kenarında top- landığı, ortasına doğru azaldığı bildirilmıştir. Yemek yerken ortuye dokulen kırıntıları mutlaka yemek ge- rektığı belirtilirken aksi takdirde şeytanların gelip yemekleri yiyecekleri hatırlatılmıştır. Yemeğe tuz ile başlamak ve tuz ile bitirmek gerektiği açıklanırken Tanrı inayetinin buna göre ayarlandığı anlatılmıştır. Sol el ile yemek yemenin, su içme- nin caiz olmadığı bildirilirken, sebep olarak şeytanın hep sol elinı kullanarak iş görduğü belirtilmiştır. Çanaktaki yemeği sonuna kadar yiyip bitirmek ve bitırdikten sonra parmakları yalamak gerektiği din verisi olarak emredi- lirken böyle yapılmayacak olursa şeytanın gelip çanakta ve parmaklarda kalan yemeği yiyeceğı bildırılmiştir. Yemek ve içecek içine sinek duştuğunde, sıneğın dışarda kalan kanadı- nın iyice yemeğe (içeceğe) batırılması, sonra çıkarılıp atılması gereği, kanatların bırinde günah . diğerinde sevap' bulunup, sineğin 'idrak (anlayış) sahibi' olmak nedeniyle sevap kanadı- nı dışarda bırakacağı ve işte dışarda kalan kanadın yemeğe batırılması halinde sevap/n gunahı gidermış olacağı gerek- çesıne1 dayatılmıştır. Gümüş veya altın kaptan su içmenin doğru olmaması ıçildiğı takdırde kışının karnında cehennem ateşlerinin gürültüsunu duyacağı gerekçesıyle açıklanmıştır. Soylemeye gerek yoktur ki yukarıdaki hükümlerin ve gerek- çelerin' akılcılığa dayalı hiçbir yonu yoktur. Her şey ilahi mü- kafat' (iyilikj ve mücazaat' (cezalandırma) usullerine. şeytan- ların, meleklerin ve cınlerin keyiıne terk edilmiş gibidir. Fazla yiyen, fazla içen, fazla uyuyan kışi melekût âlemine yüksele- mez', Allah katında sevimsizdir. kıyamette en çok aç kalacak- lardandır 1 , bu gibi kimselerin kanına şeytan hulul eder; tok karnına uyuyanın kalbi katılaşır' vs. (Bkz Gazali, ihyâu Ulumi- d-Din.. III, sh. 184-192). Yine soylemeye gerek yoktur kı bu tür şeriat emirlerini Tann'dan ve Peygamber'den gelmiştır' dıye belleyen Muslu- man kişı 'olay' ile sonuç 1 arasındakı ılışkiyı akılcı bir düşünce eylemine vurmaz; neden böyledır' diye kendı kendine soru sorma ihtiyacı duymaz. Oysa kı yaşam kurallarını bellerken bu kuralların mantıksal anlamını ve amacını bilebılmiş olsa, orne- ğin çorbayı içerken çanağın ortasından değil kenarından baş- lamakla dilınin yanmayacağını ve çunku çanağın kenarlarının orta kısma nazaran daha ılık olduğunu öğrense ve yine bunun gibi, altın/gumuş kaptan su içmenin israf sayılacağını ve bu- nun toplum ekonomısı bakımından sakıncalı olacağını bilim- sel, deneysel ve duzenli duşunce yolu ile oğrense, kuşkusuz ki fikırsel gelişme yonünden hem kendısı. hem de mensubu bulunduğu toplum için yararlı bir varlık halıne gelebılır. Böyle- ce yaşamını ve davranışlannı akıl ve mantık rehberlığiyle, ge- lişme kanunlarına uyarak ayarlama olanağına kavuşmuş ve uygarlaşmış olur. Aklı dışlayan eğitım sisteminde kişinin yaşam ve düşünce tarzını şekillendiren kurallar zihinsel, bilimsel, nesnel ve de- neysel bir duşunce mantığına dayalı değıldir. Bu nedenle kişi, aklen ve fikren olumsuz, kötü ve hatta kendi çıkarlarına ya da insanlık haysiyetine aykırı olan her şeyi, akıl ve mantık terazi- sine vurmadan kor bir imanla benimser Bunun sonucu olarak kendi kendisinı kul olarak gormekte sakınca bulmaz; dolayı- sıyla da vicdan sesıne ve insan sesi duygusuna yabancı kal- maktan kurtulamaz. Bundan dolayıdır kı birbiri ardına gelen ve hiç bitmeyen ıstibdat rejımlerıne boyun eğmekten geri kal- maz. Laıklığı benımsemiş olan Turkiye hariç, şeriat ülkelerinin her bırinde görülen kara manzara budur." • • * Bugün. Turan Dursun'un öldürülüşünün dördüncü yılı. Tu- ran Dursun u arkadan vurarak öldüren yobazlar, onu ölüm- süzleştirdiklerini biliyorlar mıdır? Köpekler gibi pişman mıdır- lar şimdi ne bileyim? Prof llhan Arsel. Turan Dursun'un "Din Bu-T yapıtınayazdığı "Önsöz'deTuran Dursun'la nasıl tanış- tıklarını anlatıyor Bunun bir bölümünü kendi kitabına da yaz- mış. Turan Dursun'a bir zarar gelmesin diye, adından "T.D." diye söz etmiş Kısaca, bir bölümü şöyle: "...Sayıları gerçekten az olan T.D.'lar var bu toplumda. din adamı olmakla beraber kendilerini şeriat zihniyetinin çok üs- tüne çıkarabilmişler ve çıkarabilmek için de İNSANLIK SEVGİ- Sl denızine atabilmışlerdi. Atatürkçulüğün ve Atatürk devrim- lerinin KURTARICI TILSIMINA inanmışlardır. Tanrı ve pey- gamber emirleridir diye belledıklerı esasların AKIL yordamıy- la yeniden elden geçirilmesi, Turk'ün gerçek niteliklerine uydu/ulması ve 'müspet akıl' verilerine oturtulması gereğine sarılmışlardır. Bugunku şerıatçı ortam ıçerısinde ve 'Atatürk ve uygarlık düşmanf din adamları arasında kendilerini 'din adamı' kılığında gormezler ve gerçeği söylemek gerekirse din adamı' deyımiyle çağırılmak da istemezler. Bu kitap onla- ra armağan edilmiştir." İlhan Arsel'in o kitabının adı: "Toplumsal Geriliklerimizin Sorumlulan. Din Adamları"... BULMACA SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 1/ Yunan mitolojisinde .. yansı insan, yansı at olan yaratık. 2/ Öldükten son- 2 ra İsa tarafından diriltil- , diğine inanılan adam... Taş dibek. 3/ Türk müzi- 4 ğinde bir dizinin işleniş ,- biçimine verilen ad... Mikroskop camı. 4/ Re- 6 şimli duvar ilanı... -, İtalya'nın en uzun ırma- ğı. 5/ Salgm hastalık. 6/ 8 Iskambil oyunlannda ka- g ğıt atma sırası... Hint ina- nışında aşk tannsı. 7/ Derinliğin bittiği yer... Güreşte bir oyun. 8/ Olduğundan büyük gösterme... İpliklerin boyanmak istenmeyen bölümlerinin ağaç kabuklan. yap- raklar ya da balmumuyla sanlarak boyaya batınlması yoluyla uygu- lanan bir tür boyama tekniği. 9/ Antıl Adalan'nda yetişen, çok ze- hirli bir ağaç. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Dönerek ya da ileri geri hareket ederek kendine dayanan bir parçanın önceden belirlenmiş bir hareketi yapmasını sağlayan mil... Yapılmış, gerçekleşmiş iş. 2/ Sıkıntı verme, üzme... Vücuttaki AIDS virüsünü saptamakta kullarulan test. 3/ Yüz örtüsü, peçe... Yunan mitolojisinde kır tannsı. 4/ Ulaşım yollannda bulunan taşıtlann ve yayalann gi- diş gelişi... Monaco'nun plaka işareti. 5/ Birçok efsaneye konu olmuş ünlü Frigya krah. 6/ Akıl... Bir kimsenin dış görünüşü- nün özellikleri. 7/ Yapmacıklı davranış... Kimi Baü devletlerin- de kullanılan bir soyluluk sanı. 8/ Afrika'da yaşayan, bacaklan beyaz çizgili bir hayvan... Büyük tonajlı taşıtlar imal eden bir Alman fırması. 9/ Japonlar'a özgü bir tür güreş... Soyundan gelinen kimse.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear