22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
31AĞUSTOS1994 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 2O.yüzyılda besteci ne kadar politik olaylan yaşıyor? Yeni arayışlar ve başkaldırılar EVİNİLYASOĞLU Müzik sanatının diğer sanat dallan- na göre siyaset ile en az ilgilenen dal olduğu söylenebüir. Bestecilerin (yine yazarlar kadar olmasa da) toplumun en çok sesini duyurduklan çağ, belki de 20. yüzyıl oldu. Bu yûzyıhn savaş- lan; ikinci yansında kaynaşan sanat dallan, tiyatro-edebiyat-görsellik ve müziğin içiçe işlevi ile bir de medya gücünü hesaba katarsak, ister istemez besteci de politik ortamın ortağı oldu. Çağlar boyu besteci, toplumun ge- reksinimine göre kimi zaman Haydn gibi bir hizmetli olmuş, kimi zaman Beethoven gibi tarihsel olaylar etkisin- de duygulan kamçılamıştır. Beet- hoven'in ilk ağızdaki Napolyon'a hay- ranlığt, kahramanca seslenişlerinde yer alrruş, oysa ona adadığı 3. senfoni- sinin ilk sayfasını yırtarak Napolyon'- un diktatörlüğünü protesto etmiştir. 19. yüzyüın Romantik bestecisi ne denli kendi kabuğuna çekilmeyi, siya- sal kavgalardan uzak durmayı yeğ tut- muşsa, 20. yüzyılın ilk yansında iki dünya savaşı geçiren besteci ister iste- mez politik kavgalann, toplumsal so- runlann içine gırmiştir. Onceki çağın karmaşık tekniği ve yoğun duygularla yûklü müziği yerine daha kolay an- laşılabilir, geniş kitlenin, eğitimsiz din- leyicinin dünyasını daha kolay kavra- yabilir müzikler bestelenmiştir. Güncel malzemeden yararlanma Yararlı Müzik akımı ya da Fransız AJtüarTnın sunduğu kıvrak, neşeli ez- giler bu amaç doğrultusundadır. Siya- sal olayların müzige girmesiyle önce ti- yatro ile müzik birleşir; görsellik ile işitsellik yeni ortamlar yaratır. Böyle- ce konunun güncel oluşu, çağı yansı- tması kadar, müzik biçiminin de gün- cel malzemeden yararlandığı görülür. Enıst Kreoek (1990-1991) Uk kez top- lumsal olaylan taşlama niteliğindekı Jocıny Spielt Auf (Jonny de çaldı) adlı operasını 1927'de ortaya çıkarür. Le- ipzig'deki temsilinden sonra hemen 18 dile çevrilerek Rusya ve Amerika da- hil dünyanın pekçok ülkesinde göste- rime girer. Revü havasında, caz müzi- ğinden esintili, hızlı değişen sahnele- riyle, radyo hoparlörü, tren sireni gibi konunun geçttği çevreyi somut olarak yansıtan sesleriyle ilgi toplar. Brecht- Weill işbirliği Avusturya asıllı olup 1939'da Ame- rika'ya göçeden Krenek'in operası, Zeitoper (günün operası) türüne öncü- lük eder. Içinde yaşadığı güncel or- tanu, toplum koşullannı dile getir- mektedir. Zeitoper türünün diğer ör- nekleri HindemiA in "Dafly News" operası; Max Brand (1896)'ın Maki- vast Hopkins adlı operası ve Scbön- berg'in Von Heute auf Morgen adb yapıüdır. 1930'da yine Leipzig'de sah- nelenen bir başka toplumsal içerikli yapıt da Mahagony'dir. Kurt VVefll (1900-1950) ile Alman oyun yazan ve şaır Bertotd Brecht (1898-1956)'in or- tak çalışması sonucu ortaya çıkan bir- kaç sahne yapıtından biridir. Masalsı bir özgürluk kenti olan Mahagony'de herkes canı istediği gibi yaşamaktadır. Dünyanın dört bir yanından insanlar özgür kalabilmek için bu kente göçet- mektedir. Ancak 1933'den sonraki Nazi baskısı oyunu derhal yasaklar. Brecht-Weill işbirliği sonucunda Üç kuruşluk Opera, Yedi Ölümcül Günah gıbı toplumsal sorunlan işleyen mü- ziklı tiyatrolar ortaya çıkar. Geniş kitlelere seslenen mÛ2İk ttalya'da Nono. kendini komüniz- me adanmış bir sanatçı olarak yapı- tlannda kitlelerin coşkulu sesini du- yurmak amacıyla korolu bir teknik geliştirir. Siyasal hükümlülerin hak- lannı savunan Askıdaki Şarkı "The Suspended Song" (1956) toplumun di- namık sesidır. Berio'nun 1964'dekı görsel oratoryosu Traces ırk çatı- şmasını konu alır, çeşıtli müzikleri bir- leştirerek kapitalizme hücum eder. 1970"li yıllarda yeni sol akımmı des- teklemek üzere müzik bir araç olarak kullanılmahdır. Bestecilerin toplumun en çok sesini duyurduklan çağ, belki de 20. yüzyü oldu. Bu yüzyılın savaşlan; ikinci yansında kaynaşan sanat dallan, tiyatro-edebiyat-görsellik ve müziğin iç içe işlevi ile bir de medya gücünü hesaba katarsak, ister istemez besteci de politik ortamın ortağı oldu. İki dünya savaşı arasmda Rusya'da sanat adına en çok tartışılan konu da bu olmuştur. Müzik, geniş kitlelere he- men seslenen, işcinin, köylünün dinle- diği anda zevk alabileceği nitelikler taşımalıdır. Sovyet liderlerini öven kantatlar, anavatanı betimleyen sen- foniler, köylü kahramanlığuıı sergi- leyen operalar kabul görmektedır. Oysa yeni solun destekçileri için bu gerçek sosyaüzmin müziği değildir. Onlar Brecht-Weül işbirliği ile yazılan örneklere yönelirler. Bu arada Komü- nist Çin'deki kolektif müzik yapma tarzı bazı Batüı müzikçilerin ilgisini ceker. ttalya'da Yaşayan Elektronik Müzik (Musıca Elettronica Viva) top- luluğu dinleyicinin de katıldığı yapı- tlar üretir. Aynı anda İngillere'de Cor- müus Cardew tarafından kurulan Scratch Orkestrası doğaçlama yoluyla kojeküf besteler yapmayı ve amatör tyelerle çalışmayı yeğ tutar. Henze, kaçak bir Kübalı tutsağı konu aldığı 1969'daki El Cimarron'da bir vokalist ve üç yorumcu kullanır. Henze, Ed- ward Bond ile 1976'da ortak besteledi- ğı Akarsuya Vannz (We Come to the River) adlı sahne yapıtının Covent Garden'daki program notlanna şöyle yazar: "Günümüzde sanatçı, çalışan suufın imgesini ve duyarulıgını yansı- tmaİKİır. Sanatın tek işlevi ve gûnü- mûzdeki tanıını bu olmalıdır." Oğul baleleri ile ünlenir. Aynı dönem- de iki de opera tamamlar: Alevli Me- lek ve Kumarbaz. 1927'den sonra bir iki ziyaret gezisi ardından 1936'da eşi ve iki oğluyla Rusya'ya kesin dönüş yapar. Artık müzik dili olgunlaşmış ve Sovyetler Birliği'nin desteklediği bir sanatçı olarak geniş halk kitlelerine seslenmeye hazırdır. Önceleri ekim devriminin 20. yıldönümüne ya da açısından utanç verici bularak çalı- nmasını yasaklarlar. 1959'a dek resmi makamlarca müziğinin yeniden çab- nmasına izin verilmez. Son yıllannı hastalık ve düş kınklığı içinde geçiren besteci, 5 Mart 1953'te, Joseph Stalin ile aynı gün, beyin kanamasından ölür. Dimirri Şoştakoviç (1908-1975) ise ne Stravinski gıbı bir daha dönmemek üzere vatanını terkedenlerden, ne de Kurt \Vefll ve Bertold Brecht'in (sağda) ortak çalışması sonucu ortaya çıkan bir kaç sahne yapıtından biri de 'Mahagony\ 20.yüzyılbaşında pohtika ile iç içe yaşamış sanatçılar deyince hemen akla Prokofıyet ve Şostakoviç'in konumlan gelir. 1917 devrimiyle, Rusya'da politik açıdan gerekli olan, bir bestecinin ulusal kimliğini duyurmasıdır. Bu konuda Prokofıyef ve özellikle Şostakoviç tarihin en büyük savaşını vermiş bestecilerdir. Şostakoviç 20. yüzyıl başında politika ile iç içe yaşamış sanatçılar deyince hemen akla Prokofiyef ve Şostakoviçın ko- numlan gelir. 1917 devrimiyle, Rus- ya'da poîtik açıdan gerekli olan, bir bestecinin ulusal kimliğini duyurması- dır. Bu konuda Prokofıyef ve özellikle Şostakoviç tarihin en büyük savaşını vermiş bestecilerdir. Sergey Prokofıyef (1891-1953)'in ilk dönem yapıtlan 1917 devrimine hazı- rlanan ülkenin koşullannı yansıtı- rcasına kişillikten uzak, yaldızsız ve dobradır. Bunlar çevreden sert tepki- ler abr. Avrupa ve Amerika'da kendi- ni tanıtan besteci 1918'den sonra ülke- sini terkeder. 1923'den sonra Paris'e yerleşir ve verimli bir dönemine girer. Diyagilef in Rus Baleleri dizisine haa- rladığı Chout, Çelik Çağı ve Mudze Stalin'e kaside gibi besteler yapar. Aynı zamanda Romeo Jüliyet Balesi ve beşinci senfonisi gibi büyük çapta yapıtlar üretir. Ancak ortam çok ger- gindir. 'Komünist besteci' Şostakoviç Şostakoviç'in Lady Macbeth'i he- nüz olaylar yaratmış ve kendi Romeo Jüb'yet'i reddedilmiştir. Peter ve Kurt gibi öğretici bir yapıtla tiyatro ve fılm müzikleri besteler. Eisenstein'in fılmle- rine yazdığı müzikler de bu döneme Prokofiyef Prokofıyef gibi gider gitmez gen dön- me çabası verenlerdendir. Şostakoviç hiçbir zaman sınırlanndan aynlma- yan, büyük bir bağlılık ıçinde ülkesıne hizmet vermeye çalışan bir bestecidir. Ancak gün olmuş uğruna tüm sa- natını adadığı Stalin rejımi tarafından baştaa edilmiş, ülkesinin sanat elçisi olarak dış dünyada kabul görmüş; gün olmuş aynı rejim tarafından yeni- likçi olmakla, işçiye köylüye seslenme- mekle suçlanmış, aşağılanıp cezalan- mıştır. Şostakovıç'in 1926"daki ilk senfonısinin çahnışı çelişik yankılar rastlar: Aleksandr Nevski ve Korkunç doğurur. Önce büyük beğeni toplayan tvan gibi. Öte yanda Sindrella balesıni yapıt, politik çevrelerce burjuva zevki- geniş kıtleleri etkileyecek bir yapıt ola- rak düşünse de yine gösterime ah- nmaz. 1948"de Sovyet yetkilileri Pro- kofıyefin müziğini itici ve ideoloji ne hizmet etmekle suçlanır. Bir yanda duygulannı özgürce anlatmak için yeni çağa venı bir dil arayan Batılı bes- tecilerin yöntemleri; öte yanda işçı ve köylülere seslenmesi öngörülen Rus Emekçi Sınıfı Müzikçiler Birliği'nin önerdiği yahn yöntemler arasmda iki- lem yaşamaktadır. 1928'de Sovyet müziğinin elçisi olarak yan resmi bir görev ıle onurlandınlır. Dünyayı do- laşıp Rus müziğini taıutacaktır. Bu arada yenilikçi yöntemlere özenmesi, kişisel bir müzik dili yaratmaya başla- ması ve ince alayla yüklü Bunın adlı nükteli operası ile yeni saldırüann he- defı olur. 1931'de New York Times'ın aralık sayısına verdiği bir demeçte besteci kendini bir devrimci-popülist olarak ta- nımlar ve içinde ideoloji taşı- mayan müzik düşünemediğini söyler. Bu demeç nedeniyle Batı dünyası ona "komünist besteci" yaftasını takar. Yapıtlan yasaklandı 1936'da Mtsenskli Lady Macbeth operası için Pravda gazetesi: "Müzik değil, kargaşa; ancak burjuva zevkterine sesİe- niyor" yargılan içinde Şostako- viç'e karşı ağır bir hakaret dizisi yayınlar Birdenbire yapıtlan- nın seslendinlmesı yasaklanır. Bir yıl sonra yazdığı Beşinci Senfoni, yeniden saygınlık ka- zanmasını sağlar. 31 yaşındaki besteci bu senfoniyi kendi sa- natsal kişiliği için geri bir adım olarak yorumlasa da, sunuş ya- asında "Bir Sovyet sanatçısının adil eleştiriye cevabı" notunu düşer. Böylece "Sovyet senfoni gekneğinin en büyûk ustası" olarak onurlandınlır Rejimin acı kurbanı Şostakoviç, 1948'de yine Sovyet yetkililerinı kızdınnca bundan sonra iki türde yapıt üretmeye başlar: Kimi rejimin ülküsüne hoş görünen. güleç ve yahn nitelikte; kimi kendi iç dünyasının aalı sesini duyuran >apıtlardır. Kendi kuşağından Rostropoviç, Vişnevskaya, Bar- şay ve Aşkenazy gibi Baü'ya yerleşen ünlü revızyonist mü- zikçılere göre Şostakoviç, ko- münist rejimin acı bir kurbanı olduğu kadar, perde arkasında- ki antı-komünıst müziğin ya- ratıasıdır. Prokofıyef ile birçok kez aynı kefeye konarak yargı- lanmış olan Şostakoviç, Proko- fıyefin ölümünden neredeyse 10 yıl sonra, 1962'de yazdığı 13. senfonisi ile yine sorgulanır. Bu senfoni, İkinci Dünya Savaşı"- nda Babi-Yar'da Yahudiler'in topluca öldürülmesine bir ağıt nitehğı taşıdığından yönetici sınıfin Yahudı düşmanlannı kızdınr. 1960'- tan sonra Komünist Partiye üyeliği kabul edilmiş ve 9 Ağustos 1975 tari- hindeki ölümüne dek önde gelen Sov- yet bestecisi olarak kabul görmüştür. Savaşlar, acılar, toplumsal kargaşa- lar besteciyi bir yerde başkaldıran bir niteliğe bürüdüğü kadar, bir yerde de bu yoğun olaylan yansıtabilmek için yeni teknikler arayan bir kimliğe ka- vuşturmuştur. Örneğin Leh besteci Penderecki (1933). Hiroşüna Kurban- lanna Ağıt gjbi yapıtlannda insan sesi- nin ve çalgılann yeni tmılannı araştır- mış, yeni bir ses uzmanlığı geliştirmiş- tir. Aa çeken insan sesi, metalik tını- larla, tiz seslerdeki aynnülarla dile ge- lir. Ve müziğin doğal bir uzantısı ola- rak tümleşir. Dünya Kupası fınalinde gerçekleşen 'The Three Tenors 94' konserinin albümü piyasada Uç tenordan büyüleyici konser Kültür Servisi: "Kendimizi mutlu etmek, iyi müzik y apmak için bu konseri verdik...ve sonraki fınal maçının kimin kazanacağını merak ettik... Dördfimöz de ateşli futbol taraftarıyız"diyor ünlü tenor Luciona Pavarotti. Carreras, Domingo, Pavarotti ve Mehta'nın 16 Temmuz 1994'te Los Angeles'da Dünya Kupası fınalinde verdikleri konserinin kayıtlanm içeren "Tlıree Tenors 94" adlı albüm bu hafta bütün dünya ile aynı anda Türkiye'de de piyasaya çıktı. Dünyaca ünlü üç tenor ve orkestra şefi Zubin Mehta'nın Amerika Birleşik Devletleri'nde birlikte verdikleri ilk konser Los Angeles'in DodgerStadyumu'ndayapıldı. İlk albümleri dünya çapında 13 milyon satan dörtlünün ABD konserini 40 bin biletli seyirci izledi. Konser toplam ikibuçuk saaat sürdü. Dünya çapında 50 milyar liralık tanıtım kampanyası başlatılan albümün video kasedi de, albümle aynı tarihte piyasaya çücıyor. Repertuar açısından açısından hiçbir zorlukla karşılaşmadıklannı belirten şef Zubin Mehta, "Sanatçıların repertuarlan o kadar geniş ki, tek bir parçayı bile tekrariamadan öst üste altı konser yerebiliriz M dedi. Konserin en büyüleyici yanının bir araya gelmek ve hangi yapıtlannasıl ve ne zaman söyleyeceklerine karar vermeleri olduğunu söyleyen Jose Carreras, milyonlarca kişiye müziklerini ulaştırdıklan için çok mutlu olduğunu sözlerine ekledi. "Şarkı söylerken ve sahnede yan yana dunırken, birbirimiz için soluk aldığunızı görebilirsiniz, çünkü tenorluğun ne kadar zor olduğunu büiriz" diyen Placido Domingo, birisinin başansımn hepsinin başansı olduğuna dikkat çekti. Zubin Mehta'nın Los Angeles Filarmoni Orkestrası ile Los Angeles Music Center Opera Korosu'nu yönettiği konserde üç tenorun repertuannda opera aryalan, halk şarkılan ve iki özel potporiyerahyor. Potporilerin birinde ünlü şarkılara yer verilirken, ikincisinde Hollywood şarkılan yorumlandı. Potporilerin orkestrasyonu Dünya Kupası fınal maçı onuruna özel olarak besteci-aranjör Lalo Schifrin tarafından yapıldı. Luciano Pavarotti, bu konserle ilgili şunlan söylüyor: "İster bir kisi, isterse de bir milyon ya da bir milyar kişinin önünde şarkı söyleyelim, çok büyük bir sorumluluk üstienmiş olunız. Doğal olarak bu konseri ilk kez verecek olsaydık bu de> boyutlar karşLSinda dehşete kapılırdık, ancak bu noktaya bir süreç içinde ulaştık ve rekoriar kitabında yer aldığuntz için mutluyuz." Luciano Pavarotti. Placido Domingo. Jose Carreras ve Zubin Mehta. ÜŞÜDÜŞÜNCEYE SAYGI MEMET FUAT Mavi Gözlu Dev Kitaplannın korsan basımlarının yapıldığını, sırtından haksız kazançlar elde edilmeye çalışıldığını, kalıtçıları- nın bütünüyle belirlenemediğini öğrense, Nâzım HBc- met ne yapardı acaba? Kendi emeğiyle kazandığının dışında, kimseden bir şey beklemeyen, bu arada ailesine de yalnızca sevgi bağlarıyla bağlı olan bir insan... Soyadı Yasası çıktığı zaman son günlere kadar diren- miş, "soyu sicilli" olmayı bir türlü kabul etmemiş, so- nunda Piraye gidip hiçbir anlamı olmayan 'Ran' soyadı- nı alarak öngörülen para cezasından kurtulmalarını sağlamıştı. Bu yüzden aralarında yarı şaka yollu tarnşırlar, Nâ- zım, "Benim soyadım filan yok" der, Pirayede "Tamam, benim soyadım Ran, sen gerektiğinde benim adımı kul- lan, ayrılırsak da bana bırakırsın" diyerek işi tatlıya bag- lardı. Ama yıllar sonra ayrılırlarken böyle şeyleri düşüne- cek durumda degillerdi, "fîan" yasalara göre Nâzım'a kaldı; Piraye de, babasının soyadı yerine, nasıl olduysa, daha çok sevdiği annesinin soyadım aldı: Altnoğlu. Işin acı yanı, Polonya uyruğuna geçmesi gerekince Nâzım'a, gene yasa zoruyla, bir soyadı daha takıldı... Birtanesini bile istemezken, iki soyadı!.. Kızar mıydı acaba şiirlerini yağmalayan, ticaret konu- su yapanlara? Erenköy'de, Mithat Paşa Köşkü'nde oturduğumuz yıl- larda, 1930'ların ortasında, şöyle bir olay olmuştu: Genç bir yazar, Nâzım'ın şiirlerini bir araya toplamış, başa da bir övgü yazısı eklemiş, izin almadan yayımla- e mıştı. Nâzım, son derece yumuşak, kitabı yayımlayan genci tanıdığını, iyi bir insan olduğunu, herhalde parasız kaldı- ğı için böyle davrandığını söylüyordu. Arkadaşları ise çok öfkeliydiler: Kitabın satışı engel- lenmeli, telif ücreti istenmeliydi... Olacakşeymi!.. Kitaplannın korsan basımlarını yapanların milyonlar, milyarlar kazandıklarını öğrense, gene anlayışla karşı- lar mıydı dersiniz? Kimileri Nâzım'ın ticaretten anladığını, Bursa Ce- zaevi'ndeyken dokuma tezgâhları olduğunu, mahkûm- larla ortak dokumacılık yaptığını, iyi para kazandığını sanıyorlar. Bir ara cezaevindeki ustalarla ortak birtakım işler yaptığı doğru, dışardaki yakınları da kumaşları sat- maya yardım ettiler, ama arkası gelmedi... Aslında Nâzım'ın fazla para kazanması hiç önemli de- ğildi, çünkü eline ne geçerse arkadaşlarına dağıtırdı. Kazandığının fazlasını koyacağı bir yeri de yoktu. Dı- şardayken bütün kazancını getirip Piraye'ye verir, her sabah işe giderken harçlık alırdı. Yaşasa kitaplarından gelen milyarları koymak için bir banka hesabı açtırmayacak mıydı? Belki de soyadı konusunda olduğu gibi, ona da dire- nir, sonunda karısı gidip bir hesap açtırırdı... "Nokta"n\n 14-20 ağustos sayısındaki çerçeveli yazı- lardan birinde şairin kadınlarından söz edilirken, gene hangi kaynak kullanıldıysa, "Mavi Gözlü Dev" şiirinin Nüzhet Berkin için yazıldığı söyleniyor. Vâlâ NuretMn'in anılarından kaynaklanan bu yanlış bilgi, araştırılmadan benimsendiği, birçok kitapta yine- lendiği için sürüp gidiyor. Bu konuyu "Adam Sanat" dergisinin iki sayısında (şu- bat- mayıs 1986) ayrıntılarına inerek incelemiştim, ama doğru bilgi dergi sayfalanndakalırken, yanlış bilgi kitap- tan kitaba yayılıyor. Sağlık olsun... Yalnız herkesin şunu iyice anlamasını istiyorum: Nâzım Hikmet, kadınlara karşı son derece saygılı bir insandı. Hele ayrıldığı kadınların arkasından kesinlikle konuşmazdı. Onlardan söz etmesi gerektiğinde de, en ters olaylara bile olumlu bir yanından bakardı. Nüzhet Berkin'den ayrıldıktan yedi sekiz yıl sonra onun için biryergi şiiri yazması olacak iş değildir. Bu görüşü savunanların, şairi tanımış da olsalar, hiç anlayamamış olduklarını düşünüyorum. Nâzım Hikmet, şiiri genellikle insanları etkilemek için kullanmıştır, yıllar sonra kötülemek için değil.' Örnekse, Nüzhet Berkin'i yeren "Gövdemdeki Kurt" da bir ayrılık sonrası şiiri sanılır, oysa kıskançlık şiiridir, evlenmelerinden önce yazılmıştır... İyi mi, kötü mü, bilmiyorum, ama Nâzım'ın herkesi mutlu etmek isteyen bir yanı vardı. Onunla ilişkisi olan bütün kadınların kendilerini "en çoksevilen"olarakgör- melerini ben hiç yadırgamıyorum. Yakalanmamak için yolunu değiştirdiği, fellik fellik kaçtığı kimi kadınların bile onun biricik aşkı olduklarını sanmaları, dışardan bakanlar için, hazin bir görünüm- dü... Ama işin ilginç yanı hepsi çok mutluydular... Chris de Burgh bu geceYedikule Zindanlan'nda Kffltûr Servisi - Chris de- Burgh 6 ay sürecek Avrupa ve dünya turnesinin ilk konserini vermek üzere İstanbul'a geldi. Bu akşam 21.30'da Yedikule Zindanlan'nda bir konser yerecek olan sanatçı ardından İzmir'e hareket edecek. 1992 yılında Uluslararası İstanbul Festivali kapsamında Açıkha- va Tiyatrosu'nda hala hafıza- lardan silinmeyen bir konser veren sanatçı, düzenlediği basın toplantısında ülkemize yeniden gelmekten büyük mutluluk duyduğunu belirtti ve iki yıl önce verdiği konser- deki coşkuyu unutamadığmı vurguladı. En çok satanlar Sanatçı, konserinde yeni al- bümü "This Way Up"u yer alan bırkaç parça dışında Türk halkırun çok sevdiğjni bildiği eski parçalannı da söy- leyeceğim belirtti. Fiziğiyle değil yorumu, bes- teleri, yazdığı şarkı sözleri ve unutulmaz baladlanyla ken- dini kamtlayan de Burgh ül- kemizde oldukça tamnıyor ve albümleri "En Çok Satanlar" listesinde yer alıyor. Gençliğinde en çok Ehis Presley, Pbil CoOins, RoUing Stones ve Beatles'ten etkılenen sanatçı, 1948 yılında Arjantin'- de dünyaya gelmiş, tngiliz bir baba ve Irlandab bir annenin oğlu olan de Burgh'ün ilk albü- mü "Far Beyond Tbese Castie Walb" 1975 yıhnda çıkü. Al- bümde çıkan "Turning Aro- und" adû single onun kariye- rindeki ilk hıt parça olarak diskografisine geçti. 1975'ten günümüze çok sayıda başanlı yapıma im- zasını atan Chris deBurgh'ün en önemli albümleri arasında "Crusader" (1979). "Best Mo- ves" (1981), "Flying Colours" (1988)sayılabilir. Sanatçırun ülkemizde de çok sevilen parçalan arasında "Lady In Red", "The Travel- ler" ve "Seperate Tables" sayılabilir. 11 parçalık yeni albümü "This Way Up" ile yeniden dikkatleri üzerine çeken Chris deBurgh'ün bu albümde yer alan "Blonde Hair, Blue Je- ans", "This Silent VVord", "Oh My Brave Hearts" gibi yüksek tempolu parçalannın yanı sıra "The Son Of The Faöıer", "You Are Reason" gibi yumuşak ritmlı başanlı parçalan yer alıyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear