14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 23EYLÜL1993 PERŞEMBE 12 DIZIYAZI Sunu O sözcüklerle oynamayı bilmiyor. yaşamla da. Hiçbir zaman bir sırça kümesin içinde de olmach. Hayatın tam göbeğinde, çırüçıplak yaşadı. Şinıdi, kendisi bilmiyor ama altmışh yaşlanmn ortasmda. Hepimiz, yaşatmmızın çok özel olduğımu, bütün acıları ve ale\leri yüklendiğini düşünüriiz. Hepimizin yazılacak bir öyküsü vardır. Ama o öyle düşünmedi. Sadeceyaşadı vedayandı. Şimdiyaşlıhk ve yalnızhğa nasıl dayanıyorsa öyle... Bir insandan, beyninin sümenine attıklarını istemekbelki acımasızlık. Birazdahaksızhk... Ama Marika. herhangi bir kadıngibi kalmamalıydı... Yaşadıklarıve yaşattıklarımn, ' yalnızlığı kadar'' bir anlamı olmalıvdı... B.G. MAft tki Marika'nm Mebtap Pansiyon'un dınarında asılı tek fotoğrafı... Anne Marika'nm hastalığının henüz ilk günleri. Bedeni vereme Varşı direnmeyi sürdürüyor. Tek dostu, valnızlığını paylaştığı tek kişi Arap dadı... Köçük Marika ise hiçbirşeyin farkında değil... .yalnızlığım kadarsın... B E R A T G Ü N Ç I K A N 4*\ Gemilere bir bindirilme, bir indirilme, Alekolar, Yankolar hatta belki Marikalar var bu gergin yüzlerin arasında. Bir elinde kasaturası diğerinde sigarası. onları hizava sokan askerlerin hiç de neşesini bozmamış bu acı öykfi. Geriyebakma anne,ağlama...-ı- Karanlık basürdı basüracak. Mut- fakla veranda arasındaki birkaç adımlık mesafeden, sürüdüğü ayakla- nnın sesi geliyor. Yumuşak ve uysal... Verandaya açılan kapının pervaana yaslıyor sırtıru. Güneş şimdi tam kar- şısında. Kızılhk, adahtann bir insan yü- zûne benzetıp akıl almaz efsaneler ya- rattıklan dağdan aşağı doğnı kayıyor. Denn bır ıç geçinyor Manka...Ah bre, yüreğinı pas tutmadan önce neredeydin sen? Islak ellerini, yemek artığı. kızartma yağı, bulaşık suyu. kahve, kestane rengi saç boyası lekelen arasında rengıni yi- tirmiş eteğıne siliyor. Puantiyeli bluzü- nün açıkta bıraktığı kollamıda damar- lar. bir solukluk hava ıçın toprak üstüne çıkışı arayan yılanlargibı. Ellerinın üze- rinde çöreklenmışler . Yaşh ve yorgun... Bütün renkierini güneşe salmış, san. boz, kara kedi tüylerinın harmanian- dığı minderle kaplı tahta sedire bıra- kıyor vücnduntJ. Amenkan beziyle ör- tülmüş, yıne tahtadan masanm üzerin- de kunıtulmayı bekleyen nane demeti. Parmaklanrun arasından dökülen toz- lar, havada uçuşuyor. Nanenin keskin kokusu, bir an için de olsa, tahta dı- vanın altına itilmiş bir çift postalın. vü- cutlara yapışıp kalmış terin, kedi sidiği- nin kokusunu basünyor. Bir yanıp. bir sönüyor sokak lambâsı... Marika gülü- yor... Bu kerhane lambası da uslanmadı gitti... Alt katta, Mehtap Pansiyon'un iki aylık kiracısı uzman çavuş Ahmet. çiçekleri suluyor. Ortancalann, sardun- yalann toprağından süzülen su, pırpırlı üniformalann, kiri çıksın diye bir gece önceden yaünldığı leğenden taşan suya kanşıyor. Gülüşü donuyor Marika'nın. Küçük vücudunu verandanın duvan- ndan aşağı sarkıtıp bağınyor: - Bre, yeter artık. Bu kadar su kullanı- hr mı? Yazıktır. günahtır... - Tamam madam, şimdi bırakıyo- rum. - Bırakıyormuş, nah bırakır... Köylü, kaba herifler... Elektriği, radyoyu sa- baha kadar açık bırakırlar. Ayakkabı- lanyla evin içinde dolaşırlar... E>, Al- lahım ue istedin bendetı? Neden, benim kaderim böyle ? Yetmedi mi? Yetmedi mi çektiğinı? Usulca söyleniyor Marika. Ahmet, iki aydır kezlerce duyduğu bu dalaş- malann verdiği alışkanhktan olmalı, kapatmıyor çeşmeyi. Leğendeki o pırpırlı, yeşil üniformalannı yıkamaya girişiyor bu kez. Kırk üç numara ayak- lar, içtimadaki kadar düzenli ınip kalkı- yor leğende... Marika, bir kez daha sarkıtıyor vücu- dunu duvardan aşağı... -Bre... Her kadın bir y aşamdır... Gelmiyor sözün arkası... Bıkkın. umarsız, başını iki yana sallayıp, çö- küyor dıvana... Ağlamaya başlıyor. Seyredene, saatler kadar uzun süren ağ- lama, kucağa atlayan san-beyaz kediyle bıçak gibi kesıliyor... "Prenses. sakin ol kızım... Niye ağlıyordurn ben? Ha... Bu, şu odaya giren kaltak benim kedim değil. Kimbilir kimin? Bakmıyorlar ki hayvan- cağızlara... Açük işte... Bizim Prenses de kuyrnk mu saHıyordur nedir, çıkmıyor mutfaktan puşt... Çantamı çaldılar >a. pasaportum da içindeydi. Bö\le oldum, umıtkan... Yaz, hepsi araba >üzünden oMu. Şoiörier birgün ekmek > edirmedi- ler bana. Adam bir gün geliyor. üç gün yok. Kaçıp gidiyor. Atıyoriar kanlan arabaya. Çanakkale. İstanbul... Yiyor- lar, paraları... Muharrem vardı. \ erdim deyyusa arabayı. İlk gfinler geliyor, madam şu kadar kazandım, şu kadaruk benzin aldım. Paylaşıyoruz parayı. Temiz ço- cnğa benziyordu. Temiz giyiniyordu, ter- biyeli konuşuyordu. Sonra o Rum kansı- na dadandı. Dereköy 'deki kafn enin sahi- binin kızına. Nevdi o kaltağın ismi? Alıp kızı İstanbul'a gitti. Benim araba da alt- lannda. Beş gün sonra çıktı geldi. Ko\- dum. Arabam altımdayken kah\o içme- ye gidiyordum o kaltağın annesinin kah- vesine. Merhametliyim ya. on beş, \irmi bin lira atıp çıkıyordum. İstanbui'dan tanırım onu. Ikimiz de Tarlabaşı'nda otunıyorduk..." Tarlabaşı, tstanbul. 6-7 Eylül olayla- n, Mustafa K.emal'in Cumhuriyet'ı, Türk Sirvarilerinin İzmir'e gireceğini öğrenen Rumlar, panik içerisinde teknelere hücum eder.Kargaşa sırasında sandallar devrilir insanlar denize düşer. Lozan Anlaşması, Gökçeada, bir do- ğum, saçı kaanmış bır genç kız, aşklar. aşıkmış gibi yapmalar, terkedilmeler, terketmeler, ölümler... Anlatılmalı... Marika. yaşamını anlatmah. Anlatmalı ki. kolaylıkla o yaşblıktandır denebıle- cek. zamansız gözyaşlan, o bırdenbıre öfkelenmeler. birdenbire sevınmeler. korkular. kimselere güvenememeler, hıçkimseleri ama hiçkimseleri seveme- meler anlaşılsın... Anlatmalı ama nere- den başlamalı? korku ve denklerle yüklü atlı arabalar... Rum köyleri boşalıyor. Boşalmayanlar, yakılıp yıkıhyor... Yunanla birlikte bin- lerce yilhk tarih de denize dökülecek. Bir arada yaşanmışlıklar, dostluklar. umutlar, sevmeler... Ne Yunanlı ne de Türk askeri bunun farkında ... Korku, Yunan tebalılann yaşadığı İmroz'u da vuruyor. Homeros'un dal- gah adası Pepaloessahlar'a uyku yok artık. Kulaktan kulağa yayılıyor. Türk- ler buraya da gelecek, bütün Rumlar'ı önce odayi bir kez daha gözden geçirdı. Çeyizinden kalma perdelere uzandı elı. Vazgeçti. Uzundu yol. Kardeşi Yorgi, scnlenip duru>ordu zaten. " Bu kadın kalababğının başında bir erkek ben, nasd başa çıkanm?" Sandığı kapattı. Dı- vanm ucuna çökmüş, meraklı gözlerle annesinin ne düşündüğünü anlamaya çalışan Manka'ya seslendi. "Yûrii kız..." Manka önde. Tnyakula arkada çıktılar evden. Kapıyı kihtledi, anah- tan, sundurmadakı küpün altına koy- ustafa Kemal, çrdulanna ilk hedefı, İzmir'i gösterdiğinde İmrozlular'ın yüreğine bir korkudur düştü, " Ya Türkler gelip de bizi keserse." Denklerini toplarken ağlıyorlardı, "Dönebilecek miyiz acaba?" Tnyakula, kapısını kilitlediği evine bir kez daha bakmak istedi. Marika engelledi, "Bakma anne, daha çok ağlama..." 1920"lerin Türkiye'si. Babıali'den yükselen çığlıklar sadece Babıalfyi > akıyor . "Padişahım çok yaşa ... Pa- dişahım çok yaşa...1 " İşgal ordulanmn rengarenk üniıbrmalan arasına gömül- müş, yoksul tstanbullu'nun sancılan... Oysa Anadolu'da yeni bır devlet kurul- muş. Ankara'da bir paşa, Mustafa Ke- mal, ne padişah tanıyor ne de saray... Cumhunyet'i istiyor. Yemen'den dö- nen askerlenn burnundan silinmemiş henüz kan kokusu. Silinmeyecek de. Şımdı. paşa ıçın savaşacaklar. îzmir, Yunanlılar'dan temizlenmeli. Komut yenne getınlecek, ilk hedef, Akdeniz Yunanlılar önde, Türkler arkada he- defe gidıhyor. Yol boyunca kan, ateş. bağlanmış denklere dıkili gözleri yor- gun ve bıkkın... Bembeyaz yüzünün or- tasında küçük ve kalkık burnu, acıyla gerilmış biçimli dudaklan, alnına düş- müş sıyah perçemleri bilinmedik türden hüzünlen çağınyordu. Yorgı'ye, gıtmeye hazır olduklannı söylerken gordü Tnyakula, Yanko'yu. Yaruna gitti. Etenklerden ayıımadı Yanko gözlerinı. Triyakula, ehyle çene- smi kaldınp yüzüne baktı. "Dönecek misiniz" diye sordu Yanko. "BUinmez ki" dedı. "Ne de olsa uzun \ol. Bakalım, Tanrı neler gösterecek orada bize?". •'Marika'ya iyi bak" dedı Yanko, "O henüz çocuk. Çok da içli." "Sen de gel- sen n'olurdu" diye sordu Tnyakula... Bırak, üstele- me artık gibisinden salladı elinı Yanko. Daha eli ha- vadayken gözleri doldu. Sanldılar birbırine. "Oğ- lum" diye bir çığlık attı Triyakula. "Bir daha göre- bilecek miyim seni?" On- lann konuşmalannı uzak- tan izleyen Marika ağladı- klannı görünce yüzunü, Sultana'nın her hamıle kalışında dırilen. her ölü doğuruşunda aayla çoken göğüslerine bastırdı... Kosta'nın arabasına yük- lendi denkler. Sonra da İzmir yanıj or. Kaçarken yakrruşlar bu genç kız şehri. Sahflden baküınca bir şerit gibi vükse- ^endıleri bindı. Triya- len dumanİar arasında Cafe Simena Ristorante'nin dumanlan ta İmroz'a kadar vuruvor. k u l a ^l a Manka ya el ve- np denklenn uzenne tı- rmanmalanna yardım eden Y'anko. "li- mana gelmeyeceğim" diye bağırdı. Kos- kesecek. Bilıyorlar, Tenedos'la (Bozca- ada) İmroz arasındaki arıırlannda uyu- yan deniz tannsı Poseidon'un kanatlı atlanndan da medet umamayacaklar. Bır çırpıda toplanıyor denkler. Yola dü- şülüyor, Afrika'ya. Yunanistan'a doğ- ru. Geride, gözyaşlan, belki döneriz umutlan, dallara takılı kalmış ökseler ve bütûn yaşanmışlıklar... Yollara düşenler Tnyakula, on dördünü yenı doldur- muş İcıa Marika'nm birkaç parça ça- maşınnı, bez cildi lime lime olmuş İncil'ı, dirsekleri artık yama tutmayan hırkasını koyduğu sandığı kapatmadan du. Sandığın bır ucundan Manka tuttu, diğerinden Triyakula. tki sokak ötedeki Yorgi'nın evine yöneldiler. Marika'nm sandığı tutan ınce koluna baktı Tnya- kula. Gözlen doldu. Evine bakmak için başını çevirmeye kalkıştı. Siyah gözleri- ni yüzüne dikmiş Marika engelledi... "Bakma anne, daha çok ağlama..." Yorgi'nın evınin onüne geldiklerin- de, herkes oradaydı. Sultana, Atina, Pi- nuıa... Yedi kardeşin dördü. eşleri \e çocuklan. Sandıklar üstüste konulmuş, çuvallann ağzı bağlanmış. yataklar ki- limlere sanlmış... Belki on altı. belki de on yedisinde bir genç Yorgi'nin evinin bahçe duvanna dayanmış, bekliyordu. Gıdiş asla vazgeçilmezmış gibi sıkı sıkı g ğ y ğ ta, dehledi iki yaşlı atını. Araba, limana giden toprak yola girene kadar kendisi- ne el sallayan Triyakula, Manka ve di- ğer akrabalarına bakmadı. Marika'nm Y'anko... Yanko diye bağırdığını duyar gibi oidu. Baktı, araba köşeyi döranek üzere. Tnyakula. ayaklan denklen tek- meleyen Marika'ya sanlmış, sakinleş- tirmeye çalışıyor. Bıraktı kendini. Yor- gi'nin evini yumruklamaya, bağıra bağıra ağlamaya başladı."Dönmeyecek- ler... dönroeyecekler..." YARIN: İskenderiye'de bir avuç Imroz'lu ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Ertan Ünver'le Söyleşi... (1) Ertan Ünver, okurların yabancısı değil; 10-17 Haziran 1993gunlerı arasında, "Ertan ÜnverHinthorozu'nuEleş- tirdi..." başlıklı "Ankara Notlan"n\ okumuş olanlar dü- şüncelerini anımsarlar... Torbalı Belediye Başkanı SHP'li Ertan Ünver, 2-4Eylül 1993 günleri arasındayapılan "Torbalı GüzEtkinlikleri"- nin beşincisini atlatır atlatmaz, tereyağından kıl çeker gibi, 11 Eylül'de başlayan SHP Kurultayı'na Ankara'ya gitti, döndü. Kuşadasfnda "Ferarı"ta, güneş batarken söyleşiyoruz. Sordum: - Sayın Ünver, Torbalı 'dan baktığınız zaman nasıl gö- ründü Kurultay? Sonucu nasıl değerlendiriyorsunuz? - Evet. Yani, burada "Kurultay" öncesi, aşama, Kurul- tay sırası, sonucu. Torbalı'dan, tabandan nasıl gorünü- yor? Kurultay öncesi? Şöyle diyebilirim, Ege basınına da açıkladığım gibi, benim bu oluşumun başından beri süre ve yöntem bakımından Erdal Bey"e tavrım belliydi. Bu tavır, o günün heyecanıyla alınmış bir tavır değildi. Bılinçle ve halen ısrarla söyledığım üzre, o olayın za- manlamasındakı yanlışlıktan kaynaklanıyordu... - Hangi olayın? - Erdal Bey'in "Kurultay'da aday değilim!" demesi yanlışlığından.. Oysa, "Son defa adayım" deseydi, altı ay sonra, bir yıl sonra, üç ay sonra, kendisinin siyaseti bırakacağı gerçeğıni herkes onaylardı. Şimdi onayla- madı mı? Alkışlarla ayrıldı vs.. Hayır, aslında onaylan- madı ama, onaylar gibi görünüldü. Kimisi, orada söyle- diğım biçımde "timsahın gözyaşlan", kimisi "içten gözyaşlan".. Ama, belli ölçüde bir karışıklık. Zaten ner- den belli? iki oy alan genel başkan adayından belli değil mi SHP'nin hiç düzenli olmayan bir "Kurultay" yaptığı? Belli değil mi dört tane aday çıktığından SHP'nin düzen- sız bir "Kurultay" yaptığı? Bunlar zaten kanıtı. işte bu, öncekı gelişmeden sonra, zaten düşünce düzenliliği ve ilkelilik varsa, bir delege, benim söylediğim anlamda devam ediyorsa düşüncesinde, oyunun boş olması ge- rekir. Çünkü tavır, Erdal Bey'in "yanlış yaptığı"tavrıydı. Ama, benim oyum "boş", ben bır delegeyim. Benim bir de ilçem var; onun bir bakışı var Kurultay'a. Her şeye karşın, Erdal Bey'in "dönmeyeceği"meselesi kesinleş- miş, üç-dört aday neyse ortada, benim bir adaya oy ve- rip vermemem söz konusu. Ve ben, tabanla, partililerim- le -ki, 12 Eylülden önce de sağlıklılığını kanıtlamış bir partili kesiti var Torbalı'da- ilişkilerimi bir ay içinde yo- ğunlaştırarak kendilerınden gorüş istedim ve verdiğim tarih, yani 9-10 Eylül günleri, vereceğim oyun ne olması gerektiği doğrultusundaydı, o tarihte de bana Torbalı kamuoyunun, partili kamuoyunun -yüzde 80-90 doğrul- tuda, oranda- "Murat Karayalçın'ı uygun gördüğü" şe- kılde oldu. Ondan sonra da, genel kamuoyunda bu oranın daha da yükseldiğıni partili arkadaşlarımız sap- tadılar Yani, şöyle diyebilirim: Bütün Torbalı'da, partili- ler duzeyinden daha yukarıda bir destek vardı, Murat Karayalçın'a ve ben bunu oy kullanma günü, aldığım bu "d/reWtf"diyorum artık buna-bazı yerlerde "işaref'de- niyor ya, işaretlerden, liderlerden- ben tam tersine, al- tımdan "işaret" alıyorum, üstümden değil. Torbalı hal- kından ve Torbalı örgütünden aldığım işaret doğrultu- sunda Karayalçın'a oy verdim' Ama, burada çok önemli birşey var: "Boş"oy neyi simgeliyordu? YalnızcaErdal Bey'in tavrına karşı bir tavır geliştirmek miydi? Hayır değil. Onun içinde, özünde bir ikinci, daha önemli bölüm var: "Boş oy". O şuydu: Bu Kurultay'a giderken "Türki- ye", bu Kurultay'a giderken "Solve SHP", bu Kurultay'a giderken "Dunya!" Bu üçlemi, üçlüğü, hiçbir aday yan • yana getirememişti. Benim tavrım aslında yüzde sek- sen bölümüyle bundandı. Bir defa öyle görülüyor ki, dört aday da, bu sorunlar yalnız Türkiye'de varmış yaklaşı- mında. Yer yer bazıları "dünya" sözcüğünü kullanıyor- lar ama, o da herhalde, tümceyi tamamlamak ;çin "dün- ya" geçiyor. Mantıksal bir "dünya" kavramı yok. Ben diyorum ki: Bu,"sosyal demokrasinin içindeki üretken- sizlik, kısırlık ve iğdışlik" -ne derseniz deyin- bütün dün- yayı sarmış durumda. O, "sosyalizm" dedikleri düzen, oysa ki sosyalizmle ilgisi yok, "Sovyet düzeni"; "Yıkıl- mış sosyalizm!" Olmaz öyle şey; sosyalizm kurulmadı ki yıkılsın! Sovyet düzeni kuruldu "Devlet-asker-polis"; esinlenildi elbette sosyal izmden... - Nasıl? - Esinlenildi sosyalizmden. Ama "sosyalizm "değildi o. Ve o blok yıkıldı, o blok yıkıldıktan sonra, dünya tek kanatlı, yalnız "kapitalizm"e açık; herkesin ne kadarka- pitalist olursa o kadar uygar olacağı gibh saçma bir mantıkla şekillenmeye başladı. Böyle bir ortamda, yal- nız Türkiye sosyal demokrasisi saçmalamadı ki, ya da yalnız Türkiye sosyal demokrasisi, onun bunun, yahuto düşüncenin, bu düşüncenin kuyruğuna takılmadı ki; bü- tün dünya sosyal demokrasileri aynıdüzeydeydi. Herkes en kısa yoldan "Bu koltuğu nasıl elde ederim!" savaşı- mına girdi. özellikle, baştaki bırınci ve ikinci adaylar! Bu, bır insanın oyunun "boş olması" için zaten yeterli bir neden. Kaldı ki. bunun daha da gerisi var "Sosyal de- mokrasi", insan ölçütünü bu Kurultay'la yakalayabilirdi Türkiye'de. Biz hep söyledik, "Kapitalizm aslında insa- na öncelik tanıyor, daha doğrusu bireye; o düalizm-tekil- cilik görüşu nedeniyle, ama sosyal bir anlam verdiğimiz zaman, insan kapitalizmin çizmeleri altında, ya da ayak- lan altında eziliyor!" işte, sosyal demokrasi, buradan insanı çıkarmak için, bu Kurultay'ı, Türkiye düzeyinde olsun kullanabilırdi. Oysa, hiç ışlenmedi... BULMACA 1 2 3 4 5 6 7 8 9SOLDANSAĞA: 1/ "Hatah çıkış" anla- mında kullanılan spor terimi. 2/ Çabuk davran- ma alışkanlığında olan... Bir nota. 3/ Türkülere de konu olmuş Türk savaş gemisi...Kimiyerlerdeka- c dınlann boydan boya ör- tündükleri çarşaf. 4/ İs- 6 panyollann sevınç ünle- -, mi... Tekke edebiyatı şiir türlerinden biri. 5/ Ala- 8 cak ya da borç. 6/Bir ti- g yatro ya da filmde teknik ustahkla yapılan hile... Eski ve bi- linmeyen bir tarihi anlatmakta kullanılan deyim sözü. 7/ Karşılık beklenilmeden yapılan yardım. 8/ Lut Gölü'ne venlen bir başka ad. 9/ Nikelin simgesı... Hayat arka- daşı... Birine dokunsun diye söyle- nen söz. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Buzullann oluşturduğu dik ya- maçlı körfez... Bir şeyin esas tutu- lan yüzü. 2/ Yumurta biçiminde olan... Yelkenli gemilerde gabya çarmıklannı ana direğe bağla- yan kısa çarmıklar. 3/ Sanya çalan açık kahverengi. 4/ Avrupa Topluluğu'nun ortak para birimi... Ağızda güç eriyen bir cins şeker. 5/ Halk dilinde pancara verilen ad... Kokmuş hayvan ölüsü. 6/ Tarla sının... "Ölmek kaderde var bize ürküntü vermi- yor ' vatandan aynlışın ıstırabı zor" (Yahya Kemal). 7/ Güç, dirilik... Alıcının kendi kendıne bırleştinp monte edebile- ceği şekilde satılan parçalar bütünü. 8/ Eskı kitap satıcısı... Güney Afrika Cumhuriyeti'nin plaka işareti. 9/ Herhangi bir biçimde edinilen deneyimlerin ve bilgilerin toplamı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear