29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 5TEMMUZ1992PAZAR 8 PAZAR YAZILARI Dilci gençlerin okııl 'sefası'Fıstık yeşili, cart mor, gözkamaştıran turuncu, nar kırmızısı, çok firuze anorakh bir genç kalabalık. Kendilen gibı rengarenk otobüslere binı- yorlar. Birazönce, ay-yıldızı si- lik, ucuz plasük kaph lacivert pasaportlanna, "Altı ay sürey- le öğrena sıfatıyla gjriş yapmışür" damgasını alraı- şlar. İngilızce öğrenmeye gel- mişler. Türkiye'den gelen uçaklar- da şu sıralarda dilciler çoğun- lukta. Her yıl bu sıralarda ayru görüntü. Pasaport kontrolü için iniş kartı doldurmak ge- rek. Nasıl yaalacak? Daha ön- ceden talimliler var aralannda. Onlar akıl veriyor. "T.C. yaz yeter" gibilerden. İngiliz pasa- port memurlan, daha da ta- limli. Onlar neler neler görmüş bu bankolann önüne yığılan Türkler arasmda şimdiye ka- dar. öğrenciler onlara göre fındık-fısük. kabak çekirdeği... Dilci öğrenciler eğer "milli ha- yayolumuz" ile gelmişlerse İkinci Terminal'e, Ingıliz Ha- vayollan ile gelmişlerse Birind Terminal'e iniyorlar. Eğlencenin büyük kısmı da inişle son buluyor. Bundan sonrası talih ve şans ışi. Hangı taşra kasabasına gıdeceklerse oraya. Londra'da kalanlar yok değil elbet, ama az. Dil okullan, ya tanhi turistik yer- lerde ya deniz demeye bin şahit isteyen deniz kıyısı kentlerde ya da iyice taşrada. Her ne ka- dar her önüne gelen dil okulu açamıyorsa da yine de her önü- ne gelen, dil okulu açabiliyor. Bu yûzden de dünyanın en çok LONDRA EDtP EMİL ÖYMEN kullanılan dilini öğrenmek ıçin milyonlan aşan yatınmlar ba- zan balon ya da keten helvası. İngiljz Kültür Heyeti, dil fur- yasından kesesini doldurmaya heveslilen denetliyor bir mik- tar. Ama yetişecek nefesi yok. Dil öğretımi, Ingiltere'de yılda milyar sterlini aşan bir sanayi ve dünyanın dört bir yanından en az 300 bin genç her yaz do- luşuyor adaya. Yılın diğer za- manlan gelenler ayn. Bunca talep varken, arzın bini bir para. Arzınçoğudazaten,"Ö|- rencinuzdir" yazısı ile Ingilız vizesi sağlayan, ondan sonra da yallah, öğrenciyi derse de- ğil, ortahğa salan "naylon okullar"dan ibaret. Bu hengame arasında dil öğ- renebilenler, bildıklerini ge- liştirenler, doğru düzgün yer- lerde yatıp kalkıp "gerçek" İngiltere'yi yaşayarak deneyim kazananlar da var elbette. Ama dil öğrenimi denildi mi, dil laboratuvanndan habersiz, kınk dökûk binalarda "eği- tim" veren, polisin de yaka sılktiğı, öğrencilen derme çat- ma yerlerde yatıran, ailelerini mali kaygjlara itenler çoğun- lukta. Kımsenin, kımseyi şika- yet edeceği yer yok. Etse de ya- ran yok. Bunca talebe, böyle arz çünkü. Radio Lora'da özgüryaym Alp dağlannın doruklan karla kaph. Gökyüzü salkım bulut. Yamaçlar iyice yeşıle büründü. Artık İsvıçre tanıdık yükünü aldı. Bunâltıcı sıcaklar başladı antik kentte. Gölde martılar isteksiz. Zürihliler ise yaz sarhoşluğuyla şampanya kaldınyor şerefe. Bense kentin izbe sokaklannda Radio Lo- ra'ya doğru yol alıyorum. Lora, Mibterstrase'de üs kur- muş. Bir süre sonra Lora'- dayım. Bilmem hangj hünerli ustanın yaptığı kapıyı elimle itiyorum usulca. Hüseyin ile Serdar beni bekliyor bir kıyıda. Bu ikili, alternatif bir radyoda spontane program yapıyor Alternatif bir radyoda spon- tane yaym yapmanın çok gûç bir olay olduğunun farkına va- ran bu ikili, sonunda güç olanı başarmış. Resmi devlet radyo- lanndaki kurallar sıkmış bu ikiliyi. Serdar ile Hüseyin bu kurallan elleriyle itmiş bir ke- nara. Aynca spontane radyo yayını dinlemenin tadı başka oluyor. Bu ikilinin orijinalitesi de zaten bu yanlannda yau- yor. İki mecburi göçebe Türk, Is- viçre'ye gelip farkh bir kültürle tanışmış. Değişik duygulan so- lumuşlar. Şimdi ise alternatif bir radyodan insanlara değişik motivasyon sunmanın iç ra- hatlığı var. Bu becerikli ikilinin sunduğu Türkçe yayuı, her sah saat 12-14 arası ve her pazar Rİll ADEM SAĞLAM günü saat 13-14 arası yapılı- yor. Radio Lora 250 kişilik kadrosuyla, her kuşağa hizmet sunuyor. İsviçre'de yaşayan in- sanlar bir süre sonra belirli bir disiplinle hizaya getiriliyor. Bu açıdan Radio Lora, alternatif yaşam bicimi sunan tek bağımsız radyo istasyonu. Lo- ra'da bu ikiliye dayaülan hiç- bir şey yok. Her türlü yayını özgürce yapıyorlar. Radyoda, Kültür Mix adı altında yaptı- klan Türkçe-Kürtçe müzik ve söyleşi çok ilgi uyandınyor. Pazar günlen yapüklan söyleşi türünde Türkiye'de sol kesime kafa yormuş insanlan seçiyor- lar. Bunlar tanınmış gazeteci ya da yazar oluyor. Lorada yayın yapmaya ilk başladıklannda, hep tanıdık yüzlerle yapmışlar söyleşiyi. Ancak şimdi programı daha geniş bir yelpazeye oturtmuş- lar. Kültür Mix'te sundukJan müzik türü genelde entel ağır- lıkh. Bu yayın çok beğeniyle dinleniyor. Bu ikili, sundukJan müzik türünde, yasaklan del- miş. İzleyiciler hıç duymadığı bir müziği dinleyince, önce hoşlanna gıtmiyor. Ancak bir süre sonra zevkle dinbyor. Ingiliz Bahçeleri'nde yaz sarhoşluğu Alman turizm piyasasında geçen sene "turistik başkent" ilan edilen Münih'in, bu sene de coşkulu bir yaz yaşaması bekleniyor. Dünyanın dört bir tarafın- dan kalkıp buraya gelerek Al- man birasının tadına bakan- lann, ilk önce müzelere şöyle bir göz atıp soluğu Marienp- latz'ta aldıklannı ve oradan da "Engh'sher Garden"a yollan- dıklannı peşinen belirtelim. Sadece Münih'in değil Av- rupa'nın anh şanlı parklannın başında gelen bu İngüiz bahçe- leri, yüzlerce insanın bir arada oturup ortaklaşa sarhoşluklan yaşadığı kentin sayılı yeşil alanlanndan, köşelerinden bi- ri, hatta başhcası... Esasen yaz sarhoşluklan ve yaz aşklan Münih'te en fazla bu meşhur parklarda yaşan- makta ne hikmetse? Dibi yo- sun tutmuş, yemyeşil göllerle geniş bir alana bağdaş kurmuş olan bu iki yüz yıllık eskilik, bi- zim Gülhane Parkı ile Abant Gölü'nü anımsatan görüntü parçalanyla insanlara da düş- ler kurdurtmuyor değil hani! 1789 yılında kurulduğu söy- lenen bu ünlü park, her zaman tıklım tıklım dolup boşalan bi- ra bahçeleri, ördekli göllen ve özellikle pazar günleri anadan doğma soyunup "Adem baba- MÜNÎH EROL ÖZKAN hğa özenen" müdavimleriyle de ününü koruyor. Belki de yapıldığı dönemde, asilzadelerin keyif çatma yeri olarak tasarlarup düşünülen bu parklar zinciri, günümüzde bile kartpostal görünümüyle yazarlan, ressamlan büyüleyip etkilemeye devam ediyor. Haf- ta sonlannda ellerinde koca- man bır tomar'oluşturan Süd- deutsche Zeitunglannın sayfa- lanna gömülmüş parasız aydı- nlarla, üstleri başlan kekremsi şarap kokan ihtiyar "penner"- lerin ve İsar Köprüsü'nün yok- sul insancıklannın mekânı ve meskeni olmakta buralar. Peşinen belirtmekte yarar var: Ingiliz bahçeleri, Münih'te keyifli ve ucuz pazarlann ya- şandığı adeta bedava sayılan köşelerin en belli başhcası... Kısacası, Münih'teki yaz sarhoşluklannın, aşklann ve yeni tanışmalann yaşanıp gitti- ği Ingiliz bahçelerinde pazarlar hayli renkli ve hayli keyifli... Biz onlara9 onlar bize benzemezSiemens'in kapısından çıktı ve başörtüsünü sıkı sıkıya bağ- ladı. Alışverişini yapü. Ucuz- luktan hiç abnayı düşünmediği şeyleri de torbalara doldurdu. Metroya bindiğinde hem şiş- man gövdesini hem de plastik torbalannı koyabileceği bir boşluğu nafile aradı. Yaşlı bir Alman, üstüne yuvarlanan küt- leyi elleriyle itip kendine yer açma ihtiyaa duydu. O buna aldırmadı. Doğrusu adamı sı- kıştırmıştı, hem belki adamın bir şeye canı sıkkındı. önemli olan bir an önce eve yetişip ço- cuklar gelmeden yemeği ateşe Bl RL1N DİLEK ZAPTÇIOĞLU koymasıydı. Görevh olduğu okuldan çıktı ve saçlannı düzeltu. O da bon- marşede hıç almayı düşünmedi- ği şeylen alıp torbalara doldur- du. Metroya bindiğinde etrafa hırsız gibi göz attı. Acaba ken- disine ters bakan yabana düş- manı birini görebilecek miydi? • Avrupa'daki yeni ırkçılar şöyle diyor: "Onlann kültürü kadınlan hapsetme- lerini, gürültü yapmalannı, çocuklan dövmelerini mubah sayıyor. Biz onlarla asla kaynaşamayız. O halde geldikleri yere dönsünler!"Avrupa'da ırkçılığa maruz kalanlar şöyle diyor: "Onlann kultürü kadınlann herkesle yatmasını, aile kavrammın yok olmasını, herkesin kendi bacağından asılmasını mubah sayıyor. Biz asla onlarla kaynaşamayız. O halde geldiğimiz yere dönmeliyiz." Evet, işte yanındaki yaşb Al- lan biyolojik ırklara ayınp ki- ve küçük neonazi gruplann eli- mınin ötekinden üstün olduğu- nu iddia etmesıydi eskiden. Na- ziler ari ırkı san saçh, mavi göz- man ona öfkeli bakışlar fırlaü- yordu. Tabii yabancı olduğu için böyle bakıyordu. Almanlar böyleydi. Iflah olmazdı. Hepsi lü; Yahudileri esmer ve karga ırkçıydı. Bu asla onlar gibi de- burunlu olarak tarif etmişlerdi. Biyolojik ırkçılık 1945'ten son- ra artık kitlesel destek bula- ğıldik. Onlar da asla bıze benze- yemezdi... Irkçılığın temel özelhği insan- mayacak kadar gözden düştü ne kaldı. Biyolojik ırkçıhğın yerine bu- gün kültürel ırkçıhk yaygınlaş- tı. Bu yeni ırkçılığın özelliği, in- sanlan üstün ve aşağı ırklardan çok kültürlere ayırması ve buna göre sıruflandırması. Yeni ırkçıhğı eskisiyle birleştiren Eski yıkık binalan, kapanmış kepenkkr ve önünde bekleyen kimsesiz, kalacak yeri obıtayanlarta 42. Cadde'nin Batı yakası tam bir savaş sonrasını andınyor. 42. Cadde ya da Gûney AfrikaNew York'un muhteşem gökdelenle- n ilk bakışta insanı cezbediyor. Hek o Amenkan fılmlenndeki gökkuşağı renkleri ile donaülmış ışıl ışıl Manhat- tan sokaklan, "Ah şu anda orada ol- sam" dedirtiyor insana... Ancak o ışıl ışıl dünyaya girdikten sonra insan hemen fıkrini değiştiriyor, hele New York mahreçli fılmlerin he- men hemen hepsinde bir veya birkaç sahnede gördüğümüz ünlü 42. Cadde. Bu ünlü caddeyı kesen sokaklardan bin olan yine ünlü "Broadvvay" de öyle bi- lindiği gibi sadece dünyaca ünlü tiyatro- larmerkezideğil.Tiyatrolarhâlâyerlerin- de, yıllarca sahnelenen Cats, Les Misa- rable gibi ünlü oyunlar da sahnelenme- ye devam ediyor. Ancak o tiyatrolar bölgesi ile ünlü Times Square'a ulaşmak ya da ulaşbktan sonra kazasız belasız aynlmak hıç de öyle kolay değü. Broadvvay ve 42. Cadde'nin batı ya- kası bir Amerika'dan çok Güney Af- rika'yı andınyor. Ünlü caddenin doğu- sundan batısına geçerken toplam 1 kilo- metrelik mesafede önce caddedeki in- sanlann onda 8'i beyaz, 2'si Zenci olur- ken caddenin sonuna doğru yaklaş- tığınızda özellikle 8'inci Avenue'de tam tersi oluyor. Caddenin baü yakasında yani 500 metrelik bölüm içinde dünya- nın her ülkesinden uyuşturucudan, her ırktan hayat kadınına, çalınmış altın- dan elektroniğe her şey bulmak müm- OSMAN KARAKAŞ • Broadway ve 42. Cadde'nin batı yakası Amerika'dan çok Güney Af- rika'yı andınyor. Caddenin doğu- sundan batısına geçerkenönce cadde- deki insanlann onda 8'i beyaz, 2'si si- yah olurken caddenin sonuna doğru 8'inci Avenue'de tersi oluyor. kün. "Koca Amerika'da polis yok mu?" diyeceksiniz, ama bütün bunlar pohsin gözünün önünde gerçekleşıyor 42. Cadde'nin batı yakası ile Broad- way'in tiyatrolar kısmında fazla dolaş- mak maddi açıdan hiç de sağhklı değil. Maddi derken fiziki durum da içıne gjn- yor. Çünkü günün herhangi bir saatin- de bir veya birkaç zenci her an boğazma bıcağı dayayıp cüzdanınızı isteyebilir. Sadece cüzdanınızı ya da elinizdeki fo- toğraf makinenizi caldırmışsanız şansb sayılırsınız. Bunlara ilave olarak vücu- dunuzun herhangi bir yerinden bıçak darbesi de alabilırsiniz. Amerika'ya geldiğimizin ikinci günü kaldığımız okul tarafindan ebınize tu- tuşturulan bir dosyada yer alan cümle- ler ilk başta bizi şaşırtmıştı. Şöyle diyor- du New York'la ilgili tarutıcı yazının bir bölümünde: ÖzelKkle belb bir saatten sonra New York'un arka sokaklannda dolaşmayın. Karşınıza her an birisi çı- kıp, bıçağını çekerek sizden cüzdanınızı isteyebiür. Sakın hiç direnmeyin ve cüz- danınızı verin. Daha sonra süratle ora- dan uzaklaşın. Zaman içinde New York'un tanıümı amacıyla hazırlanan dosyada yer alan o cümlelerin ne kadar gerçek olduğunu anlamıştık. Bir süre önce bir dostum. "Sen fotoğ- raf makinelerinden anbyorsun, gel şura- dan bana bir fotoğraf makinesi alabm" deyince elektronik mağazalann yoğun olarak bulunduğu 42. Cadde ile Broad- way'e gittik. Epey mağaza dolaştık, ama fiyatlar çok yüksek gelmişti. O sıra- da buluşmam gereken bir arkadaşımı arayıp geç kalacağımı bildirmek istedim ve umumı telefona doğru yöneldım. Pa- rayı atıp numarayı çevirdikten sonra geri dönüp baktığımda, arkadaşım yere yuvarlaruyordu ve o sırada bir zenci uzaklaşıyordu. New York Belediyesi uzun bir za- mandan beri 42. Cadde'nin batı yakası- nı temizlemeye, uyuşturucudan, soy- gundan ve seks mağazalanndan kurtar- maya, daha temiz ve güvenli bir hale ge- tirmeye çahşıyor. Yıllanmış binalan or- tadan kaldınp, modern bir görüntü ge- tirmeye çalışan belediyeye karşı bina sa- hıpleri dıreniyor, ama "mühür kimde ise sultan odur" misali. belediye zorunlu yıkma karan abyor ve binalann boşal- ülması için de zaman veriyor. Şu anda mağazalann hepsi boşaltma hazıruğın- da, ancak bu fırsatı da çok iyi bir şekilde değerlendirmek isteyen baa işadamlan, gıderayak sigortadan para almak ama- cıyla kendi işyerlerini yakıyor veya yak- ünyorlar. Yanan işyerleri, eski yıkık bi- nalar, kapanmış bazı kepenkler ve önünde bekleşen asık suratlı zencilerle 42. Cadde'nin batı yakası şimdilerde tam bir savaş sonrasını andınyor. Uzaktan bakıldığında Güney Afrika'- nın olaylar şehri Johannesburg'u andı- nyor. Onca insan dolaşıyor ve pek sakin gö- rünüyor gelebılir, ama hiç de öyle gö- ründüğü gibi değil ne yaak ki. Bazı Amerikablarla karşılaşmıştım da bin yaklaşık 20, ötekisi 13 yüdır Manhat- tan'a inmemiştı. Nedenine gebnce, riskli olduğunu söylemışlerdi. Ünlü 42. Cad- de, belediyenin çalışmalanyla yeniden düzenlenecek. Bakabm yeni miman, caddenin batı yakasını ve Broadway'i ne kadar etkileyecek, ne kadar değiştire- cek göreceğiz... nokta, biz ve onlar söyleminin değjşmeyişi. Bizi ve onlan bir kere tarif ettikten sonra ikinci adım, iki tarafın da asla değiş- meyecegine inanmak. Yani kül- türel özellikleri, geleneklen, inançlan ve davranışlan değiş- mez kabul etmek. Aynı top- lumdaki insanlann farklıbğını, kültürlerin değişme dinamiğini yadsımak. Avrupa'daki yeni ırkçılar şöyle diyor: "Onlann kültürü kadınlan hapsetmelerini, gü- rültü yapmalannı, çocuklan dövmelerini mubah sayıyor. Biz onlarla asla kaynaşamayız. O halde geldikleri yere dönsün- ler!" Avrupa'da ırkçıbğa maruz kalanlar şöyle diyor: "Onlann kültürü kadınlann herkesle yatmasını, aile kavramının yok olmasını, herkesin kendi baca- ğından asılmasını mubah sayı- yor. Biz asla onlarla kaynaşa- mayız. O halde geldiğimiz yere dönmeliyiz." Almanya'da yaşayan ve ken- disini "aydm" sayan kimi Türkte bu eğilim çok belırgm- dir. Siemens'te çalışan ve aydm olmadığıru bilen işçi kadında bulunmayan komplekslere sö- züm ona aydınlarda rastlanz. Belki eyinde kocasıyla kavga ettiği için müşteriye ters davra- nan Almantezgâhtaronlanngö- zünde ırkçıdır. Çünkü ırkçıhk Almanlann bir tür ulusal kültü- rüdür. Ama biz! Ah bizim memleke- tımizde msanlık ölmemiştir! Bi- zim kültürümüzde büyüğe saygı, küçüğe sevgi vardır! Bi- zim ülkemizde misafirperverük geleneği güçlüdür! Biz onlar gi- bi gelişmiş değiUzdir, ama biz- deİa insanlık yeter... Kuşkusuz bu aynı zamanda var olan yeni ırkçılığa karşı bir savunma mekanizmasıdır. Ama kendini "aydm" olarak niteleyen insanın hayata daha nesnel bakabilmesi gerekmez mi? Biz kavramı aleyhte işledi- ğinde çok cabuk terk edibr. Al- manya'daki pek çok Türk aydını kendisinin Türk işçüe- riyle aynı kefeye konubnasın- dan yakınır. En çok rahatsız ol- duğu şey budur. Her fırsatta işçi olmadığını, okuduğu üni- versıteleri, aldığı diplomalan, yetiştiği mahalleleri anlaür. Hatta tanıdığı Almanlan hiç üşenmeden tatilde Türkiye'ye götürüp kendisinin gecekondu- da yetişmediğini gösterir. De- mokrat olduğunu söyler, ama sınıf bilinci çok kuvvetlidir. Ülkesinin elit tabakasından geldiğini, buradaki işçilerle or- tak yani olmadığını kanıtlamak için çırpınır. Buradaki işçi kitle- sini kimi Almandan çok kü- çümser. Türkiye'ye karşı en küçük eleştiri de ırkçılık olarak yo- rumlanır. Türkiye'de kendisi- nin eleştirdiği politik, kültürel olaylan dışa karşı ille savunma ihtiyacı hisseder. Bunlan yalnız aile içı konuşulacak sırlar gibi algılar. Ama aynı "aydınlar" kendi aralannda oturduklannda baş- ka sesler çıkar ağızlardan: Biz adam obnayız birader... Bak, Abnan bu işi nasıl çözmüş... Böyle geldik, böyle gideceğiz işte... Biz ve onlan terk edip daha çok ben ve o demeye başladı- ğında insan galiba hayaun ne kadar zengın olduğunu ve dün- yanın döndüğünü fark ediyor. Festivalde aşk toza bulandı FERRUH YILMAZ Her yıl haziran ayının son haftasında düzeırienen Roskilde Festivali yine çok renkli gecti. Sahnede Bulgar kadın koro- su, Bulgar halk ve kiüse şarkı- lannı söylüyor. Seyirciler arası- ndaki genç, uzunca bir sopanın ucuna bağladığı kocaman bir erkeklik organıru iple çekerek indirip kaldınyor. Sopanın en ucunda Danimarka bayrağı var. Kafe olarak düzenlenmiş ça- dırlardan bin. Köşede iki genç kız bir erkekle sevişıyor. Duru- mu fark eden diğerleri alkış ve ısbklarla tezahüratta bulunu- yorlar. Yirmisini bile doldur- mamış kızlardan biri kalkarken çevredeki masalara çarpıyor. Belb ki zil zurna. Kızlar gittik- ten biraz sonra ayaklanan genç oğlan, gözleri esrardan fır dö- nerek biraz önceki kızlan an- yor. Yer. Kopenhag'ın 30 kilo- metre ötesindeki Roskilde'nin hemen yani başındaki cayırlık alan. Her yıl haziran ayının son hafta sonunda düzenlenen yıl- lık geleneksel Roskilde Rock Festivali. Bu yılki program da 100'den fazla isimle bir hayli yüklü. Bilet fiyatlan da öyle. Dört günlük festival için bu yıl- ki fiyatlan 550 kron (yaklaşık 600 bin lira) olarak belirlemiş- ler. Yine de 65 bin genç, sırtla- nnda çadır ve uyku tulumlan. • Bu yılki festival, yakıcı güneşin etkisiyle tozlu ge- çiyor. Festival alanı küçük çaplı bir kente dönüş- müş, ne ararsan var. Ayakkabısı kaybolan ayak- kabı, gardrobunun eskidiğini düşünen yeni elbise alıyor. Acıkana çeşit çeşit yemek, AIDS'i öğrenmek isteyene bilgi, parası bitene banka.. ellerinde bira kasalan Roskilde yollanndalar. Festivaldeki gençlerin sadece yansı Dani- markalı. On binden fazla İsveç- li, bir o kadar Abnan, 4-5 bin Norveçü. Yüzlerce de Finlandi- yab, Hollandah, Belçikab, Fransız var. Cuma günkü Av- rupa Kupası finalinden sonra Danimarkahlarla Abnanlar kardeş kardeş eğlenmeye de- vam edıyorlar. Roskilde Festivali geçen yıl dört gün boyunca dinmek bil- meyen yağmur alünda geçmış- ti. O zaman. "Çamurda aşk başkadır" diye yazmıştım. Bu seneki başlık "Aşk, toza bulan- dı" olmalı. Bu yılki festival, yakıcı güneşin etkisiyle tozlu geciyor. Festival alanı küçük çaplı bir kente dönüşmüş, ne ararsan var. Ayakkabısı kay- bolan ayakkabı, gardrobunun eskidiğini düşünen yeni elbise ahyor. Acıkana çeşit çeşit ye- mek, AIDS'i öğrenmek isteye- ne bilgi, parası bitene banka... Genç kızlar, seyyar bankanın hemen yanındaki postaneden yanlannda getirmedikleri sev- gililenne. "Burada her şey yo- lunda" türünden kartlar yazı- yorlar, yazılmaması gerekenleri es geçiyorlar. Tabii bol bol mü- zik dinliyorlar. "Müzik dinbyorlar" birazcık ihtihzab bir cümle. Roskilde'- deki progjamın ağırbğını be- nim "gürültü" diye tabir etti- ğim metal rock oluşturuyor. Metalciler abnabibr. ama festi- val alanının tam orta yerine ku- rulan turuncu sahneden binler- ce vatbk güçle tüm alana yayı- lan kulak yırtıcı 'müzik', rock dinlemeye gebniş gençlere bile fazla gebyor. Yine de hakkmı vermek la- zım. Heavy sevmeyenler de fes- tivalde istedikleri tarz bir şeyler bulabiliyor. Bu yıl da turuncu sahneden gelen gürültünün di- ğerlerini basürmadığı anlarda, Bulgar kadın korosu "Le My- stere Voix Bulgare", yine Bul- gar klarnetci Nikola Jankov ve grubu, Londra Oda Orkestrası binlerce kişiyi diğer sahnelere çekti. Londra Oda Orkestrası, punk ve metal tutkunu gençle- rin kendilenni ayakta alkışla- masma anlam veremedi. Bulgar kadın korosunun smokinli şefı, alkışlardan gunır duyarken, şaşkınbğım gizle- yemedi. Ben de grubuna Mehmet Ozan'ı da katan ünlü trompetçi Palle Mikkelborg'un trompeti- nin lırik dünyasına girerek ay- nldım festivalden.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear