23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 19HAZİRAN1992CUMA OLA YLAR VE GORUŞLER Taşve MELIH CE VDET ANDA Y Epikuros, olgun insanın acı çekerken ba- ğırmasını öğütlemiş. Saynlığımda çok bu- nalımlı anlanm oldu. acı da çekmedim de- ğil, ama bağınp çağırmadım. Neden derse- niz, unutmuştum Epikuros'un sözünü de ondan. Sonra bulup okudum, ama iş işten geçti, iyileşmiştim artık. Şunu anladım ki, biz saynlıklanmızın so- nuna yetişiyoruz ancak, ne zaman, nasıl başladığını bilmiyonız. Daha açığı, bedeni- miz bize kötü gidişin başlangıcını duyurmu- yor, alev bacayı sardıktan sonra veryansm ediyor feryadı. Demek ben ve o, ben ve be- denim, bir bütün değiliz, bir tek varlık deği- liz, ben başka, o başka. Ama bu saynlığım- da, bedenimin gerçekliğine bir kez daha inandım da, "ben" kim oluyor, onu anlaya- madım. Biraz daha ilerleyeyim, "ben" sanki yitmiş gitmişti, yoktu ortada. "Acı çeken oydu" diyeceksiniz, işte ben de o konuya gelmek istiyorum: Bedenimle benim aram- da bir bütünlük, bir birlik olsaydı, safra ke- semin yollanndan birinde oldukça iri bir taşın yapıiandığını duymam, bilmem gere- kirdi. Bedenim istediğini yapsın, acı çekmek bana düşsün... Bu ikiliğin içinden çıkamıyo- rum. Burada ruhla beden ikiliğini araya kanş- tarmak tümden saçma olur, sanınm. Cin- sellikte ve beslenmekte (acıkmak) ruhumla bedenimin birbirinden aynlmadığını çok iyi biliyorum. Dahası, bu eylemler sırasında ruhuma hiç gerekseme duymuyorum. Şunu da yazmadan geçmeyeyim; ruhum, taş işine de kanşmadığına göre, varlığını başka neyle kanıtiayacak? Ben saynevinde iken ruhum- la hiç karşılaşmadım, nerdeydi bilmiyorum. Uerçekte doktorlar da bedenimle uğraştılar ve bana yasaklar koydular, ruhumu sorma- dılar bile. Demek ortada kala kala iki varlık kalıyor: Ben ve bedenim. Doğrusunu isterseniz, bunlardan ilkinin varlığı da çok su götürür. Safra kesesi yolla- nndan birinde irice bir taş oluştuğundan bilgisiz, sayn dûştüğûnün ancak yüksek ateş ve titreme ile (ama ne titreme, kemikle- rim birbirine vuruyordu) ayırdına varan ben, olsa olsa ikinci sınıf bir varlıktı. 'Acı çekiyorum, öyleyse vanm' diye düşünerek onu varedebiliyordum ancak. Yüksek ateş ve titreme... Bunlann anlamı da gereğince belli değildi; bunca aydır (beiki de bunca yıldır) yapılanan taş, neden so- nunda ateşe ve titremeye başvuruyordu? Beni uyarmak için mi? Çok gecikmiş bir uyan sayılmaz mıydı bu? Kanser olaylann- da doktorlann bu gecikme üzerinde çok durduklannı biliyoruz; ama beden duyur- madı ise ne yapsın zavallı sayn! Kendi başı- na çahşan, bildiğini okuyan, tam sıkışınca, demek iş işten geçtikten sonra beni uyarma- ğa kalkan bu bedeni başına buyruk, dahası sorumsuz sayarsak yanJış mı olur? Biz onun uşağı mıyız? ölüm gelip çattığında bunun hesabını kimden soracağız? Ben'den mi, yoksa bedenden mi? Bunun yanıtmı biliyorum sanınm: Ölüm önemli değildi, yüksek ateş, titreme gibi bir şeydi o. îyileşmek ya da ölmek, benzer şey- lerdi. Birine sevinmek, ötekine üzülmek bil- gisizlikten başka ne ile açıklanabilirdi ki? Yüksek ateş ve titreme bana gerçekte ölmek üzere olduğumu bildiriyordu. Şuraya gelmek istiyorum: Meğer ben, ba- şına buyruk beni adam hesabına koymayan bir bedenle içiçe yaşıyormuşum! Dahası var; beden bir şeyler yapıyor (bunlan neden yaptığını da anlamıyorum ya) acısını çek- mek bana düşüyor... Haksızlık değil midir bu? Size yemin ederim. safra kesemin yolla- nndan birinde taş oluşsun istemedim ben. Ama oluştu ve ben sonucuna katlandım. ameliyat masasına yattım. Yazımın başlığındaki "taş" sözcüğünün gereği ortaya çıkmışür sanınm. Ya oradaki "savaş" ne oluyor? Şımdi sıra ona geldi. Ben bedçnimle içiçe yaşadığım gibi, bir de toplumla içiçeyim. Bedenimi öğrenmek için kitaplar okuduğum gibi, toplumu öğren- mek için de okudum. Fakat toplum bilimle- ri oldukça karmaşıktı. Burada karşımıza iktisat, siyaset, sosyoloji. sosyal psikoloji ve kültürel antropoloji gibi disiplinler, bilim dallan çıkıyordu. Insan davranışını bu çe- şitli görüşlere dayanarak açıklamağa yönel- mek güçlükler çıkanyordu ortaya. En önemli sorun da, bireyle toplum arasındaki ilişki sorunuydu. Üstelik toplum bilimleri yeni bilimlerdi, araştırmalann geçmişi pek uzun değildi. Gerçi Batı'da Eski Yunan ve Roma'dan kalma oldukça zengin bir dü- şünce hazinesi vardı; ama bu bilgiler orta- çağ tannbiliminin baskısı altında ezilmişti. Bu alanda aydınlatıcı atılımlar 17. ve 18. yüzyıllarda gerçekleştirilebildi. Doğa bili- mine benzer bir toplum bilim kurulabileceği ülküsü işte bu çağda ortaya çıktı. İşin tuha- fı, doğa hilimlerinden ve biyolojiden alınan yapı kavramının toplum için kullanılması- dır. Yoksa toplum, bedenimin bir benzeri miydi? Öyleyse güçlükler büsbütün artacak- tı. Bereket 19. yüzyıl yetişti ve Fransız Dev- rimi, Sanayi Devrimi, toplum bilime yeni çevrenler actı. Ansikpoledi şöyle diyor: "Sa- nayi, sanayici, toplumsal sınıf, ideoloji, ay- dın, proletarya, kapitalizm, bunalım, eşit- likçi, insancıl gibi birçok sözcük bugünkü anlamıyla ilk kez 18.yüzyılın son ve 19. yüz- yılın ilk 20yılında kullanıldı." Buncası ile yetinsek de, bana öyle geliyor ki, toplumu anlamak, bedenimizi anlamak- tan daha zordu; birey, içinde yaşadığı top- lumdaki yerini ve topluma olan etkisini güçlükle kavramağa çahşıyordu. Bu yüzden gelişim içindeki birçok olayın nedeni giz gi- bi kalıyordu. Bu konuyu açıklığa kavuştu- ranlann başında Marx gelir. Diyelim savaş- lann neden çıktığını artık biliyorduk, ama birey gene de "Ben bunu neden önleyemiyo- rum?" sorusunu kendine sormayı sürdürii- yordu. Savaşın çıkması bireyleri şaşırtıyor- du. Yazımın başlığında "taş" ile "savaş" söz- cüklerini yanyana getirmemin nedeni, saru- nm ortaya çıkıyor. Ben safra kesemde bir taş oluştuğundan ne denli bilgisiz idi isem, içinde yaşadığım ve bir ögesi olduğum top- lumda gizli gizli savaş hazırlıklan yapıldığj- nı da duymuyor, bilmiyordum. Bunlann ikisi de bana kendilerini "ateş" ile duyuru- yorlardı, iş olup bittikten sonra. Arkasın- dan ameliyat masası geliyordu. Ölen ölüyor, kalan kalıyordu. Biz, bedenimiz için de, toplum için de ateşten öncesini bilmek zorundayız. Üst ya- nı garip bir konukluktan başka bir şey de- ğildir. ARADABİR Prof.Dr.M. TAHÎR HATtBOĞLU Gazi Üni. Tıp Fakültesi Baba'ya Mektup Sevgili Babacığım, önce selam eder, ellerinden öperim. Aynı kentte oturuyoruz ama, uzun süredir görüşemiyoruz. Biliyorum sizin geleniniz gideniniz çok. Davulla gelen var, zurnayla gelen var. Yönetim kurulu üyesi olduğum öğre- tim Üyeleri Derneği olarak birkaç kez sizden buluşum (randevu) istedik. Siz mi istemediniz, yoksa size iletmedi- ler mi, bir türlü birlikte olamadık. Arkadaşlarıma biz de davulla gidelim, belki Baba o zaman bizi alır, dedimse de dinletemedim. En güzeli mektup yazayım dedim. Babacığım, ben 18 yaşımda iken siz başbakan oldunuz. Şimdi yaşım 46. Tam 28 yıldır sizinle tanışıyoruz. Bu tanış- ma daha çok benim sizi tanımam şeklinde. Eylül cuntası ikimizide 1402liketti. Benüniversiteden,sizbaşbakanlık- tan atıldınız. Ortak yazgımız böyle başladı ve 11 yıl sürdü. Biz yargı kararıyla, siz seçimle eski görevlerimize dön- dük. Ne güzel değil mi? O yıllarda 12 Eylül hukukuna, curv- tanın kendisine ve yıktığı kurumları kazanma uğruna ne güzel savaşım verdik. Ikimize de o günlerde pek merhaba diyen yoktu. Ondan mıdır ne, görüşme isteğim olduğunda ertesi günü birlikte oluyorduk. Bu kara günlerimizde Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı sıfatıyla yönetim kurulu üyelerimizle birlikte sizi birkaç kez ziyaret ettim. Her görüşmenin konusu "YÖK ve üniversi- te" idi. Siz de biliyordunuz, "Ben, kendim için bir şey iste- miyordum". Bugün de öyle. Bir görüşmemizde, YÖK ve üniversite ile ilgili eski sözlerinizi okudum ve "Bugün de bu sözlerinizi paylaşıyor musunuz?" dedim. Hiç kuşkusuz, "Evet" dediniz ve arkasından "Köylü muhtannıseçiyorda siz niye seçemezsiniz" diye haykırdınız. Oeğerli Babacığım, ben şimdi size eski günleri anımsat- mak istiyorum. "Kendim için bir şey istiyorsam namer- dim" dediğiniz günlerde bizler için neler istemiştiniz, onları yazacağım: Bugünkü üniversiteye kimse özerk di- yemez. Bugün üniversiteler sessizliğin içindelerse, bu, huzur ve sükûn anlamı taşımaz. Üniversiteye büyük bir yumruk inmiştir. "Hürriyet olmayan yerde bilim olmaz" (Gölge Adam, 25.8.1987). "Hür üniversitesiz Türkiye ol- maz. Anayasaya hangi hükmü getirirsek hür olur, bunu arıyoruz" (Gazeteler, 29.5.1989). "Üniversite kendi sorunu hakkında konuşmazsa, bunu kim anlatacak?Tayinle gelen rektörler mi? Onlar hallerinden memnun. Bilimsel özerklik idari özerklikten geçer. Bugünkü olay, üniversitelerin çöl- leştirilmesidh\J990 yılında 1890'ların mekteb-i âlf'lerine geri dönmüşüz. Üniversite, her seyi berbat eden ve YÖK'ü getiren üniformalılarafahridoktorluk vermiştir" (Cumhuri- yet 16.6.1990, öğretim Üyeleri Derneği Kurultayı'nda ya- pılan konuşma). Babacığım, seçimlerden önce gazetelere duyuru verdi- niz. Okuyunca coştum: "Babam tam benim içimden geçen- leri söylüyor" demiştim. Gerçekten kendisi için değil be- nim için istiyor, dedim. Tersini düşünemezdim. Çünkü, öyle olsa "namert" olurdunuz. Bakın bu duyuruda ne dedi- niz Baba: "Ey öğretim üyeleri, öğrencilerinizi de birlikte alın gelin. YOK'ün iki noktasını kaldırıp yok etmek eliniz- de." Bu sözlere kim sevinmez ki... Kara günleri yaşayan Babam bizim derdimizden anlar ve YÖK'ümüzü artk yok edecek, dedik. Aziz Babacığım, seçim oldu ve hükümet başkanlığı elinize geçti. Bir hükümet programı yazdınız; TBMM'de okundu ve kabul edildi. Burada şunları yazdınız: Üniversitelere bilimsel ve yönetsel özerklik tanınacak, YÖK sistemi kaldırılarak yüksek öğretim kurumlannın, kendi içlerinden seçtikleri organlareliyle yönetilmesi sağ- lanacaktır. Üniversite özerk olacaktr (s. 46). Sevgili Babacığım Yukandaki sözler sizin. Bunlar belli aralıklarla kararlı ve bilinçli söylenmiş sözler. Alt ay oldu, bu güzel sözlerle il- gili bir gelişme olmadı. Yukandaki sözlerinizde "üniversi- teyi kim anlatacak, tayinle gelen rektörler mi?Onlar halin- den memnun" demiştiniz. Oysa siz şimdi, tayinle gelen rektörleri her ay topluyor ve onlardan üniversiteleri dinli- yorsunuz. Oldu mu Baba?.. Onlar hallerinden öyle mem- nunlar ki rektörlerin yaşlan emeklilik sınırına yaklaştığı için tek istekleri yaş sınırının 72'ye çıkması. Siz bunu önce- den bildiniz ve söylediniz. Ne var ki şimdi her ay onlarla toplanıyorsunuz ve söylediklerini milyonlarca lirayla kitap haline getiriyorsunuz. öte yandan, "Gelin, öğrencileriniz- le gelin" dediğiniz öğretim üyelerine yüz vermiyorsunuz, alt aydır kapınızda bekletiyorsunuz. Üniversite sessizse, huzur ve sükûn anlamı taşımaz diyorsunuz; sanki, üniver- site huzur ve sükûn içinde gibi aldırmazlık içindesiniz. Üniversiteler mekteb-i âlfye döndü dediniz. Mekteb-i âir- yedöndürenlerle işbirliği yapıyorsunuz. Üniversiteler çöl- leştirildi diye haykırdınız. Ama, bizi çölde yaşatmaya devam ediyorsunuz. Size bakarak M. Eğitim Bakanı da ça- resiz kaldı. Satırlarıma son verirken Tanrı selamını iletir, saygıları- mı sunarım. Hükümetteki kardeşlerime de selam ederim. Temmuz ayında "hallerinden memnun rektörlerimiz" ye- niden atanacaklar. O güne değin YÖK'ûn seçim maddesi- ni olsun değiştirmezseniz "sözünde durmamaktan" hak- kınızda yeni değerlendirmeye gideceğim. Üvey oğlunuz Tahir. Fiil, düşünceyi değil eylemi anlatır. O halde suçun oluşabilmesi için bir fıilin, bireylemin, maddi birhareketin ortaya çıkması gerekir. HALİT ÇELENK Hukukçu Basında yer alan haberlerden öğrendiği- mize göre Ankara Devlet Güvenfîk Mah- kemesi Başsavcılığı, HEP kökenli 22 mil- letvekili hakkında soruştunma açmış ve TBMM'den bu milktvekillerinin dokunul- mazlığının kaldınlmasını istemiştir. Bu haberîere göre Meclis Başkanı Sayın Hüsa- metün Cindoruk, istemi anayasanın 83. maddesiyle düzenlenen "yasama sorum- suzluğu" ilkesine aykın bularak işleme koymamış ve geri çevirmiştir. Ankara DGM Başsavcıbgı ise isteminde direnmiş ve daha sonra konu başkan vekilinin işle- me koymasıyla TBMM'nin gündemine gjrmiştir. Cumhuriyet Savabğı sözü gecen yirmi iki milletvckilinin Meclis'te ve Meclis dışın- da yapüklan konuşmalan ceza yasasının 125. maddesine aykın bulmuş ve ölüm ce- zasını gerektiren bu suçtan ötürü haklann- da dava açabilmek için dokunulmazlıklan- run kaldınlmasını istemiştir. Ankara DGM Savahğı'nın bu istem ve girişimi, iki önemli hukuksal sorunu gün- deme getirmiştir. Bunlardan birisi, millet- vekillerinin TBMM'de yapüklan konuş- maiardan ötürü suç işledikleri iddiası ile cumhuriyet savcılan tarafından haklann- da soruşturma ve dava açılabilir mi? Başka bir deyişle, bu durumlarda milletvekilleri anayasanın 83. maddesinde yazılı "yasama sorumsuzluğu"ndan yararlanabilecekler midir? İkinci sorun ise Meclis içinde ya da dışında yapılan konuşmalarla TCY'nin 125. maddesinde yazılı suç işlenebilir mi? Biz burada ikinci sorun üzerindeki dü- şüncekrimizi açıklamaya çalışacağız. 125.*maddenin niteliği: Bu madde, ceza yasasının, ölüm cezası ile cezalandırdığı en ağır suçlanndan birini düzenlemiştir. Maddenin bölüm başlığı "Devletin arsıu- lusal şahsiyetine karşı cürümler"dir. İtal- yan ceza yasasından alınan bu maddeye göre: "Devlet topraklannın tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hâkimiyeti altına koymaya veya devletin istiklâlini tenkise veya birüğini bozmaya veya devle- tin hâkimiyeti alunda bulunan topraklar- dan bir kısmını devlet ıdaresınden ayırma- ya matuf birfiilişleyen kimse ölüm cezasıy- lacezalandınlır." Burada sorun şudur: Bu madde ile dü- zenlenen suç nasıl oluşacaktır? Başka bir deyişle suçun öğeleri nelerdir? Suçun ma- nevi öğesi, maddede sayılan eylemleri ger- çekleştirme amaa, yasal deyimi ile kasdı- dır. Ancak böyle bir düşünce ve amaan, kişjinin kafasında yer alması suçun oluşma- sı için elbette ki yeterli değildir. Amaan suça dönüşebilmesi için eylemin gerçekleş- mesi gerekir? Yasa bunu "..matuf (yönelik) birfiilişleyen kimse" sözleriyle anlatmış ve açıklamıştır. 125. maddede gösterilen suç yazı yaza- rak, düşünce acıklayarak, demeç vererek işlenebilır mi? Başka bir deyişle bu suç, bir düşünce suçu mudur? Yasa, yukanya alı- nan maddede görüldüğü gibi "..birfiilişle- yen.." kimseden söz ettiğine, düşünce açık- lamak da bir fiil, bir eylem, maddi bir hareket olmadığına göre bu sonıya olumlu yarut vermek olanaksızdır. Gerçekten hu- kukta fiil sözcüğü eylem karşıhğı olarak kullamlmaktadır. Fiil, düşünceyi değil ey- lemi anlatır. O halde suçun oluşabilmesi için bir fiilin, bir eylemin, maddi bir hare- keü'n ortaya çıkması gerekir. Türk ceza yasasnın kaynağı olan Ital- yan ceza yasası haarlarurken 125. madde- nin karşıhğı olan 104. madde yoğun tartış- malara konu olmuş, madde ile konın- mak istenen menfaatin fıilen ihlal edilmesi halinde suçun oluşacağı temel düşüncesin- den hareket edilmiş ve maddede "Doğru- dan doğruya bir fiilin irtikap edilmesi" sözlerine yer verilerek amaç açıklanmaya cahşılmışür. (*) BÖylece kaynak yasada eylem ve icra ha- reketleri dışındaki düşünce açıklamalan- nın 125. maddenin kapsamı dışında kal- ması sağlanmıştır. Ceza yasamızda 125. madde "..fiilin işlenmesi"nden sözedildiği- ne göre Italyan ceza yasasında olduğu gibi bu maddedeki suçun düşünce açıkîaması yoluyla işlenemeyeceği açikür. Demokratikleşmede engeller. Yanm yüzyılı aşkın bir süre yüriirlukte kalan, dü- şünceyi cezalandıran ve ülkemizin bilim, sanat ve kültür alarunda gelişmesini kös- tekleyen ceza yasasının 141-142. maddeleri Terörle Mücadele Yasası'yla yürürlükten kaldınldı. Ancak ülkemizde düşünce suç- lan (!) bugün de varhğıru korumaktadır. Çünkü Terörle Mücadele Yasası'nın 8. maddesi düşünce suçlannı değışik bir kıiıf- la yeniden düzenlemiştir. Gecen günlerde bu maddeye dayanılarak Ankara DGM tarafından îsmail Beşikçi'ye 900 milyon li- ra para cezası verilmiş ve kitaplan toplatıl- mıştır. Biz Terörle Mücadele Yasası daha tasîak halinde iken ona karşı çıkmış, tasan- nın maddelerini eleştirmiş, yasanın doğu- racağı bu çoğulcu demokratik bir düzende böyle bir yasanın yeri olamayacağını anlat- maya cabşmışük. Daha sonra SHP tarafın- dan yasanın çoğu maddelerinin anayasaya aykınlığı ileri sürülerek iptali için Anaya sa Mahkemesi'ne başvurulmuştur. Basina yansıyan haberîere göre yasanın birçok maddesi yüksek mahkemece iptal edilmiş- tir. 12 Eylül hukuk anlayışımn bir ürünü olan Terörle Mücadele Yasası'na karşı ve- rile gelen savaşımlar, ülkemizde insanlann düşüncelerinden ötürü suçlanmamalannı, herkesin serbestçe düşüncelerini savunabil- mesini ve giderek demokratikleşme süre- cinde önemli adımlar atılmasını sağlamayı amaçlıyordu. Son yıllarda demokratikleşme çabalan, ağır da olsa, kimi eksiklikleri ve yetersizlik- leri beraberinde de getirse sürmektedir. Kamuoyu bu çahşmalann sonuçlannı gör- me beklentisi içindedir. Ancak ceza yasası- nın ölüm cezasını içeren en ağır maddele- rinden biri olan 125. maddesinin, kimi yorumlarla düşünce acıklamalanna uygu- lanmaya kalkışılması, yasanın amacına, metnine, kaynak İtalyan ceza yasasının acıklamalanna aykın düşrüğü gibi ülkemi- zin demokratikleşme ve çağdaşlaşma çaba- lanna da ters düşmektedir. (•) Bak. Türk-Italyan Ceza Kanunlan Şer- hi. Adalet Bak. 1927, cilt 2, s. 3-10. PENCERE Antalya-Alanya kıyı şeridi üzerinde, Alanya'ya 25 km., Antalya Havaalânı'na ise 100 km. uzakhkta nefls bir kumsahn hemen ardında kurulu bulunan Otel İncekum, yıhn 7 ayında konuklanna her yönüyle doyurucu bir tatil için gerekli bütün olanak ve hizmetleri sunmaktadır. • Deniz manzaralı özel balkonlu ve banyolu odalar • 104 oda ve 6 bungalowda 220 yatak • Açık ve kapalı lokanta • Açık büfe • Diskotek • Bar • TV Salon • Butik • Spor tesisleri ve donanımı; dileyen konuklar için özel ders olanaklan • Eğlence ve animasyon programlan. Otd lncekonı: Avsallar Köyü / Alanya Td: (3237) 1149-1007- Faxji20 AUşanRefeea K-Adenauer-Str. 41 5650 Solingen 1 Td.: 0212/209855 Murti'nin Öliimü!.. 'Murti' diye anılıp tanınıyordu. Adı: Murteza Elgin. Gaze- teler "artist acentesi, organizatör, menacer" gibi sanlarını sı- ralıyorlar. Bir zamanlar sanatçıların peşinden koştuğu Mur- ti, ünlüleıie al takke ver külah, sıkı fıkı imiş; sonra dram baş- lıyor; 1985'te AIDS'e yakalanıyor. Almanya'ya gidiyor Murti, bir sahte rapor alıyor, çevresine gösteriyor, Türkiye'de kendi- sine AIDS tanısı koyan doktoru mahkemeye veriyor; gazete- lerde fotoğrafları yayımlanıyor; günün konusuna dönüşüyor. AIDS'li mi? Değil mi? Murti ölümle yaşam arasında tuhaf bir oyun oynuyor; ama, yedi yıl sonra AIDS'ten sizlere ömür. Cenazesine kimse git- miyor; ünlülerden yalnız Harika Avcı ile Nigar Uluerer göze çarpıyor. Murti'yi maskeli. gözlüklü, eldivenli, naylon giysili imam gözetiminde uzaylı kılığına giren görevliler yıkamışlar, çinko tabutla mezara indirilmiş, üstüne kireç tozu dökülmüş; yedi yıl süren köşekapmaca bitmiş, "Murti hasta mıydı, değil miy- di?" tartışmalanna basında nokta konmuş. Bizim toplumun arabesk düzenini cerrah neşteriyle yarıp ortaya koyan bu yaşam filmi, her şeyi nasıl hafife aldığımızı vurguluyor. "Türkiy&nin ilk AIDS hastası"nm serüveni ibret ve- rici, değil mi!.. Yeşilçam filmleri kadar dramatik; ama, tehli- keli. Kimi gazetenin yaklaşımı da sulu: "Ah Murti!.. Bir zamanlar ünlü sanatçılar peşinde koşardı. Şimdi neredeler?" * Magazin basınında Murti'ye yaklaşım arabesk değil mi!.. Ya şeriatçı kardeşlerimiz olayı nasıl yorumluyorlar? Zaman gazetesinde bir yazı okudum; altını çizdiğim satırları akta- rıyorum: "Yüzyılımızın çaresi de mikrobu da henüz bulunmamış afeti: • AIDS hastalığı. Ama sebebi belli: Gayrimeşru ve gayri tabii ilişkiler. Bilim adamları, önümüzdeki gelecekte dünyayı kasıp kavuracağını söyledikleri bu felaket karşısında şaşkın. Dünya şaşkın ve panik içinde ama, kâinata inen son ve mutlak nur olan Kufan, bu afetin sebeplerini de çaresini de göstermiş." "Ege Ûniversitesi ilahiyat Fakültesi doçentlerinden Dr. Ah- '• met Coşkun Bey bu modern vebanın sebeplerini de arınma ; yollannı da yayımladığı çapı küçük, ama mana, mesaj ve se- '• vabıbüyükeserinde gösteriyor: 'AIDS.. Fuhuş ve Kuran-ıKe- ' rim Işığında Korunma!..' Kadın erkek, her insanımızın "başucu 3 ? eseri olacak değerdeki bu kitabı, satır satır, harf harf okumak ve öğrenmekle ilmin, aklın ve kurtuluşun kapılannı açmak ' mümkün. (Tarihten Bugüne Kösesi, İlhan Murad, 17.6.1992) Ege Üniversitesi'nde Doçent Coşkun'un kitabını ben oku- madım; ama, Sayın Murad'ın köşesinde bir küçük özeti var: "AIDS dûnyaya Afrika'da yeşil bir maymunla ilişki kuran zen~ ciden yayılmış. Kuran'daki Bakara Suresi'nde lanetlenen ka- vimlerin 'maymunlaştırıldıklarına' işaret.. buradan galat olsa ' gerek. İnsanın sınava çekilmesinde konu olan bir husus da sehvet duygusudur. Şehvetin dizgini ise nikâh müessesesidir. Nikâhın meşruiyeti dışına çıkmak ve hele hele sapık ilişkiler- de bulunmak, felaketlerin kaynağıdır. AIDS'in asıl sebebi olan eşcinselliğın beşeriyet için ne korkunç bir felaket olduğu, Ku- ran'ımızda Lût kavminin neden ve niçin helak edilmiş olma- sıyla anlatılır. AIDS'ten kurtulmanın çaresi İslam'daJ.." • Murti'nin ölümü çarpıcı. Olay, sağlık konularında ne kadar gayri ciddi olduğumuzu gösteriyor. öte yandan YOK üniversitelerinde AIDS'in çaresini bulup gözler önüne seriveren docentlerimız de var. Bu ikisi bir araya geldiğinde, bizim topluma Allah akıllar versin demekten baş*- ka yapılacak bir iş kalmıyor. Çelişkilerin yumağında yaşayan insanlarız. Cenazeye kimse gelmeyince görev için orada bulunan bir- ' kaç gazeteciye tabutu sırtlamak düşmüş; Murti'nin eşi Vlc- ' dan Elgin: 'Vefasızlık" demiş, "Murti'yi ikinci kez öldûrdü.." Haline dua etsin!.. '• Zaman gazetesinden Sayın Murad yazısında diyor ki: "Haz- reti Ebubekir'in halifeliği sırasında eşcinsellik yapttğı tespit edi- ' len bir kişinin ölümle cezalandırıldıktan sonra yakıldığı anlatı- ' lır. Bugün ise AIDS yüzünden ölenlerin cesetleri kireçle örtü- lûyor veya yakılıyor. Aman yarabbil." İncekjum. incekum. inceJuun. Uıcekıun. İncekum. incekum. incekum. NAZIM HİKMET KÜLTÜR VE SANAT VAKFI NÂZIM HİKMET ŞİİR ÖDÜLÜ KATILMA KOŞULLARI 1- Adaylar ödüle, hiçbir yerde yayınlanmamış beş şiirie katıla- bilirler. 2- Adaylara yönelik yaş ve konu sınırlaması yoklur. 3- Ödül, Türk vatandaşı olmayan şairlere de açıktır. Ancak şiirlerin Türkçe yazılması zorunludur. 4- Şiirler daktilo ile birer aralıkJı ve S nüsha olarak gönderiJe- cektir. 5- Başvurular, kapalı zarf içinde bulunan isim ve kısa bir öz- geçmiş ile birlikte Vakfın aşağıdaki adresine postayla yapıla- caktır. Dosyaya ve zarfa altı rakamlı bir rumuz konulacaktır. (Postadaki kaybolmalardan vakıf sorumlu tutulatnaz.) 6- Son başvunı tarihi 1 Kasım 1992'dır. Sonuçiar 10 Ocak 1993 günü açıklanır. 7- Seçici kunıl değerlendirmesini, her şiıre 100 üzerinden veri- lecek puanlama ile yapacaktır. •- Seçicilcr Kurulu, ödülü tek bir şaire verebileceği gibi, iki şair arasında payl'aştırma yolunda karar da alabilir. Aynca mansiyon ya da özendirme ödulu verebilir. 9- Ödül ıçın yapılan baçvurular kesinlikle açıklanmayacak, sa- dece ödüllendinlen şairlenn adlan açıklanacaktır. 10- Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı Yönetim Kunılu üyeleri yanşmaya katılamazlar. 11- Seçıcı Kurul, Ataol BEHRAMOĞLU, Asım BEZIRCI, Konur ERTOP, Attilâ İLHAN, Alpay KABACALI. Şükran KURDAKUL ve Ahmet OKTAY'dan oluşmaktadır. 12- Ödül kazanan şaire: a) Plaket, belge ve Nâzım Hikmet'ın sekiz ciltten oluşan şiir kitaplan verilecektir. b) Beş foraıaya kadar kitabının telifi odenerek basımı gerçekleştirilecektir. (Vakıf, mansiyon ya da özel ödül alan şairin kitabını basıp basmamakla ser- besttir. c) Foça'da bulunan NÂZfM HİKMET Kültür ve Sa- nat Vakfı FERİT OĞUZ BAYIR Yazarltr Evi'nde bir hafla konuk edilecektir. 13- Ödüller, 15 Ocak 1993'te düzenlenecek törenle verilecek- tir. General Yazgan Sok. Mehti Bey Apt 10/10 80050 Tünel IST To) (1) 252 63 14-15 Fax: (1) 252 63 14 tLAN AKKUŞ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NDEN 1983/125 Esas Efil, Emine Efıl, Osman Efil ve Şeker Tokmak adına 1/4 oraıunda Davacı ve Gülüzaı Efil terekesi temsilcisi Resul Efil tarafından da- 10.2.1970 tarihli tapu kaydının İPTALİNE, bu gayrimenkulde yine valılar Osman Efil, Şefik Efil, Musa Efil, Kiraz Efil, Şehri Efil, Ze- Akkuş ilçesi Çaldere köyünden Hüseyin oglu Güluzar dan otaa da- kiye Kaya, Emine Efil, Dursun Duran Efil, H.lbrahim Efil, Recep vacı Resul Efil'in de hissesi nisbetinde üzerine kayıt ve TESCILINE Efil, Ahmet Tokmak, Cemil Tokmak, Mustafa Tokmak, Celalettin karar verilmiştir. Tokmak, Naruba Efil, Ali Tokmak, Akkuş Mal Müdürlüğü, Akkuş Bu karar davalılardan Hüseyin oğlu Mustafa Efil'e tebhğ oluna- Belediye Baskanbğı ve İsmail Efil ile dahili davah Gülbahar Çubuk madjğı gibi bu şahsın adresi de meçhul olduğu yapılan zabıta araştır- aleyhlerine Akkuş Asu'ye Hukuk Mahkemesi'ne açüan tapu iptali ve masından anlaşümakla, işbu kararın davalı Hüseyin Efil'e ilan yo- tescil davasının yapüan muhakemesi sonunda davaya konu olan Ak- luyla tebliğ olunmasma karar verilmiş olduğundan işbu Uanı mütea- kuş ilçesi Yazlıkbelen mahallesi, Yazlıkbelen mevkiinde kain pafta 1, kip 15 gün içerisinde yargı yoluna basvurulabüecegı, alcsı takdırde mah- ada 23, parsel 75 olan ve kütük sayfa no 5/435'te kayıtlı gittisi 9.4.1981 keme ilamınm kesinleşeceği hususu ilanen tebliğ olunur. tarih, yevmiye 15'te kayıtlı bu tapuda malik olarak gözüken Hüseyin Basın: 48167 Sevgili NÎLGÜN ve HAMİT Seneler yüreğinizdeki seugiyi eskitmesin... Nice 19. HAZİRANTon beraberce vaşayın... GÜLEN-NAİL Isparta halısı el dokuma 50 yılhk îtalyan koltuk takımı 42 yıllık Tel: 221 74 86
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear