25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 21 MAYIS1992 PERŞEMBE 12 DIZI-YAZI Naı Vahdet Çakırhan,Nâzraı Hikmet'le ortak şiir kitabı 1 +1 =Bir'i 1930'da yayımladı Nâzım + NailVahdet = 1Nal Çakırhan anlatıyor: Yunus Nadi, Yeni Gün'üyeniden akşam gastesi olarak çıkardı. Ben aynı zamanda Yeni Gün'de çalışmaya başlaiım. Bir gün Mekki Sait (Esen) sekreterlik yapıyor, bir gün ben... Bir sabah geldim, Mekki Sait masanın başında oturuyor, ağlamaklı. 'Ne ^vapacağım ben şimdi?' diyor. Gazeteyi gösterdi. Baktım, Hariciye Vetili Tevfık Rüştü'nün resmi var. Altına Tevfık Rüştü Hazretleri diye yazılacak, R kınlmış, Tevfık Puştu Hazretleri olarak çıkmış. Gazetedağıtılmış... Sonradan soruşturma falan oldu... - 2 — Bir de "Nail V" oluşunun öyküsü var: Koıya'da, dergi çıkardığı sralar- da şiirtainı "Nail" diye imzalar. Henûz soyadı yok... Harfler de mat- baada tet tek elle diziliyor... "Adımn yanına bir V harfi düşmüş. Basıldıkun sonra gördüm, canım sı- kıldı. Hocam Sadettin Nüzhet, 'Ne olacak?" dedi. 'Nam-ı müstear (takma ad) olarak kalsın.' Sonradan kımileri Vahdeti dediler. Oyşa bu V, o yankş- lıktan ikri gelen bir şey. Sonradan değiştirmedim, şiir yazarken hep kul- landım edebiyat ismi olarak." Cumhuriyet gazetesinde WPflmüntenKesttler NAİL VAHDET ÇAKIRHAN: AĞAHANÖDÜLLÜESKİTÜFEK Hazırlayan: ALPAY KABACALI Liseyi bitirince Istanbul'a gider, Tıp Fakültesı'ne yazılır. Bilirme ve olgun- luk smavlan notlan çok iyi olduğu için parasız yatıb öğrenim olanağı sağlan- mıştır. Hocalarda bu kısa boylu. çahş- kan gencı sevmektedir. Ancak... "Ben kendi kendime, çocuk kafasıy- la şöyle diyordum: Burayı bitifince doktor olacağjm. Bundan İcazanç sağ- layabümek için insanlann hasia olmasını ısteyeceksıniz. Dolayısıyla bir doktorun bir hastayı iyileştirme- sinde bir anlam yok. Bu doktorluk acayip şey. Ben bunu istemiyorum." 1929 eylülünde ya da ekiminde ta- nışuğı Nâzım Hikmet, o sıralar Re- sirnli Ay dergisinde çalışıyor. Bu düşüncelerini anlaünca, Nâzım, "Gel, basında çahş" der. "Gerekirse sonra karar verirsin" Nail Vahdet de üptan aynlır. Amaa, Hukuk Fakültesi'ne girmekür. Ama bu kez de, "Iki kişi ge- lecek, biri haklı biri haksız..." diye düşûnür. "Haklıyı haksız çıkarmaya çalışacaksın, haksıa haklı..." Sonun- da Edebiyat Fakültesi'nin Felsefe Bölûmü'ne girer. O sırada Cumhuri- yet'te düzeltmen olarak calışmaktadır. Istanbul'a gelince Yunus Nadi'ye baş- vurmuş, o sırada Muğla Milletvekili olan Yunus Nadi onu hemen işe al- mışör "Beni, 'hemşerim' diye çok tutuyor. Ben de dikkatli bir musahhihim. Sayfa sekreteri Kemal Salih'ti (Sel). Sekreter yardımcısı Abidin Daver, gece sekre- teri de Feridun Osman (Menteşoğlu). Ertesi yıl Yunus Nadi, Yeni Gün'ü y»- niden akşam gazetesi olarak çıkardı. Ben aynı zamanda Yeni Gün'de çalış- maya başladım. Bir gün Mekki Sait (Esen) sekreterlik yapıyor, bir gün ben... Bir sabah geldim, Mekki Sait masanın başında oturuyor, ağlamaklı. 'Ne yapacağım ben şimdi?' diyor. Ga- zeteyi gösterdi. Baktım, Hariciye Vekili (Dışişleri Bakanı) Tevfık Rüştü'nün resmi var. Altına Tevfık Rüştü Hazretleri diye yazılacak, R kı- nlrruş, Tevfık Puştu Hazretleri olarak çıkmış. Gazete dağıülrruş... Sonradan soruşturma falan oldu... " Nâzım Hikmet veTKP 1930'da Nâzım Hikmet'le dostluk- lan ilerler. Ortak şiir kitaplan 1 + 1 = Bir o yıl yayımlanır. Nâzun'm babasının evinde birlikte kalırlar. Or- tak çahşmalanndan biri de. Nâzım'ın Gece Gelen Telgraf mın sonundaki şi- irler. Nâzım onlan kısa bir sürede çevirmiş, Nail Vahdet de şiirleştirmiş. "Nâzım'dan etkilendim" diyor. "Dü- Nai I Çakırhan'ın anneannesi (üstte) 105 yaşında, annesi Halise Hanım (aşağıda) ise 88 yaşında öldü. Kaüuıuş Koyu'ndaki kır kahvea. Yü 1929. Eşi Piraye ik Nail Vahdet Çakırtun'm ortasmdaki Nâzm Hikmet, efini 19 yaşuıdaki geoç dostunun omuzuoa dolamış. En soMaki & Nâzım'm kızkinkş Samive Yatanm. şüncenun oluşması biraz da Nâzım'a bağlıdır. Gece gündüz beraber olunca birçok şey ona bağh kalıyor." O sırada Nâzım'ın önderliğindeki bir "muhalif' gnıp, Türkiye Komü- nist Partisi (TKP) yöneümini tanımı- yor, kendi aralannda kongre yapıyor- lar. Nâzım Hikmet genel sekreterliğe seçiliyor. Ama muhalefeUe... Komin- tern'e bağlı "asü parti", bunlann üye- liklerine son veriyor. Nail Vahdet'e göre, sol çevrelerde değişik biçimlerde anlatılagelen olaym gerçeği, bu. Ken- disi de bu "muhalefet" grubunun içinde: "Asıl parti dedikleri Komünist Par- tisi'nin varhğmı (muhalefet-muvafa- kat diye ayınrlardı) Bursa Hapisha- nesi'nde yatarken öğrendim. Örada 'Tütüncüler' diye bilinen eski sokular- dan pek çok kişi vardı. O sırada Nâzım, sosyalist ihtilalin çok yakın ol- duğuna inanırdı. 'En geç 1933'te' derdi, 'daha sonraya kalmaz. 1931'de, '32de de olabilir' Benim o sırada Muğla'ya gitmem, orada bir süre kal- mam gerekti. 'Ben şimdi gjdiyorum. ama ihtilale nasıl yetişeceğim?' dedim. Sanki ihtilal olursa yalnız İstanbul'da olacak... 'Bız sana haber veririz' dedi Nâzım." Gelelim tutuklar- r na olayına... TKP icinde önemli görevler üstlenmış olan Zeki Baştimar, Sovyetler Birliği'nden yeni dönmüştür. Nâzım, onu Nail Vahdet'le tanıştınr "Yatacak yeri yok?.. Nâzım, 'Sende birkaç gün kalsın' dedi. Beyoğlu'nd-a Bursa SokağVnda bir pansiyonda ka- lıyorum. O sırada tutuklamalar olu- yor. Nitekim bir gece Zeki Baştimar gelmedi? Ertesi akşam da beni alıp gö- türdüler. Zeki'ye 'Eşyan nerede, nerede kabyorsun?' demişler, sıkıştır- mışlar. O da söylemiş. 'Bir küçük bavulum var' demiş. Saklamasına se- bep yok, çünkü bavulda iki kirli gömlek, bir kirli iç donu var. O gün Nâzırn, 'Zeki tutuklanmış' dedi. 'Rusya'dan yeni geldi, bavulunda ev- rak falan olabilir, sen bavulu kaçır. Ben de bir yere koydum. O akşam da tutuklandım. Polis müdürlüğü, şimdi- ki vilâyetin karşısında, bir handa. Sorgu sırasında Zeki, 'Bavulum ora- daydı' diyor. Ben de, 'Evet oradaydı, ama beni tutukladınız, ne olduğunu bilmiyorum' diyorum. Zeki ısrar edi- yor, ben ısrar ediyorum... Bir gece sorguda sırt sırta otururken Zeki, ya- mrruzdaki mangahn külüne yazdı: "İçerisüıde bir şey yok, söyle.' Söyleye- mem ki... Birkaç tokat falan attılar, üç-beş gün sonra beni bıraktılar. Bu, ilk tutuklanmam." TKPnasüçalışırdı? Yıllar yıh saklanmış bu gizin artık açıklanmasında sakınca görmüyor Nail Vahdet. Şunlan anlatıyor: "Partinin bir merkez kornitesi vardı. Kurulabildiği takdirde bir il komitesi, aynca mahallelerde, mınükalarda mıntıka komiteleri oluştunıluyordu. Bunlann toplantılan nasıl olur, kaç üyeleri vardır, hiç bilinmezdi. Her şey gızlıydi. Mıntıka komıtelcrinın altmda hücreler vardı. Bunlar birbirinden ha- berli değildi. Yalnız hücre sekreteri mıntıka sekretenyle, mıntıka sekreteri il sekreteriyle, o da merkezle ilişki ku- ruyordu. O zamanki çalışma da, bayramlarda fılan, "Yaşasın Komü- nist Partisi' diye bildiri yayımlamak- tan öteye gecmiyordu. Her bildiri yayımlanışında beş-on kişi içeri girer- di. 1 Mayıs'ta da, 'Yaşasın 1 Mayıs' diye, üzerinde orak-çekıç bulunan ya da bulunmayan bir bildiri yayımlanır- dı. Partinin kaç üyesi olduğunu kimse bilmezdi. Her hücre, yalnız kendısıni bilir. Bu hücreler üç, beş, en çok yedi kişiden kurulur. Mıntıka sekreteriyse- niz ya da mıntıka ile il arasında temas- çıysanız, mıntıkada kaç tane hücre olduğunu biürsiniz, hepsi o kadar. Hücrelerin birer takviyecisi vardı. Si- yasi eğitimci." Komintern'deki temsikikr Nail Vahdet de bir süre "siyasi eği- timci" olarak çalışıyor. Komünist Partisi nedir, komünist hareket nedir, dünyanın siyasal durumu, kapitalizm ne demektir?.. Bunlan Nâzım'dan, Zeki Baştimar'dan öğrenip partililere öğretiyor. "Asıl parti, Komintem'e baglıydı" diye sürdürüyor sözünü. "Komintern uluslararası bir örgüttü, kongresine Sovyetler Birliği Komünist Partisi'- nin, başka ülkelenn partilerinin dele- geleri katılırdı. Legal komünist partisi kumlmamış ülkelenn delegelen gizli gelirlerdi. 1936'da Ho Şi Minh gizli geldi. Bütün komünist partilerin Ko- mintern'de temsilcileri vardı. İtalya'- nın Togliatli, Almanya'nuı Wilhebn Pieck, Vietnam'ın Ho Şi Minh... Tür- kiye'nin temsilcisi Şefık Hüsnü'ydü, sonradan İsmail (Marat, Laz İsmail) geldi. Ben gittiğim sırada Dimitrov, Komintern'in genel sekreterliğine se- çildi. Almanya'daki Nazi rejimi, Reichstag yangınından sonra onu bir süre tutuklamışü, sonra serbest bırak- mak zorunda kalmışlardı." StRECEK ikı kültur ıım: Jvültursüzlııgıın kulturu ııııır Ben Turnede İken TARIKDURSUNK. — 3 - Sonra yolumu Münih'e çevirdim. Altı küsur saatlik o hızlı tren yolculu- ğundan sonra gara indiğimde dizlerim tutmuyordu. "Okuma Akşamı", kentin uzak, hatta sapa bir yerinde yapılacakü. Kü- çücük bir salon. Adı da ilgjnç. Türkçe: "Dükkân". Saat akşamın yedi buçuğu oldu. Ge- len geldi. Kaç kişi? On kişi anca. tçle- rinde bir kaçı Alman. Düpedüz. O yüzden ben Türkçesini okudum, Mar- git Lindner de çeviriden Almancasını. "Kayabaşı Uygarhğının Yükselişi ve Birdenbire Çöküşü" romanından bir bölüm. Sonra konuştuk. Almanca ve Türk- çe. Sorulan Almanlar sordular. Biri; Jörg Kuglin, Goethe Enstitüsü'nden- di, benim kadar iyi Türkçe konuşu- yordu. öbürü de oryantalist Chris- toph Neumann. Türkiye üzerine ilginç bir kitap yazmış. Türkiye: Bir ülkenin 9000 Yıllık Tarihi. "Kayabaşı"ndan yola çıkarak bugün Almanya'da yaşa- yan Türklerin iki kültür arasında ka- hşlanyla doğuracağı sonuçlan söyleşi- mize konu edindik. Gerçekte öyle bir olgu yoktu. Bire- yin ya da toplumlann iki kültür ara- suıda kalmalkn için, önce kendi kültü- rüyle birlikte bir başka yabancı kültü- re erişmesi gerekirdi. Bizim ınsanımızın serüveni, olağan dışıydı. Türkiye'den Almanya'ya gi- den 1950'lerin insanını düşünün bin Kırsal kesimin en uç noktasından, ya- ni köyden, yani uygarlığın kesinlikle ulaşmadıgı, ulaştınlmadığı köyden kalkmış; bucak, ilçe, küçük ve büyük kent aşamasından geçmeden gökten zembille inercesine Batı uygarhğının ortasına inivermişti. Nedir peki, kültür dediğimiz şey? Şu: Tarihsel, toplumsal gelişme için- de yaraülan maddi ve manevi değerle- rin bütünü, toplamı yani. Devam ede- lim: Kültür, bunlan yaratmada, gele- cek kuşaklara aktarmada kullanılan insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araç- lann tümüdür. Bir toplumun kültürü, alışkanlıkla- n, duygu, düşünce, yaşam ve sanat anlayışı, siyasal ekonomik, toplumsal, yasal, dinsel ve eğitsel özellikleri sonu- cu ortaya çıkmaz mı? Gurbetlere yolladığımız insanımız- da bunlar var mıydı? Hayata gecirilmiş kültür; üretirn teknikleri, tüketim mallanrun pazar- lanması gibi alanlardan müzik, edebi- yat, sinema, tiyatro, güzel sanatlara, televizyon, radyo ve basın türü iletişim araçlanna kadar hemen her yerde kar- şımıza çıkmamalı mı? Kırsal kesimde bu denli bir karşılaşma gerçekleşmiş miydi? Hayır! O yüzden de biz gurbet ellerine yol- ladığımız insanımm kültürsüz uğurla- dık. Trenler. otobüsler, uçaklar dolu- su. Karşılaştıklan toplum ya da top- lumlar, kültür açısından daha geliş- mişti onlara göre. Hem daha gelişmiş- ti, hem nüfus bakımından daha çoktular. Işte o zaman kültür özümse- mesi gerçekleşü. İşte o zaman bizim insanlanmız iki kültür arasında değil, tek bir kültür karşısında buldular ken- dilerini. tki kültür arasında kalmışlık o nedenle yoktu, olmadı, olmamıştır. Üçüncü kuşak şimdi o yabancı kül- türü özümseme evresinde. Onlara geç kalmış ulusal kültürünü vermezsek, bu erişmede bir çözüm bulamazsak... Yitik kuşaktır o kuşak. Yitirilmiş ku- şaktır. Halkevi kahvesâ Düsseldorf ta adına Türk Halkevi diyorlar, oraya gittik. Ben Halkevi ne- dir, yetiştim, biîırim. Bu Halkevi, dü- pedüz kahveydi. Üstelik tipik Anado- lu kahvesi. Masalarda pişpirik, tavla, okey oy- nuyorlardı insanlar. Saat yedi buçuk olunca Halkevi Başkanı ayağa kalktı, gırtlağını temizledi, öksürdü. Ona döndüler, bakülar. Beni tanıttı. "Oku- ma Akşamı" yapılacağını söyledi. Tane tane. Etkileyerek. Kâğıtlar masalara tersinden kapa- üldı. Tavlanın zan bir yana kondu, okey taşlannın şakırusı durdu. Onlara üç hikâye okudum. Doğru- su, terbiyeli insanlardı. Renk vermedi- ler. Suskun, gözlerinde dümdüz bakış- lar, bıyıklanru sıvadılar, başlannı anlamış ve beğenmiş bir edayla iki ya- na salladılar. İmdadıma öğretmenler yeüşti. Yok- sa konuşma da yapamayacaküm. So- rulan onlar sordular. Hava gitgide ısındı. Diyalog kuruldu arada. Hannover de iyiydi. Yemek yediği- miz Çin lokantası da. Yüksük gibi kadehlerde Kosova'nın Losavaçası'nı andıran, aynı sertlikte pirinç rakısı iç- tik, portakallı pekinördeği yahnisi (bir şeye benzemiyordu ya, neyse) yedik. Öğretmenler! Evet, nerede olurlarsa olsunlar, ay- dınlık, düşünen, sorgulayan, ınsana katkı konusunda özveride bulunmaya hazu-, coşkulu insanlar hepsi. Duisburg'taki sıcak ilgi yine onlar- dan geldi. Yabancılaşmaya da, yaban- a kultüre de uzak durmasını biliyor- lardı. Hesaplan geleceğe dönüktü. Geleceğe ve Türkiye'ye dönmeye. "Köşeyi dönmek", geri kalan insa- nımızın Almanya'daki (Almanya'nın neresindeyse orasında, hiç önemli de- ğil) tek ideali. "Köşe dönücü"ler kah- vehane işletmeciliğinden döner kebap- çılığa kadar her işi yapıyorlar. "İnbis" dedikleri ayaküstü yiyecekçilik sürü- süne bereket ve hepsi de Türklerin. Aralannda sabıkalılar, kaçaklar, ilti- cacılar da var. En ilginçleri, Hanno- ver'de bir tür "No Man's Land" diye tanımlanabilecek bir bağımsız ve öz- gür bölgede yaşayanlan. Ne Almanlar giriyor o bölgeye, ne polis, ne yasa. Tıpkı Charles Boyer'nin ünlü Pepe le Moco'lu "Casbah" filmindeki gibi. Kaçakçılar, uyuşturucu saüalan, eş- cinseller, silah saüalan, yeraltına in- miş insanlar... Hepsi bu "No Man's Land'de. Aramadığmız kadar. Kent. onlan o yöreye sürmüş, 'tec- rit' etmiş âdeta Ne halleri varsa gör- sünlerdiyerek. Günümüz Türkiyesi'nde toplumun fetişi nasıl para ise onlannki de para. Mark. Bu satırlann yazıldığı gün 3900 bilmem kaç Türk Lirası olan Mark. Evet efendim, benim bu edebî turne- den sonra önüme koyduğum külah budur. BİTTİ ANKARANOTLARI MUSTAFA EKMEKCİ İşin Aslı Astarı... Prof. Zafer Paykoç, Isrnet Paşa'nın özel sağınıydı. Zafer Paykoç, Ismet Paşa'nın sayrılığının azdığını görerek, ona sigarayı yasaklar; "Paşam, kesinlikle içmeyeceksiniz!" der. Paşa da, "Peki" der, bir süre içmez. Zafer Paykoç, bir gelişinde bakar ki, Paşa'nın parmakları arasında bir siga- ra! - Hani Paşam içmeyecektiniz! deyince, ismet Paşa: - Her şeye karışıyorsun! karşılığını verir. Zafer Paykoç alınmıştır: - Paşam, o zaman bana izin verin, kendinize başka bir doktor (sağın) bulun! ismet Paşa, Zafer Paykoç'a: - Otur, der, sen haklısın! Sonra, Atatürk'le ilgili bir anısını anlatır. Atatürk'ün say- rılığı sırasında, sağınlar, ondan gerçeği saklamışlar; say- rılığının boyle önemsiz gösterilmesinden hoşlanmış olma- lıydı. Hatta, söylenir, sağın Atatürk'e kaç paket sigara içtiğini sorar: Atatürk: -İki paket! deyince, sağın, bunun bir pakete indirilmesi gerektiğini bildirir. Atatürk, sonra arkadaşlarına: - Zaten bir paket içiyordum! diye anlatır. Rakı için de, sa- ğının "bir parmak" kalınlığında rakı içmesine izin vermesi üzerine, kadehe parmağını dik tutarak, "bu kadar" dediği söylenir. ismet Paşa'nın Prof. Zafer Paykoç'a anlattığına göre, Atatürk sayrılığının ilerlediği sırada, ismet Paşa'ya yakın- mış, özetle şöyle demiş: - İsmet, bu benim hastalığım (sayrılığım) çok daha önce bütün ağırlığıyla bana anlatılsaydı, o zaman işin başında tam kökten önlemini alırdım, bu noktaya getirmezdim. Ba- na yeterince anlatılmadı, gerçekler gizlendi! Bunu anlattıktan sonra, ismet Paşa, Prof. Zafer Pay- koç'a, "Sen haklısın, gerçekleri söylemelisin!" der. İsmet Paşa'nın, CHP Genel Başkanı'yken, genel yazmanı olan Şeref Bakşık, bu olayı, Zafer Paykoç'un ağzından dinle- miş. Ben Şeref Bakşık'tan dinledim. Aliağa'dan dönüyor- dum; Izmir'de Yüksel Çakmur'un odasından, eski bakan- lardan 12 Eylül'den sonra hapis yatan Hilmi Işgüzar'la birlikte çıktık; Nadir Nadi için Izmir'de yapılan, ancak he- nüz açılışı yapılmayan büstü gördük. Oradan, Izmir Fuarı yöneticisi, eski milletvekili Selami Gürgüç'e gittik. Şeref Bakşık oraya geidi, Bakşık'ın inönü anısını orada dinledik. Şeref Bakşık'la karşılaşınca, kesinlikle boyle anıları ko- nuşuruz. İnönü, Bakşık'a: - Sigara çok tatlı bir şey! dermiş. Bakşık, bir gün İsmet Paşa'tarda yemekteymiş, yemekte Prof. Zafer Paykoç da varmış. - Zafer Bey, demiş Paşa, ben dün gece uyuyamadım! Çok gecikerek uyudum... - Paşam, acaba yemeği geç mi yediniz? Erken mi yattı- nız? - Hayır, o söylediğiniz saati aşarak yattım! Şeref Bakşık diyor ki: - öyle bir şeyi de vardı ki, yemeği bitirdikten sonra, ye- meği ne zaman bittiyse, hemen karşısındaki duvarsaatine bakardı; sonra yine ünlü İsmet Paşa ihtiyatlılığı, ölçülülüğü ile bileğindeki saatine bakarak, saatleri doğrulatırdı. Tek saatle yetinmezdi. "Yemeği belli bir saatte bitirdim, öyley- se üzerinden şu kadar saat geçtikten sonra uyuyabilirim africak" diye düşünürdü. Şeref Bakşık, bunları anlattıktan sonra, Paşa'yla Zafer Paykoç'un konuşmasına dönüyordu: - Paşam, erken mi yattınız? - Hayır, dikkat ediyorum. - Alkol falan aldınız mı? - Hayır, almıyorum, almadım! Konu kapanır, Şeref Bakşık, Zafer Paykoç'a sorar: - Hocam, benim bildiğim, alkol uykuyu daha kolaylaştırır bir öğe diye bilirim. Oysa, inönü rakıyı içince uykuyu erv geller, diye düşündünüz.. - Evetdoğru, genelde uyku getirici, uykuyu kolaylaştırıcı bir öğedir, bir unsurdur alkol ama, İsmet Paşa'da öyle de- ğildir; İsmet Paşa'da ters sonuç yapar, uykuyu dağıtıti Heyecanlı psikolojisine öyle etki yapar... Günlerdir, Cumhuriyet'te; "Ankara Notları"nda, Kuzey Kıbrıs ta demokrasinin olmadığını, kösteklendiğini anlat- maya çalışıyorum. KKTC'nin oluşmasında, Türkiye'deki generallerin büyük payı var. Kenan Bey, Milliyet'te çıkan anılarında anlatıyor: Amerikalıya şöyle diyor, 1983'te KKTC'nin ilanı konusunda: - "... Siz acaba, Kıbrıs Türkleri arasında iç durumu bili- yor musunuz? Her gün komünistler kuvvet kazanıyor. Bugün Meclis'te çoğunluğa Denktaş, ancak bir farkla sa- hip bulunuyor. Bu durum devam ettiği takdirde, bundan sonra yapılacak bir seçimde, tahminim sol grup iktidan ele alacaktır. Rum tarafında zaten komünistler var, Türk tara- fında da komünist bir grup var, bunlar birleştiği takdirde, işte o zaman Akdeniz'de, tam Sovyetler'in arzuladığı gibi bir durum meydana gelmiş olur. Acaba, Amerikalı dostla- rımız bunu mu arzu ediyor? Denktaş, bağımsızlığını ilan ettikten sonra, anayasanın değiştirilmesi için harekete geçti." Kenan Bey, 12 Eylül Anayasası'na benzer bu değişikliği de bir müjde gibi veriyor. 1961 Anayasası örnek alınarak yapılan Kıbrıs Türk Federe Devleti Anayasası, 12 Eylül 1982 Anayasası'na benzetiliyor. Son kerte antidemokratik bir anayasa! işin gerçeği, aslı astarı budur... BULMACA SOLDAN SAĞA: 1/ Sel sulannın oiuşturduğu ohık biçimli çukur. 2/ Gerçekleştirilmesi zamana bağh is- tek... Bir şeyin ere- bileceği uzaİdık. 3/ Türkiye'de yetiştiri- len ve sürüyü gü- düp korumasıyla tanınan çoban kö- peği ırkı... Tüy, kıl. 4/ Zihin... Iri taneli bezelye. 5/ Güney- doğu Anadolu, Kerkük gibi bölge- lerde ezgiyle söylenen cinaslı mani- lere verilen ad... Bir nota. 6/ Avru- pa Uzay örgütü'nün simgesi... Ma- kinelerde, bir ucu pistona öbür ucu volanı çeviren kaldıraca gecirilmiş devinimli çubuk. 7/ Hızlı yazma- ya elverişli yazı yöntemi. 8/ Türk- çede ilgi adılı... Notada durak işa- reti... Damla hastahğına verilen bir başka ad. 9/ Çağatay ve Azeriler- de özel bir ezgiyle okunan halk türkülerine verilen ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bütün beyitleri aynı güçte olan gazele verilen ad. 2/ Güney Anadolu'da bir dağ... Köpek. 3/ Evcil bir geyik... Matem. 4/ Dizginleri koyuveıilmiş atın dört- nala koşması... Deriden sızan sıvı. 5/ Girişik süsleme. 6/ Bir tür sağlam ve yumuşak dana ya da öküz derisi. 7/ Şarkı, türkü... Ruhsal yaşama ve bedene egemen olmayı amaçlayan Hint felsefe sistemi. 8/ Tespihlerin baş tarafma geçirilen umnca parça... Hububat tozu. 9/ Avustralya'da yaşayan bir cins de- vekuşu... Mesaj.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear