22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 14 NİSAN1992 SALJ OLAYLAR VE GORUŞLER Mozart mı, Wagner mi? Banşçı, NATO'nun sadık müttefıki, güleç ve itaatkâr "Federal Almanya"nın çehre değiştirdiği görülüyor. Bu güleç yüze, çatık kaşlar, kelebek bıyıklar eklenip, en ûstüne de paratonerli bir Prusya miğferi mi geçirecekler? YA VUZ GÖR Emekli Elçi haçlı bayraklan izlediğimizi. yerel ya da genel seçimlerde sürekli artan aşın sağ oylann Al- manya'yı nerelere götürebileceğini düşünerek -şaşkınlık göstermeden- "üzülebileceğimizi" de anlatabilirdim ona.. Periskopun yön değiştirebileceğine inanmadı- ğım için onu kendi sırça köşkünde, elindeki seki- zinci bira bardağı ile başbaşa bırakmayı yeğle- dim.. Geçen yıl, Cumhurivet'te yaymlanan bir ya- zıda, Ren nehnnin doğusundan VVagner sesleri gelip gelmeyeceğine dair kuşkulardan söz etmiş- tik. Galiba, orkestranın akordu tamamlanmak ûzere... Yazar Arthur Miller, Alman karakterinin en önemlı bir öğesini şöyle aniatıyor: "Eşitlik kav- ramıru bilmiyorlar. Ya birşe> >a da birileri bun- lara emirler verecek ve onlan uygulayıp mutlu olacaklar ya da kendilerinden zayıf bir orlam ve toplumlar bulurlarsa, kendileri e'mirleri verecek- ler ve yine mutlu olacaklar..." Bu sözlerin doğal sonucunda'n. Almanlann "eşitlik" ortamında "mutsuz" olduklan anlamı daçıkanlabilir.. Son günlerde Ege'de rastladığım bir Alman turist, bana "şikâyet!er"de bulundu. "Başbakanımızı Hitler'e benzettiniz" diyor.. "Körfez savaşı sırasında sizi Saddama karşı korumak için Alfa jetlerimizi gönderdik Tür- kiye'ye. Bu uçaklann pılotlannın ailelerinden ayniışlannı gözyaşlan iie seyretük televizyonlar- da." "Size verdiğimiz panzerleri sivil halka karşı kullanıyorsunuz." "Üzülüyoruz!" diyor, konuğumuz. İçinde yol aldığı psikolojik denizaltının peris- D0ğll'V3 yÖIKİİŞ kopunu biraz sağa. biraz sola çevirmeyi yeğlese. gerçeklere daha yaklaşabileceğini hatırlatabilir- dim bu turiste.. Gözyaşlan ile bize uğurladıklan Alfa jetlerin "tanmsal nitelikte" olduğunu, kısa bir süre bu- rada kahp Kayseri veya Kahramanmaraş'ta bi- ra tüketimine katkıda bulunmaktan sonra. mürettebatın, daha da "semirmiş" olarak bura- dan aynldığını söyleyebilirdim.. Başta ABD olmak üzere birçok ülkenin. as- kerlerini ve uçaklannı, "çok daha ciddi ve tehli- keli işler" için bölgeye göndcrdiklerini. Sad- dam'ın başlattığı beladan Türkiye'nin ağır ekonomik sorunlarla karşı karşıya kaldığını ve bunlann sürüp geldiğini de anlatabilirdim ona.. "Panzerlerini" teröre karşı kullandığımızı, eğer aklındaki sonın "insan haklan" ise. Al- manlann bu konuda söz almadan önce iki kez düşünmeleri ve belleklerini yoklamalan gereke- ceğini de ekleyebilirdim sözlerime.. OnJar televizyonlannı seyredip. "ûzülüyor- lar" ise, bizim de sık sık, kendi televizyonlan- mızda. sokaklarda vc parklarda bağıra çağıra dolaşıp, yakaladıklan yabanalan döven, yara- layan ve öldüren dazlaklan. dalgalanan gamalı Alman devleti. l870yıhndan beri vardır... fn- giltere. Fransa. Hollanda. Belçika vb. Avrupa devletleri gibi sömürgeciliğin '"nimelJeri"nden yararlanamamışlardır.. Ötede beride ellerine ge- çirebildikleri ve kısa sürede yitirdıkleri ufak bir iki sömürgcdeki tutumlan da karanlık anılarla noktalanmıştır. Batı yönünde gelişemeyeceklerini ve sömür- gecilikte geç kaldıklannı görerek, Bismarck'tan beri gözlerini ve umutlannı "Doğu" yönüne çe- virmişlerdir. 1877-1878 Türk-Rus savaşının sonunu bağla- yan ve Balkanlar'da yeni devletlerin ortaya çık- masını sağlayan konferansın İstanbul'da, Pet- rogradda ya da belki de Londra'da toplanabile- ceği düşünülürken. Bismarck'ın işe el koyarak bu toplantıyı Berlin'e alması ve burada "Honest Brocker: Namuslu Arabulucu" rolünü üstlen- mesi, Doğu'ya yönelik Alman politikasının ilk belirtilerindendir. Nitekim, Berlin Kongresin' den sonra. yeni kurulan Balkan devletlerine -Romanya, Bulgaristan- ve de Yugoslavya ve Yunanistan'a dahi Alman kökenli prensler "atanmıştır." Bu da Bismarck'ın ve Almanlann Doğu'ya doğru yayılmalan yönündeki ilk adım- lannı simgeler. Sonra, Alman Imparatoru II. Wilhelm'in po- litikasını, Bağdat demiryolunu, Osmanlı Dev- leti'ne yaptığı ziyareti ve Von Vangenheim'ı. Enverland adını verdikleri Türkiye'yi, Birinci Dünya Savaşı'na sürüklenmemizdeki çabalan- ru, Halil Paşa'nın ordusunda bulunan bir bölük Alman askerinin Bakü kalesine Alman bayrağı çekme gayretkeşliğini hatırlıyoruz. Sıra Âdolf Hitler'e geldiği zaman, "Doğu'ya yayılma" (Drang nach Ost) fikrinin, "Kavgam" kitabında tohumlanjp. harabe haline gelen Ber- lin'de son bulduğunu da biliyonız.. Sonuç Alman ırkırun niteliklennden biri, yapmak, "'inşa etmek" (Bauen) yolundaki başansıdır. Aynı başanyı, yerle bir etmek, yok etmek (Ver- nichten) konusunda da gösterirler. Birinci ve İkinci Dünya savaşlanndan, perişan cıktıktan sonra, inanılmaz bir çaba ve çalışma azmi saye- sinde ve inanılmaz bir süratle ortaya koyduklan halkınma, hiç kuşkusuz. övülmeye değer geliş- melerdir. Yıkınüdan, ekonomik ve toplumsal mutluluğa erişmekteki başanlan sürecinde Mo- zart ya da Schumann'ı dinleyip, işler yoluna gir- dikten sonra NVagner'i yeğlemeseler ohnuyor mu? Banşçı, NATO'nun sadık müttefıki, güleç ve itaatkâr "Federal Almanya"nın çehre değiştir- diği görülüyor. Bu güleç yüze, çatık kaşlar, kele- bek bıyıklar eklenip, en üstüne de paratonerli bir Prusya miğferi mi geçirecekler? Böyle bir "Frankestein" senaryosuna, sağdu- yuyla karşı çıkacak birçok Alman vatandaşının var olduğuna inanmak istiyoruz... ARADABİR AYDIN İPEK Eğitimci Okuma Korkusu... Okumak, bilgileri tazelemek, yeni bilgiler edinmek için kişinin türlü yayınlan ızlemek ve özümsemek uğraşısıdır. Bu uğraşıda, güniük, haftalık, aylık okuma araçları ile kalı- cı yayınlar söz konusudur. Güniük yaşantıda okumanın önemi büyüktür. Araştırıp incelerken, dinlenmeyi değerlendirirken, özel konularda bilgi edinirken okuma zorunluluğu doğar. Dinlenme yerle- rinde, seyahatlerde (gezi, yolculuk) okumanın getirdiği rahatlama önemlidir. Okullar, bireye okuma alışkanlığının kazandırıldığı önemli bir yerdir. öğrencinin boş zamanlarını okuma uğ- raşısı ile değerlendirmesi okullarda öğretilir. Okul yöneti- minin bu konudaki tutumu öğrencinin gelecekteki yaşantı- sınt etkiler. Kiştnin okuduğu yayın, bu konudaki alışkanlık ve kültür düzeyi ile yakından ilgilidir. Okullarda öğrencinin okuma isteğine, okumak istediklerine kısıtlama getirilme- si 'okuma'yı olumsuz yönde etkiler. Siyasal nedenlerle kapatılan Köy Enstitüleri'nde okuma olayı çok önemli idi. Köy Enstitüsü mezunlarının hemen hepsi Batı klasiklerinin çoğunu okumuşlardır. Bu okullar- da okuma konusunda bir zorlama yoktu. Okul yönetimle- rince okuma ortamı' hazırlanır, okumak isteyen öğrenci- lere her türlü yardım yapılırdı. (O yıllarda bir Köy Ensti- tüsü'ne müdür olarak atanan Kemal Üstün, okulun meyve ve çiçek bahçeleri arasındaki ve okulun en güzel yerindeki 'müdür evi'ni kütüphaneye dönüştürerek, kendisi okulun hızarhane bitişiğindeki ögretmen lojmanınataşınmıştı.) Ülkemizin politik yaşantısındaki çalkantılar giderek oku- ma konusunu da olumsuz yönde etkilemiştir. 1980 öncesi olayları genelde olduğu gibi okul yaşantısında da öğrenci veöğretmenin okuma isteğine sınırlargetirmiştir. Buolay- ların uzantısı günümüzde de 'okumama' alışkanlığı olarak sürmektedir. Okullarımızda aynı sınıfta derse giren deği- şik görüşteki öğretmenler, öğrenciyi kendi görüşleri doğ- rultusunda etkilemeyi sürdürmektedirler. Bu etkilenme öğrencide; şu ya da bu öğretmenin görüşüne ters düşme- mek için 'hiç okumama'yı alışkanlık haline getirmeyi getir- miştir. Bir Ortadoğu ülkesinde çalışmakta olan ve kitap okudu- ğu için yakalanıp gözaltına alman bir vatandaşımıza polis sorgulamasında görevli "Gördük ki senin evinde çok kitap var. Kitap okuyan bizce 'makbul kişi' değildir. Kitapokudu- ğun için seni sınırdışı etmek zorundayız" demiştir. Az gelişmiş ülkelerde ortak görüş okuyandan kork- mak'tır. Okuyanın doğruyu, iyiyi, olumluyu düşünerek bu- lacağı ve yönetimin 'iyi' olmayan yaptıklarına karşı çıkaca- ğı kuşkusu 'okuma korkusu'nu getirmektedir. 12 Mart olayı okumayı önleme, kitap yok etme bakımın- dan sosyal olayların en önemlisi olmuştur ülkemizde. Bu olaylarda elinde kitap ya da gazete görülen herkesin tu- tuklandığı bir dönemde 'kitap okuyor ve öğrencilerine ki- tap salık veriyor (tavsiye ediyor)1 diye yakınılan (ihbar edilen) bir sosyoloji öğretmenine kitaplığından alman ya- bancı bir yazarın 'sosyal olaylar' kitabı bir yetkili tarafın- dan gösterilerek "Ulan bu kitabı nasıl okuyorsun?" soru,su sorulur. Öğretmen "Efendim, elinizdeki bir sosyoloji kita- bıdır. Kitap kitabevlerindeserbestsatılmaktadır. Ben sos- yoloji öğretmeniyim. Sosyoloji öğretmenine sosyoloji kita- bı okuma demek ne derece doğrudur bilemem" yanıtı üzerine yetkili hışımla yerinden fırlamış "Bana kelime oyunu yapma ulan... kalkarsam yırtarım ağzını." demiştir. Yine yıllar önce bir öğretmen okglunda öğretmen aday- larına, kitapçılarda satılan Türkiye'nin Düzeni' adlı kitabın sosyoloji derslerine yardımcı olunacak şekilde okunması salık verilir. Salık veren sosyoloji öğretmeni bu yüzden uzun soruşturmalar geçirir ve sonunda bir başka ile 'sür- gün'edilir. Kitap okuma, kitap okutma, okumayı özendirme suçla- maları ile pek çok öğretmen kıyılmış, sürgüne gönderil- miş, görevinden uzaklaştırılmıştır ülkemizde. Ne acıdır ki, okullarımızda okumayan bir gençlik' yetiştirme çabası başarıya ulaşmıştır. 12 Mart'larla yaşatılan 'kitap terörü' o günlerden bu ya- na on bi. Jerce kitabın aramalar sonucu yok edilmesini; ya da kitabın sahibinin yakalanarak zarar görme endişesi ile bizzat kitaplarını yakmasını, yok etmesini getirmiştir. O günlerin 'okuma terörü' günümüzde de etkisini sürdür- mektedir. 'iyi' sayılan, beğenilen yayınlan (gazete-dergi- kitap) almak, okumak, başkasına salık vermek okulları- mızda ve toplumda 'yürekli' olmayı gerektirmektedir. İkti- darın iyi niyetine karşın bu durum hâlâ sürmektedir. Oku- yan, özekini (kültürü) okuyarak elde etmek isteyen bir gençlik, birtoplum eldeedebilmeközverili bir uğraşlager- çekleşecektir. BAKIRKÖY'de 18 Nisan haftasonu. 20 Nisan hafta içi (sabah, Öğle, akşam) kayıtları sürüyor. Tefc5610083-5612631 -5711846 Fax:5832128 Uzlaşma Ülkemizde lafı en çok edilenlerden biri yolsuzluklar olmuş, ama üzerine en az gidilenler de yine bu yolsuzluklar olagelmiş... Ve buna bir de kılıf uydurulmuş: "Geçmişle ûğraşmamak, geleceğe bakmak" denmiş. Sanılmış ki pisliklerin üstüne şöyle bir şal örtmenin adıdır uzlaşmak! SALİMKOÇAK Uzlaşma>ı sever misiniz? Yanıt: "Kim sevmezki?.." Peki. ne pahasına olursa olsun yine de sever misiniz? Herhalde şimdi de "Olur mu öyle şey?!" diyeceksiniz. Yanılıyor muyum acaba?'. Dilerseniz önce, "uzlaşma"nın ne oldu- ğunu koyalım ortaya. Sözlükler ve ansiklopediler bunu "Kar- şılıklı ödünler vererek bir anlaşmaya \ar- mak... Uyuşmak" biçiminde tanımlamak- ta. Yanlış da değil. kuşkusuz Bu doğruluk da tanımın daha çok ödün boyutuyla ilgıli. Zira, ödünsüz uzlaşmadan söz etmek ola- naklı değil. Aksi halde o, uzlaşma olmaz: taraflardan birinin ya da birkaçının öbürü- ne ya da öbürlerine bir isteği/düşünceyi ' emrivâkiyi dikte etmesi olur. Maurice Duverger bu konuda "Uzlaş- malar yapmak, politikanın başlıca görevle- rinden biridir" der. Dahası, ekler: "De- mokratik rejimlerde kurumlar işte bu iş için düzenlenmiştir. Bunlardaki yöntemler yalnız anlaşmazlıklan zorbaca olmayan araçlarla ifadeye yaramaz; bu yöntemler aynı zamanda anlaşmazhklara uzlaşma yoluyla son vermek için de konulmuştur. (...) Savaş halindeki taraflar masa başında toplanarak karşılıkh ödünler pahasına her- birinin çıkarlannı hesaba katan bir uzlaş- manın koşuliannı belirlemeyeçalışırlar." Duverger bö\le diyor. Herhalde yanlış da söylemiyor. Zaten özgûrlükçü >e özellik- le katılımcı dcmokrasinin, hoşgörünün ruhu da uzlaşmava dayanmazmı? Ya da şöyledi- yelım: L'zlaşma -bir bakıma- karşıt düşün- celere de vaşama hakkı tanıma demek değil mi?.. Bunun tersi olan uzlaşmazlığın temelin- de ise uzlaşmayanın. sadece kendi görûş ve düşüncelerinin doğruluğuna inandığı, bu- na karşılık ise karşıt düşüncelerin topunun kesinlikle yanlış olduğuna inanması yatar. Bu. madalyonun bir yüzü. Öbür yüzün- de ise, uzlaşırken, temel inançlar, hedefler ve ilkelerden ödün vermeme gereği görü- lür. Zaten, eğer bunlardan da ödün verirse- niz yaptığınız o iş uzlaşma olmaz; teslimiyet olur. Demek ki "uzlaşma" olgusuna ilkeba- zmda karşı çıkmak demokratik düşünceye ve onun doğal sonucu olan hoşgörü ve kar- şılıklı saygjya uygun düşmez. Nitekim, bu tiir bir uzlaşma anlayışmın somut örnekle- rinden biri DYP-SHP ortaküğı olmuştur. Her iki siyasal parti de temel felsefelerin- den sapmadan ortak görüş ve düşünceleri çerçevesinde bir araya gelmiş, farklı olan- lar saklı kalmak koşuluyla bır hükümet kurmuşlardır. En azından demokraük ge- leneklerimizin restorasyonu bakımından doğru da olmuştur. Olumsuzlukta buluşmamalı Ancak. uzlaşma demek, hiç kuşkusuz doğru ile yanlışın, güzel ile çirkinin, haklı- lık ile haksızlığın, suçlu ile masumun. katil ile maktulün, suç işleyen ile işletmemeye çalışanın kucaklaşmaa, birbirini hoşgö- rüyle karşılaması, hiçbir şey olmamış gibi davranmalan demek olmasa gerektir. E|er 5yle olursa •"menfi"de (olumsuzlukta) bu- luşmuş olurlar ki bu da bir uzlaşma olsa bile, son tahlilde ortaya çıkan sonuç bir "yanlış uzlaşma" ancak "uzlaşanlann ken- di çıkarlannı kollayan bir uzlaşma" olur. O zaman da ne doğru kalır orta yerde, ne gü- zel. ne haklılık, ne masumiyet... Demek, uzlaşmanın da birtakım koşul- lan var. Hele bu uzlaşma poiitik, bir ya da birkaç ülke halkının çıkarlanyla da ilgıli ise! Şimdilerde Türkiye'de böyle bir moda var: Uzlaşmak. Yatıp kalkıp bunu dilege- tiriyoruz. İşin biçimi üzerinde durduğumuz, lafını çok ettiğimiz için de galiba özünti göz- den kaçınyonız. O nedenle de Türkiye yapanın, yaptığının yanında kaldığı bir ülke görünümünde. San- ki "Affetmek büyüklüğün şanındandır" dercesine kim ne yapsa affediliyor. Oysa, Tann bile bu denli bağışlayıcı değil. "Ben, diyor, ancak bana karşı işlenmiş günahlan bağışlayabilirim. Kulumurt hakkını yiyen kulumu bağışlamam. O hak ancak hakkı yenene aittir "Ama, bakıyorsunuz siyasal iktidarlar, halkın hakkını yiyenleri hemen hemen her dönemde bağışlayagelmiş!.. Bu- nun da adına "uzlaşma" denmiş. Oysa, ülke- mizde lafı en çok edilenlerden biri yolsuz- kıklar olmuş, ama üzerine en az gidilenler de \ inetıu yolsuzluklar olagelmiş... Ve bu- na bir de kılıf uydurulmuş: "Geçmişle uğ- raşmamak. geleceğe bakmak" denmiş. Sanılmış ki pisliklerin üstüne şöyle bir şal örtmenin adıdır uzlaşmak! Oysa halkın temsilcileri, ancak o halkın yararlan doğrultusunda uzlaşma yetkisine sahiptirler. Değilse, herhalde yenen, çiğne- nen haklannın bağışlanma yetkisine değil. Aksi halde bunun bir tek anlamı olabilir: "Ben senin yaptıklarının üzerinde durmava- >ım ki sen de benimkilerin iistünde durma- yasın!" İşte. bu uzlaşma anlayışıyla uzlaşmak mümkün değil. Ama bakıyorsunuz, bizde siyasal banş böyle sağlanıyor. Bittabii, asla demokratik, nzaya daya- nan, gerçek bir banş değil bu. Olsa olsa yapay, yapmacık, içtenliksiz bir banş... Nitekim, Turgut Özal'ın, halkin onayı olmadığı halde kendisini seçtirdiğini, o ne- denle de yaptığının Çankaya'yı işgal etmek olduğunu, bununla da yetinmeyerek ana- yasayı hep çiğnediğini söyleyenler bizler değil miydik?.. Eee, bunlan yapmış birisiyle nasıl uzlaşırsmız da onun cumhurbaşkanuğı görevini sürdünnesi üzerinde durmaz olursu- nuz?. .Peki, nedir bunun anlamı?.. Halkın çı- karlan doğrultusunda uzlaşmak mı? Yani halk, bütün bunlann unutulmasını mı iste- miştir?.. Eğer öyle istiyor idiyse ne diye meydanlarda hep "indirmek"ten söz edile- geldi?.. Yok eğer istemiyor ise niçin "indir- me" çabasından vazgeçilmiş görünmekte- dir? Bunun için bütün olanaklann zorlan- dığını söyleyebibr misiniz? Anasayı ihlal etmek, dahası "ihanet etmek"k suçladığuuz bir kimse için gerekli mekanizmalan dcvre- ye sokmamak, bir bakıma onun suçlarına "ortak olmak" anlamına da gelmez mi?.. Eğer öyle değil ise aklınıza daha da kötü şeyler gelmez mi?.. Devletin doruğunda sürtüşme olmaması gerektiği elbet doğrudur. ama bunu "her ne pahasına olursa olsun" savunmak doğ- ru değildir. "Devletin tepesindeki" bundan sonra -asla- anayasa dışma çıkmayacak, ihanete varan bir siyaset gütmeyecek olsa bile so- run sadece bu değildir ki! Ya, yaptıklan?.. İşte bunu, olmamış kabul edemezsiniz. O takdirde suç işleyen kimseleri de suç işle- memiş kabul etmek zorunda kslırsınız. Cumhurbaşkammn bile bağışlandığı bir yer- de, eğer her türlü suçlu ayağa kalkar ve "Öyleyse bizi de affedin" derse buna karşı çıkinanın tutarlı bir gerekçesini bulamay ız. Evet... Doğru, biri hukukun mahkûm et- tiği insandır, öbürü ise politikanın ama! Zaman geliyor. adi suçlan bile af kapsamı- na alan parlamento olmuyor mu?.. İşte, siyasal kurumun hukuk alanına el atması- dır bu. Demek ki cumhurbaşkanını affe- den bir Meclis öbür suçlulan ya da en azın- dan zanlılan da bağışlayabilir. Evet, evet... Demagoji değil yaptığımız. Mantık bunu söylüyor, hak-hukuk-adalet kavramlan bunu gerektiriyor. Eğer uzlaşmanın özünde bir yanlışlık, bir haksızlık varsa böyle sonuçlar çıkar or- taya. Bu ise yepyeni uzlaşmazlıklar potan- siyeli taşır bağnnda. SOBUÇ Eğer yanlış, doğruva galebe çalarsa en çarpıcı yanlışlıklar oradan doğar. Nitekim, DYP-SHP ortakhğının Çankaya karşısın- da son derece güç dunımlarda kalmış ol- masını ve ülkeyi belki de eskisinden daha kördüğüm sorunlann bekliyor olmasının alünda -maalesef- işte bu doğru olmayan uzlaşma anlayışlan yatıyor. Bu tür uzlaş- malar ise "toplurasal uzlaşma"dan öte "kişi- sel uzlaşma" görüntüsü veriyor. Ve buradân da "kişisel banş" doğabilir ancak "toplum- sal banş" değil. Oysa gerçek banş, suçlunun ya da kusur- lunun, bunlann bedelini ödemesinden son- ra kurulabilir ancak. Doğru, "uzlaşmalar yapmak, politika- nın başlıca görevlerinden biridir, savaş ha- lindeki taraflar bile masa başında toplana- rak karşıhklı ödünler pahasına her birinin çıkarlannı hesaba katan bir uzlaşmanın koşuliannı saptamaya çahşırlar" ama bu, hiç kuşkusuz "ne pahasına olursa olsun, uzlaşma' demek değildir herhalde. Öyle olmuş olsa idi 30 yıldır süregelen Kıbns so- rununda bir uzlaşmaya vanlırdı. Hasılı. her uzlaşma anlaytşını 'anlaytşla' karşüamak böyle bir uzlaşmayla uzlaşmak kolay değildir. Yine eğer öyle olsaydı. PKK ile bile uz- laşmaya vanlırdı. Kabul ederdiniz taleple- rini, olur biterdi. Ama o, bir uzlaşma ol- maz; teslimiyet olurdu. Tıpkı, Özal karşısındaki teslimiyet gibi. Kırk değil, dilerseniz kırk bin dereden su getirin, işin özünü değiştiremezsiniz. Her ülkenin çıkan, o ülkeye zarar vermiş olan- dan hesap sormaktadır. Sonılmah ki bir daha aynı eylemlere kimse cüret edemesin. )MÜCADELE HAKLIYIZ KAZANACAĞIZ 1 MAYIS YASALLAŞT1RILMAUDIR KÖRFEZE BAKIŞ GAZETESİ SAHİBİ BÜLENT ÜLKÜ'YÜ ÖLDÜRENLER ORTAYA ÇIKARILMALIDIR • NOKTAYAZARLARINE YAPMAK İSTİYOR?.. ÖĞRETMENLER ALINACAKTIR Milli eğitimde en az on yıl deneyimli Türkçe-Matematik -Fizik-Kimya-Tarih-Coğrafya-Biyoloji-Felsefe öğret- menleri 1 eylülden itibaren üniversite hazırlık kursla- rında görevlendirilmek üzere yüksek ücretlerle alınacaklardır. Müracaat: Manifaturacılar Çarçısı 5. Blok 5663 UNKAPANI ÇAĞOAŞ YAYINLJUn İLHAN SELCUK • • • • GULU 15.000 lira (KDV içinde) ödemeli gönderilmez ÇAĞDAŞ YAYINLARI Türk Ocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-İSTANBUL PENCERE Richard ile Bush... Melih Cevdet'in ateşi var Anday keyifsiz. Aksama doğru 38'i aşan ateşin nedeni bulunamıyor. Hekimler şairimizi evi- riyoriar, çeviriyorlar, ince eleyip sık dokuyortar. Nafile... Anday'ın tez zamanda iyileşip aramıza katılmasını diliyo- ruz, okurlar sabırsızlanıyor. * Melih Cevdet bakışlannı çakıriaştırarak sık sık sorgulamaya girisir: "llhan, biz şimdi tarihi mi yaşıyoruz?" Soru yerindedir. Ancak neyin tarih, neyin tarih dışı olacağmı saptamak ko- lay iş değil. Isa'nın doğusundan kim haberliydi? Kim tarihin 'İ.O.' ve 'I.S.' diye ikiye ayrılacağını bilebilirdi? Hıristiyanların peygamberinden önceki tarih, bilinmeyen yıllardan gelerek İsa'da sıfırlanıyor, sonra yine 1'den başlıyor; ama, bu hesa- bın bir varsayımdan öteye değeri yoktur. Her insanın yasamında da özel tarihler vardır. Evden çık- tın işe gidiyorsun, dalgınsın, önüne bakmadan yürüyorsun, yeni açılmış bir çukura düştûn, -Allah göstermesin- ayağını kırdın... Al sana bir tarih!.. İnsan kendi özyaşamtnın tarihini bilir; ama, insanlığın ta- rihini bilmek kolay mı? * insanlığın tarihi daha önceleri hiç bilinmezdi, kuşaktan ku- şağa destanlar aktarırlardı; yazının bulunması çok şey de- ğiştirdi; ama, ancak Gutenberg'den dort yüzyıl sonra tarih toplumun malı olmaya başladı. Tarihsel bilinç 21'inci yüzyıla doğru kitlelere yayılma süre- cindedir. Bireyler artık resmi tarihlerin dışında düşünmeye yöneli- yorlar; tarihçiler devlet baskısının dışında çalışabiliyorlar; ama, bu iş kolay yürümüyor. Çünkü tarihsel bilincin oluşma- sı yeryüzündeki devrimlerte eşdeğeriidir. Louis Althusser der ki: "Marks, yeni bir bilimin temellerini atmıştır: Tarih bilimil.." (Lenin ve Felsefe-iletişim Yayınlan). Çağdaşiaşmak için insana tarih bilinci gerekiyor; daha baş- ka deyişle geçmiş çağları algılamadan çağımızı anlamak ola- naksız. Tarih bilincinin ortaya çıkışı, yeryüzünde bugün ge- çerli düzeni kökünden sarsacak en büyük devrim değeri ta- şıyor. Niçin? • Evden çıktın işe gidiyorsun, sokakta yeni açılmış bir çu- kura düştün mü, ertesi sabah dikkat edersin; bir kez dersini aldığın için çukurun kenarından dolaşırsın. özel yasamımızda böyledir de toplumsal yaşamda benzeri bir sürece insanlık girebilir mi? Eğer bilimsel ve teknolojik devrim, iletişimi bu hızla yoğun- laştınrsa, tüm insanlığın paytaştığı ortak bir tarih bilincine doğ- ru krtleler yol alacaklar. Fransa Kralı Birinci François ile Kanuni Süleyman arasın- daki anlaşma, tarihte ilk kez Hıristiyan bir kral ile Müslüman bir sultan arasındaki ittifaktı. İnsanlar, din ve mezhep savaş- lanndan sonra milliyetçtlik tutkusuyla savaşlara girdiler; ama, hepsinin kökeni ekonomiktir. Çağımızın tarihsel bilinci de bu noktadan başlar; olayların ardındaki nedenlerin köküne iner. Bugün Kafkasya'da Azeri-Ermeni çatışmasının görüntüsün- de hem din, hem milliyetçilik çelişkileri yatıyor; ama, tarih- sel bilinç bu gibi savaşların kökenindeki nedenlerin dökümü- nü yapıp önümüze seriyor; olaya daha yukarıdan bakıyor. Tarihsel bilinç insanın gezegenimizdeki çatışmalara daha yukardan bakmasını sağlar... Ufuklanmızı genişletir... ABD'nin Ortadoğu'da ne işi var? 'AsJan Yürekli" diye anılan ingiltere Kralı Richard, Haçlı Se- ferierine katılarak 1191'de Filistin'e çıkmıştı. Richard, görü- nüşte Hazreti İsa uğruna Müslümanlarla savaşıyordu; temel amacı Ortadoğu'da İpek Vb/u'nu ele geçirmekti. ABO Currt- hurbaşkanı Bush da Ortadoğu'da petroJleri denetlemek isti- yor. Richard ile Bush arasmda pek bir fark yok; ikisinin eylemi de çıkar kökenine bağhdır. Oysa aralarındaki zaman farkı sekiz yüzyıl... Tarihsel bilinç, 800 yıl zaman farkı içinde yaşanan iki tarih olayı arasındaki ortak nedenleri kavramayı sağlar. Bir hasta- lık, nedeni bilinmeden tedavi edilemez; savaşların nedenle- ri tarihsel bilincin aydınlığında kitlelerce kavranmadan savaş- lar yok edilemez. ÇAÜJAŞ YAYMLAM İLHAN SELCUK ckjlcüikftk vegühnek 10.000 lira (KDViçmde) I gönderttmez ÇAĞDAŞ YAYINLARI Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-İSTANBUL İLÂNEN TEBIİGAT Evli bulunduğum Hayri Önder Ogüst'ten tst. 7. Asliye H. Hak. 1991/275 karan ile boşanmış olduğum ve kendısi ile hiçbir mali ve hukuki ilişkim kalmadığı; mflşterek ikametgihımızdan aynlarak Caddebostao semtindeki annesinin dairesine yerleştiği gereği üzerine ilgililere ilinen tcbliğ olunur. Nilgün Oner. ANMA Op.Dr. YAŞAR CEYHANLI 28.2.1951-14.4.1988 EŞİ
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear