Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
14Cumhuriyet görüşler 29Ocakl992
BELKI
IVfURAT BEXGE
Işin başında, sorumlu
tutabileceğüıiz kişiler
vardır, bulunabiUr;
ama bir süreçhaline
geldiktensonra
sonımluluk bireysel
obnaktan çıkar...
Teröpün flnonim Mantğı
ir yol açüdfa. Bakırköy'de molotof kokteylkriyle
Baçılan bu y«olda geçen hafta Kapabçarşj ve GaBe-
ria'da iki y-eni menzil daha kat edildi. Bu yolun
başka yolculan da olacaktır bundan böyle. Bun-
lar ille de "Kûrdistan davası" güdenler olmayabilir; ba-
karsınız, bu davaya düşman olanlar, Kûrtlerin basünlma-
anı isteyenler de, Türkiye'de Kûrt davasına karşı bir
duşmanhk havaa yaratmak için aynı yoldan geçer, onlar
da oraya buraya birkaç bomba bırakırlar. Şiddete ve in-
sanlan yok etmeye dayanan mücadele biçimlerinin para-
doksudur bu. O mücadeleyi yapanla onu provoke etmeye
çaüşan, aynı yöntemi kullanır. Öyle ki, sonunda anla-
yamazsınız, olayı kim yapü. Ama kimin bundan zarariı
çıkacağı baştan bellidir: Demokrasiden, banştan, insancıl
çözümlerden yana olanlar kaybeder, kör terör eylemleri-
nin rasgele kurbaru olan insanlar kaybeder, sonunda
haİklar kaybeder.
K.oşuUar değişme-
dikçe, bu yol yeni yolla-
ra açılabilir, açıJır. Ne
gibi yollar rru? Sözgeli-
şi, Kûrtlerin yoğun ol-
duğu Doğu ve Güney-
doğu illerini çevreleyen,
Türk ve Kûrtlerin kan-
şık ve iç içe yaşadığı bir
kuşak var Ağn'yı, Ela-
ağ'ı, Malatya'yı. M a
"
ras'ı sayabiliriz bu ku-
şak içinde. Burada kendine özgü bir gerginlik yaşanıyor.
Oldukça kendiliğinden, karşıhkh saldınlar, yöre halkı ara-
sında başlangıçta örgütsüz olacak bir karşıhkb şiddet dal-
gası patlayabilir.
Açılabilecek bir başka yol da, Baö'da, Kûrtlerin küçûk
cepler oluşturduğu görece ufak kasabalardadır. Böyle yer
lerde, eski "pogrom"lan andıran kendıhğinden intikam
saldınlan görebiliriz.
Ya da Kûrtlerin sayıca daha çok olduğu, gene de azrn-
ldrta kaldığı büyük şehirlerde yeni yoilar açılabilir. Bura-
larda karşıhkb çeteler kurulabibr, özünde birbirinden
farksız yöntemlerle birbirlerine şiddet uygulayabilir bu çe-
teler. "Birbirlerine"jderken, savunmasız sivil halkı kaste-
diyorum tabii, çünku çeteler saklanır, gözükmez, sivil halk
ise açık hedeftir her zarnan.
Bütün bu yollar açılabilir. Bakırköy'de ilk budalaca sal-
dın ve o korkunç olay gerçekleşince afallamıştık. Kapah-
çarşı'da o kadar şaşırmadık. tnsan, "düşünen hayvan",
"alet yapan hayvan" v.b. olduğu gibi biraz da "kanıksa-
yan hayvan"dır. Lübnan'da yıllardır yaşanan tragedya
orahlar açısından olaganlaşü. Yugoslayya henüzçok yeni,
ama krorîikleşme eğüimi gösteriyor. Şiddete, karşı-şidde-
te, şiddeti bastırmak için uygulanan baskıya, baskınm
gûndelikleşmesi ve olağanlaşmasına, bütün bunlara alışır
insanlar. Kısacası, oehennemde yaşamaya alışır. Şu anda,
"dünya" diye bildiğimiz bu kürenin birçok yerinde, insan-
lar asbnda cehennemde yaşıyorlar.
Işin başında, sorumlu tutabıleceğiniz kişiler vardır, bu-
lunabiür; ama bir süreç haline geldikten sonra sorumluluk
bireysel olmaktan çıkar^süreç, koleküf bir tarzda, hük-
münü yerine getirmeye başlar.
Biz*bu sürece girdik mi gerçekten, yoksa hâlâ o detenni-
nizmden çıkıp başka bir süreci başlatma şansımız var mı?
60-30 YIL ONCE CUMHURIYET
1932: 'Yeni bir harp'
İtalya Başvekili M. Musolini
Berlin'de münteşir Barsen
Kurier gazetesine bir makale
yazmıştır. Bu makale Paris'te
hayli münakaşa ve endişeyi
mucip olmuştur.
Başvekil makalesinde diyor
ki: "Tamirat ve diğer harp
borçlannın teşkil ettiği
mes'eleyi kat'iyyen hal ve tesviyeetmek lâamdır. Şimdiye
kadar harp borçlannı haricî istikrazlarla ödemiş olan
Almanya gelecek vadede borcunu ödeyemiyecektir.
Çünkü Alman maliyesi zâfa uğramıştır. Avrupa'yı yeni bir
harptenkurtaranyegâneşeyAvrupa'dahükümsürenfakrü
sefalettir."
1962: Tehir edilen uçuş
Feza'ya gidecek olan Yarbay John Glenn'in bu
seyahatinin tehir edildiğini açıklayan Bırleşik Amerika
FezaveHavacıbkTeşkilâtı,atışın 1 şubatperşembeveya2
şubat cuma gününe bırakılmış olduğunu açıklamıştır.
Gecikmenin esas sebebi Cape Canaveral'ın üzerindeki
2.000 ilâ 2.400 metre yüksekbkteki kabn bulut tabakası idi.
SÖ2CÜ John Powers tehir sebebinin yalnız hava muhalefeti
olmadığını söylemiş, ilk olarak bazı teknik arazlann tehire
sebebiyet verdiğini bildirmiştir.
Sovyetlerin kanaatine göre Birleşik Amerika feza uçuş
tecrübesinin tehiri hava muhalefetinden değil, bu
tecrûbede teknik muvafTakiyetsizük ihtimali sebep
obnuştur.
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN
NEYUSTASI MEY HASTASI..
13S3"TB BU6ÜN, ÛMLÛ O2AV N£YZEM rEl/Ff'K KO-
LAYLI İSTANBUL 'DA ÖCMÜŞTÜ. KEHDfSİ, Y£RGİ
TEVFf'K,
Z£NU 6/£ ÖĞ&£NfM GÖGMEMİŞTt A*t4 AsEAtûfNİ
Yerf'şr/RMişrf. OZ*H EŞEEF 6<8i B/KÇOK EOE-
BİYATÇt POSniNUM K*T*:tS(YC4 ŞİİRİNİ SÛÇ-
LENDiRMİŞTİ.
r
HİÇ* VE 'A2ABI MUKA&DES*APLI İKf ŞİİR. Kt-
TABI 8ULUUAN NEYZEN TEVFİK, PÜZENSİ2
m&tMTTSf VE ALKOL ŞAĞtMULlĞt A/EDE-
N'tYLE ÇOK. VERİMÜ 8r& O2AA/ OLAMAMIŞTf.
Parfamento ve Yeşil YaMaşını
Prof. Dr. CELAL ERTUĞ Yeşiller PartisiKurucusu, GenelBaşkam
T
ürkiye'deki bütün siyasal bu-
nalımlann, sıkıntılann, köke-
ninde "demokraukleşmemiş ol-
ma" gerceği yattığmı hep söyle-
meye devam edeceğirn.
1961'den 12 Eylül 1980 darbesine ka-
dar parlamentoda parti üst düzey yöne-
ticisi, senato, meclis, hükümet üyelikleri
sorumluluklannı taşımış, çalkantılar
içinde yaşamış, baa deneyimler edinmiş
bir kişiyim. Bu deneyimlerimi gelecek
kuşaklara duyurmayı, aktarmayı birgö-
rev sayıyorum. Çünkü bugün de par-
lamentomuzun hâlâ çağdışı abşkanbkla-
nndan kurtulamadıgını, kendisini yeni-
lemek ihtiyacında olduğunu, pek umur-
samadığını görmekteyız.
Tûrkiye'de "demokrasi" halkın tır-
manışlanyla elde edilmemiş, 1940'larda
gökten inen bir elma şekeri gibi ona su-
nulmuştu. 1leri geri adımlarla deneme-
lerden sonra 1950'de ilk kez bir beyaz ih-
tilal biçıminde halk yeni bir iktidan ken-
disi işbaşına getirmişti. Ancak demokra-
siyi henüz tatmış bir toplum olarak bazı
aksaklıklan, yanlışlan sabır, hoşgörü,
halk direnişleri ile karşılamasını biîemi-
yorduk. Çünkü partileşmemiş partileri-
miz demokrasıyı taşıyabilecek düzeyle
demokratikleşememişlerdi.
27 Mayıs'ta parlamentonun aldığı
yara etkisini sürdürecek, darbelerle par-
lamento sık sık zedelenecekti. Bu artık
bir kere yol olmuştu. 27 Mayıs'ın parla-
menter sistemde açtığı yaralara örnek
vermek isterim. Ihtilalden sonraki se-
çimlerde CHP tek başına iktidar ola-
mamış, AP umulandan fazla iskemle
almıştı. Bu ihtilalcileri düşündürmüş,
seçimlen iptal ile meclisin kapatılması
öngörülmüştü. Tartışmalardan sonra
bundan vazgecihnişti. Senatoda AP ço-
ğunlukta idi. Çünkü senato seçimlen
nispi sisteme göre yapılmıştı. Bu durum
senato başkanlığı seçiminde AP'ye ka-
rar hakkı veriyordu. Fakat milli birlikçi-
ler AP'lilere başkanlığa, Kâzım Orbay'ı
seçeceksiniz diye şiddetle baskı yapıyor-
lardı. AP lideri ise "Hayır, biz kendi ira-
demizle başka bir adayı seçeceğiz" diye
direniyorlardı. Bu seçim çekişmesi ağır
tehditlerle arabksız 24 saat sürdü. Bu
süre içinde AP'li senatörler salonu, kol-
tuklanm gece sabaha kadar terk etmedi-
ler ve hep kendi adaylanna oy kullandı-
lar. Bu durumda ihtilalciler mecburen
müzakere masasına oturdular. Seçimle-
rin iptali meclislerin kapatılması tehdıt-
leri tekrarlandı. Baktılar ki olmuyor.
"Peki adayınızı söyleyin" demek zorun-
da kaldılar. Böylece AP'den Suat Hayri
)lü başkan seçilmişti.
Parlamento dinmeyen sıkıntılarla sü-
rerken bir gece yansı 22 şubat ayak-
lanmasına gelmişti. Harp okoılu komu-
tanlığında emekîiye sevk edilen Talat
Aydemir yeni bir darbe hareketi baş-
latmıştı. Sokaklar tanklarla tutulmuş,
radyo ele geçirilmişti. İsmet İnönü baş-
kanlığındaki CHP-AP hükümet üyeleri
Türk Hava Kurumu binasındaki
karargâhından karşı harekâtı yönetiyor-
du. Başbakan ve bakanlar bütün geceyi
orada geçirdiler. Sabah gün doğarken
tnönü, Aydemir'e şu haberi gönderiyor-
du: "Ben şimdi meclise gidiyorum. Mil-
letvekillerini de çağınyorum. Gelir mec-
liste cesedimin üstünden geçer devleti
abrsın." Aydemir teslim olmuştu. Böy-
lece yaralı parlamento ilk kez kişiliğini
korumuştu. Sabahın erken saatlerinde
tüm üyeleriyle toplanmıştı.
1965 seçimlerinde AP büyük çoğun-
Yeşil düşünce dünya
yurttaşbğını öngörür,
demokrasiyiküçük
birimlerde bireysel
inisiyatifîn üzerinde
başlatır.
lukla iktidara gelmişti. Sayın Demirel
başbakanlığındaki hükümet göreve baş-
lamıştı. Birtakım parlamento krizleri
gündeme gelmişti. 12 Mart 1970'te üst
düzeyde beş generalin imzasını taşıyan
bir muhtıra öğle radyo haberlerinde
okunuyordu. Muhtıra hükümeün der-
hal istifasını, yerini partiler üstü bir hü-
kümete terk etmesini istiyordu. Ondan
sonra "yüce meclis"ten de bir dizi re-
formlar yapması talep ediliyordu. Bu ta-
lep büyük bir çelişkiyi dile getiriyordu.
Çünkü AP mecliste mutlak bir çoğunlu-
ğa sahipti. tstenen raporlar AP çoğun-
luk oylan ile çıkacaktı. Ve işin garibi ay-
nı AP'nin hükümeti zorla istifa ettiril-
mişti.
12 Mart darbesinden sonra bu yüzden
sürekli hükümet bunalımlan yaşanmış.
"Yüce meclislerden istenilen reform si-
parişleri, parlamenter sistemin yaralan
arasında kaybolup gitmişti.
12 Mart müdahalesinden sonra par-
lamentonun, parlamenterlerin yaralar
almaya başladığını görecek, 12 Eylül'-
de gün doğarken her şeyi yeniden yaşa-
yacaktık.
Bu satırların yazan da böylece, 1980
darbesinden sonra siyasal yasamını
noktalamış, Türkiye'nin gerçek demok-
ratikleşme sürecine girebiîmesi çabalan-
na koyulmuştu. Fukat tüm parlamen-
terler gibi beş yıl siyasi faabyetten yasak-
lanmış olduğumuz için ancak hazırlık-
lanmızı tamamlayarak 1988 haziran 2
dünya çevre gününde Yeşiller Partisi'ni
kurmuş, var olan hiçbir partiden gelme-
yen, hiçbir siyasi düşünceden kaynak-
lanmayan yepyeni bir alternatif hareketi
başlatmayı amaçlamışü.
Yeşil düşünce, sosyalizmin, kapitaliz-
min ulaşamadığı noktada başlar. Bire-
yin evrendeki yerini, değerini,
saygınlığını, bütün doğal değerlerle bir-
likte din, dil, milliyet, cinsiyet, etnik
mezhep, ırk farkı gözetmeden insanı in-
sanı olarak sever, sayar. Her türlü şidde-
te karşı, barışçı, dünya yurttaşbğını
öngören bir akımdır. Demokrasiyi
küçük birimlerde bireysel inisiyatifîn,
bireylerin söz ve karar haklannın üze-
rinde başlatır. Bir köyün, bir mahalle-
nin, bir sokağın insanı orada söz ve ka-
rar sahibi olmahdır, der. Merkeziyetçili-
ğe karşıdır yeşil. Liderlik tepede değil ta-
bandaki insandadır. Yerel yönetimler
bu nedenledir ki demokratikleşmenin
temelidir. Temsili demokrasi yerine
doğnıdan demokrasıden yanadır yeşil
düşünce. Meclis kavramı tabandaki bi-
reysel inisiyatifîn oluşturduğu halk mec-
lislerinde odaklaşmalıdır. Sivil toplu-
mun koşullan yerine getirilmelidir der
yeşil felsefe.
Bu açıdan bugünkü meclise bakılınca
geçmiş darbelerin izlerinin yanında de-
mokratikleşememis obnanın aksakhk-
lannı da görürüz. Orneğin kürsü güven-
cesi yoktur. Dinleme sabırlığı, tartışma
fikirlere fîkirle karşı koyabilme he-
yecanlar altında ezilmektedir. tç iktidar
kavgasına boğulmuş partilerimizin par-
tileşememiş olmalan grup kararlan bağ-
lantısı, kürsüde her düşüncenin rahat-
bkla söylenebilmesini engellemektedir.
Oysa gerçek demokrasilerde örneğin
ABD kongresinde bir demokrat, cum-
huriyetçilerle birbkte rahatça oy kulla-
nabilir.
Bu koalisyon hükümeti halkın mech-
sini, gerçek demokratik yapılanmanın
umutlanm başlatmıştır. Sayı'n Cindoruk
ve liderler tüm çabalanm "gerçek de-
mokratikleşme" doğrultusunda halkın
meclisıne, meclislerine kavuşma ama-
cında birleştirirlerse gelecek kuşaklara
dokunulmazlığı sağlam bir miras
bırakınz ve parlamentoyu yalnız halkın
iradesi açar kapatır.
SEMİHBALaOĞLU
İdari Yargıda Savunmanın İhlali
SADIK ERAL Avukat
K
arakollann duvarlan camdan
olacak diyen DYP ile anayasa
dahil, hukuk sistemi içindeki
tüm anti-demokratik hüküm-
lerin kaldınlmasmı savunan SHP'nin
birlikte oluşturduklan koalisyon hükü-
meti bazı yasalanmızda buJunan anti-
demokratik hükümlerin değiştirilmesini
Meclis gündemine getirmiş bulunmak-
tadır.
Sanığın sorgusunda avukatın hazır
bulunabilmesine, gözaltı ve tutukluluk
sürelerinin yeniden düzenlenmesine iliş-
kin bu çahşmalardan yasal değişiklikler-
de önceliğin Ceza Muhakemesi Usulü
Kanunu'na verildigi, ardından Avu-
katlık Yasası'nda bazı iyileştirilmelerin
yapılacağı anlaşıbnaktadır.
Bütün bu çalışmalar kamuoyunun
yıllardır özlemini çektiği değişiklikleri
içennektedir.
Ancak yanbş bir izlenim edinmemiş-
sek eğer, en az bu çabşmalara konu olan
yasa hükümleri kadar önemli ve mutla-
ka değışmesi gereken İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nda bulunan bazı mad-
delerin gözden kaçmakta olduğunu gör-
mekteyiz. Bunlann da en önemlisi "gizli
belge" usulüdür.
Bu, bir vatandaşın. kendisiyle ilgili ol-
duğu devletçe iddia edilen. vatandaşı-
mızdan ve onun avukatından saklanan
bir belgeyle bir kısım yasal haklannı kul-
lanmasının elınden abnması demektir.
Bütün uygar devletlerce reddedilen
"gizli belge" usulü halen İdari Yargıla-
ma Usulü Kanunu'nun 20. maddesinin
4. fıkrasında varhğını sürdürmektedir.
Bu hükme göre "Getirilen veya idare-
ce gönderilen gizli belge ve dosyalar ta-
raf veya vekillerine incelettiribnez."
İdare, yani devlet. bir vatandaşın ya-
sal ve yaşamsal bazı haklannı idari bir
işlem veya eylemle kısıtlayacak, bu va-
tandaş idari yargı önünde hak arama öz-
gürlüğünü kullanmaya kalktığında ida-
rece bu kısıtlamanın neden yıapıldığına
dair gerekçeyi, belgeleri, eğer bu belgeler
mahkemeye "gizlibk" kaydıyla sunul-
muşsa, ne kendisi ne de avukatı vası-
tasıyla hiçbir zaman öğrenemeyecektir.
Devletin hemen her türlü idari yazış-
malannın "gizlilik" kaydıyla yapıldığı
herkes tarafından bilinmektedir. Böyle
olunca da idari yargıda davaya taraf
olan bir vatandaş hakkını nasıl araya-
cak, savunma hakkını nasıl kul-
lanacaktır?
Bütün uygar devletlerce
reddedilen "gizli belge"
usulü halen İdari
Yargılama Usulü
Kanunu'nun 20.
maddesinin 4. fıkrasında
varlığını sürdürmektedir.
Bu durum hem vatandaşın hak arama
özgürlüğünün hem de vatandaşın ve
avukatın savunma özgürlüğünün ihlali
ve inkârıdır.
Devlet dairelerinin her masasında bi-
rer "gizli" damgası bulunmaktadır. Bu
bolca bulunan damgayı hangi memurun
hangi evrağa vurmasının veya vurma-
masının gerektiğini kimse bilmemekte-
dir. Her önüne gelen, evrağa "gizli"
damgasını basmaya kalktığında artık ne
demokrasıden, ne hak aramadan, ne sa-
vunma hakkından ne de bağımsız yargı-
dan söz edilir. Çünkü hak arama özgür-
lüğü, insanlann vazgeçibnez temel hak-
lanndandır. Bu temel hakkın hiçbir
gerekçeyle kısıtlanmaması gerekir.
İdari yargıdakı "gizlilik usulü" hukuk
devleti obnanın temel ilkelerinden birisi
olan "duruşmalann açıklığı" ilkesini de
temelden ihlal veinkâr etmektedir.
İdarece mahkemeye gönderilen "giz-
u" evrak, davaya taraf olan vatandaşça
ve avukatınca okunamayacak, evrağın
doğru veya yanbş olup olmadığana dair
karşı hjr sav ileri sürülemeyecek, mahke-
me verdiği kararda "gizli belge"den söz
edemeyecek, böylelikle ne davaya taraf
olan vatandaş ne de kamuoyu,davanın
neden ve hangi gerekçelerle reddedil-
diğini hiçbir zaman öğrenemeyecektir.
Çağdaşbk, demokratlık ve adalet bu-
nun neresindedir?
Bizde şimdi var olan bu usulle 1894
yılında Fransa'da yüzbaşı Dreyfus, as-
keri mahkemeye sunulan, fakat Drey-
fus'tan ve avukatından gızlenen bir "bel-
geye" dayanüarak mahkûm edilmişti.
Clemenceau o tarihlerde parlamentoda
yaptığı bir konuşmada bu "gizli belge"
uygulamasına şöyle karşı çıkmıştı: "Giz-
b' belge'!. Bunun ne demek olduğunu bi-
liyor musunuz?"
"Bu, bir insammn, ondan gizlenen bir
belgeye dayanılarak yargılanması,
mahkûm edilmesi; kendisinin, kansınm,
çocuklannın, ona yakın herkesin şeref-
sizbğe hüküm giymesi demektir. Baylar,
içinizden hangiruz bu koşullar altmda
mahkûmiyete isyan etmezsiniz? Biçim
gerçeğe yeğlenmemebdir. Yurt, yalnızca
toprak parçası değildir; aynı zamanda,
düşünceleri ne olursa olsun, dost olsun,
düşman olsun, bütün insanlann birleşti-
ği 'adalet vatan'dır. Bu herkesin ısındığı
ocak, güvenlik, herkes için eşit olan ada-
lettir. Adaletin olmadığı bir vatan düşü-
nülemez".
1894'lerin Fransası'nda "Adaletin ol-
madığı bir vatan düşünülemez" denildi-
ğine göre, biz neden 2000'ü yıllann Tür-
kiyesi'nde adaletin olmadığı bir Türkiye
düşünülemez diyemeyelim?
Dileğımız, en kısa zamanda İdari
Yargılama Usulü Yasası'nda 20. madde
4. fıkrası ve diğer demokratik olmayan,
hak arama ve savunma bakkını kısıtla-
yan tüm hükümlerin kaldınunasıdır.
ORT4M
ŞAHİN ALPAY
««ektff Ofenak
O
bjektif olmak ne demektir? Bilim adamlan ol-
sun, gazeteciler olsun, işi olgular ve bunlann
yorumlanmasıyla ilgili olan kimselerin sık sık
karşılaştıklan sorulardan biri budur. Bilimde
objektüîik nasıl sağlanır? Gazetecilikte nasıl objektif
olunur? Başka birçok konuda olduğu gibi bu konuda
da toplumumuzda temel bir anlaşma bulunmadığı ileri
sürülebilir.
Bir bilim adamının ya da bir gazetecinin objektif (öz-
nel değil nesnel) olması, araştırdığı. incelediği konuda
mevcut tûm bilgileri, verileri, olgulan masanın ûzerine
dökmesi, bir yonım ya da değerlendirme yaparken
bunlann tümünü hesaba katmasını gerektirir. Eğer bili-
madamı ya da gazeteci gerçeklerin, olgulann yalnızca
işine gelen bir bölümünü hesaba katar, geri kalanı üze-
rine bir örtü çekerse objektiflikten uzaklaşır.
Bu bakımdan bilim adamının da gazetecinin de ob-
jektif olması, argümanlannı, haberlerini olgulara, ger-
çeklere dayandırması demektir. Ancak objektif olmak,
ne bilim adamı ne de gazeteci bakımından belirli konu-
larda belirli görüş ve tercihlere sahip olmamak, "yan
tutmamak" anlamına gelmez. Böyle bir şey mümkûn
olmadığı gibi arzu edilir de değildir.
Değerlerden annmış, yansız bilim adamlan olamaya-
cağı fikri, bilim adamlan dünyasında hemen hemen yer-
leşmiş olan bir anlayış. Bilimde objektifliğin, farkh de-
ğer ve anlayışlara sahip bilim adamlannın, farkb yol ve
yöntemlerle yaptıklan araştınna ve çözûmlemelerle
ulaştıklan teorilerin, özgûrce eleştirilmeleri ve rekabet
etmeleriyle sağlanabileceği artık genel kabul görmekte.
Bunun içindir ki bilimin objektifliği ve ilerlemesi için bi-
limsel özgürlüğe gereksinim vardır. Akademik özgûrlü-
ğün olmadığı yerde bilim ne objektif olabilir ne de ilerle-
yebilir.
Gazetecihkte de benzer bir durum geçerlidir. Gazete-
ciler açısından verecekleri haberlerde olayla ilgili tûm
olgulan bildirmek, olayın tûm taraflannın görüşlerini
doğru olarak yansıtmak, objektif gazeteciliğin bir ge-
reğidir. Ama gazetecile-
rin haberleri yorumlar-
ken, ardındaki anlamı
çözümlerken belirli de-
ğer, fıkir ve tercihlere
sahip olmalan do-
ğaldır.
Gazetecilikte objek-
tifliğin nasıl sağlanabi-
leceği tartışmasına Batı
ülkelerinde ciddi ve ni-
telikli gazeteciliğin ardında yatan evrimin ışık tuttuğu
söylenebilir.
Batı ülkelerinde gazetelerin hemen tümü başlangıçta
belirli bir siyasi misyonla yayımlanmaya başladılar. Bu
ilk dönemde verdikleri haberleri de misyonlan doğ-
rultusunda seçtiler. Savunduklan davaya destek olacak
haberleri yansıttılar. Yaptıklan gazetecilikten ziyade
propagandaydı.
Bu tutum gûvenirliklerini, inandıncılıklannı sarstığı
için ikinci aşamada haber-yorum aynmı ortaya çıktı.
Yorumlannı yine belirli bir misyona tahsis ettiler, ama
haberlerde yan tutmayı, yorum yapmayı terk ettiler.
Üçüncü aşamada da misyon gazetesi obnaktan çıktı-
lar. Gazetenin başyazılannda ifade edilen kendi görüş
ve tercihlerini muhafaza etmekle birbkte kendi gö-
riişlerinin hemen yanında bunlara zıt, aykın yorumlara
da yer vermeye başladılar.
Böylelikle Batı'nın ciddi ve nitelikli gazetelerinde ha-
ber yorum aynmı çok sıkı bir şekilde yapılmaya baş-
landı. Haberlerde olgusalhk, yorumlarda çokseslilik
hâkim oldu.
Sonuç olarak diyebiliriz ki bir gazeteci için habercilik-
te objektiflik, haberlerin tümünü, bir tarafı kayırmadan
yansıtmayı zorunlu kılar. Yorumculukta objektiflik ise
yorumculann tek tek değil, ancak birbkte başarabile-
cekleri bir şeydir. Okurlann olaylar hakkında objektif
bir fıkir edinebilmeleri, bunlan farkb bakış açılanndan
yorumlayan yazarlann varbğına bağlıdır.
Dolayısıyla nasıl bilimin objektifliği için akademik
özgürlüğe ihtiyaç varsa gazeteciliğin objektif olabilmesi
için de ifade özgûrlüğu şarttır.
Hiçbir konuda yan tutmayan, tercih belirtmeyen,
tartışmalann "üzerinde kalan" köşe ve yorum yazıla-
nndan oluşan bir gazete düşünün... Bu, hepsi bir koro
halinde aynı görüşü savunan bir gazeteden çok daha
sıkıcı olacağı gibi üstelik bu gazetenin olaylann yorum-
lanmasına, anlaşılmasına katkısı da herhalde çok daha
sınırlı olacaktır.
Yorumculukta
objektiflik
yorumculann tek
tek değil, ancak
birlikte
başarabilecekleri
bir şeydir.
OKURLARDAN
Yanlış bir uygulama
Hacettepe Üniversitesı
Sağlık Idaresi Yûksek
Okulu son sınıf
öğrencisiyim. Okulumuz,
çağdaş sağlık kurumlan
yöntemi üzerine dört yıl
öğretim vermektedir.
Ancak, yaklaşık beş yıldır
Sağlık Bakanlığı tarafından
sınav açıknamış, geçen
hükümetler döneminde ise
hastane yönetimi hakkında
hiçbir bilgisi olmayan
kişiler hastane müdür ve
müdûr yardımcıhklanna
atanmışlardır.
Biz, yeni hükümetimizden
ümit beklerken,
Bakammızın yapmış
olduğu açıklamalar bizleri
tamamen ümitsizliğe
itmiştir. Sayın Bakanımız
"Otel yöneticilerinın
hastane müdürlüğüne
getirilmelerini
öngörmektedirler. Böyle bir
durumda gözüken odur ki
Tûrkiye'de ya Sağlık İdaresi
Yüksek Okulu'na gerek
görülmemektedir ya da bu
okulun varlığından sayın
yetkililerimizin haberleri
yoktur. Peki bu okulun
açılmasında ve kalkınma
planı içerisinde
gösterilmesindeki amaç
nedir?
Bugün yeşilkart
uygulamasının başladığı
dûşünülürse, hastanelerde
fınansman harcamalannın
yönetimi son derece
önemlidır. Bunun için de
H.Ü. Sağbk İdaresi Yüksei
Okulu'nun hastane
müdürlüğü ve özelbkle
finansal yönetim açısından
bilgili ve yeterli kişiler
yetiştirdiğini sızlere
hatırlatmak istiyonım.
Konuyla yakından
ilgileneceğinize inanıyor,
geçmiş hükümetler
döneminde yapılan
hatalann, yeni
hükümetimizdöneminde
tekrarlanmayacağına ben
ve arkadaşlanm candan
inanıyoruz.
MEHMET
BÜYÜKÇANGA Ankara
Birtiyatrosalonu
Gaziosmanpaşa Belediyesi Gaziosmanpaşa'nın o
çok büyük bir alanda
kurulmuş, çağdaş mimari
ile inşa edilmiş, çevre düzeni
çok iyi planlanıp
uygulanmış, birçok
belediyenin imreneceği bir
binalarbütünü... Çevre
düzeni ilemükemmel bir
mimari bütünlük içindeki
bu yapı,
karmaşık dokusu içinde, ilk
kez görenler için şaşırtıcı bir
görüntü oluşturuyor.
Bu işin gerçek mimarlannı
kutlanm. Kötü örnek
insanı iyiye iter diye
düşündüğünden.
TURAN YILMAZ
İstanbul