18 Aralık 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURÎYET/10 PAZAR YAZ Stockhohri'den Pazar günleıi bar keyifleritsveç'te pazar gününün kendisi değil, öncesi önemlidir. Pazar, sadece geçmişle gelecek arasında nostalji ve hayal köprüsüdür. Barlar da tedirgin ruhların gelen haftayı karşıladıİdarı en uygun ortamlardır. YAVUZ BAYDAR STOCKHOLM — Pazar gü- nünün kendisi değil, öncesi önemli oldu Stockholm için her zaman. -Sonrası ise, her yerde olduğu gibi, kara bir kâbus- 'Şimdi' değildir pazar, sadece geçmişle gelecek arasındaki nos- talji ve hayal köpriisü. Pazar, uyuşuk ve bomboş bir kentte yürümek. Pazar, evin yu- muşak sıcaklığını terk edip et- meme konusunda uzun uzun düşünmek. Pazar, telefon ko- nuşmalarmı uzattıkça uzatmak; TV'de kanal değiştirmek için Leo Tm'yu okumak. Pazar, bir öğleden sonrası sinema salonu- nun ılık karanhğına sığınmak. Pazar, bir şık kafede Cortazar'- ın "Axolotl" öyküsü ile dura- ğanlaşmak. Gateau, La Cle, Satirnus, Ri- torno... Tıka basa axoloü dohı, yeni bir pazar günü. Çoğunca bir gece öncesi serüvenlerinin sersemliği, yabancılaşması. Glenn Miller Cafe ne yazık- ki açmıyor bugün, belki çoğu ora- da olacaktı, önceki gecelerde ol- dukları gibi. Kent ortasında dar sokaklı, karanlık bir tümsekte, -Palme'nın katiünin kayıplara kanştığı yerde- hoş ve loş bir ka- fe, Glenn Müler. Küçük ve şef- katli. Topu topu on masası var, birbirine nerdeyse bitişik. Du- var, caz eskilerinin siyah-beyaz pozlarıyla baştan basa kaplı: Coltrane, Armstrong, Art Bla- key, Horace Siiver... Karşıdaki duvarda eski bir trombon, bir saksofon ve trompet asılı. Dip- te bir mini-bar. Yemek isteyen- ler için hesaplı bir mönü de var. Ama buraya gelenler -yazar, şair, öğrenci ve müzisyen takımı- bira, kırmızı şarap ve patates kızartması ile yetinir bir tablo sergilemekte. Kafenin en önemli demirbaşı, 1960'lardan kalma, çakaralmaz bir pikap. Hep dönüyor. Gerisinde, pacav- raya dönmüş kapaklanyla, be- bop ve big-band klasikleri. Baş- ka bir şey çalmak yasak. Ama dileyen,' kendi plaklanndan bir desteyle girebiliyor içeri. Hibe edenlere de hiç hayır denmiyor. Kafeye adını veren Glenn Mil- ler, tabii ki, her gecenin konuk sanatçısı. Gece koyulaştıkça ağırlık üçlülere kayıyor ister is- temez, Monk ve Bill Evans eş- liğinde, felsefelerin yönü de kö- tümserliğe kayıyor. Pazar daha uzaklardayken, gecenin piştiğj yerlerden biri, iş- te hâlâ gizliliğini koruyan bu ka- fe. Saatler kıvamını bulunca, iki ayrı seçenek doğuyor pazarın axolotl adaylannın önünde: Ya yeni zenginlerin duyarsız iyirn- serliklerini sergiledikleri mekân- larla dolu Stureplan ve Norr- malm tarafına ya da sadece Stokcholm'ün değil Avrupa'nın şu anda en iyi siyah müziğinin çalındığı Tranan Bar'a uzan- mak gerekiyor. Birincisine boş- vermek daha sağlıklı bir yakla- şım, çünkü Riche, BE, Passagen veya Melody kulüplerine kadar gidip de o insanın gecesine tuz- ruhu serpen kuyruklarda itiş- kakış beklemek var. Tranan Bar, son altı aydır kentin en 'sıcak' yeri. Farkulık tedirginliğini yaşayan genellik- le genç ve yaratıcı bir kesim se- çiyor bu yerin yan yanya altın- daki 'kapalı' barı. Tranan'ın özelliklerinden biri, barmenlerin aynı zamada usta birer disk- jokey olması. Hem kokteylleri çalkalayıp hem de plakları bit- meden değiştirmeleri, gerçekten seyre değer. Tranan'ın geceleri gerüimli ve hızlı geçmekte. Ge- lenlerin bir kısmı, sohbetten çok, müzik dinlemek için geli- yor buraya. Çünkü Tranan'ın koleksiyonu, 1%0'lann en seç- me soul klasiklerinden oluşuyor sadece. Gece ilerledikçe Marvin Gaye, Stevie Wonder, Barry VVhite ve Temptations sesleri, giderek artan ölçüde ortama hâ- kim oluyor ve hemen her defa- sında barın kıyısında aniden dans pistlerinin kurulmasına yol açıyor. Tedirgin ruhlann gelen hafta- yı karşılamak için çare olarak gördükleri en uygun ortamlar, işte bunlar. Eh, pazarların üs- tesinden gelmek ki)lay,ds4il el- Kopenhag'dan Solpartiler paramparça Komünist Parti, 1979 yılından beri belini doğrultamadı. Sol parüler, sürekli olarak taban kaybediyor. Sosyalist Halk Partisi ise son seçimlerde oy kaybına uğradı. FERRUH YILMAZ KOPENHAG — Siz bu satır- lan okurken bütün Avrupa Pas- kalya yortusunu kutlamakla meşgul. Bense Paskalya yortu- su yerine bu hafta Danimarka'- daki solu anlatmayı tercih edi- j m sizlere. leton komünistler, reform- J^L r derken Danimarka Komü- dst 1 'artisi de gitti. Hani aslın- da şic ıdilik yerinde duruyor da gitti gi^ecek. Partiyi Gorbacov- cu çjzgi' 1 e oturtabilrnek için par- tinin ( 'jt;»on sosyalistleri' ya da 'Stalinistle •" denen kanadıyla dişediş müoidele veren genç ge- nel başkan Ofe Sohn, iki hafta _JSnceki_genel k;ırultayda^'Ben artık yoruldnm1 ' deyip genel başkanlıktan aynhverdi; hem de mücadeleden zaferle çiJonışken. Yerine başka genel başkan ada- yı bulunamadığı için Danimar- ka Komünist Partisi şimdi bir başkanlar kurulunca yönetili- yor. Partinin bu ytizyüın başın- dan beri yayınlanan günlük ya- yın orgaru Land og Folk gaze- tesi de son sayısını geçen aralık ayında çıkarmıştı. 1979 yüındaki seçimlerde par- lamentodan dışlanan DKP, o günden bu yana belini doğrul- tamadı. Doğu Avrupa'daki ge- lişmeler de, yenileşme çabalan- na rağmen, partiye son darbeyi indirdi. DKP'nin son genel ku- mlundaki en önemli gündem maddesi, partinin feshedilme- siydi. Gerçi partiye nostaljik bağlarla bağlı üyelerin gönlü buna raa olmadı ama DKP şim- di yalnız başına çalışmak yeri- ne, faaliyetlerini kendisi gibi gi- derek eıozyona uğrayan Sol Sosyalistler (VS) ve daha önce adını bile anmak istemedikleri 200 üyeli Troçkist Sosyalist Iş- çi Partisi'yle oluşturduğu 'Bir- tik listesi'nde sürdüriiyor. Par- tinin feshedilmesini öneren üye- lerin bir kısmı, DKP'nin kendi adına çalışmak yerine Birlik Lis- tesi'nden faaliyet göstermesinin bile, partinin feshedilmiş oldu- ğu aolamıaa geldiği iddiasında- lar. Eski Genel Başkan Ole Sohn, başkanlıktan aynhrken, 31 MART 1991 ESKİ GÜZELLİK — Camileri, kiliseleri, han, hamamlan, tas ve mermer yapdanyta Halep bir Osmanlı kenti aslında. Sefahiye kalesi 401ı yıllarda böyteydi. Şatri'dan Sıcak^tozlu ve az beyaz bir kent RAGIP DURAN ŞAM — Hemen yanıbaşımızdadır da pek bilmeyiz. Oysa "Bundan iyLsi Şam'- da kayısı." Suriye başkenti, biraz kirli bir Antakya, çoİcça da Arap bir Sirke- ci. Havasında benzinle baharat karışımı bir misk. Cadde ve sokaklarında, otel ve lokantalarında Hafız Esad hazır ve na- zır. Geceleri bile uyumuyor pleksiglas panolarda. Bir bayram bolluğunda bay- rak her tarafta. Ve sonra heykeller. Fon- da ve ön planda bir savaş filmi platosu- na gerekecek kadar asker neden dolaş- makta acaba? Bir başkentte ne kadar çok heykel, bayrak, asker ve önder res- mi varsa, o başkentte insanlar o kadar bireysellikten uzak mıdırlar? Halep yolu üzerinde sıra sıra konut- lar, siteler. Hepsinin adi Mil-House ya- ni asker evleri. Şam'ın kapalı çarşısın- da yabancı para kattiyetle memnu. Marlboro ise kaçakcının etek altında. Keyfeleriyle erkekler bıyıklı, çarşafları- nın ardında kadınlar, esmer, ağır kalçalı ve BAAS şivesinde değil telaffuzlan. Ye- şil gözleri çok şey söylüyor ramazanda. Ama gunah ve haram korkusu var da, temas konusunda siyah-beyaz renkli po- lis copları geliyor insanın gözünün önü- ne. Bir de kadının abisi, dayısı, babası, varsa kocası ve aşireti galiba yabancı er- kekleri, özellikle de Türkleri pek sev- mezler kuşkusu. Ama ramazana rağmen Esad'ın laik hoşgörüsüyle Şam fıstığı yenmese de Ali Baba ya da Abu Kamal lokantasında mecburen humusla başla- yıp helli kahveyle biten yemeklerde bir 23 nisan. Adana kebabına Halep keba- bı diyorlar. Halep, bir başka şallı kent. Osmanlı döneminde İstanbul ve Selanik'ten sonra en büyuk metropol. Eskiden bizim An- takyalıların uğrak kapısıydı Halep. Kız alıp, oğlan verirlerdi. Pasavanla gidip gelinirdi oraya. Dönüşte çantalar ipek kumaşlar, şallar, o zamanlar Türkiye'- de bulunmayan elektronik aletlerle do- lardı. Halep, üç-dört bahçeli mermer apartmanlarıyla serin ve temiz bir Arap kenti. Kent merkezindeki o cami, yok- sa bir Walt Disney filminden mi cıkmış? Kürdü, Ermenisi, Yezidisi, Müslümanı, Hıristiyanı ile şen şakrak baklava bir kent Halep. Hele o Nevruz coşkusuna tanık olduğumuz yüz bini aşktn sarı- kırmızı-yeşil insanların çığlıkları, Ha- lep'in lokumu. Şam, Halep, Hama, Homs... Suriye, Türkiye'den gelince sıcak, tozlu, çok be- yaz değil. Milli istihbarat örgütü Muha- berat'ın çok güçlü olduğu izlenimi yay- gın. "Her 3 kişiden biri MuhaberaU baglıdır" derler, ama inanmayın. Çun- kü Ortadoğu ülkelerinde incir çekirde- ğini doldurmayacak lafazanlıklar, dedi- kodular çok önemli. tnsanlar, kendile- rinden çok başkalarıyla ilgileniyorlar. Şam, Halep, Hama, Homs... Türki- ye, Paris - Londra - Frankfurt'tan ge- lince... Atiııadan Yıuıaıılılaruı 'nüfus padanıası' Önceki pazar günü yapılan nüfus sayımı, Yunanistan'ın '9 küsur milyon' nüfuslu bir ülke olmaktan çıkarak tarihinde ilk kez 10 milyon sınırını aştığını ortaya koydu. bir dahaki seçimlerde oyunu sosyal demokratların solundaki tek sol parti durumuna gelen Sosyalist Halk Partisi'ne (SF) vereceğini açıkladı, ama bunun nedeni, Birlik Listesi'nin seçim- lere katılabilmek için gerekli sa- yıda imzayı toplayamamış ol- ması. Genel başkan oyunu SF'ye vereceğini acıklarken, bu- nu birazcık 'provokasyon' ol- sun diye yaptığım gizlemiyor, çünkü solun artık SF'de birleş- mesi gerektiğini duşunüyor. Sol Sosyalistler (VS) ise Av\ rupa'daki yeni sol akımınırı temsilcilerinden biri olarak 70'lerde ve 80'lerin başmda iyı giinler yaşadılar. Gariptir kı VS'in en şaşaalı günleri, demokratların iktidarda olduğu dönemlere rastlıyor. Sosyal de- mokratların iktidarda oldukla- n dönemlerde izledikleri sağ çiz- giye alternatif üretebilen ve sos- yal demokratların sağa kayışını eleştirdikçe puan toplayan VS, sağ koalisyon hükümetlerinin iktidara geldiği 1982 yılından sonra hızla taban yitirdi. Sosyal , demokratlara karşı muhalefet- le ayakta kalabilen VS, 'özgiir- lük', 'daha az devlet miidaha- lesi', 'bireye önem vermek' gi- bi söylemlere dayaü her türlü gelişmenin önünde engel gördü- ğü sosyal refah devletine savaş açan yeni liberalizme karşı ka- zanılınış sosyal hakları savuna- yım derken, toplumun gözünde daha 'geri' çizgiyi temsil eden 'devletçi' parti konumuna düşü- verdi. Tabii bunda, sağ iktida- ra karşı solun 'blok' muhalefet olmasının da payı var. Blok davranan muhalefette kazanan, her zaman olduğu gibi, bloğun en büyük partisi ve dolayısıyla iktidar alternatifı sosyal demok- ratlar oldular. Sosyal demokrat- lar bu süre içinde üzerlerindeki 'devletçi' görünümü de bir öl- çüde silkelemiş durumdalar. Sosyal demokratlardan sol- daki, VS ve DKP'den sağdaki konumlarıyla 'liımlı' bir gorü- nüm veren SF ise bu süre için son seçimler hariç hep ileri git- ti. STELYO BERBERAKİS ATİNA — Yunanistan, 1960'h yıllardan bu yana oku- tulan coğrafya kitaplarında nü- fusu '9 milyon birkaç yüz bin' olan; geçimini tarım ve balıkçı- bkla sağlayan bir Balkan ülkesi olarak tanınırdı. - * Yunanistan'da önceki pazar günü yapılan sayımda, yıllar yılı değişmeyen '9 küsur milyon 'luk nüfus ilk kez aşıldı. Bu sayım- da, Yunanistan'ın 10 mijyon 256 bin 464 nüfusu olduğu ve 1981 sayım sonuçlanna oranla nüfusunu 516 bin 047 kadar art- tırdığı anlaşıldı. Ancak bu'sa- yım, kadm-erkek sayısı arasın- daki farkın da kapatıldığını gos- terdi. Yunanistan'da şimdi ka- dınlann sayısı erkeklere göre yi- ne daha fazla. Ancak bu fark 204 bin 908 sayısıyla sınırlı kal- dı. Oysa geçen sayımlarda Yu- nardı kadınlann sayısı, erkekle- rine oranla neredeyse 1.5/ l'di... Yani son 10 yıl içinde ya- pılan doğumlarda, erkek çocuk- ların eskiye oranla daha fazla olduklan anlaşıldı. Yunanistan'ın nüfusu, 'ileri- yi gören' yetkililere göre yine de 'yeterli değil.' Çünkü Yunanis- tan'da nüfusun çoğunluğunu yaşhlar oluşturuyor. Doğum sa- yısının diğer Avrupa ülkelerine oranla oldukça az oluşu, genç nüfusun artmasını engelliyo:. Ve yapılan gayri resmi araştır- malara göre eğer Yunanistan'- daki doğum oranı aynı düzey- de kalırsa, 2020'li yıllarda bu ül- kenin nüfusu 8 mÛyonlu sayıla- ra düşebilecek. Başkent Atina'daki durumda ise eskiye oranla fazla bir deği- şiklik olmadı. Yunanistan'ın en büyük yerleşim merkezi Atina'- da nüfus, 3 milyon 27 bin 775. Taşradan Atina'ya 1970'lerden 1980'li yıUann başına kadar sü- ren goç, Yunanistan'ın AT'ye tam üyeliğiyle birlikte aniden duruvertnişti. Taşra kentlerinin kalkınması, ahalisinin iş bulma ve tazminat haklanna ka\r uşma- sı, hep AT üyeliğinin verdiğı im- tiyazlardan kaynaklandı. Halk, boğucu sıcağı ve kirli havası ile çekilmez olan başkent Atina'ya yerleşmekten vazgeçip, temiz kır havasıyla şimdilerde, açılan pub, diskotek ve butiklerin ya- nı sıra istedikleri zaman istedik- leri tür ttalyan mobilyaları ve banyo fayansları bulabildikleri, kendi küçük kentlerinde kalma- yı yeğlemeye başladı. Yunanis- tan'ın taşra kentleri ve köyleri, şu sıralarda Atina ve Selanik gi- bi 'Avrupai' kentleri aratmaya- cak derecede gelişmiş bulunu- yor. Taşra ve köy halkı, son model otolara eğilim gösteriyor. Ancak Yunanistan, tarım ve balıkçılıkla geçinen bir ülke ol- maktan da cıkmış bulunuyor. Yunanistan riiçbir zaman bir sa- nayi ülkesi olamadı. Özellikle AT'ye tam üye olduktan sonra bütün kapılannı ithalata açtı, ama üretim yetersizliğinden ih- racat oranını dengeleyemedi. Tarım ve bahkçılıkla uğraşanla- rın sayısı giderek azalırken, ül- kenin en büyük gelir kaynakla- nndan biri olan turizmİe uğra- şanlann sayısı arttı. tthalat bü- roları mantar gibi her yerde bit- meye basladı. Bu arada Yunanistan'da bo- şanma oranı da oldukça yüksek. İstatistiklere göre 20'li yaşlann- da evlenenler daha çok boşanı- yor. Oysa 35'ten yukan yaşla- nnda evlenenlerin boşanma ora- gının daha az olduğu gözleni- yor. Büyük kentlerde çiftlerin çoğu tek çocukla yetiniyor. Taş- rada bu sayı ortalama ikiye çı- kıyorsa da, kentlerin toplam nü- fusunun taşra kentlerine oran- la daha fazla oluşu, nüfusun ay- nı oranda kalmasına neden olu- yor. Atlantu'dan Camide 6 Operadaki Hayalet' AHU ÖZYURT ATLANTA — Bakıyorsu- nuz, olür şey değil! Amerika'- nın güneyinde, tutuculuğu ile tanınan Georgia eyaletinin gö- beğinde, dev Amerikan gökde- lenlerinin arasına sıkışmış, Do- ğu çizgileri taşıyan bir bina. Bu 'Tac Mahal'vari kubbeler, bu Mimar Sinan işi revaklar, Top- kapı Sarayı'mn haremini andı- ran koridorlar... Bu ne biçim iş- tir diyorsunuz gözünüzü ayır- madan. Sonra, dönüp Atlanta- h dostunuza sonıyorsunuz. Gü- lümseyerek size cevap veriyor "Aslında cami olarak yapılmış- tı, şimdiki adi Fox Tiyatrosu." Açdışı 1929 borsa krizinin he- men sonrasına rastlayan, o za- tnanki adi ile Yaarab Tapınağı, bir süre Fox Sinemacılık, daha sonra da Paramount Pictures şirketlerince finanse edilmiş. Tapınak olarak inşa edildiğin- den, Islam, Arap ve Doğu mi- marisinin en güzel motifleri kul- lanümış. 1935'ten bu yana sine- ma ve tiyatro binası olarak kul- lanılan 'Muhteşem Fox' aynı za- manda 'Riizgar Gibi Geçti'nin de galasının yapıldığı yer. Iba- detten çok toplantı organizas- yonları için kullanılan Fox Ti- yatrosu'nun mimari projesi, Doğu dünyasının birçok başya- pıtından esinlenerek hazırlan- mış. Firavun Tutankamun'un mezarı, Süleymaniye Camii ve Elhamra Sarayı, bunlardan sa- dece birkaçı. Tiyatronun en büyük özelli- ği, herhalde her göreni etkileyen muhteşem tavanı. Siz koltuğu- nuza kurulup güzel bir gösteri için beklerken, ister istemez ba- şınızı kaldınp gökyüzüne bakı- yorsunuz. Evet, gerçekten gök- yüzu... Salonun tavanı derin bir mavüikte panldayan yıldızlar ve hareket eden (gerçekten hareket ediyorlar) bulutlarla dolu. Işık ve efektler, salonu 'Arap geceleri' havasına büründürü- yor. Büyük bir Arap çadın şek- ' linde yapılmış olan balkon kıs- mı ise, tam bir Binbir Gece Ma- sali atmosferi taşıyor. Dünyanın pek çok yerındeKi eski ve güzel binalann kaderi, The Fox'u da yakalamış. 1985 yılında ekonomik güçlükler ne- deniyle yıkılma tehlikesi yaşa- yan tiyatro, şehirli sanatsever- lerce başlatılan kampanya ile ayakta kalmayı başarmış. Şim- di ise en güzel devrini yaşıyor. Paris'ten Rimbaud'yu yıllarla aımtısamak MİNE G.SAULMER PARİS — Fransa'da kimse yeni doğan oğlan çocuklarına 'Artbur' adım vermiyor artık. Şovalyelik destanlarına konu olan Kral Arthur ve büyülü kı- hcı Excalibur'dan beri, biraz es- kidi Arthur adi. Oysa size öykü- sünü anlatmak istediğim Arthur başımızda kavak yelleri esen yıl- larda, yüzyılhk tahta sıraların korkusuna karışan bir sıkıntı yayardı içimize. Güneşe kapalı pencerelerın ardında baharı içi- mize hapseden biz, Arthur'un uyaklı uyaksız dizelerine otop- si yapardık. Arthur'un hece ve uyak he- saplannın ötesinde bir bütün ol- duğunu anlamak için o bisturi meraklısı eğiticilerden ve şiirle- rin kesilip biçildiği o tahta sıra- lardan epeyce uzaklaşmak ge- rekti. Ozan 'Artbur Rimbaud'yu ye- niden keşfetmek, epeyce zama nımı aldı kısacası. Bu yıl, Rimbaud'nun yüzün- cü ölum yıh. Fransız Kültür Ba- kanı Jack Lang, ozanvn anısına olağanustü incelikte bir kutlama başlattı. İncelik, kutlamanın adıyla başlıyor: Rimbaud yüla- n. Unlü ozarun anısını bir yıl ile kısıtlamak istememiş kültür ba- kanı. Yüzüncü ölüm yıldönü- münden öteye yaymış çağnş- tırmayı. Sonra oturmuş masasına Mösyö Lang, Rimbaud'nun 'Sonsuzluk' şiirini yaznuş bir ak kâğıt üstüne ve bir de mektup ekleyip şiire, başbakanı Micbel Rocard'a göndermiş; şöyle di- yor mektupta: "Bu şürsel mektuplaşma oyu- nuna katılmayı kabul ederseniz sa\ın başbakanım, sizden Rim- baud'nun bu ya da başka bir şii- rini kopya edip, iki dostunuza iletmeoizi rica ederiro..." Şimdi Başbakan Michel Ro- card oturacak masasırun önüne, hafifçe dilini dışarı çıkarıp bel- ki de, tıpkı parmaklarımn mü- rekkep lekesi olduğu yülardaki gibi, alacak kalemini ve Rimba- ud'nun iki şiirini geçirecek ak kâğıt üstüne, soyluluk gereği kendi elceğiziyle. Belki Miuerrand'a gönderir birini, birini de dışişleri bakanı- na verir. Maliye, iç işleri, sosyal yardım derken, Rimbaud'nun şiirleri önce devlet daireleri, sonra tüm yurttaşlara dağılır. Kimbilir? Bu tür mektuplaşma oyunla- n, tüm dünyada yaygın. Yıllar önce İstanbul'da tanıdığım bir mektup içeriğini, İspanyolca olarak bulduğumda BUbao'da- ki posta kutumda, şaşırnuştım. Mektupta, "Bu yazıyı yedi ayn kâgıda yazıp yedi ayn kişiye da- ğıtırsan havadan para kazana- caksın", deniyordu. Yazmaya- cak olursam başıma taş yağa- cak, olmadık dertlere çar- pılacaktım. Çok korkmuştum. Büyül ü mektubu hemen yandaki posta kutusuna aktarıp, sorumluluğu İspanyol komşularıma yıktım. Kimisi para derdinde bu dün- yada, kimısı Rimbaud düzeyin- de işte. Butün bunları ve dün- yayı iplemeyen asıl, Rimbaud'- nun ta kendisiydi. Fransızların 'öliimsüz serseri'si, nefret etti- ği okulda ve henüz on yaşında 'deha' ilan edilmişti. İlk kez 16 yaşında evden kaçarak ta Brük- sel'e gidip geldi ve savaşta bu- lunan Paris'te hapse atıldı. 17 yaşında, kendisinden bir sonra- ki yüzyıhn en modern şiirine adını kazımış bulunuyordu. Verlaine, bu inanılraaz delikan- lıya önce hayran, sonra âşık ol- du. Onun peşinden Londra'la- ra, Brüksel'lere gitti. Ve cehen- nem azabı haline gelen bu tut- kunun tepeye vurduğu bir gece, tabancayı çekip Rimbaud'yu yaralayacak kadar ileri götürdü işi. Rimbaud, yaşarru bir kafes gibi algılıyordu. Kendi kendisi- nin gölgesiyle kovalamaca oy- nayarak tüm Avrupa'yı dolaş- tı. Sonunda Hollanda ordusun- da lejyoner olarak Yakarta'ya gitti. Tabii oradan da kaçtı. 1891 yüında sağ bacağında bir kanser tumöruyle Fransa'ya donmek zorunda kaldığında, nasıl geçtiği kesinlikle bilinme- yen bir Habeşistan macerasın- dan geliyordu. Marsilya Hasta- nesi'nde bacağının kesilmesin- den birkaç ay sonra öldü. Tam 37 yasındaydı. Ama şiirde yap- tığı devrimi, zaten yinni yaşın- da tamamlamıstı. Rimbaud, şürsel bir düzyazı ve düzyazı gibi bir şiir ustasıy- dı. S A Y I N D O K T O R v e E C Z A C İ L A R I N D İ K K A T İ N E Mide - Duodenum Ülseri, Reflü Özofajit ve Zollinger-Ellison Sendromu Tedavisinde 20 mg Omeprazol Asit Pompası Inhibitörü 14 KAPSOLLOK AMBALAJLARDA TIP KULLANIMINA SUNULMUŞTUR. !§) İLTAŞ Aynntılı bilgi için: P. K.33 Levent - İstanbul / Tel: 175 07 00 (8 Hat) İLTAŞ A.Ş. ELGİNKAN TOPLULUĞU SAĞLIK GRUBU KURULUŞUDUR
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear