18 Haziran 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 18 MAKT 1991 Adalet Bakanı Hukukıı Aşındınyor Fona para toplayıp denetimsiz kullanmak istiyorlar. Denetimsiz harcama adalete felaket getirir. Böylece yürütme, yargıyı hepten ele geçirir. Fon gelirlerini doğrudan Adalet Bakanı kullanıyor. Millet adına hiçbir hesap sorulamıyor. Ve tartışma bu noktada düğümleniyor. Av. TURGUT KAZAN Istanbul Barosu Başkanı Ulkemiz insanı, bugüne kadar hep idarenin Danıştay kararlannı uygulamayışına tanık ol- du. Konu hukukumuzda çok tartışıldı. Yazı- lar yazıldı, toplantılar yapıİdı. ÖzeUikle yürüt- meyi durdurma kararlan, idarece savsaklanı- yoriiu. Acaba, bu fiili durum nasıl aşılmalıydı? 1980 öncesi, Türkiye Barolar Birliği, duru- mu protesto etmek için, bir günlük duruşma- lara girmeme kararı aldı. Karar coşkuyla uy- gulandı. Bütün mahkemeler -adeta- bu eyle- mi destekleyip selamladı. Ardmdan, Yargıtay 4. Ceza Dairesi, yürütmeyi durdurma kararı- nı uygulamama eylemini "suç" sayarak, Izmir Belediye Başkanı hakkında verilen beraat ka- rarını bozdu. Direnme üzerine, Ceza Genel Kurulu 25.9.1978 giinü (78/303 sayılı karar- la); anayasadaki "idare... mahkeme kararla- nnı değiştiremez ve yerine getirilmesini geciktiremez" kuralına yollama yaparak, "yü- rütmeyi durdurma kararına uyulup uyulma- ması yönünde bir takdir hakkı bulunmadığı- nı belirtip uymama eyleminin tartışmasız "suç" olacağım açıkladı İçtihadı birleştirme Sonra, çeşitli tazminat davalarında, değişik kararlar verüince, konu Yargıtay İçtihadı Bir- leştirme Genel Kurulu'na götürülerek, 22.10.1979 gtinlü içtihadı birleştirme kararıy- la sorun temelden çözüldü. Ve "yürütmenin durdurulması kararlannın yerine getirilmesin- de ihmal görülmesi(nin) veya ısrarla yerine ge- tirilme(mesinin) derece derece görevi savsak- lamak veya görevi kötüye kullanmak suçunu oluşturduğu" görüşü benimsendi. (78/7, 79/2 sayılı İBK) Hatta, YÎBGK "bir bakanın ya da diğer kamu görevlisinin yasal kuralları bilme- dikleri ileri sürülemez" diyerek, bu "bilerek aykırı davranışın kişisel kusur kabul edilecegini" belirtti. Yargı uymazsa Evet, hukuksal durum bu yolda aydınlığa kavuşmuş sanılırken, şimdi birdenbire yargı- nın Damştay kararlarına uyup uymayacağı tartışması başladı. Belki, inanılmaz bir şey bi- liyorum, ama Adalet Bakam Sayın Sungurlu sayesinde, bu inanılmazı yaşadığımızı itiraf ediyorum. Basılı evrak konusunda, Danıştay 10. Dairesi'nce verilen yürütmeyi durdurma kararının 17 günden beri adliyelerde uygulan- madığıru, Adalet Bakanı'nın bir yargı kararı- nı yok saydığını, denetimsiz kullanabileceği paramn 3-5 kuruş daha artması için, yargıyı ve hukuku aşındırdığıru, bir isyan duygusuy- la ilan ediyorum ve bu durumu halkımıza şi- kâyet ediyorum. Böylece, yargıdaki fon yarası yeni boyuüar kazanmış oluyor. Bilindiği gibi, adli sicil ka- yıtlarıyla dosya gömleklerinin fıyatları arttı- nlırken, basılı evrak da ücrete bağlanıp Artf Yüksel imzasıyla 17, M. Oltan Sungurlu im- zasıyla 19 sayılı genelgeler yayınlandı. Ayrı- ca, Türkiye'deki bütün başsavcılar "zata mahsus" yazılar yazarak "kaşemizi havi mat- bua dışında hiçbir evrakın kabul edilmemesi için" mahkemelere "ricalar" ulaştırıldı. Ve emir, demiri keser gibi, bu ricalar aynen uy- gulandı. 1.1.1991'den beri adliyelerde basılı ev- rak devlet zoruyla satılıyor. Fona para ödeme- yenlerin davaları kabul edilmiyor, alacakları tahsil edilmiyor!.. Daha başlangıçta, atılan adımın bir zorba- lık, soygun ve suç olduğunu belirtmeye çalış- tık. Sırf "para" için yargıyı böyle bir anlayışa bulastırma girişimini ayıpladık. Dava açılır- ken ve takip yapüırken, bu hizmetlere karşı- hk devletin harç aldığıru vurguladık. Kimse- nin basılı evrakı sağlayıp getirmek gibi bir bor- cu bulunmadığını, harç alan devletin hizrnet- le birlikte bunları hazır bulundurmak ve dol- durup yollamak zorunda olduğunu açıkladık. Üstelik, adalet hizmetiyle ilgili kâğjtları, silah, sigara ve alkollu içki gibi tekel rantıyla satan bir devlete dünyanm hiçbir yerinde rastlanma- dığını anlatük. Anayasa Mahkemesi'nin konuya ih'şkin ka- rarını, kamuoyunun bilgisine sunduk. Adalet BakanlığYna yolladık. Orada, basılı evrak için böyle bir uygulamanın yapılamayacağı belir- tiliyordu. İdare hukuku açısından Prof. Dr. Lütfü Duran ile Prof. Dr. ll Han Özay ve Dr. Pertev Bügen'den, medeni yargılama açısından Prof. Dr. Baki Kuru ile Prof. Dr. Saim Üs- tündağ'dan raporlar aldık. Hepsi genelgenin yasaya aykırı olduğunu açıklıyordu. Ama din- leyen olmadı. Adliye Teşkilatım Güçlendirme Fonu'na tatlı kaynak bulduk diyorlar, başka bir söz söylemiyorlardı. Yalnız fona akacak ge- lire bakıyorlardı. Ve sırf denetimsiz kullana- bilecekleri bu para için hukuku çiğniyorlar- dı, yasayı çiğniyorlardı, yargıyı çiğniyorlardı. Danıştay kararı Hemen belirtelim ki, bu sorun 1000 lira, 5000 lira sonınu değil. Buyursunlar yasa çı- karsınlar, belli ölçülerde "harç" olarak alsın- lar. Itirazımız yoktur. Ama, fona para topla- yıp denetimsiz kullanmak istiyorlar. Denetim- siz harcama adalete felaket getirir. Böylece yü- rütme, yargıyı hepten ele geçirir. Fon gelirle- rini doğrudan Adalet Bakam kullanıyor. Mil- let adına hiçbir hesap sorulamıyor. Ve tartış- ma bu noktada düğümleniyor. Biz, avukatlığm bir çözüm üretme sanatı ol- duğunu hep söyleyip durduk. Yaratılan bu fi- ili durumu mutlaka aşacağırruzı belirtip "hak- hyız kazanacağız" diye haykırdık. Tüm baro- lar bu yasa dışı uygulamaya karşı çıktı. Da- nıştay'da buluşuldu. Ve sonunda, Bursalı iki meslektaşımıza ait dosya üzerinden, hukuk- sal çözüme ulaşıldı. Danıştay 10. Dairesi, ya- saya açık aykınlık karşısında, bakanlık savun- masını beklemeden, 27.2.1991 günü yürütmeyi durdurma kararı verdi. TBB ve Istanbul Ba- rosu bu kararı bakanlığa duyurdu. Aynca, cumhuriyet başsavcıhklarma başvurular yapıl- dı. Yargıda Danıştay kararının uygulanmasım istiyorduk. Cumhuriyet başsavcüıklan bakan- lık "talimatı" gelmeden bir şey yapamayacak- lannı söylüyordu. Adalet Bakanlığı ise, Damş- tay kararını dinlemiyor, yalnızca fona akacak parayı düşünüyordu. Yürütmeyi durdurma ka- rarına karşın uygulama aynen sürdürülüyor- du. Yargı aşındınlıyor, hukuk aşındınlıyordu. Olayımızda 60 gün beklenecek bir durum yoktur. Damştay 1. Dairesi'nin 8.10.1987 gün ve 87/67-352 sayılı kararında belirtüdiği gibi, maddi koşullar yürütmeyi durdurma kararı- nın ivedilikle uygulanmasım gerektirecek ni- telikteydi. Ve böyle bir durumda, uygulamayı geciktirmek iyi niyet kurallarıyla bağdaşmaz- dı. İçtihadı birleştirme kararına göre açıkça suç işleniyordu. Ve bu suçu bizzat Adalet Ba- kanı işliyordu. Şimdilik, söz konusu uygulamayı kamuo- yuna şikâyetle yetiniyoruz. Damştay kararla- nnm yargı içinde uygulanmaması çok yeni bir durumdur ve bu durumun sürdürülmesi, dev- letin tahribi olur diyoruz. Ama, mutlaka ye- ni çözümler üreteceğimizi ve bu tahribatı ön- leyeceğimizi söylüyoruz. Aynca belirtelim ki, biz de adliyeler için yar- gıya yaraşır binalar istiyoruz, yargıç ve savcı- lar için dinlenme yerleri ve lojmanlar istiyo- ruz. Ama bu olanakların bağımsızlık ve gü- venceyle ve yargınm onuruyla bağdaşacak yöntemkr içinde yaratılmasını bekliyoruz. Ba- ğımsızlık ve güvence sağlanamadıktan sonra, yargı bir de bu yollarla kurulmuş binalarda otursa ne olur, oturmasa ne olur diyoruz. ARADABIR Prof. Dr. HÜSEYEV HATEMİ Cerrahpaşa TıpFak. Yüksek Öğretim ve Medeni CesaretAnkara Savaşı'ndan da önce (1402), henüz İstanbul fethe- dilmemişken, o dönemin başkenti olan Bursa'ya Doğu'dan gelen bir bilgin, Osmanlı medreselerinin ilk örneklerini gör- dükten sonra, şöyle demişti: "İlim güneşi bu ülkede batacak- tır, çünkü burada hukukun üstünlüğü ilkesine değil, körükö- rüne itaate öncelik verilmede!" Demek istediği, elbette bu- gün kullandığımız terimleri değil zamanın terimlerini kullan- mış olduğunu gözden uzak tutmamak koşuluyta aynen bu idi. Z.Velidî Togan'ın "Tarihte Usûl" adlı eserine bakılabilir. İstanbul fethedildikten sonra, Fatih döneminde, bilim gü- neşi bir an için buluttan sıyrılır gibi oldu. Yazık ki İkinci Ba- yezid döneminde Molla Lütfi gibi döneminin en seçkin bir bikjininin, kâfiıiik suçlaması ile ve "meslektaşlan"nın tezvirleri sonucunda boynunun vurulması ile tekrar tutuldu. Medre- selerin özerkliği yoktu. Bunların "vakıf" çerçevesinde kurul- duklanm söyleyerek göz boyamaya kalkışanlara karşı uyanık olmak gerekir Medreselerin temelinde genellikle "gayr-i sahil vakıf" niteliği vardı. Aslında devlet malı niteliğinde olan ta- şınmazlar ile Hazine'ye ait olan bazı gelirler tahsis edilerek "medrese" kuruluyor, bundan sonra, müderris atamaları üst düzey yöneticileri tarafından yaptlıyordu. Ne de olsa "medre- se"den yetişenler tam anlamı ile "kapıkulu" olamadıkların- dan, hiç degilse müderrisleri de atayabilen gerçek kapıkul- lannı yetiştirme ve eğitme görevi için medreselere güvenil- meyip aynca "Enderun Okullan" kuruluyordu. "Devşirme oğ- lanlar sünnet olduktan ve Müslüman adını aldıktan sonra oğ- lanın padişaha arzı üzerine güzel olanları saray için iç oğla- nı olarak ayrılır, geri kalanlar da acemi oğlanı adını alırdı." (Enderun Mektebi, Yrd. Doç. Dr. Ülker Akkutay, Ankara 1984, s. 46) İç oğlanlarına "mutlak ıtaat" öğretilirdi. (s. 65) Yöneti- ci kadrotarı bu gibi "yüksek okullar"dan geldiğinden ve "med- reseler"de doğabilimleri öğretimi de cöküntüye uğradığından, ileride "kadılık" bulamayıp "diplomalı işsiz" kalacaklarını se- zen "suhte"ier (softa), softa isyanlarına neden oluriardı. Ye- niçeriler de gelir dağılımından memnun olmadıkları ve göz- de ve seçkin kapıkullan arasına yükselemedikleri için yeni- çeri isyanlarına yol açariardı. Tanzımattan sonraki gelişim, üst düzey yöneticilerinin ye- tiştirilmesi görevini de "üniversite"ye verdi. Esasen böyle ol- ması gerekiyordu. İşte bugün yeni tasarı bu sistemi tekrar değiştirerek "Enderun Okulu" yöntemini yeniden getirmek istemektedir. Değişen sadece "mutlak itaat" isteme hakkı- nasahip olan "hanedan"dır. Çağdaş adlar altında kurulmak istenen "Enderun Okullan"ndan yetişenler, sermaye ve gü- cü elinde tutan oligarşi ya da tekeilere hizmet ve mutlak ita- at etmeleıi için yetiştirileceklerdir. Yüksek yöneticiler holding- lerin enderun okullannda yetişen "iç oğlanları" arasından seçilecek, "medrese" tipi üniversitelerden yetişen genç+eri- miz ise "diplomalı işsiz" olma tehlikesinden kurtulamayacak- lardır. "Vakıf ünivers'ite" ya da "özel statülü üniversite" adı altında canlandınlmak istenen yöntem, "Enderun okulu" yön- temidir. Bu arada, bu sisteme layık görülmeyen ve içlerinde İstanbul Üniversitesi gibi ülkemizin en eski üniversitesi bu- lunan üniversiteler ise eski medreselerden de daha itibar- sız bir "kqnum"a kayacaktır! Yeni tasarı ile yapılmak istenen, "Bezm-i Âlem Üniversitesi" vs kurmak değildir! Ana amaç, holdinglerin siparişlerine uygun sayıda ve nrtelikte olmak üze- re, kentler dışına sürülmüş "kampus"lardan derhal getirile- bilecek "vasıflı işçi" yetiştirmektir. Üstelik Enderun Okulu ve içoğlanı sistemi başarı ile çağa uygulanabılirse, sadece "is- yankâr softa" yetiştiren medreseleri kent dışındaki kampus- lara sürmek, bunların binalarını âleme ibret olsun diye bor- sa ya da otel yapmak yetişir, Enderun Okullannı ise doğru- dan doğruya zamanın padişahlarının eli altında, kent içinde bulundurmak münasip olur! "Sevgi ve adalet" değeri yerine "kör itaaf'i getirecek ka- dar tepkisiz bir toplum mu olduk, yoksa esasen böyle mi idik? Üniversiteleri bizden çok ileri düzeyde olan Almanya'da, bu soruların sorulması, hukuk devleti yönünde sağlıklı bir belir- ti sayılır. Nitekim sorulmaktadır da! Alman düşünürü ve bi- lim adamı Prof. Dr. Arthur Kaufmann "Bize yüzyıllar boyun- ça Düzen (Nizam-ı Âlem) Felsefesi ve Düzen (Nizam-ı Âlem) İlahiyatı öğretildi, devlet ve kilise yöneticilerine karşı itaatin en yüce erdem olduğu ve itaat edenin, emir aldığı konuda hiçbir sorumluluk taşımadığı düşüncesi kabul ettirildi" der ve O.V.Bismarck'ın, 19. yüzyılın ünlü Alman devlet adamının şu sözünü aktarır: "Savaş alanında cesaret bizde herkeste görülebilen bir ortak özelliktir. Fakat çok muteber ve tanın- mış kişilerin medeni cesarerten yoksun oldukları da az gö- rülen bir durum değildir." (Kaufmann, ARSP, 76, 1991, s. 15) 19. yüzyıl Alman toplumu için aktarılan bu gözlem, aynı yüz- yıl Türk toplumu için de doğrudur. Ne var ki yirminci yüzyıl sonunda Alman toplumunda durum değişmeye başlarken Tûrktoplumunda "sorumlu ve namuslu bilim adamı" yerine "holdinglerin ak ağası ve iç oğlanı" tipi geçirilmek istenmek- tedir. Yine Almanya'da "homo oeconomicus" (iktisadi çıka- nna göre davranan insan) tipi ve ölçüsünün özgür hukuk dü- şüncesi ile bağdaşmadığı gibi gerçekler açıkça ve cesaretle tartışılabilirken, bizde gitgide "ar yılı değil kâr yılı!" ve dola- yısı ile "salla başını al maaşını!" ilkeleri en yüce davranış il- (Arkası 17. Sayfada) 1986 YILI VE 86/10911 SAYIU BAKANLAR KURULU KARARINA GORE SİGARA SAĞUĞA ZARARLIDIR. İLAN T.C ANKARA 19. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NDEN Esas: 1990/272 Davacı Ayşegül Iner vekili Av. Erol Ulutan tarafından davalı Tay- fun lner aleyMne açılan boşanma davasınm yapılan duruşması sıra- sında: Davalı Tayfun tner'in adresi meçhul olduğundan ilanen tebügat ya- pılmasına karar verilmiştir. Karar geregince duruşmanın muallak bulunduğu 30.4.1991 salı gü- nü saat 10.00'a bırakıldığından duruşmaya bizzat gelmeniz veya bir vekille temsil etmeniz, gelmediğiniz takdirde HUMK'mn 213 ve 337. maddeleri gereğince yokluğunda hüküm verileceği tebligat yerine kaim olmak uzere ilan olunur. İLAN GÜLNAR ASLİYE HUKUK HÂKİMLİĞİ'NDEN Davacı Gülnar Mal Müdürlüğu tarafından davalılar Hulusi Türay vs. aleyhlerine açılan tescil davasının yapılan açık duruşması sırasında: Davalılardan Mustafa Doğanay ve Suleyman Seyfi Kandemir'in adresleri bütün aramalara rağmen bulunamamış ve adresleri de tes- pit edilememiş olduğundan adı geçen bu davalıların Gulnar Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1986/468 esas sayılı ve 7.5.1991 gunü saat 9.15'teki duruşmaya icabet etmeleri veya kendılerini temsilen bir ve- kil göndermeleri H.U.M.K.'nin 509. maddesi gereğince tebugat ye- rine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur. Basın: 46157 OKUKLARA. KONKORDATO İLANI T.C. ERZURUM TETKİK MERCİİ HÂKİMLİĞİ 1991/52 Davacı Kemal Selimoğlu vekili mahkememizden iki aylık konkor- dato mühleti talep etmiştir. Bu şahıstan alacaklı olanların varsa itirazlarım ilanın yayın tarihin- den itibaren duruşma gtinü olan 25.3.1991 gününden önce hâkimli- ğimize dilekçe ile bildirmeleri ilan olunur. 22.2.1991 Basın: 46154 İLAN T.C. ÇATALÇA SULH CEZA HÂKİMLİĞİ Sayı: 1990/1 es. 1990/176 Ka. 8.4.1989 tarihinde 3167 sayılı yasaya muhalefet suçundan sanık 1b- rahim Aygun hakkında yapılan yargılama sonunda, sanık hakkında mahkememizden verilen 11.4.1990 tanhli kararla sanığın 3167 sayılı yasanın 13/1 maddesi uyarınca takdiren 60.000.- TL. ağır para ce- zası ile cezalandınlmasına, TCK'nın 119. maddesi gereğince 1/2 ora- nında antırılarak 90.000.- TL. ağır para cezası ile cezalandınlmasına karar verilmiş olduğu ilan olunur! Basın: 21864 OKAY GÖNENStJS Şaşırtıcı Olan Nedir? S iyasal güç sahipleriyle basının ilişkisi hep sıkıntılı olmuştur. Bu ilişkilerin niteliği de her dönemin, her ülkenin koşullarında tartışıimıştır. Gazeteci ile güçlü politikacı ilişkisinin ilginç bir örneği de Gaulle ile Le Monde'un kurucusu ve 25 yıllık yöneticisi Hubert Beuve-Mâry arasındaki ///ş/c/d/7: SÜ ilişki üstüne geniş bir inceleme yayımlamış olan bir Fransız gazetecinin deyişiyle Le Monde kuruluşunda De Gaullecüdür, sonra bir süre vazgeçmiş, sonra yeniden de Gauilecü olmuştur. Bu 25 yıllık süre içinde gazetenin başında hep aynı kişi, Beuve-Mery vardır. Ve tüm sanılanın tersine bu iki insan, güçlü politikacı ile etkili gazeteci 25 yıl boyunca yalnız iki kez görüşme yapmışlardır. Birinci görûşme Le Monde'un kuruluş günlerindedir, ikinci görüşme ise 73 yıl sonra 1958'de. Bu ikinci , görüşmenin içeriği tarihsel bir derstir: "De Gaulle: Ah, Le Monde!.. Yeteneği, başarıyı, tirajı görüyorum. Okunuyor. Ben de okuyorum ve çok eğleniyorum. Ne çok şey biliyorsunuz... Çok eğlendiriyor gazeteler... Beuve-Mâry: Sayın Generalim, bildiğiniz bunca güçlükle bu gazeteyi çıkarmaktaki amacımız pek bu değil, ama sonuçta Fransa krallannın soytanları vardı, onları eğlendirerek hizmet ederlerdi..." Bu diyalog böyle uzar gider... Aynı 25 yıl içinde de Gaulle'ün bir tek basın toplantısına gider Beuve-Mâry "nasıl olduğunu görmek için" ve nedenini şöyle açıklar: "Senaryo belli, ben de ne işsiz güçsüzüm ne taraftar ne de muhalif... Benim için ne söylediği önemli..." Washington Posfun geleneğinde de "haberin gücü" "politik gücün" karşısına koyulur. Gazeteyi 25 yıl yöneten Ben Bradlee net bir ayrım yapar: "Ulusun ve toplumun çıkarına en büyük hizmet, haberlerin mümkûn olan en geniş kesime yayılmasıdır. Bir memurun ya da politikacının söylediği de her zaman ulusal çıkarların yararına değildir!' Güç merkezlerinin ortasında kendi gücünü "gerçekten" alan gazeteci şöyle ya da böyle etkilenir. Değişik etkiler altındaki gazetecinin durumunu 72 yıl önce Alman düşünür Max Weber güç ulaşılır bir açıklıkla şöyle anlatıyordu: "İnsanların çoğu bilmezler ki gerçekten iyi bir gazetecilik yapıtı en azından, herhangi bir entelektüel yapıtın gerektirdiği kadar zekâ gerektirir; sık sık unutulur, bu yapıt talimatla ve anında üretilir: bu yapıta, diğer entelektüellerden tümüyle farklı koşullar içinde hızlı bir etkinllk kazandırmak gerekir. Gazetecinin sorumluluğunun bilimadamından çok daha büyük olduğu ve her saygın gazetecinin sorumluluk duygusunun hertıangi bir başka aydından hiç de az olmadığı pek ender göz önüne alınır (...) Dünyanm güçlülerinin salonlanna, görünürde bir eşitlik içinde girip çıkmak, sizden çekinildiği için sık sık övgülere boğulmak ve de aynı zamanda kapıdan çıktığınız anda, evin sahibinin diğer konuklanna dönerek "basından veletlerle" ilişkisini gerekçelemeye çalışacağının bilincinde olmak hiç de küçük 2 bir iş değildir. Piyasanm talep ettiği bütün, v sorunlar hakkında ve yaşamın bütün ~' %rr ! yanlarına ilişkin görüşleri hızla ve inançla ortaya getirmek zorunda olmak, bunu yaparken yavanlığa düşmemek de küçük bir iş değildir. Bu koşullar içinde şaşırtıcı olan çok sayıda gazetecinin yoldan çıkması ya da insan olarak "düşmesi" değildir; asıl şaşırtıcı olan, bütün bu güçlüklere rağmen gerçek değere sahip çok sayıda gazetecinin bulunması ve bilgisizlerin sandığından çok . daha fazla dürüst gazeteci bulunmasıdır" (Bilimadamı ve Siyaset, 1919) Aydın Caner'ln kitabı: "İÇERDEN ve DIŞARDAN" Önsözfinâ İLHA.\ SELÇUK EMİN ÇÖLAŞAN yazdı • /. SELÇUK: "Türkiyemizin nasıl çağ at- tedığını anlamak için bu kitabı okumalı. Ûkemi- zin birinci yûzü televizyondadır. İkinci yüzünü seyretmek isteyenlere işte bir belgesel." *** • £. ÇÖLAŞAN: İçerden ve Dışardan'ı okuduğunuz zaman, ismi bilinmeyen bir ga- zetecinin son derece güzel ve akıcı üslubuna tanık olacaksınız." Ödemeli isteme adresi: Ufuk Yayınevi Reşatbey Mah. Türkkuşu Cod. Naşal Apt. -Adana KEPSUT İCRA MÜDÜRLÜĞÜ'NDEN İLANEN TEBLİĞ Dosya No : Alacaklının adı soyadı : Vekili : Borçlu : 1990/469 Es. Yakup Eyiol, Mahkeme Mah. Kepsnt Btsri Guvengir dava (akipçisi - Kepsot Aziz Ergenç, Hakkı oglu, Fatmadan olma, Armutlu köyıi KEPSUT Borçmiktan: 3.589.000.- TL. oın 1.10.1990 tarihinden itibaren yasal faizi icra masraflan ile birlikte ödenilmesi Takibla Müstaidi : Senetsiz (Elden verilen para kârşılıgı alacak) Borçlu hakkında yapılan icra takibinde odeme emri tebliğ edile- memiş, borçlu adresi de tespit edilemediğinden ör. 49 nolu ödeme emrinin ilanen tebliğine lcarar verilmiştir. Yukanda yazıh borçu ve masraflarını ödeme emrinin ilanın tari- hinden itibaren 20 gün içinde ödemeniz, borcun tamamına veya bir kısmına itirazınız varsa yine bu 20 gun içinde icra dairesine müra- catla itirazımzı aynca ve açıkça bildirmeniz, yine aynı müddet için- de tc. H. K.nun 74. maddesi gereğince mal beyanında bulunmanız, aksi taktirde mal beyanında bulunmaz veya hakikate aykırı beyanda bulunursanız hapisle cezalandınlacağınız, borç ödenmez veya itiraz edilmezse cebir icraya devam edilecegı ilanen tebliğ ve ihtar olunur. 8.3.1991
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear