23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 24 TEMMUZ 1990 Lozan'ın Yeniden Düşündiirdükleri. 1990'lann Türkiyesi'nde Sevr Antlaşması'nı yeniden gündeme getirmek isteyen iç ve dış çevreler olduğu göz önüne alınırsa; Lozan Barış Antlaşması'mn imzalanmış olduğu 24 temmuzu biraz daha özenle anımsamanın gerektiği anlaşılır. Gerçekten Lozan hangi koşullar altında ve hangi beklentilerin ışığı altmda imzalanmıştır. Prof. Dr. TOKTAMIŞ ATEŞ 1990'lann Tûrkîyesi'nde, bundan 67 yıl önce Lozan Banş Antlaşması'nın imzalanmasıyla, tarihin çöplüğüne atılmış bulunan Sevr Antiaş- ması'nı yeniden gündeme getirmek isteyen iç ve dış çevreler olduğu göz önüne alınırsa; Lozan Banş Antlaşması'nın imzalanmış olduğu 24 temmuzu biraz daha özenle anımsamanın ge- rektiği anlaşılır. Gerçekten Lozan hangi koşul- lar altında ve hangi beklentilerin ışığı altında imzalanmıştır... Mrtanya Mötarekesi mn. 15 Ekim 1922de yürûrlüğe girmesiyle, savaş durumu sona er- miştir. Ancak banşa giden çok engebeli, zah- metli ve uzun bir yolun daha aşılması gerek- mektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ve hükümetı'nin, daha imzalandığı gün, "tanıma dıklannı" açıkladığı Sevr Antlaşması, artık ge- çerli degjldır, ama bunun yerini alacak bir ant- laşmanın imzalanması için çok çetin bir savaşım yapılması beklenmektedir. Değerli bir diplomat olan Yusaf Kemai Ten- girşenk istifa etmiş ve onun yerine Dışişleri Ba- kanlığı'na lsroet Paşa getirilmişür. Zaten ne denlı çetin bir "mazakereci" olduğunu Mndanya görûşmeleri sırasındaki inadıyla da ispat etmiş olan Ismet Paşa, tam Mustafa Kemal'in istedi- ğı yapıdadır: Kararlı, inanclı, inatçı ve yap»ci. Zaten daha üniformalanna sinen banıt kokusu çıkmadan; bir askerin, bir cephe komutanının başdelege olarak seçilmesinin mantığında ya- tan da bu beklentidir. Banş görüşmelerine Ankara hükûmeünin ya- nı sıra, fstanbul hükümetini de çağıran tngilte- re, Ankara'ya saltanata son verebilmek için aradığı fırsatı sağlamış ve hilafetle saltanat bir- birinden aynlarak, saltanata son verilmişti. In- giltere her iki hükümeti de banş görüşmelerine çağırarak Ankara'yı zayıf düşürmek isterken, kendi oyununa gelmiş ve Ankara'yı çok daha güclü bir konuma sokmuştu. flk çağnda banş görüşmelennin 13 Kasun 1922'de başlayacağı bildirilmişti. Ismet Paşa başkanlığındakı Türk delegasyonu da buna uy- gun olarak 11 Kasun 1922'de Lozan'a gelmişti. Ancak Türk delegasyonu Lozan'a geldiğı gün, konferansın açıhşının bir hafta ertelendiğini öğrendi. Ankara'ya haber verilmeden yapılan bu erteleme, Avrupalı güçlerin bir alışkanlık haline getirmiş olduklan ve son yüzyılda çok örnekleri görülen saygısızlıklannın yeni bir göstergesiydi. Ancak bu kez Türkiye'yi temsi} etmek üzere gelen delegeler, Osmanlı'nın eski delegelerinden çok farklıydılar. Müttefıklere karşı kesin ve tartışılmaz bir eşitlik duygusuyla masaya oturmak istiyorlardı. ödûnsûz tavrımız Gerçekten daha konferans çalışmalan başla- madan önce; Türk delegasyonuyla müttefikler arasında uzlaşması çok güç iki ayn görüş orta- ya çıkmıştı. tngiltere ve Yunanistan (öbür müt- tefıkleriyle birlikte) bu konferansın 1. Dünya Savaşı'na son veren bir konferans olacağmı dü- şünüyor ve kendilerini bu savaşın "yenen' tarafı olarak görmek ve bu duyguyla masaya otur- mak istiyorlardı. Onlann gözünde Ankara tem- sücileri "yenilen" tarafın temsilcileriydi. Buna karşüık Türk delegasyonu, son derece güç ko- şullar altında yürütmüş olduklan ulusal bağım- sızlık savaşlanndaki zaferlerinin gurur ve he- yecanı içindeydi ve kendilerini "yenen" taraf olarak görüyorlardı. Bir konferans masasında ancak yenilenlere yapılabilecek muamelelere hiç hazır olmadıklan gibı, tam tersine, daha birkaç ay önce peşlerine düşüp kovaladıklan bir ordunun dıplomatlannın tutumlannı anla- makta zorlanıyorlardı. Görüşlerin aynldığı ikinci nokta, taraflann "eşitliği" noktası idi. Türk delegasyonu, konfe- ransta tam bir eşitlik istemekteydi. Haarhklar sırasında fazla bir katkıda bulunamamıştı. Fa- kat artık konferans çalışmaya başladıktan son- ra, ikinci planda kalmaya ve konferansın işle- mesi konusunda lngiltere'nın alacağı kararlara körü körüne uymaya razı değildi. Zaten daha ilk günün programında bu konu su üzerine çık- tı ve "bu Türklerin," Avrupalüann alışrrnş ol- duklan eski Türklerden çok farkh olduğu gö- rüldü. Gerçekten, yapılan programa göre; açılış toplantısında Isviçre Devlet Başkanı Ha- ab bir konuşma yapacak ve konferans adına Lord Gürzon bunu yanıtlayacaktı. Daha sonra görüşmelere devam etmek ûzere, açılış toplantı- sı dağılacaktı. Ismet Paşa bu programa itiraz etti. Bu konferansta "Biz de tarafız" diye, Lord Gürzon'dan sonra konuşmak ıstediğini bildir- di. Bunun mümkün olmadığı kendisine söyle- nince. "...O zaman Lord Gürzon da konuşma- sın" diyerek tavnnı ortaya koydu. Konferans daha açılmadan tehlikeye giriyordu. Sonunda Ismet Paşa'nın kuşkusuz son derece haklı olan istemi (talebi) kabul edildi ve tsviçre Devlet Başkanı ve Lord Gürzon'dan sonra Ismet Paşa da bir konuşma yaparak Türk halkının son yıl- larda çektiği sıkıntılan ve onurlu bir banşa olan özlemini dile getirdi. Lozan banş görüşmelerinde, Boğazlar soru- nunun büyük tarüşmalara yol açacağı sanıh- yordu. Ama umulanın tersine, Türkiye bu ko- nuda oldukça yumuşak davrandı ve Boğazlann silahtan anndınlmasını ve uluslararası bir ko- misyonun denetimini kabul etti. Türkiye'nin bu yumuşak tavnnın çok sayıda nedeni vardı. Ancak bunlardan en önemlilerinden biri, Os- manlı borçlan görüşülûrken Fransa karşısında Ingıltere'nin desteğini sağlamak idi. Zaten ay- nı şekilde Doğu, Güneydoğu sınırlan. Kıbns, adalar vb. konularda da bir sorun çıkmadı. Musul meselesi konferans sonrasına bırakıldı. Yunanistan"dan istenen savaş tazminatı ve karşılıklı göç meselesi de bir anlamda çözüm- lendi. Ismet Paşa'yı durduramadılar! Ancak Osmanlı borçlan ve kapitülasyonlar sorunu gündeme geldiğı zaman konferans tam bir açmaza girdi. Müttefikler eski alışkanlıklannın bir devamı olarak 3 Şubat 1923'te bir metin hazırlayarak bunu bir tür iiltimatoaı havasında tsmet Pa- şa'ya verdiler. Türk delegasyonu da buna karşı bir başka metin hazırladı. Ancak tngiltere bu teklifı reddetti. Lord Gürzon, Londra'ya döne- ceğinden ve savaş durumunun başlayabilece- ğinden söz ediyordu. tsmet Paşa ise tren biletle- rini çoktan almıştı. "Türk ulusal egemenhğine karşı hiçbir koşulu kabul edemem" diyen tsmet Paşa, Ankara'nın da destek ve direktifleri ile hiçbir ödüne yanaş- mıyordu. Ve bütün arabuluculuk çabalanna ve treninin kalkmasının birkaç kez ertelenmesine karşılık anlaşma sağlanamadı. Bir gazeteci ts- met Paşa'ya durumu sorduğu zaman şu yanıü alıyordu: "Ne olacak, hiç. Esaret ahına girmeyi kabul etmedik." tsmet Paşa Lozan'dan aynknadan önce vap- tığı basın toplantısında da şunlan söylüyorau: ?.Sadece evet veya hayir demek kolaydv. Fakat birçok masom insanın kanı, mületierin mukadde- ratı söz konusu olduğu böyle bir zamanda, işl böyle kolaya abnak kabil midir? tnsanların mn- kadderatı oyuncak mıdır? Ben bûtün konferans- ta bu mesuliyetin yükü altında çalıştım. Şimdi hadiseler bakkında tankâm vermeyi, mületierin vicdanma btrakıyoram... Bötön fedakârbklan yaptun. Her şeyi kabul ettim. Fakat memkketi- mio iktisadi esaretini reddederim..." Durumu, tktisat Kongresi nedeniyle geldiğı tzmir'de öğrenen Mustafa Kemal de bu konu- da şunlan söylüyordu: "Efendifcr! Bu roeroleketi esirler ülkesi yapmayız... Bütün millet ve cihan bibin ki; en nihayet ve en nihayet bu miUet tam kriklalinin temin ediidigini gönnedikçe, yflrüme- ye basladığı yoMa bir an bik aurmayacaktır..." Kesilmiş olan görüşmeler, daha sonra, ni- sanda kaldığı yerden yeniden başlayacak ve Türkiye Cumhuriyeti her türlü ekonomik ba- ğırnUUktan kurtanlmış bir zemin üzerinde, 29 Ekim 1923'te kurulduğu zaman, bunun teme- linde 24 Tenunuz 1923 tarihli Lozan Banş Ant- laşması olacaktır. Lord Gürzon'un Inönü'ye soyledikleri... Çok sonralan, 15 Eylül 1960'ta Ankara Üni- versitesi'nde yapügı bir konuşmada tsmet Pa- şa şunlan söylemektedir: "Orada bir akşam, ln- giliz delegesi Lord Gürzon bana şöyle dedi: Aylardan beri müzakere ediyoruz. Arzu ettikle- rimizin hiçbirini alamıyoruz. Memnun değiliz sizden. Ama ne reddederseniz cebimize atıyo- ruz. Cebimizde sakhyoruz. Yann geleceksiniz. Metnleketiniz haraptır. Bunlan tamir etmek için, kalkınmak için yardım isteyeceksiniz. O zaman bu cebime koyduklanmdan her birini birer birerçıkanp size vereceğim... Ben cevap verdim: Çok emekle bu sonuca varmışızdır. Şartlanmız millete göre hakhdır. Bunlan ne olursa olsun alacağız. Siz şimdi ve- rin. Sonra gelirsek, istediğinizi yapın." Aradan neredeyse yetmiş yıl geçtikten sonra, "Acaba Lord Gürzon'un cebinde bir şey kaldı mı?" diye düşünüyor insan. Yabancı bankala- nn Türkiye'de şube açmalannı ekonomik ba- şannın bir göstergesi olarak değerlendiren zih- niyetin, sırtında kırk milyar dolar dış borçla dünya iktisadi sistemine uyum sağladığını (en- tegre oldugunu) sanan ekonomi anlayışının o günlere ve o heyecana ne kadar uzak ve yaban- cı oldugunu düşünüyorum. tnsanı insan yapan tüm güzelliklerinden soyutlayarak; duygulan- nı, onurunu, erdemini. gururunu ikinci plana itip nereye vanlmak ıstendiğı düşünüldüğünde, büyük bir korkuyla sarsılmamak mümkün de- ğil. Ancak 1920'lerin çok yetersiz koşullan içinde verilen kavgalann düşünülmesi ve van- lan sonuçlann bugün bile duyulan sevinci, insa- nın içini özlem ve umutla doldunıyor. HESAPLAŞMA BURHAN ARPAD "Gecekonda"lar İstanbul'u!Gecekondu sözü ya da deyimi, İkinci Dünya Savaşı sonlarına doğru duyulmaya başladı. Basında gecekondu röportajları, ya- zıları sık sık yer alıyordu. Gecekondu bir olaydı. ilginçti. Adı çok ilginçti. Bir gecede çatısı örtülen ve derme çatma yapıda Türk bayrağı da dalgalanıyordu. İlgililerin eli kolu bağlıydı. 1945'li yıllardı. Savaş başladığında korkup Anadolu'ya göç et- miş olanlar İstanbul'a dönememekteydi. Fakat gecekonduculu- ğu oluşturan başlıca etken taşı toprağı allın' bildikleri istanbul^ da ekmek parası bulabilmek umuduydu. Marşal yardımı yuttur- macasıylaTürkiye'ye giren binlerce traktöf, on binlerce ırgatı iş- stz bırakmıştı. Başlangıçta yavaştan başlamış olan akın, sonra sonra hızlanmıştı. istanbul'a getenlerin hemen hepsi bir süre sı- kıntı çekse de iş bulabiliyorlardı. Önceleri 'her işi yaparım' diye aylak aylak dolaştıktan sonra bir yere temelli kapılanıyoriardı. Hiç- bir iş bulamayanlar da 'işportacılık'tan geçiniyordu. Durumlar pek fena değildi, amaşu konut sorunu olmasaydı! Bekâr olanları ki- mi han odalarında sekiz on kişi yatacak yer bulabiliyordu. Fakat evli ve çocuklu olanlar ne yapacaklannı bilemiyorlardı! Sonun- da çözüm bulundu. Uygulama şöyleydi: Boş bir toprak parçası- nı gözlerine kestirdikten sonra işlem başlıyordu. Eşin, dostun yardımıyla kazı işi, sonra temel ve dört duvar, müthiş bir çabuk- lukla yükseliyor, çatı örtülüyordu. Bayrak da dalgalanınca konut bitmiş oluyordu. İstanbul'u çepçevre saran bomboş topraklar ne güne duruyordu! Üstelik çevrede pek çok işyeri, fabrika ve atöl- yede çalışan binlerce emekçı konut sıkıntısı çekiyordu. Ellerine geçen üç buçuk kuruşu ev kirası canavarı yutuyordu. İlk kazmayı kim vurdu ve çatıya Tûrk bayrağtnı kim dalgalan- dırdı, bilmiyorum. Ne var ki önceleri ağır ve ürkek oluşan gece- konduculuk sonra birden hızlandı. Şehir dışı fabrikalarda çalı- şan on binlerce emekçi kazmalara sarıldı ve candarma engel- lemesine, gebe kadınların çocuk düşürmesine karşın gelişti; ge- cekonduculuk oldu bittısi durmadı, durdurulamadı. Gecekonduculuk, Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950 günü ülke yönetimıni ele aldıktan sonra iyice hızlandı, yaygınlaştı ve İstan- bul'un en güzel semtlerine. Boğaz'da Anadolu yakasına, hatta Adalara sıçradı. Ağzı kalabalık kimileri basın toplantıları yapıp dernekler kurdular. Sorunu çözeceklerini ileri sürüyorlar, sesle- ri kısılıncaya kadar konuşuyorlardı. Gecekonduculuk hemen bü- tün partilerin konusu olmuştu. Yönetimi elinde tutan Demokrat Parti, muhalefeti olarak Cumhuriyet Halk Partisi de bu konuda btrleşiyorlardı Yasalara ve imar planlarına yüzde beş yüz ters durumda bütün gecekondulara 'gecekondu tapusu' verilecektt. Bunu seçimlere kadar yetiştiremezlerse ilerde tapuyla değiştir- mek üzere tapu belgesi verilecekti. Gecekonducutuk özellikle büyük şehirlerde politikacıların cankurtaran simidi oluvermişti!.. Gecekonducuiuk, Güney İtalya'da ve Latin Amerika'da vardı. Ne var ki oralarda Favela diye adlandırılan zavallı kulübecikle- rin bizim birkaç katlı apartman gecekondu yapılarıyla en ufak bir benzerliği yok! Hurda otomobillerden arta kalmış parçaları, şuradan buradan ele geçmiş tahta parçalarının üst üste, yan ya- na, o yapı karikatürü zavallı yapılarla hiçbir benzerliği yok. İstanbul'da gecekonduculuk öylesine alıp yürüdü ki Boğaz ya- maçlarmda gecekondu villalar göze batryor. görûnümü bozuyor- du. Balta Limanı, Tarabya sırtları, Yeniköy, Sarıyer tepeleri ge- cekondularla silme kaplıl Bu güzelim doğa parçalannı, silah bas- kısıyla ele geçirip adını taşıyan gecekonduyla yaptp satan maf- ya babaları var. Üstelik İstanbul Belediyesi'nin Boğaziçi İmar Mü- dürlüğü var! Hem de o mafya mahallesı bitişiğinde! Neden ol- masın! Burası İstanbul, yetkililer öğünedursun, İstanbul'da yaşayanların sayısı dokuz milyonu buldu, diye! Sayın Ozal'ın baş- bakanlığı sırasına yurttaşa "yapınıza birkaç kat daha çıkarsınız ve muteahhıde satarak gelırinizı sağlarsınız" diye seslenme- miş miydi? Büyükdere Caddesi'nin iki yanında yükselen bunca fabrika topraklarının —Hazine malı!— üç beş holding ağasınca gasp; zorla ele geçirildiğini bilmeyen var mı? Oysa bütün bun- lar kolayca önlenirdi, iki satırlık bir yasa ile! Yapılacak fabrika, atölye ve benzeri işyerine kesin bir yükümlülük getirerek: Fabri- kada çalışacaklar sayısında lojman yapımı, olmayanlara ruhsat verilmezdi! Biliyorum sürüyle karşı görüş ileri sürülecektır! Ah şu kör ola- sı çıkarcılık! tç Göç ve Maddi Temerküz Avrupalılar köylerden şehirlere akını temerküze giderek önlemişler. Nedir maddi temerküz? Özet olarak, göç edenleri bütün maddi güç ve olanakları ile merkezi bir yerde toplayıp orada yerleştirmektir. NAHİT SAÇLIOĞLU Anayasa Mahkemesi Em. Üyesi T.C. KULTUR BAKANLlC! TURK VE ISLAM ESERLERİ MÜZESİ B A. NACİ L K A N İSLİMYELİ Türkiye'mizde iç göç normal temposunu şa- şınp tehlikeli görüntüler vermeye başladı. Cumhuriyet'te kısa süre önce Refık Durbaş'- ın 'Küçülen Kentler" başlıklı yazı dizisini oku- yan ve tstanbul'un su faciasını 'Hodri Meydan' da izleyen her yurtseverin kafasını sanırım üzu- cü düşünceler kaplamıştır. Sn. llhan Selçuk'un 2.5.1990gunlü yazısın- da verdiği 'Kars - Acele saiıhk şehir', 'Artvın kendinden kaçıyor', 'Kasıamonu kiralık', "Bi- leeik eski günlerini anyor', 'Kırklareli'den gi- den gelmiyor' vb. gibi başlıklar bir felaket ha- beıcisi gibi durumun vahametini anlatma>a ye- tecek niteliktedir. Bu durumda avdınlarımıza düşen göre\, ola- ya çare aramak, çaı c diye gördüklerini kamu- oyuna ve Türkiye için geçetsiz bir ekonomik felsefenin en bozuk modelinı ısrarla uyj>ulaya- rak ülkeyi bugünkü acıklı durunıa duşuren si- yasi iktidarlara anlatmaya çalışmakı-.' Göçü önleme yolu Göçu önlemenin sağlıklı ve etkili yolu, kuş- kusuz nedenlerini ortadan kaldırmaktır. Ne var ki Türkiye gibi çeşitli tarihsel ve sosyal çalkan- tılann içinden geçmiş ve geçmekte olan bir coğ- rafya parçasında yaşayan insanların tumunu uzun süre yerlerinde tuıabılmek de kolay değil- dir. BugünTürkiye'de göçün nedenlerini ekono- mik, sosyal ve politik etkenler diye özetleyebi- liriz. Ancak bunlan aynmılanna girmeden bi- raz somutlaştırmaya kalkarsak karşımıza, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da ya- sal olmayan yollarla 20-30 çocuk edinmekten doğan ve ülkede nufus artış dengesini bozan şa- şırtıcı bir nüfus patlaması; mülkiyeti, intikali, dağılım, bakım vereformuileönemli bir top- rak sorunu; azdırılmış bir enfla-yon; yeterli su- numu (arz'ı) sağlayacak bir üretim yapmadan istem'i (talebi) şiddetlendiren ve israfçı bir tu- ketim politikası; kimi bolgelerde asayişsizlik- ler; insanlanmızın dahaiyi bir yasam, e|inm, sağlık olanakları ile ve iş güvenliği arayışı vb. gibi çözüm bekleyen her biri obüriınden iri bir surü sorun ve olaylar çıkar. Zor da olsa bunlann hiçbiri çözümleneme- yecek sorunlar değildir. Yeter ki uzerlerine iyi hazırlanmış planlar çerçevesinde ciddiyet, ka- rarlılık ve bilinçle gıdilsin. Bir bölümü uzmanlığımızı aşan bu konula- rı yazımızda ışleyecek değiliz. Olayların içimizi sızlatması karşısında Batı'da geçmişte u> gula- nıp olumlu sonuçlar alındığını duyageldiğimiz bir yöntemi "maddi ıemerküz"u onereceğiz. Kuşkusuz aydınlarımızdan daha iyi öneriler bekleyerek... Yıl: 1933-1934. MersinOrtaokulu'ndason sınıf öğrencısıvim. Tanh oğretmenimiz rah- metlı Maasur Bozdoğan, sanayileşmehareket- lerinı anlaurken bunun koylulerın şehirlere goçmesine >ol açuğıııı. aoçenlerin Paris, Ro- ma, Berlinvb. gibi A\rupa"nınenguzelşehir- lerinın etrafında biçimsiz, sağlıksız yerleşim alanları oluşturarak bu şehirlerin yaşam ve gü- zellikleri ile birlikte her şeyini tehdit etmeye baş- ladıklarını, Avrupa'nm bu belayi maddi temer- küze giderek önlediğini söylemişti. Yıl: 1943/1944. Çerkeşte bağımsız X. Ko- lordununhâkimivim. Komutanımız.Sn. Mus- tafa Ekmekçi'nin yerinde tanımlaması ile ger- vek bir (özgürlük savaşçısı) idealist general, Sa- dık «Mdoğan. Aldoğan, kimi taiil gunlerinde çevredeki ko>leı ı dolaşmaya çıkar; yanınabazen dokto- ru.ba.'envetfrineri, bazen debenıalır.boyle- ce ko\lulerın sağhk, hay\an \e hukuk sorunla- rına vardımcı olmaya çalışırdı. Az nufuslu yok- sul \ e perişan bir koyden geçerken başını acı\ la salladı ve "Maddi temerküze gitmezsek daha yıllarca bu sefalet \e ilkellik gorunümlerini içi- miz sızlayarak seyredeceğiz" dedi. Maddi temerküz sözünü on yıl aradan son- ra ikinci kezişitiyordum. ilk duşduğumdaço- cuk sayılabilecek yaştaydım, konuyu \eonemi- ni kavrayamamıştım. Aldoğan'dan maddi te- merküzu açıklamasını istirham ettım. Aldo- ğan, "Derdi hiçbir şetkiliye anlatamıvorum. Gençlerin anlaması için bu konuda bir konfe- rans vereceğim, gelir dinlersin" dedi. Maddi temerküz nedir? Aldoğan konferansında özet olarak şunlan söyledi: Sanayileşme hareketlerinden sonra köylerden şehirlere göçler başlamış. En guzel şehirler çirkinleşiyor, yaşanmaz hale geliyor- muş. Avrupalılar köylerden şehirlere akını maddi temerküze giderek önlemişler. Nedir maddi temerküz? Özet olarak, göç edenleri bu- t ün maddi guç ve olanakları ile merkezi bir > er- de toplayıp orada yerleştirmektir. Uygulama şoyle olmuş: Arazi özelliklerine göre bazen 5-10, bazen 15-20 köytın en uygun yerine bir şe- hir planı yapmışlar. Altyapısını tamamlavıp parsellemişler. Büyük şehirlere göçü yasakla- mışlar. Koyünü terk etmek isteyenlere yeni par- selledikleri yerleşim alanlarında arsa, kredi, ev tipi planı vermışler. Yapı malzemesini sağlaya- cakları yerlerı göstermişler. 'Terk edeceğin kö- yundeki e\ inı yıkıp onun malzemeleri ile de bu- radaev kurabilirsin' demişler. Hükümet kona- ğını, okulu, postahaneyi, disp>aııseri, bankala- rı. karakol N b .'yi koylere değil bu yeni yerleşim alanlarına kurmuşlar. Böylece 20 köye yirmi okul, postahane.dispanserve karakol vb. ye- rine butun guç \e olanakları buraya harcaya- rak kamu giderlerini azaltmış ve her şeyden ta- sarrufdaedebilmişler. lhtiyaçlarındürtüsüile buralarda kendilığinden yeni işkolları ve yer- leri açılmış, zanaatlarçeşitlenmiş, insan ilişki- leri daha uygar kurallara bağlanmış, kültur ge- lişmiş. güvenlik daha iyi sağlanmış, toplu ya- şamın saymakla bitmeyecek yararlart yüzün- den Baııda eski köylerin yerini buvg'lar,siteler, komunler alarak bugunkü A\rupa'nın uygar- lık temetleri maddi temerküzle atılmış. Aldoğan, böyle bir ginşimin Türkiye'nin kalkındırılmasında en etkili temel yollardan bi- ri olduğu inancını ömrünun sonuna kadar ko- rudu. Yalnız politikay a atıldıktan sonra mad- di temerküz deyimi yerine "bucak teşkilatr de- yimini kullandı. Yıl: 1958-1959. Türkiye Ortadoğu Amme Idaresi Enstitusü'ndeoğrenciyim. Şehirleşme \e toplum kalkınması üzerinde çalışmalar ya- pılırken Türkiye için 'maddi temerküz mu - ıda- ri temerküz mü' diye bir münazaravapıldıŞını, lartışmayı maddi temerküzu sa\ unanların ka-' zandıklarını hatırlarım. Sonuç Idarı temerkuzdeçevre köylerin halkını bir verde toplayıp orada yaşatmak yerine, koy le- redokunmadan kamu görevi yapacak hizmet ünitelerini uygun bir merkezde toplayıp köy lu- leri işlerini takip için bu merkezlere gidip gel- mek durumunda bırakmak duşuncesi egemen- dır kı münazarada bu fikre pek itibar edilme- di. Anadoluya yayarak... Başbakanlığı donemindeSn. Bulent Ece\it de 'köy-kent' adını verdiği. yukarıdakileri anımsatan bir orgutlenme girişiminde bulun- muş. fakat kısa surede olumlu bir sonuç alama- mışu. Şu nokıaya da işaret edelim: Türkiye, çok nüfuslu buyük şehirlere sahip olması gereken bir ulke değildir. Tersine. başta İstanbul olmak uzere her biri bir doğa incisi olan, göçlerin ka- labalıklaştırıp çirkinleştirdiği bazı şehirlerimiz- deki gereksiz kalabalığı Anadolu'ya yayarak bu şehirleri kurtarmak zorunluluğundadır. Bu- nun için de sanırım en iyi araç maddi lemer- küz'dür. Girişimin uzun zaman alacağından korkmayıp hemen ışe başlanmalıdır. Çünku getikirsek herhalde daha kötü olacaeız; iy i de- ğil. PENCERE Babıâli'deİngilizTekelciliği Sedat Simavı çekırdekten yetişmiş bir gazeteciydi, "Diken" der- gisine karikatür çizerdi; "Vfedi Gün" dergismi çıkardı. başarı ka- zandı; "bulvar gazeteciliği" denen türü Türkiye'de tutturmuştur. Sımavi, hem mürettiphanenin kurşun buharınt, hem matbaa mü- rekkebinin kokusunu ciğerlerine çekmış bir insandı; Babıâli'nin çilesini çok çekmiş, ama gözlerini dünyaya kapadığında oğulla- rına "Hürnyet"i bırakmıştı. Son günlerde üst üste yayımlanan haberlere bakılırsa, Sedat Simavi'nin oğlu Erol Simavi, Hürriyet'ı İngiltere'nin basın kralU rından Maxwell'e satıyor. Demek ki televizyonda "büyûk gazete' diye tanıflan Hürriyefin sonu ingiliz yönetimi altına girmekmiş. Sedat Simavı sağ olsaydı gazetesini satar mıydı? İngiltere'de parlayan Kıbrıslı işadamı Asıl Nadir, bir süre önce Günaydıri], Güneşr \, daha bir sürü gazete ve dergiyle birlikte top- tan satm almıştı. "Büyük Britanya'dan Babıâli'ye yönelik hevesin arkasında ne var?" sorusuna bir yeni çengeli "Avustralya doğumlu, Amerikan pasaportlu, ingiliz asıllı basın kralı Murdoch'un dumanı üstünde girişimt ekliyor. Murdoch şu günlerde Çankaya'ya konuk olacakmış, Cumhur- başkanı TÖ ile bir "iş" görüşmesi yapmak için "K6şk"ür\ kapısı- nı çalmak gereğinı duymuş. Hangi gazeteyi satın alacak Murdoch? Yoksa TV için mi geliyor? Günaydın'ın Asil Nadir'e satışına Özal'ın aracılık ettiğini vak- tiyle gazeteler yazmışlardı. Maxwell'in Çankaya'ya telefon etti- ğini de bir ara "bizzat" Özal açıklamıştı. Şimdi Murdoch'la bu- luşacak olan cumhurbaşkanı ne yapmak istiyor? Eğer Özal'ın Türk basmını yabancılara pazarlamak istediğini söylesem sav- cılık ceza kanununun 158'inci rrtaddeden soruşturma açar mı? Böyle bir şeye inanmak istemiyorum, çünkü ulusal basını savun- mak ve korumak Türkiye cumhurbaşkanının doğat görevidir; iç- tiği ant bunu gerektirir Özal'ı bir yana bırakalım... Babıâli holdingleşti, tekelleşme sürüyor; daha da kötüsü ya- bancılaşıyor. Peki Yunanlı işadamları ne duruyorlar? Bari onlar da pazara girsinler, İngiliz patronajı altındaki Türk gazetecilerine ortak ol- sunlar, Kıbns ya da Ege davalarını inceden inceye dokuyup bı- zim gazetelerde tezgâhlasınlar. Mütareke basmını unuttuk mu? Babıâli'de çoğu gazete Müta- reke'de İngilizlerin hizmetinde değil miydi? İkinci Mütareke mi başlıyor? * Hiç kimse "Baü'da bu ışin kuralı böytedir" diye konuşmasın; açık pazardan ya da liberal ekonomiden söz açmasın. Batı'ni' koşullan çok değişiMir. Daha demokrasi aşamasına geçememt. fikir ve basın özgürlüklerini gerçekleştirememiş bir Türkiye'de basını haraç mezat yabancılara satmanın adı, çağdaşlaşma de- ğil, uşaklaşmadır Bizim Babıâli'dekı patronlardan hiçbiri Ame- rikan, İngiliz ya da Fransız basını üzerinde tekel kuramaz; ne parası yeter, ne sermayesi, ne de çapı... İngilizin, parası puladönüşmüş Tûrkiye'ye gelerek basını avu- cuna almasının anlamı açık: Bir yandan Türk Kamuoyunu İngil- tere'nin uluslararası çıkarlarına göre yönlendirirken, öte yandan Türkiye'deki ihale pazarında voli çevirmek. Hele voli üzerine si- yasal iktidarla anlaştın mı, demokrasi, basın özgürlüğü, sendı- kal haklar, çağdaşlaşma, Türkiye'nin kalkınması senin neyine! Türkiye'nin ulusal davalarını Babıâli'de tekel kuran İngiliz patro- nu mu savunacak? • Dünyada iletişim ağı zaman geçtikçe yoğunlaşıyor; yabancı radyoları dinle, televizyon yayınlarını izle! Yeryüzü bütünleşiyor, birleşiyor. Güzel bir gerçek bu! Ancak Türkiye'de basın yayına yabancının ipotek koyması, dün- yada gelişen iletişim özgürlüğune taban tabana zıt bir oluşum- dur. Demokrasiye ve özgürlüğe açılan bir dünyada ulusal bası- ntmızdaki yabancı tekelleşme. çürümenin, kokuşmanın, göster- gelen sayılmalıdır. Canımız, kardeşimiz, onurlu insan KENAN BUDAK', saygıyla ve sevgiyle anıyoruz. AİLESt ADINA RIDVAN BUDAK lşçi sınıfı mücadelesinde onurlu bir yeri olan îlerici Deri-İş Sendikası Genel Başkanı KENAN BUDAK'. saygıyla anıyoruz. Katledilişinin 9'uncu yıldönümü nedeni ile 25.7.1990 günü saat ll.ÛO'de, Silivrikapı'daki mezan başında anılacak. Tüm dostlarına duyurulur. Türkiye Deri-İş Sendikası Yöneticileri Adına YENER KAYA Cenel Ba$kan MEHMET KILESÇASLAN Genel Teşk. ve Egt. Sek. MUNZUR PEKGÜLEÇ Genel Başkan Yard. tBRAHÎM KIZILTAN Genel Mali Sekreter \H HA/IKAN M) TEMMUZ 1WO £ KURULUŞ YIHNDA V E S T E L l N DECERL I KATklLARIYLA 7=1 HAFTA DEGILDIR! TÜRKÜLER YALAN SÖYLEMEZ' EFENDIM UBIBIM * Vnl Mj HASRET GULTEKINIIHSAN GÜVERCIN MEHMET KOC TALİP SAHİN \ML1U UJM< « Talıf >jhm K V ELIMIZI* TKI.İ.I M IHN * lıltp Mhın \ıhın NAR ^IVL K t Hi-rd Lu Soz Srlu! H,hrjm Muıık Hj>r,ı ı.tılukır \n l \l NEMtRTIRMH • Iı-rmi h Not: Bu haseti hemen alıp. arşivinize batmaya babınız!. Bir süre sonra elde edemeyebilirsiniz. Almanya'da en üstün teknolojiyle hazırlanan bu kaset plakçınızda. ^ ı : Kul U T I , 1 Mu/ık Yönelnven AR/F SAG bnmeıslerlet Fchıman S«la 0ot»< Muratl Stidye 2 Coıogne »t ASM ses Uyıl ^ . M C 6 B l o k N ".661O Unkapanı-istanbu! 5 1 3 71 43 520 73 68 Bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm savaşımının yiğit evladı, Türkiye işçi sınıfının sendikal önderi, Devrimci İşçi Sendikalan Konfederasyonu (DİSK) ve Maden-İş Sendikası Genel Başkanı KEMAL TÜRKLER'İ katledilişinin 10. yılında anarak yaşatıyoruz. Aramıza katıhnız, gücümüze güç katınız. Düzenletne Kurulu adına Osnıan Nuri Ozgüven Dikili Belediye Başkanı Anma töreni 26 Temmuz 1990 Perşembe akşam saat 21.30'da DİKİLİ Liman Alanı'nda yapılacaktır. Anma gecesinde TÜRKLER'in yakın arkadaşlannın konuşmalarının yanı sıra zengin görsel gereçler sunulacak ve RAHMİ SALTUK'un vereceği müzik dinletisiyle türkülerimizi hep bir ağızdan söyleyeceğiz.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear