25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 5 HAZÎRAN 1990 "Çevre" Toplumsal Uyanış Gü\ eııcesinde Türkiye, 18 yıl önce dünya uluslarıyla ortaklaşa girdiği bu "kutlanacak" yükümlülükler için bugüne değin neler yaptı? Örneğin, yaşanılır bir çeyreyi "temel insan haklarından sayan" ulusal politikalar geliştirebildi mi? Ya da ekonomik kalkınmasını "öncelikle" çevrenin korunmasını gözeten bir modele oturtabildi mi? Kuşkusuz, bu sorulara olumlu yanıt vermek olanaksız. Dahası, bu yönde bir "çaba gösterildiğini" söyleyebilmek de... OKTAY EKİNCİ Yük. Mimar Dünya Çevre Günü'nun 18. yılım kutluyoruz. "Kutluyoruz", çünkü, 5 Haziran 1972'de Stock- holm'de başlayan Birleşmis Milletler Dünya Çevre Konferansı, insanlığın "Ortak gelecegi" için yaşam- sal önetn taşıyan evrensel ilkeleri belirlemekle yetin- memişti. Daha ileri giderek, bu ilkelerin uygulanması yönünde''tüm üye hükümetlerini degörevli" kılmış- tı. On gün süren konferansın Sonuç Bildirgesi'nde "Çevre herikiyönüyledeyani hem doğal çevre, hem de insan yapısı (kültürel) çevre olarak, insanoğlunun esenliği ve temel insan haklarından yararlanması için ve hatta yaşamın kendisi için gereklidir.." gö- rüşünde birlesen ülkeler, "ortak yükümlüKiklerini" ise şöyle belirlemişlerdi: "Çevrenin korunnıası ve geliştirilmesi dunyanın ekonomik kalkınması için en önemli öğedir. Bu, bütün insanlann acil isteği ve bütün hüküraetlerin görevidir." (1). Türkiye, 18 yıl önce dünya uluslarıyla ortaklaşa girdiği bu "kutlanacak'' yükümlülükler içinbugüne değin neler yaptı? Örneğin, yaşandır bir çevreyi "te- mel insan haklanndan sayan" ulusal politikalar ge- liştirebildi mi? Ya da ekonomik kalkınmasını "öncelikle" çevrenin korunmasını gözeten bir mo- dele oturtabildi mi? Kuşkusuz, bu sorulara olumlu yanıt vermek olanaksız. Dahası, bu yönde bir "çaba gösterildiğini" söyleyebilmek de... Örneğin, Stockholm Konferansı'nın üzerinden bunca yıl geçmesine karşın; hâlâ, "yaşamı her yön- den tehdit eden'' termik santrallarda dirçtilebiliyor. Aliağa'da Japon sermayesiyleişlenecek bir çevre ci- nayetine karşı yükselen toplumsal direnise ülke yö- neticilerimiz "provokasyon" diyebiliyor. Oysa ay- nı Konferansın kararlan arasında, ekonomik kazanç- lar için gelişmekte olan ülkeler üzerinde çevre değer- lerini yok etme pahasına kurulan "yabancı tahakkü- rnünü destekleyen" ve "devamh kılan" politikalann "yasaklanması" da karar altına alınmıştı (2). Sürdürelim örnekleri: "Turizm" gerekçesiyle or- manlık kıyılar, doğal ve tarihsel SİT alanlanmız... Salt "parasal gelir" için gözden çıkartılabiliyor, yerli-yabancı sermaye gruplarına "tahsis" edilebi- liyor ve dahası bu alanların halka kapatılmasına "kamu yararı"(!) da denebiliyor... Yanı sıra kentlerdeki en değerli kamu arazilerine ' 'spekülatif yaünmlar'' için özel imar olanaklan sağ- lanabiliyor; bir yandan "milli duygular" söylevleri çekilirken öbür yandan "gayri milli" gökdelenlerle kentlerimizin tarihsel izduşümleri parçalanabiliyor... "Tatil ticaretinin" bol kazançlı cekiciliğineöyle- sine teslim olunmuş ki ulusal kültür kalıtlarımız olan saraylarımıza ve onlann bahçelerine bile " turistlere yatak satmanın kaynakları" gözüyle bakılabiliyor... örnekler hep 5 haziranm "Dünya Çevre Günü" olarak "kutlanmasına" neden olan yükümlülükle- rin "tersini" uygulamakta "üstün bir çaba" içinde olunduğunu gösteriyor. Yoksa attığuruz imzalann dünyaya verdiğimiz söz- lerin ayırdındadeğil miyiz? Ya da söylenilenleri yanlış mı anladık? Kavrayamadık mı? Vetüm bu örnekle- rin "özellikle" 1972'den sonra çoğalması ve 1980'lerden sonra da giderek "zenginleşmesi" bir rastlantı mı? 18 yılın "ortamJan" 5 Haziran 1972'de, tüm ülkeler çevrenin korunma- sını "temel insan haklanndan yararlanılması" için zorunlu bir "ön koşul" olarak kabul ederlerken ve "bu nedenle" yine çevre değerlerini "ekonomik kalkmmanın" temeliolarak belirlerlerken Türkiye "12 Mart ortamına'' girmişti. Ülkede "insan haklannı savunmak" şöyle dursun, "devletin temel ekonomik nizamını" tartışmak bile en ağır cezalandırmalar için yeterli neden sayılabili- yordu. O "ekonomik nizam" ki "bırakınız yapsınlar" kuralınınen "özgür" bir ortamda uygu- landığı; sözde sanayi yatınmlarının denizlerimizin, körfezlerimizin ve kentlerimizin "içine yapmalarına " da " kalkınma" adına göz yumuldu- ğu, buna karşın aynı yatırımların "kâr oranları düşmesin" diye emekçilerin ücret ve hak istemlerinin bastınldığı, grevlerin yasaklandığı... bir "nizam'' de- ğil miydi? 12 Mart "ortamıru" bilenler, yasayanlar; Stock- holm'de "yükümlenilen dünya göriişü" ile bizdeki "balyozcu görüş" arasında nasıl bir uçurum bulun- duğunu hemen ammsayacaklardır. 70'li yıllar, bu "uçurumun" topluma ve çevreye yuklediği sancıların. bunalımların, yıkımların çal- kantıları içinde geçti... On yü sonra 1982 temmuzunda, Mexico'da topla- nan "Kültür Politikalan Üzerine Dünya Konferan- sı", Birleşmiş Milletler'in 1972ilkelerine yeni açılım- lar getirdi. Üye ülkeler bu kez, açıkça, "kalkınmanın hedefi insandu-" diyorlar ve dunyanın geleceğini "yaşanılır" kılmak için "Hiçbir gerçek kalkınma projesi doğal ve kültürel ortamın başlıca özellikleri- ni ve ilgili halkların dileklerini gözardı edemez" ka- rarım alıyorlardı (3). Gelin görun ki aynı tarihlerdeTürkiye'de ise bu kez "12Eylülortamı" yaşanıyordu. Üstelik, yinehem "insan hakları" hem de "ekonomi politikalar" ko- nusunda "70'li yıllara koşut" bir ortamın yanında, belli bir " 12 Mart deneyimi" de vardı. Dünya, yüksek insan uygarlığınagiden yolda, ge- lişmiş bir çevre için "halkın bilinçli ve örgütlü katı- lımını ön koşul olarak " sayarken Türkiye 'de' 'eleş- tirenlerin cezalandınldığı bir anayasa taslağının hal- koyuna sunulması" gibi esi görülmemiş bir "katılım- cı (!)" süreç yaşanıyordu. Ve o anayasada, çevrenin korunması için "vatandaş" da görevlendirildi (4); "Kendi okulunu kendi yapan" (böylece eğitim için harcanması gere- ken paralarla "şirket kurtanlmasına' 'da katkıda bu- lunan) "vatandaş", elbette kendi çevresini de koru- yabilir, devleti başka "hizmetlerde" daha rahat bı- rakabilirdi. Ama nasıl? Aynı anayasanın "güvencesi altında", bugün de yürürlükte olan 1982 tarihli yasalarla, devlet v atan- daşın kıyılardaki özel tarlalanna bileel koyup, bun- ları yatınmcılara tahsis ederken vatandaş "tarım toprağını" korumak için tarla çitinin önunde, elin- deav tüfeğiylemi bekleyecekti? Yadaaynı vatandaş, bir sabah uyandığında, evinin önündeki yeşil alana gökdelen inşaatı için kazı yapılmaya başlandığinı gör- düğünde, gidip iş makinelerinin önüne mi uza- nacaktı? Üstelik, ilgili yasalarda değişiklik yapılarak, vatan- daşın "kendisini ilgılendirmediği için" idari mahke- melerde dava açma olanağı da elinden alınmaya ça- lışılırken... tşte, bir yandan dünya, "çevre - insan hakları - de- mokrasi ve kalkınma'' bağlamını 70'li yılların başla- rından beri yaşama geçirmeye uğraşırken biz ise ay- nı dönemde yaşadığımız "ortamlarla" bu bağlamı "kurmak'' bir yana tersine "parçalamaya" yönelik bir süreci yaşadık... Ve, şimdi, kendi hükümetimizin degirdiği bir yü- kümlülüğün 18. yılını"kutlarken" en az bir o kadar yıl "geriden" başlayarak kaybolan değerlerimizin daha fazla anmaması için "bir şeyler yapabilmenin" yollarını arıyoruz... Toplumsal uyanış Bu' 'talihsiz'' dönem içerisindeolumlu tek gelişme toplumumuzda doğal ve kültürel çevreye sahip çık- ma yönünde "umut verici" biruyanışınbaşlaması ve bu sahip çıkışın, giderek "demokrasi savaşımı" ilede "özdeş" bir içeriğe kavuşmasıdır. Son yıllara kısa bir göz atalım. 1984'te Gökova Körfezi'ndeki Ören Termik Sant- ralı'na karşı yöre halkının başlattığı direniş, kısa sü- rede "ulusal bir tepkiye" dönüşmüştü. Ülkedeki he- men her göruşten kişi ve kuruluşlar, santralın bir"katliaraaracı" olacağı üzerinde birleşmişlerdi. '' Direten" ise tek başına hükümet oldu ve artan ka- muoyu baskısı karşısında "bacayı yeşile boyanz'' gi- bi kara mizah konusu olacak tartışmalar bile yaşan- dı! Aynı yıllarda, Yatağan Santralı'nın verdiği zarar- ları "tazmin" için yineyore köylülerinin açtıklan da- valar TEK'in bu zararları ödemesi kararıyla sonuç- landı. 1987'de Köyceğiz-Dalyan'daki "Kaplumbağa kumsalına" yapılmak istenen otel yatırımından, bu kez "uluslararası destek'' de bulan bir toplumsal mu- halefetin baskısıylavazgeçilebildi. Ancak bunda da yatınmı durduran "devlet" değil, yatınmcının "ken- di karan" oldu. 1988'de Ankara'da Zafer ve Güven Park'larının kentin yeşil alan gereksinimine yeniden kazanılma- sı, yerel halkın verdiği "hukuk sav aşımı" ile sağlana- bildi. 1989'da Taşkışla'nın "otel yapılmak'' istenmesi, yine "sivil toplum örgütleri" veduyarlı bilim çevre- lerinin çabalanylaengellenebildi. Bu başarı, ardın- da pekçok kentimizde, spekülatif amaçlı imar planı değişikliklerine karşı idari davalar açılmasına ve ço- ğunda toplumsal yarar doğrultusunda kazarumlar el- deedilmesine de "örnek" oldu. Hükümetin, —hangi amaçla ilan edildiği artık açıkça bilinen— "turizm merkezleri" uygulamala- rına ve aynı amaçlarla imar yetkilerini belediyelerden geri almasına karşı başlatılan hukuk savaşımı da ba- şarılarlasurüyor. Geçen 6 mayıstaki, Aliağa'da kurulmak istenen termik santrala karşı on binlerce insanın "kenetlenmesini" isetarihsel bir "halk hareketi" ola- rak yaşadık. Antalya'da tarihi bir çınar ağacının kesilmesinin mahalle halkınca engellenmesi, Efes'teki Meryem Ana Evi'nin bulunduğu Bülbul Dağı ormanının bir otel yatırımcısına' 'tahsisine'' karşı Selçuk halkının, belediyenin ve hatta TÜRSAB'ın başlattıkları dire- niş... daha böyle birçok güncel "örnek olay"; halkı- mızınson 18yıldıryaşanan "sürece" artık "hayır" dediğinin açık göstergeleridir. Sonuç Enerji Bakanı Fahrettin Kurt, arkadaşımız Idi! Gursel'ın sorularını yanıtlarken Aliağa'dan sonra birkaç termik santral daha "yaptırabileceğini" belirt- tikten sonra şunları söylemiş: Türkiye'de bir enerji problemi var... Her şeyi demokrasi ve insan hakları için yapmıyor muyuz?" Acaba, TBMM kürsüsünde, toplumun en doğal demokratik istemlerinin "böylebir bakışla" değer- lendirildiğı bu ülke, tnsan Hakları Evrensel Bildiri- si'nin 21. maddesindeki "halkın iradesinin yönetim yetkisinin temelini oluşturduğu" ilkesine de imza at- mamış mıydı? Halkımızın uyanmışlığına güvenerek diyoruz ki: Dünya Çevre Günü, tüm çevreve demok- rasi savaşımcılarına kutlu olsun. (1) Stockholm Deklarasyon-Md.1-2/ 1972/Hazıran (2) StockholmDeklarasyonu-PrensiplerBölümüMd 1-1972' Haziran (3) Kültürel Gelişmenin Dünya On Yıh Programı-UNESCO (4) 1982Ana>asasıMd. 56 HESAPLAŞMA BURHAN ARPAD Yakın Geçmişten: 3 Türkiye Cumhuriyeti'nde, torenlerie antlan ve kutlanan ulusal bayram günleri vardır. Bunların en etkini Cumhuriyet Bayramı 1 dır diyebiliriz. Bu arada mayıs ayının ulusal bayramlar açısın- dan özel bir durumu da vardır. Mayıs bayramlan arada bir nite- lik değiştirir, sayılan arttınlır ya da azaltılır. (Şu son yıllarda oldu- ğu gibi.) Birkaç yıl önceye kadar mayıs bayramlannın sayısı üç (Arkaa 19. Sayfada) MALATYA ASLİYE 3. HUKUK MAHKEMESİ'NDEN Dosya No: 1988/626 Esas Davacı Osman Işır tarafından, mahkememize açılan yokluğun tes- piti davasında, Malatya ili, merkez ilçe, lskender Mah. Cilt No: 030/01 sayfa no: 62 ve kütük no: 33'te nüfusa kayıtlı Hüseyin Oğ. Hayri- ye'den olma, 1933 doğumlu Mahmut Işır'ın 40yıl önce kaybolduğu, bugüne dek kendisınden haber alınamadığı, bu nedenle yokluğuna karar verilmesi istenmiştir, Mahkemeraizce M.Y.'nin 32. maddesi gereğince duyuru yapılmış, ancak başvuruda bulunulmamıştır. Yukanda açık kimliğJ yazılı şahıs hakkında bilgisi olanlann duyu- ru tarihinden itibaren 3 ay içinde mahkememizin esas numarası ya- zılı dava dosyasına başvurnialan duyurulur. KARS KADASTRO MAHKEMESİ'NDEN Dosya No: 988/122 Davacı Kars Hazine vekili tarafından davalılar Aliyar Adıgüzel, Bayram Mutluer, Abbas oğlu Ali ve Abbas oğlu Isa aleyhine Kars Merkez Istasyon Mahkemesi 793 ada 3 parselin tapu fazlahğı ile 794 ada 22 nolu parselin Hazina adına tespıtini ve tescilini talep etmiş olup yapılan yargılama sırasında davanın reddine karar verilerek 793 ada 3 nolu 13793 M2'lik parselin l'er hısse üzerinden Aliyar Adıgu- zel, Bayram Mutluer, Abbas oğlu Ali ve Abbas oğlu tsa adlanna 794 ada 22 nolu 10433 M2'lik parselin Aliyar Adıgüzel ve Bayram Mut- luer adlanna eşit hisselerle tesciline karar verilmiş olup karar davacı Hazine vekilince 8.5.1990 tarihinde temyiz edilmiş olup davalılardan Abbas oğlu İsa ve Abbas oğlu Ali'ye ilanen tebliğine karar verilmiş olup ilan tarihinden itibaren karar ve ıtıraz dilekçesinde diyecekleri- nizi ilan tarihinden itibaren 15 gün içerisinde mahkememize bildir- meniz ilanen tebliğ olunur. PENCERE Komprador ve KriptoKomprador "K" ile başlıyor; kuşkusuz "K" ile başlayan baş- ka sözcükler de var: Komünızm... Kripto .. Şifre demektir kripto. ama siyasal yaşamda değişik bir anlam- da da kullanılıyor. Demokrasiden uzakta yaşayan düzenlerde ko- münist partileri yasaktır; komünistler ortaçağdaki cadılar gibi kc- valanır. kovuşturulur; iş bununla da kalmaz, kimi yurttaş "gizli" ya da "maskeli" komünist olmakla suçlanır — Sen krıptosun1 .. Peki, komprador ne demek? Eskiden Çin'de yabancı ışadamlarına aracılık edenlere komp- rador denirdi. Zamanla bu sözcük "işbirlikçi" anlamını kazandı; dunyanın yoksul ülkelerinde emperyalızmın sömürüsüne hizmet eden yerli komısyoncular "komprador" diye anıldı. • Tanımlamalarından anlaşıldığı gibi komprador ile kripto geliş- miş ülkelerde bulunmaz. Soru: — Fransa'da kripto var mı? — Yok.. — italya'da? — Hayır.. — Türkiye'de? — Olabilir... Çünkü Fransa'da, İtalya'da ve benzerlerinde demokrasi var, komünist partileri var, fıkir özgürlüğü var; bir komünist niçın ken- disini gızlemek gereğıni duysun? Ya da komünist olmayanı suç- lamak için neden kripto densin? Uygarlık dünyasında kripto söz- cüğü çoktan çöp tenekesine atılmış. Ya komprador? Kompradorun kaynağı da az gelişmişliktir; sözcük emperya- lizmin Çin'de fink attığı dönemde ortaya çıkıyor; Latin Amerika^ da ve Afrika'daki sömürgecilerin yerli işbirlikçileri için kullanılı- yor, Fransa'da, İtalya'da, Amerika'da. İngiltere'de komprador ne yazar? Tekelci kapıtalizmin anayurdunda sömürü içe de dönük olmakla birlikte dünyayı ağ gibi sarmıştır. Metropolün işadamı, dışan götürdüğünden fazlasını ülkesine getirir: eğer getırmesey- dı, Batı'da sermaye birıkımı gerçekleşemezdi. Kompradorun iş tuttuğu ülkeler yeryüzü topoğrafyasındaki az gelişmişlerdir. Bugün de çoğu yoksul ülkede kimi seçkin işadamı, yabancı kumpanya hesabına çahşmayı yeğliyor, sırtını dışardaki patro nuna dayıyor; çünkü, bu gibi işlerde riziko yok gibidir; ama ya- ratıcılık ve gırişimcilik var mıdır? • * • Uygarlık yolunda yüruyen Türkiye, hem kompradoru hem krip- toyu defterden silecek... Nasıl? İnsan haklarına ve temel özgürlüklere dayalı çağdaş demok- rasiyi benimsediğımız zaman kripto sözcûğünün işlevi kalır mı? Komünist partileri yasallaşır, cadı avı tarihe karışır, Türkiye uy- gar dünya karşısında büyük bir ayıbından arınır. Kompradora gelince ış biraz çatallaşıyor; çünkü Cumhurbaş- kanı Özal, daha birkaç gün önce Fransız L'Expresse dergisinde yabancı ışadamlannı Türkiye'ye çağırırken olmadık şeyler söy- lüyordu: — Avrupalı yatınmcılar, Türkiye'ye gelinız; emeğin ucuzluğun- dan yararlanınız!.." Bir ülkede "ucuz emek'ien söz açarak yabancı patrona iş çağ- rısı çıkaran Cumhurbaşkanı varsa, dünya topoğrafyasında o ül- ke az gelişmiştir. Az gelişmişlık yalnız parasızlıkla, pulsuzlukla, yoksullukla değil, bilinç yoksunluğuyla eşanlamlıdır; komprador- lar az gelışmişliğin türettiği ışadamlarıdır. Eğer bir ülke gerçekten çağdaş demokrasiye layıksa, orada hiç kimse -en başta devletin başındaki kişi- emekçi halkın alın- terini yabancı patrona ucuza satmaya kalkışamaz; daha başka deyimle kompradorluğu savunamaz. Çünkü demokrasilerde emeğin değerinı saptayan devlet değil, sendikal hukukuna sa- hip emekçi halktır. Sonuçta kompradoru defterden silrrek için de demokrasi en yakın yol görünüyor değil mi? GARANTİ'DEN YATIRIMCIYA, TASARRUF SAHİBİNE BEKLENEN MÜJDE: ÖZET BİLANÇO RAKAMLAR1YLA GARANTİ AKnFTOPLAMI (TtâyonTL) MEVDUAT (Trilyonil) OZKAYNAKLAR (MılyarTD MENKUL HYMET İŞLEMHACMİ fTriyonTL) GARANTİ BANKASI HtSSELERİ YARIN BORSA'DA45 yıldır Türk finans sektörünün güvenilir, saygın, güçlü üyesi Garanti Bankası'ndan yatınmcıya ve tasarruf sahibine önemli bir müjde var: Garanti Hisseleri Borsa'da!.. Yarın (6 Haziran Çarşamba) satışa sunulacak Garanti Hisse Senetlerini, İstanbul Menkul ; Kıymetler Borsası'na üye tüm kuruluşlardan temin edebileceğiniz gibi, Garanti Bankası'nın tüm şubelerine, Menkul Kıymetler Merkezi'ne başvurarak da sahip olabilirsiniz. Garanti Bankasi; felsefesini ve başansını yarın dostlarıyla -somut olarak- paylaşıyor. Siz de Garanti Bankasi Hisse Senedi alın: . • güvene, prestije, sürekli ve istikrarlı büyümeye; kârlılığını üst düzeyde tutan, uluslararası ilişkileri yaygın; "güçlü bir banka"ya ortak olun. BÜYÜKLÜĞÜN YENİ TAN1MI B A N K A C 1 L I K T A GARANTİ 0 R T A K L I Ğ I Konuyla ilgili broşûrümüzü şubelerimizden edinebilir, 1989yıh Faaliyet Raporu'muzu inceleyebilirsiniz.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear