23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/10 PAZAR YAZILARI 27 MAYIS 1990 Pülermo'dan Mafyanm kalbiPalermo'nun 40 yaşındaki Belediye Başkanı Orlando, mafyanm varlığını ilk kez itiraf eden başkan olarak tamnıyor. Orlando gençlerin entellerin ve kırgın komünistlerin oylarıyla başkanhğa seçildikten sonra İtalya'nın en ünlü politikacıları arasına girdi. NİLGÜN CERRAHOĞLU PALERMO — "Monte Pelleg- rino" dağına çıkan kıvrımlı yolun Ozerindeki tünele taksi şoförleri "olet" diyorlar. Tünelin içinde arabayı park eden gençler burada aşk yapıyorlar. Sağ tarafta arkasındaki dağlar- ta masmavi Akdeniz arasında göz alabildiğince genişleyen bir beton yığınından oluşan Paiermo uzanı- yor. "Monle PHIegrino"nun he- tnen yamacında, dünya kupası stadyumu "La Favorita"nın etra- fında burjuvalann oturduğu mu- dern blok apartmanlardan gözü- müz deniz kıyısımn yamacındakı eski tspanyol mahaJlesine doğru kayıyor. 5(hi yıllarda her üç Palermolu- dan birinin yaşadığı bu tarihi ma- hallenin rutubetten çürüyen evle- rinde, şimdi yalnız her 25 Paler- moludan biri yaşıyor. Son kırk yıl- Iık mafya yönetüni boyunca tama- men kendi yazgısına terk edilen "La Kalza", "Capo" ya da "Vucdria" gibi mahalleler geceleri sokağa çıkma yasağı konmuş gi- bi boşalıyor. Kent merkezindeki gettolardan kent dışına doğru ta- şan gettolara taşınan marjinaJ Pa- lermolulann sayısı bile bilinmiyor. Palermo'nun en büyük uyuştu- rucu pazannı oluşturan "Zen" bu mahallelerden biri. Palermo'nun "Beynıfu olarak anılan 'Zcn'de kimine göre 35.000, kimine göre ise 50.000 kişi yaşıyor. Adındaki oryantal tılsıma rağmen aslında "Zona di espansione nord" (ku- zeye doğru genişleme yöresi) an- lamına gelen "Zen'de anne, baba, çocuklar ve komşular uyuşturucu trafiği ile yaşıyor. Okul çağında- ki çocuklann yüzde 45'i okula gitmiyor. Londra'dan Etlereboykot!EDİP EMİL ÖYMEN LONDRA — Her şey Bristol- lu Max'ın ölüraüyle başladı. Max, Bristollu 5 yaşında bir kediydi. Yediği mamadan zehirlendi ve öl- dü. Mamada, inek sakaıatı da vardı katkı maddesi olarak. Inek- lerse son zamanlarda "deiir- meye" başlamıştı. Basının, deli inek hastalığı adını taktığı, ne olduğu, neden olduğu tam anlaşılamayan, ama herkesi paniğe uğratan sinir hastalığı da tam şu sıralarda ınekleri telef edi- yor. tneklerin sadece siniri bozul- makla kalmıyor, ölüyorlar da Bristollu Max'dan sonra Uç kedi daha öldü. önce ülkenin en sevi- len ve üzerine titrenen kedilerini, ikinci sırada çocuklannı, sonra da kendilerinı kurtarmak için halk aniden eti kesti. Tarım Bakanı ye- min billah ederek "Etlerimiz saglamdır" dediyse de kimseyi inandıramadı. Hatta "sağlam" etleri ailece iştahla yediklerini gös- termek için küçük kızına televiz- yon kameralan önünde hambur- gerinden bir ısırık aldırması da eleştirildi. "Parmak kadar çocu- J«..." denerek. Inekler niçin delirdi? Şimdi ya- tıp kalkıp bu soru soruluyor. Avam Karaarası'nda hararet- li tartışmalar yapıldı. Tarım Ba- kanı olanca inandırıcılığıyla orta- lıkta çırpındı durdu. Bu arada tü- ketici ete el sürmüyor. Işin püf noktası şu: tnekler ke- silip de kasaba gittikten sonra geri kalan yerleri de kedi, köpek ma- ması yapılıyor, ayrıca büyilkbaş hayvan yemine karıştırılıyor. Memlekette ottan bol bir şey yok, ama her yer de mera değil ki. Mil- yonlara et yetiştirmek için biraz da yapay gıda ile besleniversin inekler. Kesilen hasta ineğin atıklan hayvan yemi yapıhyor, biftekler de kasaplara süpermarket rafla- rına. Ya insanlara da geçerse? Korku burada. Hükümetin, işine gelmeyen her konuyu örtbas et- mesinden yılarak görevinden isti- fa eden bir sağlık uzmanı, ülke- deki 6 milyon ineğin kesilip yok edilmesini önerdi. inek nüfusunun yansının yani. Şimdi de basında, radyo ve tele- vizyonda başlıca soru: Gıdada ka- lıntı madde, hormonlar, tarım ila- cı, patojen organizma, türlü çeşitli bakteriler, mikroplara rağmen nasıl sağlıklı besleneceğiz? Bir zamanlar denizden gelen tuzlu meltemlerin estiği bostanlık ve meyve bahçelerinin bulunduğu yere yapılmış olan "Zen" blokla- rının bazısında tuvalet bile bulun- muyor. Çöplerin yığıldığı sokak aralannda kanalizasyon akıyor. Yapıldığı yıllarda meydan ya da parka dönüşmesi niyetiyle bırakıl- mış boş alanlarda ise Palermo'dan çalınmış arabalann paslanmış is- keletleri duruyor. Halk bu çaresizlik ve unutul- muşluk ortamı içinde Palermo^ nun yeni Belediye Başkanı Leohı- ca Oriando'ya sarılıyor. Bir v 'Bic" kaleminin 15 imzadan geçerek sa- tın almdığı belediye başkanlıgj koltuğuna 1988 yılında 40 yaşın- dayken oturan Orlando, Paler- mo'da mafyanm varlığını ilk kez itiraf eden "başkan" olarak taru- nıyor. Mafya ile politikanın iç içe- liğine parmak basan Orlando, Andreotti'nin Sicilya'daki tüm si- yasi grubunun mafya ile ilişkili ol- duğunu söylemekten çekinmiyor. Buna rağmen Andreotti gibi Hı- ristiyan Demokrat olan Orlando, mayıs başmdaki seçimlerde 71.00C oy alarak partisine tarihi bir rekor sağlıyor. Yapılan son seçim tahlil- lerine göre Orlando'ya gençlerin, "enteller"in ve bu kentteki oyla- rının yarısını yitiren komünistle- rin oy verdiği anlaşılıyor. Bu başari, alnının üzerine kah- kulleri düşen, çocuksu yüzlü "başkanı" yalnız Sicilya'nın değil. İtalya'nın da en ünlü polıtikacıları arasına sokuyor. Televizyon ve medyayı kullanmaktaki becerisi ile de dikkati çeken Orlando, yaz- dığı "Paiermo" adlı kitapla son günlerde bestseller listelerinin de başını "çekiyor. Heidelberg Üniver- sitesi'nden diplomalı, üç yabancı dilli bu profesör, seçim kampan- yası sırasında Andreotti'ye mey- dan okuyan çekişmesinden sonra şimdi gene yeni bir fırtınanın mer- kezinde tüm bakışlan üzerine top- luyor. Palermo'nun "değişik" be- lediye başkanı bu kez de savcılığı karşısına alıyor. Başta mafyaya karşı mücadelesiyle tanınan süper- savcı Giovanni Falcone'ye bayrak açan Orlando, "Mafyaoın Sicily* daki siyasi cinayetlerine Uişkin dosyalann Adalet Sarayı'nın çek- mecelerinde kjlitli durduğunu" söylüyor. Sicilya yerel hükümeti başkanı Hıristiyan Demokrat Mattarella (1980), gene bir başka yerel hükümet başkanı komünist Pio la Torre (1982), jandarma ge- nerali Carlo della Chiesa'nin, (1982) katillerinden hesap sorul- madığını öne sürüyor Orlando. "Sicilya'da" diyor herkesle mü- cadele eden başkan, "mafya artık kurumlann da çehresini kulla- nıyor.' Cannes'dan Cannes'da hasta olmakHer şeyin son derece parlak ve şık göründüğü Cannes'da mide kanaması geçirip de kentin biricik devlet hastanesine düşerseniz, yaşam deneyinize ilginç ve yararlı eklemeler yapabilirsiniz. Budapeste'nin köprüleri eski Buda'yla yeni Peşte'yi birbirine baglıyor. TUna'dan Valsten türkülereİmparatorluktan cumhuriyete iki uygarlığın; biri dingin, biri sürekli tedirgin iki kenti Viyana ve İstanbul. Ya Budapeşte? O da aynı" feleğin çemberinden geçmemiş mi, geçmiyor mu? Düşüncelerimiz dünle gün arasında lodos balığı gibi. SALİM ALPASLAN VİYAflA/BUDAPEŞTE — Kentleri tek başına güzel düşün- mek zor. Onlan albenili yapan bi- raz da sanatçılar. Strauss'un "Mavi Tuna"sı olmasa, nehrine kim bakar? Çamurlu bir akıntıyı yüreklere mavi diye işleyen, mü- ziğin gücü değil mi? Şairimizin dediği gibi "Uluslar, büyük eviatlarıyla soluk alır". Mozart'ın soluğu mutlaka her flü- tün üfleyişinde var. Onun varlı- ğını duyumsuyorsunuz; içtiğiniz kahveye onun bir konçertosu eş- lik ediyor... Yediginiz çikolatada onun resmi var... Viyana ve Salzburg... Nereye gitseniz, bu iki besteci peşinizde; gündüz gözünüzün önünde, gece hayalinizde. Ve Kertner..."Şıklık gösteriş değildir" diyen binlerce dükkâıı- la cıvıl cıvıl ünlü cadde. tmpara- torluklann, yükselişlerin, çöküş- lerin tarihi izleriyle hâlâ cap can- lı. Kaç politikacı Çin ipeğinden safarisi içinde terzisine buyruklar verdi, nice kral, tebasının ahvali- ni unuttu kimbilir? Devrilen şah- lann, sürgüne gönderilen kraJla- nn beden ölçüleri belki de arşiv- lerdedir hâlâ. Viyana'nın dükkân- ları, tarihi anlatıyor, tıpkı kated- ralleri, kiliseleri, müzeleri, saray- ları gibi. Savaşlar, yeşillikler, ormanlar, valsler Viyanası. Fethin sınır ta- nımaz isterisinin dayandığı, Mer- zifonlu Paşa'dan kelle alan kapı- lar. Viyana çok acılar yaşanuş, çok çekmiş bir kent. İstanbul gibi. İmparatorluktan cumhuriyete iki uygarlığın; biri dingin, biri sürekli tedirgin iki kenti Viyana ve tstan- bul... Ya Budapeşte? O da feleğin çemberinden geçmemiş mi? Hâ- lâ geçmiyor mu? Düşüncelerimiz dünle gün arasında lodos balığı gibi. 'Mozart' Tuna'nın boz bularuk suyunda notalar mınldanarak Bu- dapeşte'ye doğru nazlı nazlı süzü- lüyor. Geçtiğimiz köprüler, sev- gililerin birbirine uzanmış kolla- rı gibi... Eski Buda'yla yeni Peş- te sarmaş dolaş. Sayıları 10'a ya- kın köprünün şehre kattığı görsel zengınlik bir yana, trafiğin haya- ta açılan hava borusu. Ve buniardan biri de sizi en te- "pelerdeki ünlu Özgürlük Amtı'na götürüyor. Dünya savaşlarının ikincisinde, gözü doymaz işgalci- lere bu tepeden unutuimaz ders- Ipr verilmU. vaimıır tfibi inen bombaların cehenneme çevirdiği günlerde aç kurtlar, Tuna'nın be- risinde durdurulmuş. Macar'ın kaderi pek değişmi- yor galiba: Önce Osmanlılar, Avusturyahlar, sonra 1940'lar, 1956'lar... lşgaller, direnişler... Budapeşte'de eski mimariye ve- rilen değeri görünce, ama daha da beteri hoyrat ellerin Istanbul'u ne hale getirdiğini düşününce, öfke- ye kapılıyorsunuz. tki kıyıyı züm- rüt gibi süsleyen binalar Budapeş- telinin el bebeği, gül bebeği. Mil- Ta'mn Tuna turunda şehri gezer- ken görüyorsunuz ki yeşile saygı, eskiye saygı insana saygıyla özdeş tutulmuş. Macaristan'ın neredeyse tü- münde aynı denge var. Yunanlı göçmenlerin, kendi kilisesini, keıı- di gelenek-göreneğini koruduğu küçük St. Andreas kasabasında da 'bizdm' Estergon'da da. Anı bohçalarımızdan çıkardığımız türküyJe elbette artık hiç ilgjsi yok yeni Estergon'un. Kalesi gitmiş yalnız duvan kalmış. Macarların en büyük katedrallerinden biri de bu kale kalıntısının üzerinde diki- !i. Bir Hazine Dairesi var; Hıris- tiyan dünyası yağdırmış da yağ- dırmış. "Kilisedeki resimlerde yüzlerin tahrif edilmesıne, bura- ları benden sorulur diye kasılan bir Türk kalesine karşı tepki bu..." Böyle anlatıyorlar. "Artık Türkler yok, Müslümanlar yok 'Biz vanz'ın bir simgesi." Viyana önlerinde valsten Estcr- gon türkülerine... Sahi, 'Tuna'dan kafilelerle' ne zaman geçtiydik biz? ATİLLÂ DORSAY CANNES — Bir kentin kaç yü- zü vardır? Palmiyeli geniş sahil yolunu, tüm dünyada kazanılmış "karapara"larıtı aklandığı lüks otellerin teraslannı, ince kumlu plajları dolduran "pengueıT'lerin (yani smokinlerini neredeyse gece- gündüz sırtlarından çıkarmayan erkeklerin), onlara eşlik eden bir- birinden çekici ve yosma kılıklı kadınlann, Palais'deki akşara gös- terilerine gündüz kumda yanmış yüzleri ve omuzlarını çerçeveleyen birbirinden eksantrik giysilerle akın eden "festival koşlan"nın, saydam Akdeniz gecelerinin daha ileri saatlerinde yan sokaklardan Croisette'e taşan, birbirinden kış- kırtıcı bedenlerini oldukça paha- lıya satan lüks fahişelerin ve par- lak oğlanlann Cannes'ı acaba ger- çek Cannes mıdır? Bu lüks Riviera kasabasında iş- sizlik yok mudur, yoksulluk yok mudur, serseriler buraya uğrama- mış mıdjr, berduşlar acaba nere- ye saklanmıştır? Bu denli temiz- lik, lüks ve görkem, bir Beande- bire şiirini somutlaştırmak için mi özeüikle, özenle, inatla sağlanmış- tır? Cannes'm başka yüzleri nere- dedir? Sonra birden o yüzleri de tanı- maya baslarsınız. Yalnızca belki festival süresince polis önlemleriy- le arka sokaklara itilmiş 'cloc- hard'ların (Fransız usulü serseri- ler) zaman zaman ortaya çıkan ve daha iyice uzaklardan kokularıy- la kendini haber veren varlığıyia değil. Birden, günlerdir süren hal- sizliğinizin, sapsarı benzınizin hiç de "iyiye alâmct" olmadığını fark eder, aniden hastaneyi boylamak zorunda kalır ve orada, üstelik günlerdir süren bir mide kanaması geçirmekte olduğunuzu öğrenirsi- niz. Hemoglobininiz, olması gere- ken 12-13'lerden 8 buçuğa; eritro- sitiniz, olması gereken 4-5 milyon- lardan 3 milyona düşmüş, kolunu- zu kaldıracak haliniz kalmamıştır. Kaldırıldığınız yer, lüks Cannes kentınin tek devlet hastanesi olan Broussailles Hastanesi'dir: Gün- deliğı yine de 1600 franktan aşa- ğı olmayan... Sizi önce kan mua- yenesine, sonıa radyoskopi ve kar- diyoskopiye alırlar. Sonra mideni- ze bir boru sokmaya dayanan, hep işittiğiniz, ama sizin başınıza gel- meyeceğine etnin olduğunuz fıb- roskopi olayı yaşanır: Nefes ala- madığınızı, boğulacağınızı sanır ve bu arada, doktorun gözü/sesiy- le, kendi midenizin içinde bir ge- zinti yapmak gibi tuhaf bir du- rumla karşılaşırsınız. Sonra sizi, gastrolojide yer ol- madığı için kardiyoloji bölümüne, ikisi de ölümun eşiğinde gibi du- ran, biri sürekli sayıklayan, diğe- ri yakınan, herhalde 80'ine yakın (veya aşkın) iki hastanın yanına alırlar. Yanınıza neden sonra uğrayan doktor, niye burada olduğunuzu hayretle karşılar, hemşireler şaş- kındır, size diğer kalp hastalany- la birlikte verilen (ve yorgunluk- tan afiyetle yuttuğunuz) yemek ise aslında sizin durumunuzda kesin- likle yenmemesi gereken şeyleri (örneğin taze çilek dolu bir taba- ğı) içermektedir. Neden sonra yukarı kattaki gastroloji bölümünde yer açılır (bu kez, şansımza, tek kişilik bir odadır bu), oraya nakledilirsiniz. Kolunuza takılı serumla birlikte. Onun dışında, karşınızda her- gün başka bir doktor ve sizinle pek az ilgili hemşireler bulursu- nuz, doktorlardan farklı teşhis ve tavsiyeler alırsınız. Serumunuzun bitmek üzere olduğu veya gözle görülur biçimde yanlış ayarlandığı olur. Başınızdaki "iradat" züine boşuna basarsımz, ortalarda kim- se gözükmez. Gerçekten bir kriz geçirseniz, ölüm halinde olsanız, olasılıkla kimse gelmeyecek ve yazgınızla baş başa kalacaksınızdır. tşte o za- man, Cannes'm festivalden, pen- guenlerden, her türden sinemacı- lardan, yosma ve metreslerden oluşan parlak cilasımn öbür yü- zünü de tanımaya başlar, bu lüks kasabada da sorunlann, dertlerin, iyi yürümeyen şeylerin varlığını keşfedersiniz. Bedeli biraz yüksek de olsa, ilginç ve yararlı bir dene- yimdir bu. Ve yatakta yatmaktan ve ilgisiz hemşirelerle uğraşmaktan iyice sı- kıldığınızda, doktorların karşı koymasına karşın, "ölüra tehükesi halinde sonımluluğun size ait olduğunu" kabul eden bir kâğıt imzalayıp kendinizi dışan ve he- men Fellini fılmine atarsınız. Ar- tık serumun ve ne de olsa "tam teşkiladr bir hastanede yatmanın güvencest yoktur. Ama özgürlü- ğünüz ve de sinema vardır. Yatırımcılar, tasarruf sahipleri! VESTEL 5.Y I L Vestel Türk elektronik sanayiinin en buyugüdur. Bugün Türkiye'de üretilen her üç televizyondan, her üç videodan. her iki müzik setinden biri Vestel'dir. Türkiye'nin tek bilgisayar monitörü üreticisi yine Vestel'dir... Vestel, 1,5 milyon üniteye yakın üretim kapasitesi ile Türkiye'nin en büvük elektronik cihaz üreticisidir. Türk elektronik pazarının üçte birine Vestel hâkimdir. Türk Elektronik Cihaz İhracatında Vestel'in Payı Vestel, Türkiye'nin elektronik cihaz ihracatının vaklasık % 60'ını tek başına gerçekleştirmektedir. Kurulduğu günden bu yana en ileri teknoloji ürünü yüz binlerce televizyon, video, müzik seti ve bilgisayar monitörü üreten Vestel, gerek üretimi, gerek pazarpayı, gerekse ihracatıyla Türkiye'nin en büyük elektronik kuruluşudur. •VESTEL POLLY PECK INTERNAnONAL PLC VESTEL bir A Polly Peck Inlernational PLC kuruluşudur. VestePe hissedar olabilirsiniz! Yann! Vestel Elektronik Sanayi ve Ticaret A.Ş., dünya üzerinde önemli bir sınai ve ticari güç olarak öne çıkmaya başlayan Polly Peck Şirketler Topluluğu'nun en büyük kuruluşlarından biridir. Vestel, teknolojide, üretimde, satışta, ihracatta Türk elektronik sanayiinin en büyüğüdür. Vestel'e şimdi siz de hissedar olabilirsiniz. Vestel Elektronik Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin hisse senetleri Finansbank, Garanti Bankası, Impexbank, Manufacturers Hanover Finans, Osmanlı Bankası ve Yatırım Finansman'ın genel müdürlük ve tüm şubelerinde satışa sunulmaktadır. Hisse senetleri, satıştan sonra İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda işlem görmeye başlayacaktır. Vestel Elektronik Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin imtiyazlı hisse senedi yoktur. Tüm hisseler eşit hakka sahiptir. Vestel'in hisse senedini alın, doğru ve verimli bir yatırım yapın. Vesterin hisse senedini almakla, Türk elektronik sanayiinin en büyüğüne hissedar oluyorsunuz,M
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear