23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 21 MAYIS 1990 S l P H İ K A R A M A V (Em.Kur.Alh.Eaki \fBk üyesi) 3 0 Y I L S O N R A 2 7 M A Y I S 14Mayısseçimlerinde ifadesini bulan coşku, 50'li yılların sonuna doğru büyük bir umutsuzluğa dönüşmüştü 'Görülen lüzumüzerine'zulüm— 2 — Türk toplumu son birkaç yüz- yıl içinde yerinde sayarak sürekli yağın gerisinde kaknıştır. Batı'da- ki sosyal-kültürd ve ekonomik ge- lişmelere ayak uyduramadığı için devlet giderek zayıflıyor, güçsüz düşüyor ve geriliyordu. 19. yüz- yılın başından itibaren yenileşme hareketlerine gereksinim duyul- tnuştur. Osmanlı devletinin temel yapısı askerliğe dayandığı için ye- nileştirmeye de ordudan başlan- mıştır. Sosyal bir yapı olarak or- du, uygarhk ve Batılılaşma yö- nünde, bilim ve teknik gelişmeler- den öncelik almıştır. Bu nedenle de daha sonraki yıllarda bilerck ülkenin ve toplumun geliştirilme- sinde örnek olmuş, önderlik et- miştir. Silahlı Kuvvetlerimizin bu nıtelıği onu başka uluslann ordu- larından ayıran başlıca farktır, 19. yüzyüın ortalanndan sonra başlatılan yenileşme, düzenleme hareketleri, bir ölçüde boyutlan- nı ordu içinde mayalanan düşün ve akımlardan almıştır. Tarihimizde kışlanın rolü, diğer uluslarda görülemeyen bir özellik taşımıştır. Yenileşmenin uygarlık ışığı 1850'lerden sonra asker ocaklannda yayılmıştır. Modern yaşantının gereklerini halk kitle- lerine kışla aşılamıştır. Batı uygar- lığını medrese zorla kabul ediyor ve fırsat buldukça birtakım karşı koymalarda bulunuyordu. Med- resede 'yeni' ile 'eski' çarpıştığı için yeninin eskiye üstünlüğü ağır gelişiyordu. Sosyal yaşantımızda başlı başına bir kurum olan Saray ise yenilikleri güç bela kabul edi- yor, içine sindiremiyordu. Çıinkü Saray, saltanatının gerektirdiği birtakım geleneklerin kaynağj idi. Kışlada ve askerlikte ise 'ye«i', serbest ve rakipsizdir. Çünkü 'eski' 1826'da kökünden kaldml- mıştı. Askeri kurumlarda 'yeii'- nin kurulmasında hiçbir şer'i en- gel yoktu. Kışlaya gelen erler Anadolu'nun saf ve temiz halkı idi. Bu halk, Saray ve rriedrese gi- bi bozulmuş, yozlaşmış bir toplu- luk değildi. Subayların da halk çocuklanndan oluşması ile her türlu yenilik ordu saflarmda da- ha kolay gelişiyordu. Bu neden- lerle 19. yüzyılın 2. yarısında ve 20. yüzyılın başlannda ulkemiz- de yenileşme, uzlaşma ve devrim hareketlerinin itici gücü ordu ol- muştur. Ordu mensuplan ve or- dudan yetişen genç kuşaklar; ya- kın tarihimizin devrimler, yenileş- me ve uluslaşma süreçlerinde or- dunun bu rolü oynamasırun guru- runu taşımışlardır. Plevne'den Çanakkale'ye, Sakarya'dan Dumlupınar'a kazarulan zaferler- de bu gururun kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlamıştır. Cumhuriyetten önce 1923'ten önce toplumumuzun seçkinleri ve yetişmişleri daha çok askerler arasında yoğundu. Bu yüzden tarihin akışı da bu doğrul- tuda oluşuyordu. Bunalım olun- ca Selanik'ten bu Hareket Ordu- su Yeşilköy'e gönderiliyordu. Ya da bir asker Samsun'a çıkıyordu. Cumhuriyet kurulduktan sonra Kemalist devrimlerle hızla geliş- meye başla>an yeni toplumsal ya- pıda laik eğitimle yetişmiş, seçkin sivil kesitler de çoğalınca, yeni si- 28 Nisan 196O'!a Islanbul Üniversifesi'ndeki olaylardan bir görantü. Donemin Polis Mndürii Bumin Yamanoglu yakalsdığı bir göstericiyi cipiyle siiriiklüyor. (Folograf: Mehrnet AIi Şahin) 14 Mayıs 1950'de Demokrat Parti'nin serbest ve dürüst bir seçimle iktidara gelmesi, ülkede coşkulu bir sevincin dalga dalga yayılmasını sağlamıştı, yeni bir yönetim biçiminin kurulacağı umut ediliyordu. Ancak ezanın Arapçaya çevrilmesi, Meclis kararı olmadan Kore'ye 5 bin kişi yollanması, halkevlerinin kapatılması, Atatürk devrimlerinin bir kenara itilmesi, insanlarda kuşku uyandırmaya başlamıştı. Yine de 4 yıllık bir mutluluk yaşandı. yasal ve sosyal dengelerin oluşma- sı, özgürlüklerin ve demokratik yaşam ortamınm gelişmesi ola- naklı olmuştur. 1945'in ortamında çok partili rejime geçiş, tarih bilinciyle yoğ- rulmuş ve Kemalist devrimlerle gelişmiş aydınlar için umut ve se- vinç vericiydi. Atatürk'ün ölü- münden sonra 2. Dünya Savaşı yülannın olumsuz koşullannın et- kisiyle de ekonomik, siyasal ve toplumsal yaşam giderek bozulu- yordu. "İstiklaJ ve hürriyel benim karakterimdir" diyen Atatürk'ün ulkesinde, savaş yıllan da geride kalınca, baskıcı bir rejim artık sı- kıcı oluyordu. Demokrasinin ge- liştirilmesi, özgürlüklerin, hak ve hukuk ortamının sağlanması ve çok partili rejim 1945'lerde hal- kın ve aydınların ortak ıstenciy- di. Bu nedenle 14 Mayıs 1950'de Demokrat Parti'nin serbest ve du- rüst bir seçimle iktidara gelmesi ülkede coşkulu bir sevincin dalga dalga yayılmasını sağlamıştı. Hürriyet, hak ve hukuk, adalet doğrultusunda yeni düzenlemeler- le halka dayalı yeni bir yönetim biçiminin kurulacağı umut edili- yordu. Demokrat Parti de kuru- luş aşamasında, 1945-1950 yılla- n arasında, 5 yıllık muhalefeti sı- rasında, Mecliste de ülke düzeyin- iktidarını proteslo eden bir \atandaş, 'elkisiz 1954sonrasında belleklerde kalan en olumsuz gelişmeler: İktidara hiçbir zaman oy vermeyen Kırşehir'in, il merkezi olmaktan çıkarılarak ilçe yapılması, 6-7 eylül olayları, ülke yönetiminde etkili olmaya başlayan ocak-bucak başkanlarrnın saltanatı, 'görülen lüzum üzerine' işletilen haksız emeklilikler, basına karşı giderek artan sert önlemler, partizanca yönetimin, yargı organlarına kadar yaygınlaştırılması olarak özetlenebilir. DP de de bunJarı vaat ediyordu. Ye- ni iktidarın ilk 4 yılında yasa ve yönetimde ileriye yönelik düzen- lemeler pek yapılmadı ise de eko- nomide ve iş yaşamında bir caıı- lılık, rahatlama belirtileri görül- dü. Halk mutlu idi. tlk yıllarda Atatürk'ten beri 15 yıldır Türkçe okunan ezanın Arapçaya çevril- mesi, Meclis kararı olmadan dun- yanın bir ucuna Kore'ye 5 bin ki- şilik bir askeri gücun gonderilmesi (ABD'den başka Birleşmiş Millet- ler topluluğuna girmiş hiçbir ül- ke bu kadar büyük bir yükü tah- sis etmemiştir), halkevlerinin ka- patılması, Atatürk devrimlerinin yavaştan bir kenara itilmesi, dini konularda irticaya ödünJer venl- mesi gibi olaylar ve uygulamalar aydınlarda ve Kemalistlerde kuş- kular aymdırdı ise de genelde mutluluk 4 yıl surdu. Bunalımlı yıllar 1954 seçimlerini Demokrat Parti daha güçlenmiş olarak ka- zandı. Fakat bu seçimlerden son- ra iktidar; muhalefete, basına, se- çimlerde kendilerine oy vermeyen yöreler halkma karşı daha sert davranmaya başladı. Yasama ça- lışmaları, demokrasinin, ulusça kalkınmanın geliştirilmesi yerine daha çok baskıcı ve sindirici dü- zenlemelere yöneltildi. DP iktidarımn demokratik re- jim açısından olumsuz tutum ve davramşlanna tepkiler yalnız mu- halefet partilerinden değil kendi içinden de geliyordu. tsmail Hak- kı denilerek alaya alınan "ispal hakkı" girişimleri bir kısım DP mensuplarının partiden ayrılarak Hürriyet Partisi'ni kurmalarına yol açtı. iktidar giderek hırçınla- şıyor, sert önlemler alıyordu. Ül- ke yönetimi iktidar mensuplarının çıkarlarına yönelik bir partizan- lığa doğru hızla kayıyordu. Eko- nomik yaşama canlılık getiren ilk 4 yılda kaynakların plansız, sav- ruk harcanması sonunda ekono- mi 1955'ierden sonra darlığa, pa- halılığa, enflasyonist baskılara ye- nik düştü. 1954 sonrasında bellek- lerde kalan en olumsuz gelişme- ler: iktidara hiçbir zaman oy ver- meyen Kırşehir'in il merkezi ol- maktan çıkarılarak ilçe yapılma- sı, 6-7 eylül olayları, Ulke yöneti- minde etkili olmaya başlayan ocak-bucak başkanlarının salta- natlan, "görülen lüziım üzerine" işletilen haksız emeklilikler, bası- na karşı giderek arttınlan sert ön- lemler, partizanca yönetimin yar- gı organlarına kadar yaygınlaştı- rılması biçiminde özetlenebilir. 1957 seçimlerinde DP oy oranı olarak geriledi. Yuzde 48'e düş- tü. Kamuoyunda, oy tabanında YIIJÛV ARDENDAN DP İKTİDARI CIINEY7ABUZÜREK 1TDARDANIDAMA MENDERES itibar yitiriyordu. Fakat seçim sis- temi sayesinde yüzde 52'lik oy alan muhalefetin 167 milletveki- line karşın yine de 400'ün üzerin- de bir çoğunlukla iktidarını koru- du. 1950'nin hiçbir şaibe taşıma- yan dürüst seçimlerine karşın 1954'te ve hele 1957 seçimlerinde iktidar yönetiminin seçimlere göl- ge düşürebilecek davranışları ka- rauoyunu rencide etti. Hep söyle- nir; 1954'te "serbest ve dürüst bir seçimle iktidara geien D P . " Bu söyleyişte yanlış bir algılama ile "serbest ve dürüst'Mük DP için- miş gibi sanılır. Oysa bu dürüst- lük ve serbestlik içinde, sadece ço- ğunluğu kazanmanın onuru DP'nindi. Uygun ortamın hazır- lanması ve bû'çoğunlufu kazana- bilmenin olanağım karşı tarafa ta- nıyan "serbest ve dürüst"lüğıin onuru 1950 seçimleri öncesinin ik- tidanna aitti. DP böyle bir onur kazanma çabasına hiçbir zaman girmedi. 1957 seçimleri Gazian- tep'te, Istanbul'da ve yurdun bir- çok yerinde kötü örnekler sergJ- ledi. Ülke düzeyinde oy oranı yüz- de 50'nin aJtına düşerken yine bû- ytik çoğunlukla seçim kazanmak demokrasilerde içe sindirilemeye- cek bir haksız uygulamadır. Bu durumda muhalefet, istemlerinde daha ileri gidebilir. İktidarın da bu durumu göz önünde bulundu- rarak biraz yumuşak politika uy- gulaması gerekir. Oysa 1957'den sonra QP'nin yönetsel nitelıği da- ha baskıcı bir hal almıştı. Artık toplantı ve gösteri yürüyüşleri hak ve özgürluklerinin önemli ölçüde kısıtlandığı, basına karşı baskının arttırıldığı, muhalefet liderinin yurtiçi seyahat özgurlüğü ve can guvenliğinin Uşak'ta, Topkapf- da, Kayserı'de ortadan kaldınldı- ğı görülüyordu. Partizan radyo, Vatan Cephesi uygufamalan, ba- sın mensuplannın, Millet Partisf Başkanı Osman Bölükbaşı'nın içeri atılması, irticaya verilen ta- vizlerin artması, Said-i Nursi'nin devletin desteğinde ülkede dolaş- tırılmasının bir gösteri haline so- kulması, Demokrat Parti iktida- rımn uyguladığı politikaların dö- nüşü olmayan bir çıkmaza saplan- dığmı kanıtlıyordu. Üniversitele- re uygulanan baskı, öğrenci olay- ları ve sonunda rejimin tümden bunalıma düşmesine yol açan yar- gı ve yürütme yetkileriyle de do- natılmış "Meclis Tahkikat Ko- misyonu"'nun kurulması olaylajı doruk noktasına getirdi. DP, muhalefette iken özgürlük ve demokrasinin geliştirilmesi için verdiği sözleri iktiâara gelince tümden unuttu. Vaat ettiklerinin tersini yaptı. Baskıcı bir yönetim kurarak partizanlığı ve çıkarcılı- ğı yaygınlaştırdı. Giderek yoğun- laşan ekonomik bunalımla da ar- tan geçim sıkıntısı, bir zaman sü- reci içerisinde toplumu iktidara karşı güvensizlik duygusuna itti. Büyük bir coşku ile 1950'deki iktidar değışimini karşılamıştık. 1952'den sonra güvensizlik duy- gusuna düşmeye başladım. 1955'lerden sonra bu güvensizlik duygularım çoğalmaya başladı, 1958'den sonra umutsuzluğa dö- nüştü. Y arın: Konutana izinverUdi ERCİ1MENT Y&1JZALP (ĞselKakmMadürû) 14Mayıs gecesi Çankaya Köşkü'ndesonuçlar bekleniyordu 'Şen geldik yaslı gittik' Seçim gecesi înönü, bütün Bakanlar Kurulu'nu, parti ileri gelenlerini Çankaya Köşkü'nde yemeğe davet etmişti. Köşke gelenler 'şen ve hareketli'ydi. Alınan ilk haberler önemli değildi. Fakat yemeğe geçildikten sonra sonuçlar gelmeye başlamıştı. Aydemir'e göre "1950 öncesi ber kesim 'cihata gider gibi' san- dığa gitnaeye ve CHP'ye karşı oy k«Hanmaym haorbuuyorda. Salta- nat daşkünii çevrelerden başlaya- rak ber kesim, malı para etmeyen köylö, köy oknlona kağaıyla tas çekcn çiftçi, ydu yapdnamış köy, jandarmadan dayak yenıi; mah- tar, Dotu'daki şeyUer, «ğalar... Bütçt apfıaı kapaaak için $eke- ri pahalı salaelan, ordaya nuuş verebilnck içiıı Variık Vergisi çı- karanlara, şona bmaa el koyanla- ra karsı çtkaoüüardı." Hilmi Uran, "Soınçta, parti olarak, bizim bilerek veya bilme- yerek gcçmiş taksiratımız kadar, muhalefet olarak karşı tarafın gözaan ynmarak balka yapb£i va- •tler de bemen aynı kuvvelle et- kili olmuştur" der. Kimi bilgilere göre seçim öncesi tnönü "sakin" deftil, slairiidir." 14 Mayıs gecesini Hilmi Uran, canlı çizgilerle anlatır: "O gece IBÖBU, bfttio Bakanlar Karnlu üyeleriyl« parti ileri gelcnkriai Çankaya Köşkü'nde yemeğe davet etti." Çankaya'daki büyük salonda kristal avizeler altında yemeğe oturulurken, kentin bir başka yerinde sanmtırak ışıklann aydın- lattığı gösterişsiz binada — D P merkezi— basit masa ve iskemle- lerle donanmış odalarda yan aç yarı tok, heyecandan sararmış in- sanlar bekliyordu. "Yukanda- kiler" ile "Aşagıdakiler"in o ge- ce sergiledikleri aynmlı yaşam, bu denli çarpıcıydı. Çankaya Köşkü'ne gelenler "sea ve hareketliydi." Alınan ilk haberler önemli değildi. Küçük merkezlerin küçük haberleri... Fa- kat yemeğe geçildikten sonra so- nuçlar yavaş yavaş akmaya başla- dı. Sahne şöyleydi: Yaverlerden biri zaman zaman yemek salonuna giriyor, tçişleri Bakanı Emlo Erisirfil'in kulağma eğiliyor (....) valisinin telefona ri- ca ettigıni söylüyordu. Erişirgii — uzunca boylu, başı ortadan geri- ye doğru saçsız, etli dudaklı bir insandı— kalkıyor, başka bir oda- ya geçiyordu. Sofra bu hareketlerle ilgisizmiş gibi görünüyordu. Konuşmalar sürüyordu, ama akıllar "öteki odadaydı." Gözler ise kapıda. Sof- raya kimsenin hissettirmek isteme- diği gerginlik egemendi. Erişirgii bir sttre sonra dönüyor, "yüıü müstehzi —alaylı— ama acı gü- lümseme dalgalanyla titreşiyor", il adı veriyor ve: "Kaybetmişiz" diyordu. Şen ve hareketli başlayan yemek sofrasın- da soğuk hava esiyor. Kuşkusuz Erişirgil'in "müstehzi ve acı gölttmsemeli" davranışları — Uran'a göre— sinirleri bozuyordu. Sonra telefonlar yoğunlaştı. Kapı- da görünen Erişirgil'in getirdiği haberler hemen hiç değişmiyordu: "Kaybetmişiz!" Üstelik sofrayı çevreleyen ba- kanlann, parti yöneticilerinin he- men hepsi seçimi yitirdiklerini öğ- reniyorlardı. Saatler ikrledi, yalm, aa, katı gerçek ortaya çıktı: CHP seçimi ve iktidan yitirmişti! Uran, o geceyi anılannda şöyle kapatı- yor: "Artık parti olarak kaybetti- gimiz kanaarJne varmıstık ve va- kit de çok ilertedigi için evlerimi- ze dagümak özere Inönü'den mü- saadc istemiştik. O gece, partide yatnukta oMugnm odaya döndü- gümde alt katta bir arkadaş gnı- buouo telefon etrafında topJann- rak büyük bir merak ve beyecan iciade hâlfi vüayetlerden haber al- maya calıştıgını görmöş ve kendi- lerini sefaunlayarak odama çıkmts- üm." özden Tokeı*e o geceyi sordum: "Sanına yaverier odasıadaydık. Birinci katta. Babam geldi. Seçi- mi kaybettigimizi söyledi. Odada bir aşagı bir yukan dolaşıyordu. Bir ara anaemin yanına geldi, Pembe Kösk'e ne kadar sürede geçebUecegimizi' sordu. Annem 'bir hafta' dedi. Babamın, anne- me o gece 'Hanunefendi, on yaş genç olmayı isterdim' dedigini ha- üriıyorum." Metin ise ay sonunda yayımla- nacak "DP'nia Altın Yıllan" ki- tabında "İnöni, seçinden önce 'kaybedecek gibi' baarhklar yap- mıştı. Pembe Köşk düzeltilmiş, onanlmıştı. 'Çocuklarına bu ihtimali' söyledi. Mevhibe Inönü- ye sordu, 'Hanımefendi, şehre otobüsie iner douersiniz degil mi?' diye yazıyor. "Sonuçların büyük bir kısmını kapsavan baberierin arkası alın- dıgında saat sabamn 2.'sini geçi- yordu. Cumhurbaşkanı agır adımlarla merraer koridora doğ- ru yüriiyerek 'Haydi hayıriısı, Al- lab rahatlık versin' dedi. Bakan- lan, yöneticUeri bırakarak merdi- venlerden yukan ya, yatmaya çık- tı." tnönü, "on yaş daha genç" ol- mayı neden istiyordu? Yeni iktida- ra daha dinamik bir savaşım ve- rebilmek için mi? özden Toker sö- zü yorumlayamıyor. Fakat Metin, tnönü'nün \9Wden önce kalp kri- zi geçirdiğine, o donemlerde insan yaşaraında yaş ortalamasımn 60 kabul edilmesine bağlıyor. Inönü, iktidardan düştüğünde 66 yaşın- daydı. İnönü'nün o gece Çankaya Köş- kü balkonuna çıkarak Ankara'ya baktığı ve "Naakör millet" dedi- ği başkentte yaygınlaşmıştı. Çıka- cak yapıtında Toker olayı anlatı- yor: "Bu iddia 25 mayısta o za- maadar MP'nin organı olarak An- kara'da çıkan 'Kndret' diye bir ga- zetenin başmakale sütununda ya- yımlanmıştır. tddia Ulus Gazete- si'nde şoyle yalanlanmışbr 'tsmet laönü ne resmi ne hususi bir mec- liste bu veya buna benzer berhangi bir söz söylemis defildir' Kudret Gazetesi bunun üzerine ikinci bir baş>azı<>ında dedi ki: Canım. biz illa söyledi demedik ya... İçinden gecirmiştir." Yarın: Bayar eumhurbaşkanı ABD'nin avukatlığı* imajı nasıl doğdu? Ortadoğu'da hatalıpolitika Daha sonraki yıllarda, her ne kadar, Sovyetler'le ekonomik alanda belirii bir işbirbği başlamış ve bu işbirliği >Bvaş yavaş gelişmiş ise de Amerikan silah ambargo- suna kadar, ABD ile yurutülmekte olan ikili savunma işbirliği, ulus- lararası siyasi konjonktürde mey- dana gelen gelişmelere rağmen, soğuk savaş dönemindeki düzeyîni korumaya devam etmişti. Dolayısıyla, Demokrat Parti ik- tidanntn ancak son yıllannda bir ihtiyaç olarak beliren bu duzenle- menin yapılmamış olmasından dolayı bu iktidara yöneltilebilecek eleştiri payının, bu düzenlemenin meydana gelen gelişmelerle oran- tılı bir şekilde hâlâ yapılamamış olduğu göz onünde tutulunca da- ha sonrakilere yöneltilebilecek olandan, en azından daha fazla olmaması gerekir. Sovyetler Bir- liği'nin, Türkiye'uin güvenlik ter- tiplerinden, kendi emelleri açısın- dan rahatsız olması ile bu tertip- lerden kendi guvenliği açısından rahatsız olmaya başlaması, yani aldığımız tertiplerin güvenlik ge- reklerimizin gerektirdiği ölçünün sınırlarını aşması, biribirinden farklıdır. Birincisinden doğacak rahatsızlığı nazarı itibare almama- mızın haklı gerekçesi vardır. Ikin- cisi için aynı şey söylenemez. Menderes döneminde yürütülen dış politikada belki bir ölçüde eleştirilebilecek bir diğer husus da Ortadoğu'da savunma tertipleri kurulması hususunda çok ileri plana çıkılmış olmasıdır. O dö- nemde Sovyetler Birliği'nin Orta- doğu bolgesi ile ilgili emelleri ve Sovyet nüfuzunun bu böigeye sız- masının bizim guvenliğimız üze- rinde yapacağı zararlı etkiler raa- lum olmakla beraber, bu yönde yürütülen politika ve bunun uygu- lanması şekli Türkiye'nin amacı hakkında yanlış izlenim vermiştir. Belki biraz da Sovyet propagan- dasının etkisi ile bölge ülkelerinin çoğu, bu çabalan, bölgede Batılı eski müstemlekeci iilkeler ve ABD'nin a\Tikatlığmı yapmakta olduğumuz şeklinde değerlendir- mişlerdir. Özellikle Ortadoğu po- litikasının yürütülmesinde, işbir- liği için Irak'ta Nuri Said, Lüb- nan'da Camille Chamoun gibi Ba- tı'nın adamları olarak bilinen ve nında takdir edilememiş ve ulaşa- cağı siyasi gücünun değerlendiri- lememiş olmasıdır. Bununla tabi- atıyle Türkiye'nin bağlantısız ol- ması gerektiğini soylemek istemi- yorum. Bizim konumumuzda olan bir ülke için inamlır ve etkili bir ideal uluslararası banş ve gti- venlik ortamı kurulmadan bu söz konusu olamaz. Ancak bu hareketin, sesli bir şe- kilde karşısına çıkmak ve Ban- dung Konferansı'nda olduğu gibi hareketin karşısında olan Batılı güçier ve özellikle ABD'nin avu- Irak'ta Nuri Said, Lübnan'da Camille Chamoon gibi Batı'nın adamları olarak bilinen ve gitmeleri mukadder kimselerin desteklenmesi, bölgede yıldızı her geçen gün parlayan Nasır'a hiç önem verilmemesi, hatta horlanması talihsizlik olmuştur. Bu tutum Türkiye'nin müstemlekecilerle işbirliği içinde olduğu ithamlarına mesned teşkil etmiştir. gitmeleri mukadder kimselerin se- çilmesi, bölgede yıldızı her geçen gün parlayan Nasır'a hiç önem ve- rilmemiş hatta horlanmış olması talihsizlik olmuş; bu tutum, bir yandan asıl amacımıan gerçekleş- tirilmesini önlemiş, diğer yandan da Türkiye'nin müstemlekecilerle işbirliği içinde olduğu ithamları- na mesned teşkil etmiştir. Bağlantısızlar fark edilemedi Bir başka husus da yavaş yavaş şekillenmeye başlayan Bağlantısız- lık hareketinin öneminin zama- katı gibi hareket etmiş olmak en azından hatalı olmuştur. Kıbrıs sorunu Birleşmiş Milletler ve di- ğer uluslararası kuruluşların gün- demine girmeye başladıktan son- ra bu kuruluşlara gittikçe artan bir şekilde hâkim olmaya başlayan bu grup uyesi ulkelerden bize yakın olanların bile Kıbrıs konusunda bize destek olmakta güçlük çek- tikleri bilinmektedir. Şüphesız bunlar yapılmış hata- lardır. Ancak bu hareketlerin ar- kasındaki temel fikir, mevcut teh- dide karşı meşru savunma tertip- leri almak için duyulan zarurettir. Bu zarureti, özellikle o dönemirı koşullarında, geçersiz saymak mümkün değildir. Tabii gönül, te- melde doğru olan bu politikanın uygulanmasında daha soğukkanlı ve ihtiyath hareket edilmesini ar- zu ederdi. _ Menderes'in yanında göreve başladığım vakit, o, iktidarının sekizinci yılını tamamlamak üze- re idi. Bu kadar süre geçtikten sonra, bir devlet adamının, göre- ve başladığı yıllann heyecanını hiç kaybetmeden aym düzeyde sürdü- rebilmesi, eğer imkânsız değilse, herhalde, en azından çok güçtür. Kaldı ki bu dönem aynca, ül- kenin 27 Mayıs'a sürüklendiği, dolayısıyla iç politika açısından zor günlerin yaşandığı dönemdir. Buna rağmen, bu dönemde dahi Menderes'in, ekonomik konula- ra, özellikle kalkınma konulanna, içten bir heyecan ve büyük bir il- gi duymaya devam ettiğine tanık oldum. Menderes bir ekonomist değil- di. Böyle bir iddia sahibi olduğu- nu da zannetmiyorum. Ancak ül- kenin geri kalmış olduğunun bi- lincinde idi ve ekonomik kalkuı- ma konusunun büyük öncelik ta- şıdığına inanıyordu. Bu, bugün bir şey ifade etmeyebilir. Ancak, geri kalmış olmayı kabullenmeyi gururumuza yediremediğimiz ve görkemli tarihimizJe övünmeyi halkımızın moralini yükseltmek açısından geıekli gördüğümüz o donemlerde, geri kalmış olduğu- muzu bir olgu ve onu yapılacak işler için bir hareket noktası ola- rak kabul etmek, o günkü koşul- larda bir anlayış ve yaklaşım dev- rimi teşkil ediyordu. Yarın: Menderes ve ekonomi
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear