26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
27 AĞUSTOS 1989 PAZAR YAZILARI CUMHURİYET/7 SaintJames Parkı ile Charing Cross istasyonlan arasında tesadüfen Londralı bir "dandy"nin defterinibuldum. Sahibinin kimliği hakkında herhangi bir emare mevcut değildi. Yazılanların gerçekya da hayal mahsulü olduğu hakkında fıkrim yok. HADİ ULUENGİN CHELSEA Bakerloo hattında sefrüsefer yapan bir metro vagonunda, Saint James Parkı ile Charing Cross istasyonlan arasında, tesadüfen, Londralı bir "dandy"nin defterini buldum. Sahibinin kimliği hakkında herhangi bir emare mevcut değildi. Defteri iade etmek gafletine düşmedim. Yazılanların gerçek ya da hayal mahsulü olduğu hakkında fıkrim yok. Bazı sayfalara şu notlar düşülmüştu: "Pazartesi: Gece yıldızlıydı ve King's Road üzerinden Aziz Stephan Hastanesi'ne yürüdüm. Dönüşte, Sloane Avenue*de, Gabrowsky'ye girdim. Çok kalabalıktı. Moda kokteylerden birisini ısmarladım. Tom O'SuJlivan ve avenesi de geldiler. Yanlarında, ttalyan olduğunu sandığım bir kadın vardı. Onu fethetmek arzusuyla yamp tutuştum. Tom, artık kuiübe uğramadığım için sitem etti. İtalyan kadının adinı öğrenemedim. Gittiler ve beni davet etmediler. Çıkarlarken, Tom O'Sullivan'ın yanındakilerden birine, benim hakkımda, "küçük ve bnnalımlı bir mirasyedi" dediğini duydum. Halbuki, Tom O'Sullivan, babasının hediye ettiği Daimlerle geziyor ve top model kızlarla çıkıyor. Yatmadan önce haşlama tavuk yedim ve Puccini dinledim. Sheila Morrison, Puccini dinlediğimi öğrense beni ayıplardı. Cuma: Artık, taksi yerine metroya bineceğim. Güney Kensington istasyonuna kadar yürüyeceğim ve yolculuk boyunca "Le Monde" kanştırmayacağım, "Japonca Ögrenimi MetodolojisT' kitabını okuyacağım. Bu daha şık. Bir dandy'nin not defterî Bilet alırken de, cockney lehçesiyle konuşur gibi yapacağım. Cumartesi: Heyecanlandım. Sheila Morrison ile öğle yemeği yemek için Holborn'daki lokantada randevum vardı. Knightbridge istasyonunda, tam karşıma bir kız Oturdu. Kızıl saçh ve çilliydi. Çocukken Dorset'teki malikânede tanıdığım, seyis Bay Barwick'in kızmı andınyordu. Liverpool küçük burjuvazisinden geldiğini ve Oxford'da Sosyal Antropoloji Fakültesi'ne gittiğini düşündüm. Makosenli ayaklannı biraz avam buldum. Başlığı iyice seçilebilecek biçimde, "Japonca Öğreninıi Metodolojisi" kitabım açtım. Idıogramları ciddiyetle ezberlermiş taklidi yaptım. Kızıl saçh kız, önce kitabı fark etti. Sonra bana baktı. Ben de baktım. Göz göze geldik. Meydan okurmuş gibi, bakışlannı kaçırmadı. tşçi Partisi'ne oy verdiğini anladım. Holborn'u geçtik. tnmedim. O Russel So.uare'de indı. Peşi sıra gıttim. Yürüyen merdivenlerde, altı basamak aşağıda kaldım. Reklam panolarına bakarmış gibi yapıp, benim orada olup olmadığımı kontrol etti. Great Ormond Sokağı ile Lambs Conduit Sokağı'na kadar takip ettim. Yanına gitmeye cesaret edemedim. Sonra, Sheila Morrison'a acele yetişmek için taksiye bindim. Geç kaldıgım için hafifçe serzenişte bulundu. Ama ben gelene kadar iki kadeh porto içmişti. VVbrchester sosu yerine mango sosu getivdiği için, bütün mesafesiyle, Hintli garsonu payladı. Kibarca, ne zaman nişanlanacagımız hakkında ağzımı aradı. Galsworthlerin davetinde kendisine refakat edip etmeyeceğimi sordu. Birinci soruyu duymamazlıktan geldim. tkincisine "hayır" dedim. • Yeni kestırdiği saçlarını ve yakasındaki broşu saçma buldum. Hep metrodaki kızı düşündüm. Babam, Liverpoollu bir küçük burjuva kızıyia evlensem ne derdi? Kahveden önce, City'deki işleri takip edeceğim gerekçesiyle Sheila Morrison'dan aynldını. Güney Kensington istasyonun çı ABD'nin diğer kentierinde olduğu gibi Seattle'ın da merkezine 5060 katlı koca koca binalar inşa edilmiş. Planlı bir kentleşme var. kışındaki müvezziden Sun aldım ve Times'ın arasına sakladım. Gelir gelmez, Sun'daki, "Tecriibeli hostesler tarafından, ikametgâhınızda özel vıicut masajı yapılır" ilanlarına baktım. Telefon numarasını çevirdiın. Sesi duyunca ahizeyi kapattım. Aynı şeyi bir daha tekrarladım. Proust okumak istedim ve televizyona baktım. Çey Chelsea'dan Japonya'daki bütün erkekler takım elbiseli ve kravatlı bir üniformaya bürünmüş. Sürekli olarak yeniprojeler üretmek, büyük şirketler kurmak, kentleri Batı'dan daha görkemli hale getirmek, dünya ileyarış etmekpeşindeler. FÜSUN ÖZBİLGEN TOKYO Ikinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra tmparator Hirohito ordusu dağitılan Japonlann önüne bir hedef koymuş: "Bundan sonra sizlerin iiniformalannız, kravatlannız olacakür. Sizler takım elbiseleriniz ve kravatlannız ile birer businessman oiacaksınu ve dunvayı işte bu üniforma ile fethedeceksiniz." Japonya'da gördüğümüz bütün erkekler bu üniformaya bürünmüş. Hepsi takım elbiseli ve kravatlı. Sürekli olarak yeni projeler üretmek, büyük şirketler kurmak, kentleri Batı'dan daha görkemli hale getirmek, dünya ile yarış etmek peşinde. Hırs, gerginlik ve stres yüzlerden okunuyor. Tokyo, dünyanın Batı yarımküresinde ve ABD'de görülen türden, yüksek binalar, otoyoüar ile çevrili bir standart kent. Japonların geleneksel mimarisinden, ahşap, tek katlı, bahçeli, çatılanrun saçaklan yukan dönük tarihi binalarından eser kalmamış. Sürekli olarak ve müthiş tekniklerle üretilmekte olan koskoca binalar, oteller, şirket merkezleri ile donanıyor. Çok katlı alışveriş merkezleri, Paris'teki Eyfel Kulesi'nin tıpkısı bir kule gibi Uzakdoğu ozelliklerini yitirmiş yapılarla bezenmiş. Kentin içinden bazı yerlerde üç kat üst üste otoyol ve tren yoüan geçiyor. Alttan giden metroyu da sayarsanız aynı noktadan dört ayn kat halinde geçen yollar ağ gibi donatmış bu kenti. Dünyaya hâkim olmaya başlayan, bilgisayardan elektroniğe, inşaattan otomotive kadar her konuda ıddialı şirketlerde çılgınca bir tempo ile çalışan, bu çekik gözlü, takım elbiseli ve kravatlı insanlar kendi özel dunyalannda acaba neler yaşıyorlar? Ev yaşamlan, eğlenceleri, inançlan, sevgileri ne? İşte birkaç küçuk gözlem, birkaç istatistik ve biraz da işittiklerimiz: Sıcak ve nemli bir gece. Tokyo'nun aiışveriş merkezi Ginza'dan geçen tren yolunun altındaki küçük küçük barlardan dağılan çekik gözlü erkekler. Takım elbiseleri ve kravatları üzerlerinde. Işten çıktıktan sonra genellikle deniz ürünleri ve pirinçten oluşan bol soya soslu yemeklerini bu küçük bar ve lokanta karışımı yerlerde yemişler. Biraz da bira veya sake içmişler. Saat 23.00'e doğru evlerinin yolunu tutuyorlar. Gece 23.00'te bütün barlar kapanıyor. Ertesi sabah yine gergin bir iş günü başlayacak. Sokakta yürürken baaları hafıften yalpalıyor. Ceketlerini de omuzlarına atmışlar, ama kravat yine boyunlarında. Genellikle metro ile evlerine ulaşıyortar. Evleri nasıl acaba? Kısa sureli yolculuğumuzda bunu izleme olanağımız yok. Ancak birkaç yıldır Tokyo'da yaşayan bir gözlemci şunları anlatıyor: "Büyük çogunluk küçücük evlerde yaşıyor. Evlerde öyle fazla mobilya yok. Yataklar da gündüz denk yapılıp gece seriliyor. Banyo ve tuvaletler ortak kullanılıyor. Yemek de genellikle dışarda hallediliyor. Geleneksel aile yapısı korunuyor, ama giderek parçalanmakta. Kadınlar için halen en buyük güvence bir erkekle evlenip ev kadını olmak. Kadınlara iş yaşamında pek önemli görevler verilmijor. Sekreterlik gibi işler çogunlukta. Evde oturan kadın, gece yanlanna kadar çalışan kocadan sıkılmış. Aile yaşamlan ancak hafta sonlannda ve fesdval gi Takım elbiseli ' askerleri bi tatil günlerinde aile arabalanna binip bir iki taneyi geçmeyen çocukian ile kent dışına yokuluklarda hatırlanıyor." Bu yaşam tarzı dünyanın bütün büyük kentlerindeki bireysel yaşam ile geleneksel Türk aile yaşamının arasında bir noktayı işaret ediyor sanki. tstatistiklere göre Japon insanı çalışmadan arta kalan boş zamanlarını büyük ölçüde TV seyrederek, bilgisayar oyunlan ile oyalanarak geçiriyor. Japon tipi bahçecilikle uğraşma gibi zevkler artık kırsal bölgelerdeki istatistiklerde öne çıkıyor. tnançlara gelince. Halen tapınaklarda geleneksel biçimde eğilip el çırparak dua ediliyor, sokaklardaki el falcılanna fal baktırıp gelecek okunmaya çalışıbyor. Dileklerin gerçekleşmesi için ağaçlara çaput bağlanıyor ve eski imparatorun saray tapınağındaki özel ağaca tahta parçacıklarına yazılan dilekler asılıyor. Sonuç olarak Tokyo da işte dünyanın bütün diğer metropolleri gibi kişiligini yitirmiş. Metropollerin ortak kişiliğine ve yaşamına bürünmüş. Sabahtan akşama kadar hırsla çalışan insanlar, sipsivri şirket binaları ve oteller, metrolar, otoyollar, tıkanmış bir trafik ve bu kentin yuttuğu gergin insanlar. Akşamları birkaç kadeh içki ile stresini atmaya çalışan, TV'nin karşısında saatler geçiren, ağaçlara çaput bağlayan ve ertesi günü yine yoğun ve hırslı bir biçimde işindeki yükselme yarışını sürduren insanlar. Tbkyo'dan Londra'dan Paris9ten 'Karşıdevrimciler' Concorde meydanmda yüzbinleri toplayabilmek için görulmemiş bir kampanya başlattılar. SABETAY VAROL PARİS Fransız Devrimi 200. yıl kutlamalan üstüne çok şey yazılıp çizildi. Geçen salı günü Katoliklerin en önemli dinsel günlerinden biriydi. Bunu fırsat bilen Fransa'nın "karşıdevrimri" çevreleri 15 ağustosu, 14 Temmuz kutlamalarının alternatifi olarak öne sürmek istediler. 1789'dan beri Fransa'da cereyan eden siyasal mücadelelerin "tarihin çöplüğü"ne atılmış, fosilleşmiş artıkları, "Anö89" gösterilerde boy gösterdi. Fransızların devrim konusunda hayal kırıklığına uğradığını, 200. yıl kutlamalannın büyük çaplı ticari ve turistik bir operasyondan öteye gitmediğini, devrim olmasaydı da pekâlâ fngiltere örneğinde olduğu gibi aynı sonuca ulaşılabileceğini yazıp çizenlerin "karşıdevrinı" törenini izlemesiııi isterdim. Bu kalem erbabının bir bölümü, 14 Temmuz kutlamalannı bekleme gereği duymadan öngöriide bulunmuştu. Kutlamalar •fryasko ile bitecekti.. <Anti89' kutlama Prensin ıııiıııari anlayışı Prens, kentin en ortalık yerine yapılacak binanın maketine bakıp da' 'Tam en sevdiğiniz bir dostunuzun yüzünde çıkmış bir çıban" deyince mimarbaşı çok kızmıştı. Prens ile mimarlar şimdi bir meydan savaşına hazırlamyorlar. EDİP EMİL ÖYMEN ~ LONDRA Ülkenin prensi ile mimarları kavgalı. Prensi eski kafalı buluyor mimarlar. "O ne anlar" diyorlar. Şimdi moda baştan aşağı cam binalar, asansörler dışarlardan çıkacak tepelere, tepelerden aşağı ağaçlar, ormantar sarkacak, gün ışığı damdan bodruma kadar inecek, eski Romalılar nasıl yapmışsa, onun modernini biz yapacağız. ışık seli içinde kapı baca nerede şaşıracak insanlar. Bin süzgeçten süzülmüş okyanus havası soluyacak içinde çalışanlar. Işığın açısı koltuğun arkası, halının rengi hep insanda letafet ve sükunet yaratacak. Bu, işyerleri için tabii. tşyerinde verim artsın ki cepler para dolsun, para dolaşsın ve işyerinin kasasına girsin yeniden. Ama varsın insanlar ev diye 19. yüzyıldan kalma barınaklarda otursunlar. Herkes parası kadar oturur. Paran varsa tavana tropik orman dikerler, paran yoksa pencereden soğuk üfürür. işte Prens diyor ki, herkes adam gibi yerlerde otursun ve çalışsın. tşyeri ev yeri farkı olmasın. Boyutlan insan boyutlarına indirelim. Mosmodern binalara ne gerek var? Daha küçük boyutta yapalım. Kentimiz elden gidiyor modernlik uğruna. Şu binalara bir bakın. "Sevdiğiniz bir dostunuzun yüzünde çıkmış bir çıban adeta." Yazık değil mi yüzyılların emeğine. Eski diye atıp yıkmak mı lazım? Sizinkiler de eskimeyecek mi? Prens ile mimarları şimdi bir meydan savaşına hazırlanıyor. Prens'in kendi yazdığı ve son ana kadar BBC tarafından içeriği açıklanmayan bir televizyon programı çok gürültü koparmıştı. Londra'mn ortasından geçen nehir ucubesinde bir motora binen Prens, hoşlanmadığı ve mimari mirası katlettiğine inandığı binaları tek tek parmağı ile göstermiş ve "işle" demişti, "size felaket örnekler." Mimarlar neye uğradıklannı şaşırdılar. İçlerinde çok şöhretliler var, sir olanlar var, binaları "anıt" sayılanlar var. "Kendi işine baksın" dediler. Olmadı. Prens yılmadı. tngiltere'nin ücra bir köşesinde hem calışmak, hem yaşamak için "yeni" bir tür yerleşim yeri planladı. Maketler ortaçağ kasabalannı andınyordu. Mimarların bir alay etmedikleri kaldı Prens'le. Evet şimdi meydan savaşı geliyor. Prens, "Hodri meydan!" dedi çünkü. Prens'in görüşlerini içeren pahalı ve kalın ve parlak bir kitap piyasaya çıkacak. Aynca en popüler ve turistik bir müzede "Yaşam aslında nasıl olmalı?" konulu, Prens'in elinden çıkma bir sergi açılacak. Ve BBC, programı yeniden gösterecek. Seattle'dan 100 yıllık bir tarih yapmış ve kentin adı Seattle olmuş. niz Bölgesi kentini andırıyor, her yer yeşil. Seattle, adını bir Kızılderili reisinden almış. Anlatıldığına göre, ABD'nin kurulduğu yıllarda, bu bölgede çok sayıda Kızılderili kabilesi yaşıyordu. En kalabalık ve diğerlerine göre daha medeni olan Siu kabilesi reisi "Sealthe", beyaz adamlar tarafından da çok sevilirmiş. Bir yerleşim birimi haline gelen beldeye, zamanın yetkilileri bir ad koymak istemişler ve "Sealtbe"yi seçmişler. Ancak reis, kendisine iletilen bu teklifi reddelmiş; çunku, Kızılderili inanç >e geleneklerine gore "ölen kişinin adı kalıcı bir yere verilir ve sürekli anılırsa, her defasında raezarı içerisinde sağa ve sola dönermiş." Ne var ki "baltalanm gommek zorunda kalan" Sealthe reisi, para ve Ayin için Seattle, adını bir Kızüderili reisinden almış. Hammersmith'tekiJamaikaKiii Siu kabilesi reisi "Sealthe", beyaz adamlar sesine gittim ve "Ave Maria"yı tarafından çok sevilirmiş. Beyaz adam yerli giydim. Ronaid Carrey'in değişiklik teklif ettiği gibi, Batı Hint Adalan'nda tatile gjtmdi miyim? Mis İDRİS AKYÜZ yoner olmayı veya askere yazıhnaSEATTLE ABD'de, "nçak" yı duşünüyorum. Çok mu demodeyim? Chelsea'dan taşınmab mı denince akla gelen iki kent adı var. yım? Annemin mektubunda, Biri Seattle, diğeri St. Luis. Seatt"sevgili oğlumuz" diye başlama le'de Boeing, St. Luis'te de sım ve Sheila Morrison ile yapı McDonnell Duglas uçakları ürelacak bir evliliğin son derece man tiliyor. Biz sadece, Seattle"yi ziyatıklı olacağını söylemesini saçma ret edip gezebildik. buluyorum. Chelsea'dan taşınacaŞu anda, dünyada kullanılan ğım ve Kuzey Londra'da ikamet yolcu uçaklarının yüzde 56'sını edeceğim. Ronaid Carrey ile Batı üreten "Boeing Company" fabriHint Adalan'na tatile gitmeliyinı. kası bu kentte kurulu. Ülkenin kuMetrodaki Livarpoollu kızı da zeybatısında, Kanada'nın hemen bulmalıyım. Şimdi King's Road1 altında, NVashington eyaleti sınırda yürüyeceğim ve sonra GabTarihsel ataletleri yok sayanlar rovvsky'de kokteyl içeceğim. Chel ları içerisinde ve Büyük Okyanus aldanmıştı. Bayram atmosferi sea'dan, kuzey banliyöye taşmma kıyısında şirin bir kent, Seattle. içinde bir milyondan fazla kişi, lıyım. Hayatıma yön vermeliyim. ku>iu bir körfezde bulunması ve Champs Elysee Caddesi'ni dol Artık Proust ve Joyce okumama çevredeki sıcak su akıntıları nededurmuş, sabahlara kadar çügınlar lıyım. Puccini dinleyebilirim" niyle iklimi yumuşak. Yarım kurenin oldukça kuzeyinde olmasıgibi eğlenmişti sonuç olarak.. 14 Defter böyleydi... na karşın, tipik bir Doğu KaradeTemmuz'dan sonra Fransız kamuoyunu biçimlendirenlerin yargısı kesinleşti. Gerçi 1989 kafasıyla, idam cezasını yadırgayan Fransız, 200 yıl öncesinin mantığıyla hükümdarın ve kraliçenin giyotine yollanmasıru onaylamıyordu, ama bu demek değildi ki Fransa, 16. Louis'den ozür dileyecek, devrim yaptığına pişman olacaktı. Karşıdevrimciler, Concorde Meydanı'n Son liman Trabzon 'a, programa göre sabah da yüz binleri toplayabilmek için 05.30'da vanlmasıgerekiyordu. Oysadaha görulmemiş çaba gösterdiler. thtilalci ordulann, karşıdevrimi bas Ordu ve Giresun limanları vardı önümüzde. tırma gerekçesiyle 1790'larda Trabzon 'a 12 saatlik bir rötardan sonra, akşam "Vandee" yöresinde giriştiği kat 17.00'de varılacağı anons edildi. liam, "soykınm" sözcüğüyle nitetıyatı 1> oın ııraclaıı başlıyordu. : lenerek devrimcilerin eli kanlı ka STELYO BERBERAKİS Kafeteryada ise self servise usulü tillerden başka bir şey olmadıkları üzeTİne yığınla kitap yazıldı. VaTRABZON Karadeniz sefe 910 bin lira civannda bir tabak tikan'ın reformlarına uymayı red rini yapan "tstanbul" yolcu gemisi yemek, bir salata ve bir bira içiledettiği için afaroz edilen "Mon pazartesi saat 17.3O"da Saraybur biliyordu.. Yemek saati 21.00'de senyör Lefevre" yanlısı, bağnaz nu Limanı'ndan denize açılacak bitmiş, yolcular bar, disko, TV sadinci çevre "anti89" kutlamalan tı... "Dogal" olarak nitelenen bir lonlarına, kimisi de kabinelere organize etmek üzere harekete gecikmeden sonra saat 19.00'da yatmaya çekilmişti.. Barda aiışvegeçti. hareket ettik. lstanbul gemisinin riş alt güveriede satılan özel kuuğrayacağı Iimanlar Sinop, Sam ponlarla yapılıyordu... Bir Coca Monarşinin yaşayıp yaşamaya sun, Ordu, Giresun ve Trabzon Cola 1500 lira, neskafe ve içkiler cağX sanıldığı gibi 1789'da belü ol olarak belirlenmişti. tstanbul, 2000, çaylar 500 lira, bir şişe kümamıştır. Sadece 1880'lerde Fran Trabzon, çarşamba günü saat çük su 1000 lira karşılığındaki kuponlarla satılıyordu.. sız Parlamentosu'nda 1 oy farkla 05.30'da varacaktı.. kabul edilen "Yallon Tasansı" Gemi kabineleri tek, çift, üç ve Fransa'nın cumhuriyet olacağını Gemi lüks kategoride üç güver dört yataklı olarak ayrılmış, fiyaıdönüşü olmayan biçimde karara teli. Küçük yüzme havuzlu lokan ları yatak sayısına göre 30, 60 ve bağlamıştır. Yani devrim sonrası ta ve kafeteryalı, disko ve TV'li 99 bin lira şeklinde değişiyordu.. yüzyüa yakın bir süre, Fransa, büyük bir yolcu gçmisiydi.. Tıklım Kabineler genel olarak temız ankrallık ve imparatorluklarla yöne tıklım doluydu.. Ancak yabancı cak kabin tuvaletleri o kabinin tilmiştir. Ne var ki, bu kral ya da turistten çok yerli turist ya da Ka yolcusuna göre temiz ya da pisti.. imparatorlardan hiçbiri monarşist radenizli vatandaşlarla doluydu.. Çift yataklı kabinler komşu kabin bir rejimi oturtamamıştır. Cum Gemimiz Boğaz sulanndan Kara ile müstakil bir tuvalet kullanıyor, huriyet fıkri Fransa'da tarihsel bir deniz'e doğru süzülürken arka bu tuvaleti kullauan yolculardan rastlantı olarak değil, yüzyıldan mızda bıraktığımız manzara keli biri sifonu çekmiyorsa bu görevi 1 fazla süren mücadelelerden sonra melerle anlatılamayacak kadar komşu kabindeki üstlenmek zoezici bir çoğunlukça kabul görmüş güzeldi.. runda kalıyordu.. Bu arada odabir idealdir. Bu yüzden bir milyon Saat 20.00'ye doğru geminin larda yer yer görunen ve serbestkişinin geleceğj ilan edilen karşı megafonlanndan ve her dilde "ye çe dolaşan karafatmalar, buna alıdevrim kutlamalarına taş çatlasa mek saari"nin geldiği anons edil şık olmayan yerli ve yabancı yol10 bin kişılik katıhm oldu.. di. Lokantada yenecek fıks mönü cuları oldukça rahatsız ediyordu.. rerek kandırmışlar ve adında kü işciye saat başına 9 dolar (19 bin çük bir değişiklik yaparak (Seatt lira) ödeyerek. Seattle'de yaklaşık 250 dolayınle) kente vermişler. da da Türk ailesi yaşıyor. Bir daKentin yüz yıllık bir tarihi var. yanışma derneği kurmuşlar buraBelediye sınırları içerisindeki nü da. Şu sıralarda en önemli uğraşfusu yaklaşık 700 bin. Ancak ban larından bırisi lzmir ile Seattle'yi liyöleri ile bu rakam 2 milyonu ge "kardeş şehir" yapabilmek. Bu çiyor. Sayfiye ve iş bölgesi özelli konuda, ilgili makamlara başvurğini iç içe tasıyor. ABD'nin diğer muşlar, ama henüz bir sonuç alakentierinde olduğu gibi Seattle'nin mamışlar. de merkezinde 5060 katlı koca ABD'nin bu kentinde, diğerlekoca binalar inşa edilmiş. Planlı rinde olduğunun aksine zencilere bir kentleşme göze çarpıyor. Kenpek rastlamadık. Çok'kozmopotin kuzeyindeki "Union" ve gülit bir yapıya sahip olmasına karneydeki "VVashington" gölleri çevşın, bölgenin esas yerlisi olan Kıresi sayfiye olarak kullanıhyor. zılderili ve Eskimolar da fazla Buralardaki evlerin fiyatı 2 mil gözümüze çarpmadı. Anlattıklayon dolar civarında (Yaklaşık 4.5 rına göre Seattle çevresinde az samilyar lira). Misafiri olduğumuz yıda Kızılderili köyü kalmış. KülBoeing Company yetkilüerinin turleri de hemen hemen varlıklaanlattığına göre ise, orta gelirli bir nru kaybetmiş. Hediyelik eşya maaile, buralarda ev sahibi olamıyor, ğazalannda bile bir Kızılderili "toama ayda 200300 dolar (450650 tem"i ya da "ntask"ı en düşük fibin lira) ödeyerek bahçeli bir ev yatla 300 dolara (660 bin lira) sasatın alabiliyor. Dahası var, Boe tılıyor. "Modern çağlar", bueski ing, 30 bin işçi gereksinimini, "Se kültürün son izlerini de silmek attle'de çalışacak insan bulamadı uzere. Sealthe reis, kendi inançlagı için" yüzde 30 ücret arttırımı ile n bir tarafa, umarız, yattığı yerçevre illerden sağlamış. Vasıfsız bir de rahat uyuyordur. Karadeniz'den IstanbııJ Vlaıı Trahzoıra gemiyle Karadeniz Ertesi gün >ani salı günü tstanbul gemisi Sinop Limanı'na vardı. 2500 lira karşılığında isteyen, otobüsle şehir turuna çıkıyordu. 15.3017.00 saatleri arasında yapılan şehir turunda Sinop'taki Karakum turistik tesisleri ve Sinop Müzesi gezdirildi. Sinop'un deniz, göl, orman ve çöl karışımı özellikleri yanı sıra Türkiye'nin en kuzey noktası olduğu için dev Amerikan radar tesisleri sahillerde göze çarpan yüksek ve çirkin beton binalarının ardından seçilebiliyordu.. Sinop'u geride bırakıp bu kez Samsun'a doğru denize açıldık. Karadeniz, mevsim itibanyla sakin.. Kıyıdan 6 mil kadar uzaktan geçen rotamız boyunca turistler kitap okuyor, çocuklar geminin B güvertesinde kuçük havuza giriyor. Bu arada namaz kılanlar, yabancı turistlerin foto kameralarına hedef oluyordu. Gece saat 22.00'de Samsun'a varıldı. Gece olduğu için şehir turu yapılmıyor Samsun'da.. Ancak güverteden görünen manzara oldukça güzel.. Samsun kıyılanndan yağ gibi denize akseden renkli ışıklar, denizin hafif dalgalanmasıyla yılan gibi süzülüyor.. Dolunayın denize düşen ışığı ise insanın gözünü alacak kadar kuvvetli görünüyor.. Geceyarısı Samsun Limam'nı ardımızda bırakıyoruz. Bu arada oldukça büyük bir gecikme olduğu hissedilmeye başlandı.. Son liman Trabzon'a, programa göre sabahın O5.3O*unda vanlması gerekiyordu.. Oysa daha Ordu ve Giresun limanları vardı önümüzde.. Sabah 04.00'te Orduya 09.30'da ise Giresun'a varabildik.. Trabzon'a ise 12 saatlik rötardan sonra akşam 17'de varılacağı anons edildi. Zamandan kazanmak amacıyla Giresun'da gemiyi terk ederken yolculardan isteyen bu kez bin lira karşılığında şehir turuna çıkıyordu. Giresun yemyeşil tepeleriyİe büyüleyici bir güzelliğe sahip.. Tepelerde taştan yapılmış bahçeli ve kuyulu eski Rum evleri.. Sahilde bütün Türkiye'de gözlenmeye başlanan büyük, yüksek, beton inşaatlar.. Tam tepede Topal Osman'ın mezarı.. Hedef olarak bellediğimiz Trabzon'a dört bin lira karşılığında otobüsle "kaz toplama" usülü birbuçuk saat vardık.. Yol boyunca Riviyera kıyılanna taş çıkartacak manzaralarla karşılaşıyorduk.. Sahiller kâh siyah, kâh beyaz parlak kumlarla örtülüydü.. Bazı kıyılarda denizin dalgalan adeta yeşilliği yalıyordu.. Sahiller bomboştu..Oysa güney ve Ege sahillerinde o sırada kimbilir kaç bin kişi birbirini boğarcasına denize girmeye çalışıyordu.. Giresun 'da terk edilmiş' bir restaurant, cami ve eski bir Rum kutuphanesi
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear