26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
11 AĞUSTOS 1989 DİZİ YAZI CUMHURİYET/7 Para ve cinayetin Nedim Gürsel'in Hırsızı, uğursuzu, esrarkeşi, katili, sarhoşu vefahişesiyle New York şkeııti Seyir Defteri 2 14 Afnstos 1983, Içakta. İlk kez Okyanus'u geçeceğim. Bir kıtadan ötekine. tçimde tuhaf bir korku var. Ne de olsa Akdenizli sayılınm. Akdeniz, hatıa Avrupa, bir bakıma ana karnı sayıhr benim için. Şimdiye dek oznel coğrafyamda, ana karnının güven verici sıcakhğında yaşadım diyebilirim. Oysa Okyanus'u geçmek, ana karnının dışına düşmek gibi endişe verici bir duygu getiriyor. Kocaman, çelik kanatlı bir kuşun karnındayım. Odissea'daki kocaman karanlık gemileri anımsadım. Homeros "Insanlar denizde at gibi kullanır o gemileri" diye yazıyordu. Neyse ki bir süredir uçaklar aldı gemilerin yerini. Yakmda transatlantikler tarihe karışacak. Mayakovski Amerika'ya giderken "Okyanusta On Sekizinci Gün" başlığı altında şunları yazmış: "Durgun Okyanus sıkıcı mı sıkıcı. On sekiz giindiir ayna üzerinde yiirüyen bir sinek gibi Okyanus'ta sürünüp dunıyoruz. (...) Okyanus insanı bıktınyor, ama onsuz da canınız sıkılryor." Bu sıkıntıya katlanmak zorunda değilim çok şiikür. Yine de en uzun uçak yolculuğum. önce sekiz saatte Montreal üzerinden Ottawa, sonra New York. Charles De Gaulle Havaalanı'nda uçağa binmeden önce "Son Kadın" adlı öyküm için şu notu düştüm: "Ölüm ona kadın suretinde göninmüşlü." "tlk Kadın"ı ise dün bitirebildim ancak. Yüz sayfadan çok tuttu. Ağustos sıcağında Glaciere Sokağı'ndaki evde yalnızdım. Eski bir yapının çatı katında bulutlarla beraber. A. adadaydı. (Sesli harfler Türkçe yazıp konuşmakta direnen birini, bu gurbette yaşayan bir yazar da olsa kekeletir bazen!). "Son Kadın" New York'u anlatmalı diye düşünüyorum. Bilmediğim, görmediğim sokakları, evlerin karanlık avlularını, cinayetleri. Mayakovski, yanıma aldığım kitabında, 1925 yıllarının New York'unu kendine özgü üslubuyla ne güzel anlatıyor: "New York'ta sürekB bina yapıyorlar. Yirmi katlı ev yapmak için on katlı evi, oluz kat ev yapmak için yirmi katlıyı. kırk katlı ev yapmak için otuz katlıyı yıkıp yıkıp yeniden yapıyorlar. New York'ta her adım başı taş yıgınlanna, çelik çerçevelere rastlıyor, matkap sesleri, çekiç vuruşları duyuyorsunuz." "Son Kadın" iç içe geçmiş odalarda yaşayan insanların, büyük kentin şehv«tini bir virüs gibi içlerinde tasıyanlann öyküsünü anlatmalı. New York kenti böyle bir öykü için aradığım dekoru oluşturabüir. Yine Mayakovski'den: "Bu evlerin yapımı, malzeıpesi öyle gözenekli, öyle iletken ki aradak'i duvarlardan komşu evde sevişenlerin her inleyişini, her fısıltasını duymak bir yana, hatta komşunun' sofrasındaki yemeklerin kokusunu en ince aynntılanna kadar alıyorsunuz." • •• 2 2 Afw»t«s 1983 !M«w York. tlk izlenimler: Şaşırtıcı bir kent. Güzel değil, ama çok etkileyici, çarpıcı. Hatta ezici. Empire State Building'in tepesinden bakınca anladım New York'u. Bir vahşi orman. Göçmenlerin kurduğu bu kentte bütün dünyanın insanları buluşmuş gibi. Metroda, sokaklarda, birbirini dikey kesen geniş caddelerde diller birbirine kanşıyor. tngilizce, Çince, Ispanyolca, Yunanca, halyanca... Manhattan sözcüğü pek bir şey anlatmıyor gerçekte. Çin Mahallesi, Küçük ttalya, Küçük Yunanistan ve kalabalık, kalabalık... Devamlı bir şeyler satıp bir şeyler alıyor insanlar. Ve sürekli yiyorlar. Istanbul'da işportacılar arasındayım sanki. Manhattan dedikleri bu işte. Ve denizden gökdelenlerin görünüşü: Beton duvarlar, pencereler, pencereler... Giderek yaklaşan, yaklaştıkça da daralan gökyüzü... Özgürlük Yontusu'na gittim. tçinde bir müze açmışlar. Müzenin duvartnda büyük bir fotoğraf. Kabaran dalgaları, minare boyunda köpüren dalgaJanyla Okyanus. Gemiler. Gemilerin bodrumunda zenciler. Insanlığın yüzkarası esir ticareti. Sonra yeni kıtaya göçen insanların öyküsü. Çocukluğumuzun kovboy filmleri, vahşi Kızılderililer... Elia Kazan'ın Amerika'sını anımsadım. Anadolulu delikanlının New York limanında yaşadığı korkuyu. sında ölünceye dek hiç uçağa binmedi babam. Annemse, onun ölümünü Paris'te, PortRoyal bulvarının ağaçlarına bakan Beauvoir Oteli'nde haber aldığı vakit, ilk kez uçağa bindi. Yine diyeceğim, ailede Fransa'nın yeri başkaydı. Fransa çok yakındı bize. Trenle üç gün, vapurla altı günde gidilmesine karşın, diliyle, kültürü ve edebiyatıyla günlük konuşmalarımızda, soframjzdaydı. Oysa Amerika uzak bir ülkeydi, ulaşılmaz bir yerde merak etmediğimiz bir dünya. Biz çocuklann kovboy filmlerinden, ablalanrruzın Balıkesir Hava Üssü'nde görevli Amerikalı çavuşlarla gittikleri hafta sonu balolanndani annelerimizle babalarımızınsa Hollyvvood starlanndan tanıdıklan bir düşülke. Sonra Amerika Altı Eylül tlkokulu'nun kantinine, o güzelim sefertaslarımızın içine, süt tozları, peynirleri ve konserveleriyle girdi. O vakit hiç sevmedim Amerika'yı. Kahraman kovboyların değil vahşi ve kötü Kızılderililerin tarafıru tutar oldum. Teksas, Tommiks okuyup "hulahup" çevirdiğimiz yıllardı. Büyüklerimizin ülkemizi Küçük Amerika yapmak için Kore'ye asker göndermekle yetinmeyip Rosenbergieri lanetledikleri, Amerikalı çavuşlarla evliliğin ablalarımızın düşlerine girdiği yıllar. " I love you America" yılları. Çok sonraları, Istanbul'da Galatasaray Lisesi'ndeyken döndü rüzgâr. Altıncı Filo'nun Dolmâbahçe önünde demirleyişini protesto mitingindeydim. Polisin Teknik Üniversite Öğrenci Yurdu'nu basıp Vedat Demircioglu'nu öldürdüğü gün "Yankee go home!" diye bağıranlar arasında. Büyükelçi Commer'in arabasını saran alevleri görür gibiyim hâlâ. Ve alevlerin yaktığı gencecik yüzleri. Büyükelçiye hiçbir şey olmadı, ama benim kuşağımın en gözüpek gençlerini yaktı o alevler. 23 Mayıs 1987, >ew York Washington Square'de bir kahvade. Beş yıl önce Village Gate'de, bu kahveden birkaç sokak ötedeki bir mahzende, esrar ve sigara dumanları arasında dinlediğim Betty Carter'ı anımsadım. Şimdi gelse, az sonra bineceğim uçakta öğle uykusuna yatmak üzereyken kocaman kırmızı ağzjm ağzıma dayasa. "Son Kadın"ın ilk paragrafını yeniden okudum: "Öiüm ona kadın suretinde görünmüştü. Şimdiyse, siyah renkli bir Rolls Royce'un içinden bakıyor. Bu kente gelip oteldeki odasına kapandığından beri ilk kez çıkıyor sokaga. Irmak boyunca yürüdü bütün gün. Uzun süre yaşadığı, sonra bir gün ansızın bırakıp gittiği kenti, Paris'i ammsadı. Kahve teraslannı, ağaçlı, kalabalık bulvarlan, sinema kuyruklannı..." 4 Ocak 1989, » » York. Yeni yılın ilk günlerinde Nevv York'ta. Bu üçüncü gelişim. The Roosevelt Hotel on Madison'a yerleştik. Bir dönemin görkemli otellerindenmiş, broşürün kapağında renkli fotoğrafını gördüm. Ama yıllardır kendi haJine bırakılmış, halı döşeli geniş koridorlarda kimseler yok. Duvarların sıvası dökülüyor, odalar mezar gibi. Üç oda değiştirdik, doğru dürüst bir yatak buluncaya dek. Oysa asansörlerin girişi, bar, merdivenler ne kadar da görkemli! Nevv York'un ucuz otellerindenmiş, geceliği yüz dolar! Seksen dolara bitli "hippy" otelleri varmış. Birden Juan Goytisolo'nun anlattıklarını anımsadım. Nevv York'ta ucuz bir otelde başına gelenleri. Gece yatınca tuhaf bir sertlik, kıçına batan bir şey fark ediyor Juan. Önce pek aldırmıyor. Ama kıpırdadıkça yorgunluk ve uykusuzluktan yatakta dönüp durdukça, şiltenin altında bir şeyler olduğunu anlıyor. Kaldırıp bakınca bir de ne görsün: Kapkara bir tabanca! Bu durumda ne yapılır ki! Ya sahibi silahını almak için geri dönerse! Belki de az önce işlenen bir cinayetin suç aletidir bu silah! Bir arama yapılsa al başına belâyı! Juan korkarak alıyor tabancayı, kör bir ışığm aydınlattığı, üzerlerine basıldıkça gıcırdayan merdivenlerden aşağıya inip gece bekçisine doğru yürüyor. Adam derin bir uykuda. Resepsiyonda başka kimse de yok. Tabancayı uyuyan gece bekçisinin önündeki tezgâha sessizce bırakıyor, sonra ayaklannın ucuna basarak odasına dönüyor. Ama sabaha dek üyuyamıyor tabii. Ertesi sabah, hiçbir şey olmanuş gibi aşağıya inip hesabı ödedikten sonra daha pahalı bir otele geçiyor. 5 Ooak 1989, >>» York. Nevv York, dünyanın en ilginç kenti. Ona yakışan en güzel tanım: "Çirkinligio görkemi". Bu kent üzerine yazarsam mutlaka bu başlığı koymahyım. Gece geç vakit taksiyle otele dönüyorduk. Village'de yemek yemiş, sonra Şarlo filmleri gösteren bir kahvede bîr hayli içY.i içmiştik. Konuşup gülüşüyor, şakalaşıyorduk. Aklımda "Taxi Driver" filmindeki it kopuk takımının, orospularla katillerin, esrarkeşlerin yaşadıkları kotü yerler, izbeler, Nevv York gecesinin başdöndürücü dekadansı vardı. Bir ara camdan dışanya baktım. Soğukta paçavralanna sarılmış bir kadın geçti. Sonra köpeğinin tasmasından tutan bir sarhoş. Köpek evine götürüyordu adamı. Sarhoş kara tüylü, kocaman köpeğin güvencesinde yalpalayarak yürüyordu. Hayvanın içgüdüsüne bırakmıştı kendini. Sonra beton yapıları gördüm, gökyüzünü kapatan, üzerimize yıkılacakmış gibi duran gökdelenleri. Şöför gecenin ışıklarına dalıp gitmişti. Madison Avenue'ye sapıp kuzeye doğru ilerlemeye başladığımızda, belki de uyumamak için, bir kaset koydu. Aynı anda bir hâfızın madeni sesi doldurdu arabayı. "Aaa!" diye irkildik üçümüz de, Kur'an bu". Şöför arkaya dönüp gülümsedi: "Are you rnuslim?". Evet, ama ne biçim müslümandık, gecenin bu saatinde, iki kadın bir erkek, üçümüz de çakır keyif! Doğru yoldan sapmıştık, Islamın yasalarına uymadığımız, peygamberin izinden gitmediğimiz için cehennemde yanacaktık. Arap aksanıyla konuşan şöförümüz vaaza başlamıştı bile. Nevv YorK, Nevv Y'ok! Evet tapıyorum sana! Gece ışık denizinde, gündüz beton yığınlarıyla cam yansımalarımn içinde yüzüyorum. Koynundan çıktığım yok ki Nevv York! Ve işte kırık dökük birkaç dize yazıyorum senin için Allan Ginsberg'den yürütme: "New York her şeyimi verdim sana, şimdi bir hiçim / Sevgilin kulun kölenim New York'. / Kollanna al beni içinde erit / Ne zaman görkemli çirkinliğine yaraşır bir kadın olacaksın? / Bende yazma isteği uyandınyorsun yatraa isteği zalen vardı her an sokak başında / Ah! Sen beni İstanbul'la yatarken görmeliydin New York! / Kıskançlıktan gözün döner bağrımın orlasına saplardın Empire State Building'inü". • •¥••¥• Empire State Building'in tepesinden bakınca bütün Nevv York'u görebdmek mumkün. Tabit sisuimadığı muddetçe. Özgüriük Anıtı, gemilerle yenı kıtayagöçen insanların öyküsünü yaşatıyor. 'zerimde gittikçe daralıyordu gökyüzü. Satıcılar bağınp çağırıyort Chevroletler, Desoto ve Fordlar hızla geçip gidiyorlardı yanımdan. Bu kentte otomobiller de insanlar kadar renkli, onlar gibi aceleciydiler. Ve ambülanslarla polis arabalarının sirenleri durmak bilmiyordu. Günler, cadde ve sokak numaraları gibi, birbirine eklenerek geçti. daha popüler mahallelerin, sanatçılarla öğrencüerin bulunduğunu, 18801890 yılları arasında limana Avrupa'dan beş milyon evet tam beş milyon göçmenin geldiğini, yirminci yiizyıl başlarında kent halkının yüzde yetmişinin izbelerde yaşadığını, daha birçok şeyi biliyorum. Elimdeki rehber Nevv York'un 1626 yılında Hollandalı Peter Minuit tarafından 24 dolara Kızılderililerden satın alındığını bile yazıyor. 1641 yıhnda bir Fransız gezgini, o zamanlar küçük bir kasaba olan kentte 18 değişik dil konuşulduğunu not etmiş. Demek ki kurulduğunda da bir Babil Kulesi'ymiş Nevv York. İçtiğim sigaramn markası olan Peter Stuyvesant ise kentin son Hollandalı valisiİngilizlere karşı Manhattan'ı doğudan batıya kat eden bir duvar çektirmiş bugünkü Wall Street'in bulunduğu yere. Ünlü Nevv York borsasının adı oradan geliyor demek. Nevv York deyince Al Capone'u, Lucky Luciano'vu, Mario Puzzo'nun "Baba" romanında Doğu 1. Sokak'ın köşesinde, Bowry'de işe yaramayan şeyleri toplayan adam. Gece yaşayan bir kent Nevv York. Sinemaları, tiyatrolan, caz kulüpleri, barlan, toples barlarıyla, sabaha dek işleyen metro ve otobüsleriyle. Gece yarısından sonra bir caz kulübüne ya da toples bara değil, suçüstü mahkemesine gittim. Gorülecek yerdi doğrusu. Hırsızı uğursuzu, esrarkeşi katili, sarhoşu fahişesiyle kentin "ayak takırru" oradaydı. Kafka'nın romanlarından kendi isteğiyle gelmiş yaşlı ve sağır bir yargıç, nasılsa Fellini'nin fılmlerinden kaçmış devlerle cüceleri, zencilerle şişman orospuları sorguya çekiyordu. Sorgu bitiminde ya tutuklanıyordu sanıklar ya da serbest bırakılıyorlardı. Gece boyunca kimler geçmedi ki önümden! On dolar için adam şişlemiş bir dev, metroda yalnız gördüğü turist kızın iki istasyon arasında ırzına geçmiş bir başkası. Sonra Beşinci Cadde zenginlerinin arabalarını taslayan zenci çocuk, esrar krizinin doruğunda bir genç kız, Woody Allen tipinde bir manik depresif. "Doktor Konig kentin merkezinde de ge gidiyorlardı yanımdan. Bu kentte otomobilzintisini ırmak boyunca surdürmek istiyor. Bi ler de insanlar kadar renkli, onlar gibi aceleliyor, bir zaman sonra batı yöniine sapacak. ciydiler. Ve ambülanslarla polis arabalarının East Village ve Luwer Easl Side'ın kalabalık sirenleri durmak bilmiyordu. Wall Street'te mahallelerinden geçmek, B ve A caddelerin bankalar serindi, ama sincapların sıçrayacak de, Houston, Essex, Hester sokaklannda yü gucü kalmamıştı VV'ashington Square'de. Chiriimek için. Sonra kentin güneyine yönelecek, natovvn'da hiç İngilizce bilemeyen yüz yaşınLittle İtaly'ye, oradan da Chinatown'ın an da kadınlar vardı. Gece Broadvvay'de ışıklar kovanını andıran daracık sokaklanna ulaşın yandığında, Empire State Building'in farı, caya dek. Depolarla hangarlann, kamyon ga kuşlar gelip çarpmasın diye söndürülürken bir rajlanyla hırdavatçı dukkânlarının, elektrik taksiye atlayıp odama dönüyorum. Günler malıemesi satan kör ışıklı vitrinlerle narin bu cadde ve sokak numaraları gibi birbirine ekrunlarından kan damiayan domuz ve lavşan lenerek geçip gitti böylece. Soluk aldırmadı ların çelik çengellere asıldığı kasaplann önii bana Nevv York. Village Gate'ın bir mahzesıra yiiriiyecek. Beş aydır hep bu yolu izliyor ninde dinlediğim zenci şarkıcmın ağzı kadar çünkü." inanılmazdı. Vantuz gibi yapıştı tenime, gövDoktor Konig'in bir cinayeti aydınlatmak demi derinliğine çekti. Çelik köprüleri, uzun, tan çok kaçınlan kızını bulmak amacıyla yü upuzun caddeleriyle sardı her yanımı. Severrüdüğü Nevv York sokaklarına çıkmadım bu ken boğdu beni. * *• gün. Kenti Nekropolis romamran sözcüklerin21 Mavıs 1987, » » York. de dolaşmayı yeğledim. Kitabı elimden bıraBeş yıl öncesinin anılarıyla baş başa. Oysa 2 4 Agmstos 1 9 8 3 , > e w York. kamadığım için belki de. Yann... Yarın New yalnız değilim bu kez. Bu kez dışarıdan baGece Broadway'de New York'a alıştım san York'ta son günüm. ki. Oysa dayanılmaz bir sıcak var. Nemli, boğucu. Yürüdüm. Korkunç evler, korkunç zen27 Agnstos 1983, >ew York. ciler, korkunç duvarlar. Harlem'i anımsadım, Kennedy Havaalanı'nda Paris uçağım bekdün gördüğüm yoksulluğu, şiddeti, yanmış, lerken yazıyorum. Yazma isteği, yine de başterk edilmiş evleri, pencereleri tuğlayla örül ka yolculuklardaki kadar duyurmuyor kenmüş yapıları. Dün Küçük İtalyan Mahallesi' dini. "Son Kadın"ı şimdilik erteledim. Tanınde bir kahvenin terasında oturuyorduk. Cen mak istediğim nice kadınlar var daha. İstangiz, Riva ve ben. Mavi gömlekli sivil giyin bul, Valensiya, Atina, Paris, Moskova, Otmiş bir adam silah çekti. Tam önümüzdeydi, tawa, New York... Dünya küçüldü, alıştığım korkudan taş kesildik. Sonra koşuşmaJar ol bir şey oldu yolculuk. Uçaklar kalkıyor dündu. Esrar satan genç bir oğlanı yakaladılar. yanın dört bir yanına. Tokyo, Santiago, MadEn umulmadık şeyler olabilir bu kenue. Ör rid, Stockholm... Bir kadının madensel sesi. neğin bir sabah ansızın gökdelenlerden biri Her yerde, her ülkede aynı ses, aynı dilde konuşan. Uçakların kalkış ve inişlerini bildiriüzerinize yıkılabilir. yor. Şimdi Paris uçağını değil de New York • • • uçağını bekliyor olsam. Yeni bir kent, yeni bir 2 5 Agnstos 1 9 8 3 , New Y o r k Chinatown'da, yani Çin Mahallesi'nde. Pa heyecan, yeni serüvenler... New York'ta gezar yerinin kalabalığı inanıhr gibi değil. Çin' çirdiğim günler geliyor aklıma. Geldiğimde yapış yapış bir sıcak vardı. Nede, Hong Kong'dayım sanki. Istakozlar, balıklar, karidesler. Canlı yengeçleri maşayla tu dense, Brooklyn Köprüsü'nün yapımında botupplastikiorbanın içineatıyor bir Çinli. Ve ğulan işçileri düşünüyordum. İçlerine hava sı kabiliyorum kente. İlk gelişimde tam bir karkendi dilinde bağırıyor. Çocuklar, yaşlılar, kıştırılmış çelik kafeslerde yalnızdılar. Suyun maşa yaşamıştım. Sıcakta boğuntulu sokakkadınlar... Tümü de çekik gözlü. Çince ga dibinde yapayalnız. Su değil yüksek basmçtı lar boyunca yürüyor, Nevv York'u ele geçirzeteler satılıyor bayilerde. Kentin başka ma onları boğan. Otel odasında kdrkuyordum. meye, daha doğrusu ele geçirilmesi mümkün hallelerine adımlarını bile atmamış yüz yaşın Olanca yüküyle üzefime çöküyordu kent. Çe olraayan bu kenti, biraz olsun anlamaya çada kadınlar gördüm. Bir tek İngilizce sözcük lik kafesimin içinde yalnızlıktan ve Türkçe balıyordum. Oysa şimdi başka. World Trasizlikten boğuluyordum. Nevv York'ta böyle de Center'ın 110. katındaki kafeteryada otubilmiyorlardı. tedirgin ve korku içinde geçti günlerim. "Son ruyoruz. Windows of the VVorld'de. Aşağı• • •• ¥ Kadın"ın ilk paragrafını yazabildim sadece. da gökdelenlerden bir orman. Citicorp, Pan26 Agastos 1983. » » York Butun gün odamda Herbert Lieberman'ın Her gun sokakların kalabalığında, Central Am, Chrysler Building. Yalnızcamahallelerle köprulerin değil, gökdelenlerin de adları Nekropolis'ini okudum. Bir polis romanı, Park'ın serinlik vermeyen ağaçlarının altınvar. Artık hakkında bazı şeyler bildiğim bir ama gerçekte New York kentini anlatan en iyi daydım. Yanım sıra yükseien isli, yüksek dukent New York. roman. Morgda görevli doktor Paul Konig' varlar boyunca yürüyor, caddeleri dikey kesen sokaklarda dolaşıyordum. Boş arsalardan Örneğin caddelerin kuzeyden güneye, soin dunyasını; cinayetleri, gece barlan, eşcinselleri ve orospularıyla New York'u son de da geçtiğim oluyordu, karınca yuvasını andı kaklarınsa doğudan batıya numaralandığını, rece canlı bir biçimde sergiliyor. Nevv York ran çarşılardan da. Üzerimde gittikçe daralı Manhattan'ın Uptovvn ve Dovvntovvn diye ikiçurüyen, yozlaşan bir kent. Cinayet ve para yordu gökyüzu. Satıcılar bağınp çağırıyor, ye bölundüğünü, kuzeyde şık lokantalarla Chevroletler, Desoto ve Fordlar hızla geçip müzelerin, pahalı kuyumcuların, güneydeyse nın başkenti. üzel değil, ama çok etkileyici, çarpıcı bir kent New York. Hatta ezici. Empire State Building'in tepesinden bakınca anladım New York'u. Bir vahşi orman. Göçmenlerin kurduğu bu kentte bütün dünyanın insanları buluşmuş gibi. Metroda, sokaklarda, birbirini dikey kesen geniş caddelerde diller birbirine kanşıyor. Sabaha karşı, beş yıl onceki gibi 42. sokakta bir toples bara gitmedim. Taksiyle dönerken yerin altından buharlar çıkıyordu. Mazgalların üzerine uzanmış, buharda ısınan yoksullar gördüm. Reagan'ın Amerikası yuppielerle açların ve işsizlerin bir arada yaşadığı bir ülke. Benim Amerikamsa yıllar öncesine, Bahkesir'de bir kış gecesine dek uzanıyor. Karlı bir gecede Adnan Amcalara gitmiştik. Adnan Çakmakçıoğlu Bahkesir Eğitim Enstitüsü müdüruydu. Elim babamın elinde. enstitünün lojmanlarına doğru karda bata çıka yüruyuşümüzü ammsıyorum. Annemle ağabeyim arkadan geliyorlardı. Adnan Amcayeni dönmüştü Amerika"dan. Öğretmen arkadaşlarına S mm'lik kamerasıyla çektiği filmi gösterecekti. Elektrikler sönünce Nevv York'un silueti yansıdı beyaz perdeye. Silüet giderek yaklaştı. Gökdelenlerin alüminyum, cam ve çelikten ibaret yapılar olduğunu bilmiyordum o zamanlar. Önlan fabrika zannetmiştim, Özgürlük Anıtı'nıysa mukavvadan bir okuduğumuz, Coppola'run filmlerinde gördü oyuncak. Yine de, uzun yıllar, bu tuhaf oyunğümüz dünyayı ammsamamak mümkün mü? cakla fabrikaların bende uyandırdığı heyecaAma İkinci Dünya Savaşı yıllarında Thomas nı unutmadım. "Adnan Be\"in verindeolmayı Mann'a, Brecht'e, SaintJohn Perse ile And kim istemez ki" diyen babamın gıpta dolu sere Breton'a, Fernand Leger ve Salvador Da sini de. Aynı yıl Ankara vapuruyla Marsilya'ya, oradan da Paris'egideeekti babam. Duşli'ye de kucak açmış Nevv York. Bugün spiral biçimindeki ünlu Guggenhe İerinin kenti Paris'e. Ankara vapurunun ne im müzesini dolaştık. Asansörle çıktığınız en menem bir şey olduğunu yıllar sonra Attila üst kattan dönerek iniyorsunuz aşağıya. İki tlhan'dan öğrendim: yanınızda modern resmin en ünlu temsilcile"Bak, bu giden cümle âlemce namı bilinir ri. Chagall, Pkasso, Rousseau, Braque, De Ankara vapurudur. Ankara vapuru gıcır gılaunay, Klee. Pollock, Kandinsky. Hele Kan cır yenidir. İşin garibi bozuk da çıkmamıştır. dinskiler. Çıktığımızda yağmur yağıyordu. (...) Yollu gemidir. Buyük gemidir. Merdiven Pembe şemsiyeli, yeşil çizmeli bir genç kız geç merdiven inersin. merdiven merdiven çıkarti yanımızdan. Nevv York'ta şemsiyelerle giy sın. Bir güverle, çık, bir güverte daha, iki de siler Kandinsky'nin tablolarından kapmışlar üstüne koy. Salonlar, kamaralar. Pırıl pırıl renklerini. *** koridorlar." 22 NavK 1987, V » York Diyeceğim, otuz sekizinde bir otobüs kaza SLRECEK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear