Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
21 NİSAN 1989 CUMHURİYET/13* yollara dü$t» Uzun süredir sesi soluğu çıkmadığı için neredeyse unutulan ve hakJan çiğnenen işçiler, sonunda çareyi yollara dusüp yurümekte buldular. Ve gerek kamuoyu gerekse hukümet "işçiterin varlıflını" fark ettiler. (Fotoğraf: Erdoğan Köseoğlu) ı Hak kavgasında yeııi aşama İşçi eylemleri rahat kesimleri etkiledi Işçiler, UEylüVün "etkisizsendikazincirli grev" modelini son eylemlerle darmadağın ettiler Özel sektörde kaygı bulutları geziyor Kamu işvereninin katı tutumu, sendikalarda özel sektöre sempati duyulan bir ortam yaratmıştı. Oysa 12 Eylül sonrası ihracat yapan özel sektörde işçiliğin maliyetteki payı yüzde 15 'ten yüzde 7'lere geriledi. Uzman işçi ücreti yüksek, ama ortalama işçi ücreti özel sektörde oldukça düşük. 5 özal iktidannda kamu sektöründe, toplusozleşme masalarında yaşanan sıkıntılar, sendikacıların özel sektöre yönelik tepkilerini, bir tür sempatiye dönüştürdü. özel sektör işverenlerinin geliştirdikleri bir kampanya ile de "özel sektör, güzel sektör" olarak sunulma\a başlandı. Gerçekten "özel sektör, işçi için, çalışan için güzel sektör mii?" Sendikacılarımız da, işverenlerimiz de biraz fesatlık gibi görecekler, ancak biraz irdelendiğinde, işçiler, çalışanlar için "özel sektöıün, hiç de güzel sektör olmadığı" işçiler için "yoktur aramızda bir farkımız. Ama biz.." gibi bir tek gerçek olduğu ortaya çıkacaktır. 196380 döneminde sendikal hakların yasalar bazında var olduğu ve sistemin daha bir dengeli işlediği yıllarda işçi ücretlerinde yülar içinde biı iyileşrae yaşanmıştı. Sadece 12 Mart askeri ara rejimi dışında gerçek işçi ücretlerinde yıllar içinde sınırlı da olsa bir iyileşme yaşanıyordu. Bu iyileşmede başı hep kamu işyerleri çekiyordu. Siyasi iktidarlar hangi ideolojik görüşe sahip olurlarsaolsunlar, işçi sendikalan ile iyi ilişkiler içinde olmayı yeğliyor, özellikle de TürkIş'le daha bir anlaşıyorlardı. Kamu sözleşmeleri fazla bir zorluk çıkmadan, daha kolay imzalanıyordu. •* İşçi nereye gidiyor? Hazırlayan: ŞÜKRAN KETENCİ veriyordu. İşçi haklarmda tırmandırmayı durdurmak için özel sektör işverenleri ve sendikalan direniyor, bu zor alanda örgütlenmek ve gelişmek zorunda kalan DİSK biraz da bu nedenle Türktş'ıen daha hırçın, daha çok grev ve eylem yapan konfederasyon kimliğini kazamyordu. Özel sektörde büyük çatışmalar, direnme ve grevler sonunda alınabilen haklar, siyasi iktidarlar tarafında, kamuda Türktş'e bağh sendiklara çok daha kolay veriliyor, böylece de sessiz büyük bir işçi kitlesi ve orgütlenmesi sağlaıımış oluyordu. 1984 sonrası Özal iktidan ile birlikte roller ters yüz olmuş gibi bir tablo ortaya çıktı. Şöyle bir anılarımızı canlandırırsak, şimdi Türkİş yöneticileri ile işveren sendikalan yöneticilerinin pek bir dost, akraba gibi olduklannı, sevişip anlaştıklannı söyleyebiliriz. 1984'ten bu yana kamuoyunda görülen gelişmelere göre, işçi sendikalannı yok saymaya çalışan, işçi ücretleri ve haklannın aşağı çekilmesinin kavgasını veren bu kez hükümet. Hatta her şey Özal'ın kimliğinde ve Özal ile sendikacılar arasında bir tür kişilik çatışması gibi de görüntü var. Özel sektör işverenlerinin en ünluleri, sendikalannın yöneticileri, zaman zaman da işçi ücretlerinin düşük kaldığı, işçinin zor durumda olduğunu belirten demeçler vererek nerede ise "işçi babası" rolünü üstlendiler. Evet, 12 Eylül öncesinde ücret ve işçi haklannın aşağı çekilme sinde öncülük yapan, özel sektör 12 Eylül sonrası, nasıl ve neden bu rolden vazgeçmişti? Son günlerde daha da belırgin ortaya çıktığı üzere, olanlardan siyasi iktidarı sorumlu tutan ve adeta kamu işçisinin yanında, iktidar karşısında tavır alan bir noktaya gelmişti? Yanıtı, gerçekleri yansıtmaktan çok uzak kalsa da, resmi istatistiklerde dahi kolayca görülebiliyor. 12 Eylül ile yaratılan hukuksal ve insanın köleleştirilmesi sayesinde işçi ücretleri öylesine duştü ki ücretlerin maliyetler içinde bir a'nlamı kalmadı. Gerçek bir sanayi yatırunında verimin düşmemesi için artık daha düşük değil, iyileştirüecek ücretlere gereksinme duyuluyor. thracat yapan bir sanayici için maliyet içindeki paylan 12 Eylül öncesi °7ol5'leTde olan işçiliğin, W l e r e düşmesinden sonra, sanayiciler için işçilik ücretleri diğer sorunlar yanında önem ve anlamını yitirdi. Aksine çok düşük işçi ücreti sorun olmaya başladı. Üretim için iş barışına gereksinimi olan sanayici, açlığın işçide patlama yaratması ve sosyal barışın bozulmasından şimdi büyuk kaygı duyuyor. Bunu görüyor, bundan büyük kaygı duyuyor ve siyasi iktidan bu anlamda uyarmaya çalışıyor. Ve de patlamamn özel sektör dışında tutulabilmesine çaba gösteriyor. İşçiler son "pasif eylemleri" ile yepyeni mücadele biçimleri yaratarak ve kamuoyunun sempatisini toplayarak, işçilerin "hak aramasına" alışık olmayan sendika yöneticilerini de şaşırttılar. Kitleselliği, sürekliliği ile Türkiye'nin yaşanan en büyük işçi eylemleri, yoğunluğundan, sürekliliğinden bir şeyler kaybetmeden, günleri, haftalan, aylan aşıyor... tşçi sınıfı ile birlikte, kamuoyu, halk yığınları farkına varmadan bu konudaki ön yargılarını değıştiriyor. Türkiye'deki koşullandırmalara göre, bu kadar çolc ve yoğun eylemle, "ekonominin batması, anarşi ve terönin hortlaması, arkasındaki MarksistLeninist gticlerin ortaya cıkması gerekiyorda." tşçi ayağa kalkmış, her gün on binlercesi birden çeşit çeşit eylemler koyuyorlar. tnsanlar korkmuyorlar, aksine hak veriyor, sempati duyuyorlar. Başbakan özal çıkıp, "işçiyi dürrükleyenler var" dediğınde, kimse Başbakan'a inanmıyor, kıayor, kamuoyu işçiden yana tavır koyuyor. İşçi sırufımız bilinen kalıplarını aşmış, bir yerlere doğru yürürken toplumu da içine sokulduğu kalıplardan çıkanyor. Türkiye'de de işçi eylemlerinin olabileeeğini, bunun demokrasiyi yıkmayacağını, demokrasiyi getirebileceğini hep birlikte öğrenmeye başlıyoruz. İşçiler belki bilinçli değil, ancak içgüdüleri ile bu değişımi kavradılar. Toplumun desteğini yitirmemek için büyük özen gösteriyorlar. Son iki haftanm en yaygm ve en yoğun eylemlerinde ilk günler ağırlık sorunlara dikkat çekmede idi. Toplu viziteye çıkan, yürüyen Dipten gelen dalga sendikalan sarstı işçiler her yerde ellerinde bördrolan ile dolaşıyorlardı. Kamuoyuna ücretlerinin düşüklüğünu, "açlıgın" boyutunu anlatmaya çabalıyorlardı. lkinci haftanın sonuna doğru ise eylemlerde odak noktası değişiyor. işçiler zaman zaman sendika merkezlerine, zaman zaman iş merkezlerine yurumeye başladılar. Bir tek hedefleri var: İşçiler 12 Eylül'den bu yana nasıl aralıksız hak kaybedip ne ölçüde yoksullaştıklannı kamuoyuna anlatmayı başarıp, kamuoyunun desteğini aldıktan sonra, bundan bir sonuç çıkarmaya çalışıyorlar. Bu tabloyu değijtirmek, kader olmaktan çıkarmak istiyorlar. İşçiler pasif uyan eylemleri sayesinde bugüne kadar yapılan çağnlara kulak tıkayan özal hukümetinin, ilk kez hak vermekten söz ettiğini görüyorlar. işçiler özal hükümetinin sözüne güvenmiyorlar, sendikacıların da haklannı koruyabilmeleri konusunda yıllardan bu yana olumsuz deneyleri var. Sonucu gormek, sonuç almak hedefi ile eylemlerini yaygınlaştırma çabası içindeler. İşçiler için, gerçekten zorlu günler yaşanıyor. Sadece işçiler değü. Türkiye için, demokrasinin yerleşmesi anlamında da çok sıcak çok zorlu günlerin içindeyiz. İşçi eylemleri böylesine bir ivme kazandıktan sonra, gıdiş ne yana olacak? Bu ış nasıl ncktalanacak? Sağduyu, mantığa göre bu işin bir tek çözümu var. İşçileri rahatlatacak toplusözleşmelerin imzalanması gerekiyor. Siyasi iktidar dahi], şu anda bunun aksini savunan, soyleyen yok. Ancak "işçileri rahatlatacak, makul bir sözlesme" dendiğinde, goruş aynlıkları, tartışmalar başlıyor ve de ortada nasıl büyük bir sorun olduğu ortaya çıkıyor. Özal hükümetinin tırmanma olarak vermek istediği ile sendikacıların hele de işçilerin beklentileri arasında gerçek bir uçurum var. Yuzde yuz> lerden yuzde dort yuzjere kadar değişen hedefler var. Özal hukü;metinin, Türkİş'in istem olarak benimsediği yuzde 170'leri aşıri gormesine karşılık, işçiler Turlc " lş'in benimsediği bu rakamın dahi bir anlam taşımayacağını söylüiyorlar. ; Dokuz yılda yoksullaşma, gerçek işçi ucretlerindeki kaytplarda dünyada pek örneği yaşanmamıj bir yığılma var. tyileştirme>i unutun, bu kayıplann bir sozleşme ile giderilmesi söz konusu olama<. Kayıplann gerçekçi verilerle gidçrilmeye kalkışılmasına işçinip okuyana doğal olarak çok aşıtı gelen yuzde dört yüzlü istemleh' de yeterli oimaz. İlk aşamada en azından son dönemin, bir toplusozleşme döneminin kayıplarının giderilmesi ve de bu yıla yönelik, enflasyon altında kalmayacak ucret artışı beklentisi var. Sorun bu hedefte birleşilse de kolay kolay çözülecek gibi görü*müyor. Çünkü iki yılın kayıplan da çok ağır ve hesaplar çok onemli. Özal'ın Icraatın İçinden programlarında yaptığı hasaplara göre, işçi zaten hiç hak kaybetmemişti ki. Tabanın sesi yükselince herkes duyttu Danışıklı dövüş Aslında madalyonun öteki yüzünde, çirkin bir de danışıklı dövüş var. Özel sektör, özellikle ihracata yönelik çalışan büyük sanayi ne zamandır kalifıye elemanlan toplamak verim artışı için üst kadrolarda kamudan daha yüksek bir ücret öder konumda olmak istiyordu. 12 Eylül öncesi, kamu daha bir kolay verdiğinden, işçilik maliyetlerini yükseltmek işine gelmiyordu. Şimdi kamu çok düşünce, maliyet üzerindeki yukü arttırmadan bu olanağa kavuştu. Uzmanlık isteyen işlerde artık özel sektörde ücretler gerçekten çok daha iyi. Ancak ya ortalamada durum ne? Hiç de öyle sözleşmelerde görülen parlak rakamlar, kamudan daha iyi tablolar ortalama ücretlere yansımış değil. Eskiden ücret ortalamaları kamuda yüksek, özelde düşuktü. Çünkü kamuda işçi çıkanlmaz, özelde çıkarılır ve paralel ücret artışlan hep özelde ortalamayı düşürürdü. Şimdi özelde daha yüksek, kamuda daha düşük sözleşmeler oluyor. Sonuçta bunun ortalamada da onemli fark yaratması gerekirken ortalama nerede ise başa baş. En son araştırmalar özel sektör lehine aylık ucretten en fazla 35 bin liralık fark gösteriyor, ki bu hiçbir şey değil. Nasıl mı oluyor? Özel sektör toplusözleşmelerde daha çok zam verip, işçiyi ve sendikacıyı sevindiriyor. Sendikacının yüzünü ak çıkartıyor. Sevimli oluyor. Sonra da 12 Eylül öncesinden çok daha fazla olarak işçi çıkanyor. Boylece kalifıye eleman ve çok çalışana daha yüksek ücret, çoğunluğa çok düşük ücret sistemi ile hem çok para vermiyor hem de büyük verim artışı elde ediyor. Hele bir düşünün; parlak tekstil sozleşmesinin ardından Marmara Bölgesi'ndeki 40 bin işçinin 10 bini dört ay içinde sadece işten atılmış durumda. Deri grevlerinin ardından mzalanan sözleşmeden yararlanan işçilerin yarısından fazlası bugün işten atılmış durumda. Netaş grevinin ardından, sendikanın yetkisini dahi düşürecek biçimde işçi çoğunluğu işten çıkarılmış bulunuyor. Özel sektörde ortalama işçi sirkülasyonu %30'u aşıyor. Tekstil başta bazılarında °7o6O'lara ulaşabiliyor. Yani her donem 100 işçiden en az otuzu, altmışı işten atılıp, sil baştan en düşük ücret ve haklarla yeniden iş arar duruma geliyor. Sözfeşme ile verilenler, bir kaşıkla verileııler, öbürü ile alınıyor. Özal hükümetlerinin politikası yeni sınavda DtSK eylemleri O dönemde özel sektör, sürekli siyasi iktidarı politik davranmak ve işçi haklannı aşın tırmandırmakla suçluyor, ücretlerin aşağı çekilmesi uğraşını ozel sektör AT'ye girmek isteyen Türkiye, işçi haklarmda Uluslararası İşçi Örgütü'nün (ILO) koyduğu grev ve sendikal hakları tanımak zorunda. Bu konudaki oyalama politikaları ile A vrupa kapısmdan geçmek mümkün değil. 12 Eylül'den bu yana kamuoyu yönlendirmeleTi ile herkese benimsetilen, "bilincimize yerleştirüen" çok çarpık bir kavram var. "Ülkenin âli çıkarian", "Türkiye'nİB çıkarian" deniyor. Akan sular duruyor. "Kol kınlır yen içinde kalır" atasözü ile güçlendirilerek insanlann haklanndan, sorunlanndan yabancılara söz etmeleri, işlenebilecek suçlann en büyüğü imiş gibisinden bir değer yargısı geliştirildi. Kavram, öylesine tabulaştınldı ki ceza yasası hükmü işletilerek Türkiye'de yakındığımz bir sorunu dı&anda dile getirmeniz, kendi başına suçu oluşturuyor ve buna göre de cezalandınlıyorsunuz. Bir toz duman yaratılmış ki "ülkenin fili çıkarian" konusunda, tozun dumanın ardından neler oluyor, gorebilmek çok zor. Dışandan insan hakları örgütlenmeleri, AT'den uluslararası sendikal kuruluşlardan, Türkiye'de insan haklannın çıgnendığı, işkence yapıldıgı, demokrasinin kısıtlandığı, sendikal hakların katledildiğine ilişkin tepkiler mi var? "Bizim içişlerimize kanşamazlar" diye kahraman kesiliyoruz. Sonra da aynı ülkelerin finans kuruluşlarının, askeri güçlerinin, bazı siyasi iktidarlannın buyurduklannı eksiksiz yerine getiriyor, "işçi ücretlerini dondunın" dediklerinde hemen buyruğun gereğini yapıyoruz. Her ne hal ise, IMF reçetelerine uymak, "ülkenin âli çıkarian" ile çelişmiyor. Beynimiz ne kadar yıkanırsa yıVaat değil hak işçiler son eylemlerle birlikte artık "vaat" değil, yüksek kansın, artık bu konuda da uyanücret ve insanca yaşam gibi somut haklar istediklerini bu kez kararlı bir bi mak, yaratılan toz dumanın arçımde ortaya koydular. (Fotoğraf: Erdoğan Köseoğlu) dındaki gerçekleri eörebilmek ge İşçi hakkında ILO'yu kandırmak kolay değil davranıyor. Bu çerçevede moraı, politik yaptırım ve doğrudan maddi destek dahil, her tür dayanışmanın yolları aranıyor. , AT'ye girmek isteyen Türkiye*nin uluslararası platformda sertdikal haklar bazında önemli sınaV yerlerinden biri ILO. ILO'nun Turkiye'ye yönelik karar ve yaklaşımları, uluslaıarası tüm platformlar için önemli bir ölçek. Kaçınılmaz olarak siyasi iktidar, işverenler ve işçi sendikalan ILCTya önem vermek zorundalar. Bütün uluslararası platformlarda olduğu üzere ILO'da da Thalcher'ın çıkarian ile Özal'ın çıkarian, o ülkelerin lehine karar çıkarUırma doğrullusunda oluyor. Bunun kavgasını veriyorlar. İşçilerin, sendikaların çıkarian ise sendikal hak kısıtlamalarının kınanacağı o ülke aleyhine olumsuz kararlar çıkartabilmekten geçiyor. ILO'dan bir ülkeye yönelik olumsuz karar ve baskının anlamı, "Sen işçinin haklannı korumuyorsun. seni uyanyorum. kendini düzelt. yasalannı değiştir, >asakiamalan kaldır, uygularaanda işçi haklannı gasp etme. Bunlar vazgeçilemez temel insan haklarıdır. Bunlan yapmadığın için seni dünyaya teşhir edi\orum"dan ibaret. ILO, bir ülkenin bağımsızlığına bulaşan bir orgüt değil. Birleşmiş Milletler'in işçiişverenhükümet üçlüsünden, denk güçterde oluşturduğu ve gerçek işçi sendikal haklannı değil, en kabul edilebilir en sınırlı vazgeçilemez, tartışılamaz hakları ilke olarak ölçü alan bir uiuslararası orgut. Hükumet ve işverenlerin Türkiye'de yaptıkları baskıların aksine, Türklş sendikal kurum işlevini en sınırlı boyutlarda da olsa koruyacaksa, dünyanın önüne bağımsız bir işçi orgütu olarak çıkabılecekse, ILO'da Türkiye aleyhine karar çıkartmak için ödünsüz mücadele vermesi gerekiyor. rekiyor. Türkiye'nin çıkarian, sermayenin, siyasi iktidann çıkarları ile özdeş değildir. Hele de bu çıkariann tek yanlı gözetilmesi nedeni ile çalışan kitleler, işçi sınıfı, haklanndan, çıkarlanndan pek çok şeyi kaybetmişse, bunlan korumak ve kazanmak için ulusal olduğu kadar uluslararası dayanışmaya gereksinmesi vardır. Bugün Polonya'da Dayanışma Sendikası yeniden yasallaşmışsa, bunda Polonya işçi sınıfı, sendikacısının bilinci, direnci kadar, dışandan dayanışma önemli rol oynamıştır. Birlikte katıldığımız uluslararası platformlardakigörüşmelerden doğrudan tanığıyım. Batı dünyasının sendikalan, Dayanışma'yı sadece moral olarak değil, Polonya iktidanna yönelik yaptırımları ile ve de doğrudan çok önemli maddi, para yardımları ile de desteklediler. Polonya işçi sınıfına ve Dayanışma Sendikası 'na büyük destek veren uluslararası sendikal kuruluşlar, aynı özenle Turkiye işçi sınıfı ve sendikalarına da destek olmak istiyor, bunu görev biliyorlar. Dünya sendikal hareketi sadece kendi ülkesine bakmıyor. Tıpkı sermayenin uluslararası dayanışması, uluslararası kimliği gibi, işçi sendikalannın da dayanışmaları ve ortak kimlikleri söz konusu. Hakların dunya insamna, dünya işçi sınıfına yayılmaması halinde, kendileri için de kalıcı olmadığının bilincindeler. İşçiler ve sendikalar ülke sınırlarım aşarak işçi sınıfı ve sendikal çıkarian özdeşleşmeye çalışıyorlar. İşte bu çerçevede 12 Eylül'den bu yana Turkiye'ye yönelik dunya sendikal hareketi çok duyarlı Sendikacıların tçinde bulunduğumuz hafta içindeki gelişmeler, bir kez daha profesyonel sendikacının nasıl bir ikilem içinde olduğunu ortaya koydu. Bir yanda Özal'ın ağzındaki şantaj, seçilme hakkı sorunu, diğer yanda yıl spnuna kadar sonuçlanan genel kurul zinciri içinde hesap vereceği üyesi işçiler. Hepsinden önemlisi bugüne kadar hiç yaşanmamış bir biçimde, işçinin, tamamen elinden, denetiminden kayrnış olarak eylem içinde olması. Sendikacı olarak yıllardan bu yana görüşup, kendi bildiğince anlaşmaya yatkın. 2030 yıldır uyguladığı, alıştığı kurallar altust olmuş durumda. Ayaklar baş olmuş. Ayaklar "bana sormadan imzalayamazsın" diyor. Hangi noktada imza atacak? Imza atarsa ne olur? Atmazsa ne olur? Herhalde her biri, yaşamlarının en rizikolu, en bedelli karar verme günlerini yaşıyorlar. Önceki hafta Türklş'in Özal ile görüşmesini isteyen, bu konuda baskı yapan sendika başkanları, işçi eylemlerinin bu boyutta yaygınlaşacağını ve kamuoyu desteğini alacağını düşünememişIerdi. Olaylann büyüyeceği özal tarafından da beklenmıyordu ki aynı gün içinde dahi politika değiştirmek zorunda kaldı. Ancak yülar sonra ilk kez işçüere "hakhsınız" demek ve sendikacıları görüşme masasına çağırmak yetmedi. Sendikacılar yine sevinçle bu çağrıya gittiler ve de bir çözüm umudu olarak gördüler. Derken iş somuta dökülüp yeniden müzakere masalarına dönülünce, bir kez daha sorunların çözümünun ne kadar zor olacağı ortaya çıktı. Masa başında, somutta işler iyi gitmiyordu. Öte yandan da işçi, ilk kez lehine dönmüş olan bir noktada, durumunun değerlendirilmeyeceği kaygısı içinde idi. Bu hafta içinde, bu kez sendikacılara yönelik, masa başında "satmama" doğrultusunda uyarı eylemleri gelişti. tşçinin eskisi gibi köşesinde müzakereleri ve sonucu beklemeyeceği anlaşılınca, sendikacı bir kez daha ikileme düştü. Özal'ın çağnsına rakamlarla koşturup, acele anlaşmaya çalışmanın aleyhine olacağı korkusu ile geri çekildi. Tablo böyle giderse sendikacı daha çok zıkzaklar çizeceğe, ikilemde kalacağa benziyor... Yani dönemde yeni sorunlar Brrn