26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/14 21 ŞUBAT 1989 Uyuşturucu ıniktarmda artış DİVARBAKIR (Cumhariyet) Kent ve çevre ilçelerde ele geçiriien uyuşturucu rniktarında geçen yıllara gore artış olduğu bildirildi. Güvenlik güçlerinin özellikle 1983 yılından itibaren yaptığı operasyonlar sırasında uyuşturucu ticareti yapanlara büyük darbeler indirildiğinı belirten yetkililer, 19841987 yülan arasında 105 kilo eroin ele geçirildiğini, geçen yıl ise bu miktann 122 kilo olduğunu açıkladılar. Aynı dönemlerde ele geçirilen esrarın ise 272 kilo olduğu, bunun 1988 yılında 387 kiloya ulaştığı bildirildi. KKTC posta idaresinden telefaks LEFKOŞA (UBA) Kuzey Kıbns Türk Cumhuriyeti'nde posta idaresi tarafından telefaks hizmeti verilmeye başladı. KKTC Posta Dairesi Müdüru Aysel Erdnran, Lefkoşa Posta Merkezi ile Ga.7İmagosa Posta Merkezi'nde yurtiçi ve yurtdışı telefaks alma ve gönderme hizmeti vermeye başladıklarını belirtti. Yapılan yeni uygulamayla KKTC, faks bağlantısı olan dünyanın herhangi bir ulkesine, bir dakikada bir sayfa ya da daha fazla mektup resim, harita, makbuz gönderme ve alma olanağına kavuştu. Aysel Erduran, Lefkoşa Posta Merkezi'nin telefaks numarasının (02021503), Gazimagosa Posta Merkezi'ninkinin ise (03667821) olduğunu belirtti. v En yaşlı Fransız Fransa'nın Marsilya kentinde yaşayan 113 yaşındaki Bayan Jeanne Clement, Guinnes rekortar kJtabına en yaşlı Fransız olarak geçtı. Bayan Clement kendisine verilen diploması ile basına kıvançla poz verdi. (Fotoğraf: AP) F n ı i 7 i ı n u n l n ı t r o n i T u m dünyada y°lctj ta?ıma rağbet her geçen gün artmakta Dünyanın en uzun yolcu treni 60 vagonu ıle birfikte 1 5 km uzunluğa erışıyor. (Fotoğraf: Reuter) C l l U Z U I I y U I C U i r e i l l Cl|)3mda trenlere gösterilen 1983 yılından itibaren gerçekleştirilen uyuşturucu maddelerle ilgili olarak 283 kişinin yakalandığını açıkladılar. olan ilgisıni her fırsatta sergılemekten cekinmiyor. Prens Charles bir da vette şempanzeye gösterdiği yakın ilgi herkesin dikkatini çekti. Prensin hayvan g S s C HABERLERİN DEVAMI AIDS'in Ekonomiye Katkısı... etki alanından çıkarmaya çalışıyorlar. Başarısız sayılmazlar: Tarım ürünü ve maden dışsatımı toplam 9.5 milyar dolar; buna karşılık sınai ürün dışsatımını 8 milyar Amerikan Doları'nın üstüne çıkarmıştır. Hilton Oteli'nin restoranının garsonu, "Biliyorsunuz"dedi. "Malezya'daekonomik güç Çinlilerin, politik güç Malaylann elindedir. Şimdi hükumet Çinlilerin elindeki ekonomik tekeli kırmak için haklı bir çaba içinde. Örneğin Çinlilerin dini bir bayramı, festivali oluyor, dükkânlar kapanıyor, neredeyse tüm ticaret duruyor. Olmaz böyle şey!" Malezya vatandaşı olan Çinlilerin ekonomik gücünden olduğu gibi Japonlannkinden de tedirginlik duyulduğu söylenebilir. Japon kredisini, yatırımlarını ülkeye çekmekten memnunlar. Ancak geleceğe dönük olarak yalnız Japonya'ya daha fazla bağımlı olmak gibi bir olasılık Malezya'yı ürkütüyor. Son yıllarda Japonya, hem yatırımda hem de dış ticarette Amerika ile Avrupa Topluluğu'nun önüne geçmiş durumda. Bu durumu yeniden tersine çevirmek istiyorlar. Ayrıca ABD ile AT'nin korumacı politikalan başlıca yakınma konularından birini oluşturuyor. Kısacası Malezya, ABD, AT ve Japonya arasında "müşteri kızışhrabileceği" ve pazarlık gücü kazanabileceği bir dengenin oluşumunu istemekte. Ayrıca Malezya, 2. Dünya Savaşı'nda 3 yıl Bu açıdan da bize hıç benzemiyorlar, deboyunca Japon işgalini yaşamış bir ülke. O ğil mi? yüzden Japonya'ya dönük duygulanndaki Türkiye'de büyüme hızı geçen yıl yüzde 5'ın altında kaldı; enflasyon ise yüzde 76'ydı. mesafeyi aniamak zor değil. * Nüfusu 16 milyon Malezya'nın. Kişi başıKaldığımız otelin sayısız katlarından birina düşen milli geliri, buradaki büyükelçiliğimizin rakamlarına göre geçen yıl 1965 do nin penceresinden Kuala Lumpur'u seyrelara ulaşmış. 1988 dışsatımı 20 milyar Ame diyoruz. Gökdelenler... Hepsi de sanki yeprikan Doları, dışalımı 15 milyar dolar olarak yeni.. Göz alabildiğine uzanan yeşilliklerin gerçekleşmiş. Dış ticaret fazlası 5 milyar do orasından burasından füze gibi göge fırlatılları bulan Malezya'nın net döviz rezervleri mış sayısız gökdelen, aynı zamanda yabancı 7.5 milyar ABD Doları. Dış borç ise 17.5 mil sermayenin ağırlıklı biçimde yer aldığı ülke ekonomisinin simgeleri sayılabilir. 21. yüzyar dolar civarında. yılın dünyasında üç büyük ve güçlü blok önistatistikler, Türkiye'yle karşılaştırıldığında, görülüyor. Kanada'yla birlikte Amerika, Avgörüldüğü gibi hayli farklı bir dili konuşuyorrupa Topluluğu ve Japonya'nın liderliğinde lar. Pasifik Havzası. Ekonomik açıdan üçüncüTütüncü dükkânındaki satıcı, "Ekonomide sünün en büyük olacağını, yeni yüzyılda ise ne varne yok" sorusunu yöneltince şu kar Japonya'nın ABD'yi geride bırakacağını saşılığı verdi: vunanlar var. "Biraz ters bir şey ama AIDS hastahğı biz İşte Malezya da Pasifik Havzası'nın güçde kauçuk fiyatlannı tırmandırdı. AIDS'den kolü ülkelehnden biri. Malayından, Çinli ve runmak için dünyada prezervatife dönük ta Hintlisinden oluşan 16 milyonluk rengârenk lebin patiaması, özellikle Batı'da kauçuk fi bu ülke, kendine bir yol çizmiş, yürüyor. yatlarını yukarı itince bundan Malezya yarar Peki, Türkiye ne olacak? 21. yüzyılda ikinlandı. Yine son yıllarda kalaydaki olumlu fi ci blokta, Avrupa Topluluğu'nda yerini alayat gelişmeleh de iyi oldu. Oysa daha önce bilecek mi? ki yıllarda durum tam tersineydi. Biliyorsunuz Yoksa "bloklar dışı" kalarak kendisine yeMalezya dünyada bu temel mallann başlıca ni bir yol ve kimlik mi arayacak? ihracatçısıdır." Bugün için resmi hedefimiz Avrupa TopKalay, kauçuk, palmiye yağı vs. mallarda luluğu. fiyatların kontrolü kendl ellerinde olmadığı Ama gereğinin yerine getirildiği söyleneiçin ekonomiyi mümkün olduğunca bunların bilir mi? (Baştarafı 1. Sayfada) Malezya'ya gelince, enflasyon yüzde 3 civarında. Malezyalı, enflasyonu tanımıyor ama, Malezya Doları'nın fazlasıyla güçlü bir para olduğunu biliyor. Kuala Lurnpur Hilton'un altındaki tütüncü dükkânının satıcısına göre hükümet paranın değerini düşürmek için bılinçli bir çaba içine girmiş durumda. Nedenlerini bir çırpıda özetliyor: Daha çok yabancı sermaye çekebilmek; Ihracata daha çok rekabet gücü kazandırmak; Turizm sektörünü daha da gelişıirmek; Bütün bunları yapabilmek için de iş gücünü bugünküne göre biraz ucuzlatmak. Paranın değerini düşürmeye yönelik politikaların temelinde yatan bir başka neden daha var. 1990'da Hong Kong tümüyle Çin'in eline geçiyor. O yüzden, kendine yeni yer aramakta olan Hong Kong sermayesini Malezya'ya çekebilmek ve bu alanda aslan payını almakta olan Singapur'la rekabet edebilmek için bu ülkede bilinçli bir ekonomik çaba dıkkati çekiyor. Bir yeşillik denizinde yüzen bu ülkede enflasyon yok. Ama büyüme hızı var: Geçen yıl Malezya ekonomisi yüzde 5.2 oranında büyümüs. Borçlar er geç (Baftanfı 1. Sayfada) layışını getiren Chicago ekolünün yaratıcısı Friedman, teorisini, "para arandaki büyümenin yavaşlaması, durgunluga ve işsizlikte fazla artısa neden olmaksızın, enflasyonu aşağı çekecektir" tezi üzerine kurdu. Nixon yönetiminin ekonomi politikasını belirleyen Friedman, o gun bugündür hükümet politikalarını yonlendirmesine rağmen siyaset dışı kaldı ve akademik çalışmalarına devarn etti. Friedman. aderrü merkezıyet ve serbest piyasa mekanizmalarımn kurulması, devlet müdahalesini getiren bütün kurumlann kaldınlması, asgari ücretin kaldırılması, sosyal refah mekanizmalannın yok edilmesi ve ekonominin tümüyle rekabet yasaları ile işlemesini savundu. Friedman, bu anlayışı demokrasi ile bağladı ve devlet müdahalesini demokratik ortama müdahale olarak niteledi. Çoğunluğun serbest piyasalardan yana olduğunu söylediği bir dünyada, bugün, Friedman hâlâ müdahaleci anlayışa karşı savaşının tam sonuçlanmadığı kanısında. Hükümetlerin politik olarak müdahaleye zorlandıklannı belirliyor, müdahaleden uzaklaştıracak tek çözümün anayasal duzenlemeler olduğunu kaydediyor. Böylelikle hükümeti, secmeni olan sosyal grup müdahaleye zorlayamayacak, hükümetin anayasa ile kısıtlı olduğunu bilecek. Friedman'la "Kapitalizm ve Özgüriük" adlı kitabından başlayarak ekonomi dünyasında ve dünya ekonomisinde bir gezinti yaptık: Avmı kitabı bugiin yazacak olsaydınız, kitaba yeni bir bölüm ekkmevi mi. yoksa içeriğini degiştirmeyi mi tercih ederdiniz? FRİEDMAN Bu çok zor bir soru. Eğer kitabı bugün yazıyor olsaydım, yeni bir vurgulama ile yazardım, yeni bir bölüm eklemeyi düşünmezdinı. Her şeyden önce bugün uğraştığımız sorunlar. 197076'da uğraştığımız sonınlann aynısı. Sorunlar değişmiyor, onlara uyum sağlama yollanmız değişiyor. Kitabı bugün vazsaydım hükümet yetkililerinin her şeyden çok kendi çıkarlannı düşündüğü gerçeğine ağırlık verirdim. Hükümet yetkililerini kendi çıkarlarının peşinde koşan insanlar gibi değil de ülke çıkarları için uğraşan kişiler olarak görmenin yanlışlığını vurgulardım. Bu nedenle, burokratlann kişisel çıkarlannı toplumsal çıkara yaklaştırmak için kurumlann oluşturulması gerektiğini daha etkili anlatırdım. Örneğin para konusunda diyelim ki, bugün merkez bankaiannın dağıtılması konusunda o zaman olduğundan çok daha emin söz edebilirim. Nitekim daha sonraki "Özgür Seçim" kitabımızda örneğin ABD için hükümet harcamalanm sınırlandıran anayasal değişiklik önerdik. Bugün gelişmekle olan ülkelerin geçmişe gore serbest piyasalara daha fazla onem verdikleri söylenebilir mi? FRİEDMAN Hayır, kesinlikle öyle bir şey yok. Bunlar laftan ibaret. Gerçekten hayata geçirilen işlerle, retoriği birbirinden ayırmak gerek. Evet, piyasadan bahsediyorlar, ama özgür pazarları oluşturacak politikalann izlenmesi, tümüyle başka bir olay. Bugün aynı retoriği sadece Üçüncu Dunya'da değil gelişmiş ülkelerde de duyuyoruz. Avrupa'da, mesela Ortak Pazar'da sürekli serbest ticaretten söz ediliyor. Ama pratikte kimsenin serbest ticaret politikası izlediği filan yok. Onu bir kenara bırakın, değil Ortak Pazar dışındaki ülkelerie, kendi aralannda uygulamıyorlar. tnsanlann söyledikleri ile yaptıklannı birbirinden ayırmak lazım. G«lişmekte olan iilkelere bakıldığında, bugün, pek çogunda doğm düriist bir piyasa mekanizması oloşmadığı. gelir dagüınu sorunlan, yoksulluk, hatta sermaye sınıfının çoğunlukla zayıf olduğu gerçekleri göz öniinde tutulursa, müdahale yanhsı olmamasına rağmen müdahale etmek zorunda kalan bükiimellere ne tavsiye edersiniz? FRİEDMAN Söylediklerinizin hiçbirine katılmıyorum, varsayımlannıza katılmıyorum, baştan piyasa mekanizmasının olmadığını öne sürmek bir hata. Her Üçüncü Dünya ülkesinde bir piyasa mekanizması var. Çünku piyasa mekanizmalan hükümet müdahalesinden bağımsız bir karaborsa mekanizmasını yaratıyor, pek çok Üçüncü Dünya ülkesi karaborsa olmasaydı bugünkünden çok daha kötü durumda olurdu. Kanımca, bütün Üçüncü Dünya ülkelerinde piyasaların gelişmesi için gerekli olan, hükümetin yoldan çekilmesidir. Piyasa mekanizmasının olmadığından söz etmek son derece saçma. îşleyen bir pazar var, birbiriyle ticaret yapan insanlar var, ticaret merkezleri mevcut. hiçbir şey yok. Mamafih hiçbir ülkede esnek döviz oranı yok. Ve olmamasının nedeni ekonomik değil. Olmamasının nedeni politik. Toplumda politik yapının tercih ettiği gruplar, döviz oranlannın kontrolünü elinde tutuyor. Diğerleri bundan zarar görüyor. Bu durumda öneriniz nedir? FRİEDMAN Bu ulkelerdeki sorunlar, ne yapılması gerektiği sorunu değil. Bu, işin kolay tarafı. Esas sorun politik basiretin olması. Bu zor. Doğru bir şeyi gerçekleştirmek için politik basiretin nasıl yaratılabileceğini söyleyemem. Fakat yapılması gerekenin kolay olduğuna inanıyorum. Zor olan politik basireti ortaya çıkarmak. Bu tabii ki ABD için de geçerli. Dış borçlar konusunda coguniuğu Harvard Ünnersitefa' ekonomistlerin başını çektiği bir grup kısmi affı savunuyor. bankalar buna karşı ve hükümet ortada göriinüyor. FRİEDMAN Borç sorununa doğru çözüm konusunda benim düşuncem şu: Bırakın kredilerini verenler kendi anlaşmalannı kendileri yapsınlar. Borçların büyuk bir kısmı hiçbir zaman geri ödenmeyecek. Bu borçlar ne kadar çabuk silinirse o kadar iyi. Tabii bankalar hükümetin kendilerini kurtaracağını umdukları için ödenmeyen borçlan silmeyecekler. Yanlış anlaşılmasın, ben hükümetin bu işe kanşmaması getektiğini savunuyorum. Bence, eğer hükümet bu işin dışında kalırsa zaten bankalar kendi istekleri ile mecburen borçlan silecekler. Borçların affedilmesi gerektiği görüşünü paylaşmıyorum. Borçların er ya da geç silineceği görüşünü savunuyorum. Yani bu bir ongorü, yoksa bir reçete değil. Krediler hiç verilmenuş olsaydı tabii çok daha iyi olurdu. Ama krediler verilmiş durumda. Verenler ise bankalar. Bankalar kredı verdi, çünku bu işin kârlı olduğunu düşündüler. Eğer kâr ediyor olsalardı zaten hükümet müdahalesine gerek olmazdı. Eğer hata yaptılarsa, kötü kredi veıdilerse, bundan onlann zarar etmesi gerekir, yükü onlann taşıması gerekir, ama maalesef hemen hemen bütün krediler açık ya da kapalı garanti altında. Bence herhangi bir hükümetin, bankaların, yabancı ülkelere ve de yerli şirketlere verdikleri kredileri garantilemesi son derece uygunsuz bir tutum. Borçlu ulkelerin borç >ükünün demokrasilerini tehdit ettigi göriışu yaygınlık kazanıyor, bu göruşu paylaşı>or musunuz? FRİEDMAN Bu ülkelerde demokrasiyi tehdit eden borç değil, hükümetlerin borçlanmayı getiren politikalan. Bu ulkelerin çoğunda, örneğin Arjantin ya da Brezilya'da, hükümetler borçlandıkca insanlar paralanm dışanya gönderdi. Brezilyalılar'ın yurtdışında dolar, mark ve yen cinsinden tuttukları \arlıklarını Brezilyz'nın borcundan çıkanrsak geriye ne kalır belli değil. Niçin bu özel varlıklar dışanda? Niçin ülkenin içinde yatırılmıyor? Çunku bu ulkelerdeki hükümet politikalan insanların sermayelerini yurtiçinde tutmaları için gerekli guvem yaratamıyor. İşte ben, demokrasiyi tehdit eden borç değil, borcu yaratan politikalar derken bunu kastediyorum. Eğer bu ülkelerden bin hemen düşuk enflasyonu, düşuk vergileri, özel sektor için iyi bir ortamı sağlayacak politikalan yururluğe koysa dışarı kaçan bütun sermaye gelir. O zaman borç yuku inaıulmaz olçude azalır. Bu demokrasi getirir, büyüme getirir, üretken yatırım getirir, gene burada da sorun, ne yapılacağının bilinmemesi değil, yapılması gerekeni yapacak politik isteğin olup olmaması. Son günlerin en gozde konusu Japonya. Japonya'nın ekonomik atıhraı. Özellikle ABD'de üretkenlik arttıran iç yatırımlann azaldığı söyleniyor. Dunyanın yeni ekonomik biçimlenmesi konusunda ne duşünüyorsunuz? FRİEDMAN Sanırım söylenmek istenen, içeriden finanse edilen yatınmlann azaldığı. Yoksa yatınmların genelde azaldığı değil. Amerika'daki yatınmların büyükçe bir kesimi şimdi Japonya ve Almanya tarafından finanse ediliyor. Bunda ters bir şey görmüyorum. İlk büyüme sırasında ABD'de aynen bu olmuştu, 1800'lerden 1940'a değin, her başarılı gelişmekte olan ülkede bu durum mevcut. Dışandan yatınmlan cezbederler. Sorunun Japonya bölumune gelirsek, son derece zor. Japonya'yı iyi biliyorum, son derece guçlu bir ekonomi. Ama zayıf yani Japon yatırımcılann kendi ülkelerinden çok, başka yerlerde yatırım yapmayı tercih etmeleri. Bunu kârlı bulmaları. Her şeyden önce gorünen köy kılavuz istemez. Son derece başanlı oldular ve başanlı olmaya devam edecekler, biz de onlarla mümkun olduğunca ozgur ticaret yapabildiğimiz surece başanlanndan istifade edeceğiz. Yani ben piyasayı tümüyle Japon sermayesine açmayı savunuvonım. Ekonomik bakış açısından Japonya'nın butün dunyaya sunduğu şey kârdır. Bugünkü Japon karşıtı yaklaşım milliyetçilik ve şovenlikten başka bir şey değildir. Ekonomik bir temeli yoktur. Demokrasiye tehdit Yoksulluğu hükümet yaratır Türkiye'de, örneğin übn derece serbest piyasa taraftan olduğunu söyleyen bir hükümet ikide bir müdahale gereği duyuyor, bunu nasıl açıklıyorsunuz? FRİEDMAN Müdahale gereği duyulmaz, politik olarak müdahale etmenin daha avantajlı olduğu düşünuldüğünden müdahale edilir. Politik olarak müdahalenin gerekli olduğunu düşündüklerinden müdahale ettiklerine en ufak bir şüphem yok. Biraz once yoksulluktan söz ettiniz, yoksulluğun hükümetler tarafından yaratıldığı kamsmdayım. Daha önce de söylediğim gibi hükümetin müdahale yetkisinin kısıtlanması için gerekli kurumlann oluşturulması son derece önemli. Bir başka alan ele alalım, döviz konusu mesela. Bugün dünyada. bir Üçüncü Dünya ülkesinin esnek döviz kurlarına sahip olmasını engelleyen M.Ç. Olayının Ardından (Baştarafı 1. Sayfada) tırımına da bağlanmıştır. Yasalarımız okul mudürlerine, ögTencilerin işlediği bu tür suçları değerlendirme, gizleme, örtbas etme, gerekirse bildirmeme yetkisi de vermemiştir. Yasal durum böyle iken okul mudurünün yerilmesini, davranışının öğretmenlik ile bağdaştınlmamasını, ayıplanmasını, bu yetmiyormuş gibi bir de gorevinden alınmış olmasını hukuk ve mantık açısından desteklemek ve hoşgörmek sanırım olanaksızdır. Buna karşın ortada vicdanları tedirgin eden, sızlatan bir ola> olduğu da gerçektir. Nedir kamu vicdanını tedirgin eden ve sızlatan?.. Kanımca, burada üzerinde durulması ve vurguianması gereken iki konu var: Birincisi, okul müdüru adı altında butun okul yöneticilerinin ve öğretmenlerin oğrencileri karşısındaki durumları; ikincisi, "gurbetçi" dediğimiz çocuklarımızın durumları. Okul yoneticilerimizden ve oğretmenlerimizden, bu olayda olduğu gibi, bazı durumlarda öğrencilerini korumalannı, onların yasalara, topluma, ahlâka, gelenek \e göreneklere ters duşen da\ ranışlarını okul çatısı altında ele alıp çözümlemesini istiyor ve bekliyoruz. Kuşkusuz en doğru olaru da budur. Öğrenci, gencecik beynine takılan ya da içinde doğuveren her düşunceyi okulda ortaya atacak, tartışacak, oğretmenlennın de yardımı ve bilgilendirmesiyle doğrulara ulaşabilecektir. Bu yolun tıkanması, engellenmesi, apaçık bilimin öldürülmesi, genç beyinlerin bilimden kopanlması anlamına gelir. O halde, okul yöneticilerimızi ve oğretmenlerimizi, bunu gerçekleştirebilecek yetkilerle donatmaIıyız. Kuşkusuz yetkinin konusu ve çerçevesi yasayla belirlenebilir. Hiç olmazsa bu durumda, konu ve çerçeve aşıldığında sorumluluk ortaya atılabilir. Konuyu ve çerçeveyi gözetmeden oğrenci zaranna davrananlar kınanabilir. Böylece sorumlu tutmada da, kınamada da haklılık kazanırız. Boyle bir düzenleme yapılmadan, basında dile getirilmek istendiğı gibi, okul müdüru olayı duymazdan gelseydi ya da oğrenciyı çağırıp olayı öğüt vererek geçıştirse ve ortbas etseydı ne olurdu? Oğrenci, duşuncelerinı sınıftaki arkadaşlarına aktardığına ve bir tartışma ortamı da yarattığına gore, eylemi, okul mudurü gibi butün öğretmenleri, dığer sınıf öğrencileri ve onlann taşıması ile aile btreyleri de kısa sürede öğrenecekti (öğrenmişlerdir de). Öğrencioğretmenveli ilişkilerindeki bazı zıtlıklann ve çekişmelerin dürtüsuyle içlerinden biri tarafından bu, kesinlikle ilgili mercilere duyurulacaktı. Durumu öğrenen ilgili merci hemen okul müdüru hakkında soruşturmaya geçecekti. Hem suçu gizlediği hem de görevini yapmadığı için. Diğer yandan işin örtbas edildiğıni gören diğer oğrenciler aynı >a da benzer konuları gündeme getirecek cesareti bulacak, benzer eylemler gerçekleştirebılecekti. Bu kez soruşturma kapsamı bu oğrencileri, onların aile bireylerini, ilişki içinde oldukları kişileri de içine alacaktı. Görüldüğü gibi kamu vicdanı boyle bir durumda daha rahatsız olacaktır. Gelelim "gurbetçi" diye betimlediğimiz ya\ rumuzun durumuna. Asıl onemli ve üzerinde özenle durulması gereken konu budur. Gurbetçi yavrumuz bir tane değil, binlercedir. Sorunları dağ gibi kocamandır. Konumuz olay bunlardan yalnızca birisidir. Bu yavrularımız ya yurtdışında doğmuş ya da küçuk yaşta yurtdışına giderek orada uzun süre kalmışlardır. Kişilikleri bu yabana ulkelerin kulturü içinde, onların geleneklerine, göreneklerine ve değer yargılarına göre gelişmiş ve biçimlenmiştir. Bu yüzden daha yurtdışında iken aılelerine yabancılaşanlar \ardir. Kendi ulusunun külturu. gelenek ve goreneği ve değer yargıları ona yabancıdır. Çoğu kez anababalannın bilgisiz ve bilinçsiz tutumu da buna etken olmaktadır. İşte bu koşullarda yetişip belirlı yaşa gelen ve belirli bir biçinı alan gurbetçi yavrumuz, anavatana gelince, kendinı, deyim yerinde ise, aya gelmiş gibi yalnız ve çaresiz hissetmektedir. Çevresiyle iletişim kuramadığı gibi çoğu kez de alay konusu olup dışlanmakta, sonuçta bunalıma düşmektedir. Hukumetlerce bu çocuklarımızın topluma uyumunu sağlayacak ve çabuklaştıracak eğitsel ve oğreısel programlar uygulandığı, bu\ük çabalar harcandığı bilinmektedir. Ne var ki, Karataş Lisesi'nde ortaya çıkan olay ve sonucu, bu çocuklarımızın yargı alanında uyum sorunlannın henuz ele alınm?1ığı ve yasal duzenlemeye ka\uşturulmadığı gerçeğini gündeme getirmiştir. Özellikle ceza yasamız bu akışın gerisinde, hatta dışında kalmıştır. Ne bu öğrencimize acımakla ne de yöneticiyi yerınekle bir sonuca varmak olanaklı olmadığı gibi, yapılan yargısal işlemleri sergilemekle de olumlu, sağlıklı ve kalıa bir sonuç elde etmek olanaklı değildir. Bu olay ilginç ve örnek bir olaydır. Giderek çoğalması ve çeşitlenmesi beklenir. Ceza hukukunda cezaların kişiselleştirilmesi kuralı vardır. Bu kural bizim ceza hukukumuzda da benimsenmiştir. Bu kural gereği yalnız cezanın miktarı ve infaz biçimi belirlenmez; sanığı eyleme iten kişisel, ailesel, toplumsal, dinsel, duşunsel ve ekonomik türlu nedenler de gozetilerek suçlu sayılıp sayılmayacağı, davranışının hoşgorulup görülemeyeceği de değerlendirilir. Benzeri sayılabilecek iki olayı örnek vermek istiyorum: Bir işçimiz, Avrupa yaşam biçimine ozenerek serbest arkadaşlıklar kurmaya kalkışan karısını oldürmuştür. O ulke mahkemesi bir avukat ile yardımcısını, işçinin içinden geldiği toplumu, bu toplumun değer yargılarını araştırmak üzere Türkiye'ye göndermiş; bu görevliler işçinin köyunde, çevresinde bizimyargı yerlerimizde inceleme yapmışlar, mahkeme onların düzenlediği rapora göre işçimizi, kendi yurttaşına aynı suç için verdiği cezadan daha az bir ceza ile cezalandırmıştır. Yine bir işçimiz, Avrupa'da, hayvanla cinsel ilişkiye girmiş, o ülke mahkemesi, işçimizin içinden geldiği toplumun kultürünu, gelenek ve göreneklerini, yabancı ülkeye uyum sağlayamamasını ve bir kadın arkadaş edinememesini gözeterek işçimize ceza uygulamamıştır. Her iki olayda da gerekçe, sanıklann değişik kültürlere mensup olmaları, gelenek, görenek ve değer yargılanndaki farklılık ve bunların uzlaşamamış olmasıdır. Avrupa'yla bütünleşmeye çalıştığımız bu donemde eğitım ve öğretimde, yönetimde, hukukta, duşüncelerde bu butünleşmeyi kolaylaştıracak, hatta gerçekleştirecek değişimlerin yapılması kaçınılmaz ve zorunlu olduğuna göre, başta parlamenterlerimiz olmak uzere bütün hukukçulara, toplumbilimcilere, ruhbilimcilere, ekonomistlere, eğitimcilere, yoneticilere, tasarımcılara ve özellikle de basınımıza yapıcı ve yol gösterici görevler duştüğü inancındayım. Antalya'da kat arttırma tartışması Müzayede mi, şark pazan (Baştarafı 18. Sayfada) Uzakdoğu seramikkri, porselenler, kristaller, çeşitli cam heykeller, tablolar satılırken uluslararası muzayedelere kıyasla bazı farklar dikkatimı çekti. Bir kere... Müzayede evi, eserleri tasnif etmemişti. Yani halılar, saatler, kristaller kendi aralarında tasnif edılip gruplandırılmamıştı. Bir bakıyordunuz bir halıyı iki delikanlı, ardından bir artdecoyu pantolonlu bir genç kız, sonra bir kristal surahiyi mini etekli bir hanım, el yazması Kuranı Kerim'i ağır makyajlı ve göğsunden sutyeni taşan bir hanını muzayedede dolaştınyordu. Muşteriler belki acemiydi, ama acaba müzayede salonu bunları tasnif ettikten sonra satışa çıkartamaz mıydı? Yani Chopin'den sonra Tatlıses, ondan sonra Beatles, ardından yine Chopin ve tekrar Tatlıses dinletiliyordu. Burası bir müzayede salonu değil, sanki bir Şark pazarıydı... Ikıncisi... "Müzayede özel şartlan" adlı bildiride "satışa sunulan mallann hataları varsa lıstede belinilmiştir" denüdiği halde, hatalar nedense goz ardı ediliyordu. Nitekım altın yaldızlı, heykelli bir saatin satışı sırasında muştenlerden bırırün, "Saati çalışıyor mu?" sorusuna nedense ancak o anda "Arızaiı... Ama 30 bine tamir ettirebilirsiniz" deme gereği duyuluyordu. Bunun uzerine saat elbette satılamıyordu. Nitekim. bazı eski gaz lambalarının fanusları yeniydi, hatta bazıları "Paşabahçe" damgasını taşıyordu. Bunlar muzayedede belirtilmiyordu. Mum için duşunülmuş bazı lambalara sonradan elektrik kablo ve fişler eklenmişti... Hem de çırkin, saydam, ucuz. plastik kablolar. Neyın antika, neyin çağdaş olduğunun belirlenmediği pazarda, altı kaval, ustu Şişhahe satılıyordu ve de milyonlara alınıyordu. Üçüncusu... New York'ta "China Tov»n"da, >a da Hong Kongta seyyar satıcıların 10100 dolara (20200 bin lira) sattığı Çın seramikleri, porselenleri yarım milyon ile 4 milyon lira arasında kıran kırana müşteri buluyordu. Burada muzayedeyi düzenleyenlerden çok, alıcıların bilgisizliği dikkati çekiyordu. Nedense o an aklıma şömine uzerındeki "Güngörmuş'ün sözde antika Çin vazosunu düşüren Şaban"ı aklıma geldi. Dorduncüsu... Satılan bir tablo için "göl manzaralı" demek yeterli oluyordu. Ressamı kimdi? Ne zaman yapılmıştı? Yağlıboya mı guaj mı, onemli değildi... Bir bronz heykel için "imzalı" demek yeterliydi. Kimin imzası olduğunu bilmek önemli değildi. Bu arada Şevket Dağ'ın bir naturmortu da vergi ve komisyonuyla birlikte 5.4 milyon liraya satılıyordu. Eserlerin numaraları, uzerlerine bir seloteyple tutturuluı ken, bunlar çerçeveleri yerine her nedense yağlıboya tablolann üzerine seloteyplenmişti... Beşincisi... En i>i para getiren parçalar gerçekten değerli, Osmanlı tuğralı gümuşlerdi... Muzayedede Türk etnografık eserler hiç satılmadı. Sadece bir gümüş kemer tokası 100 bin liraya müşteri buldu. Alnncısı... Meraklıların daha çok adı sanı duyulmamış, Avrupa kokenli eserciklere milyonlar dokmeleri dikkati çekiyordu. Çunku olayın içinde belli bir alanda koleksiyon yapmaktan daha 1 çok bazı alıcılarda "Gungormuş ün gösteri" egosu vardı. New York, Londra, Roma, Paris ve Prag'da pazar sabahları gorduğüm "bitpazarlan"nda satılan "Junk" yani çerçoplerden belki bir iki gomlek daha iyi parçaların satıldığı bu muzayedede otekilerine kıyasla en kaliteli olanlan Istanbul'dan gelen Ishak Menase, Ziya Karahan ve eşi, kardeşi Hasan Karahan 20'şer milyon liranın üzerinde çekler ödeyerek "geleceğe yatırım" yapdlar. "Geleceğe jahrımdan" neyin anlaşıldığını sorduğumda bir merakh: Koleksiyon tutkusu, muzayedede kumar heyecanı, güzele olan merak ve enflasyona karşı önlem... Yani, dedim: Enflasyonun anasını... Yuzde 60: Saaat... Yüzde 70! Saaaltt... Yuzde 80! Saaattımmm... Anlamadım, dediğimde: tster senin dediğin gibi satılan " ç e r ç o p " olsun, ister "antika" ister mantika, bugün 10 milyona al, gelecek yıl 25 milyona sat. Enflasyon payını düşünce 7 milyon kazan. Bunu hangi banka, hangi hisse senedi verir? * * * Uluslararası müzayedeleriyle unlü Sotheby's'deki, Christie's'deki müzayedeleri düşundum bir an. Aklıma birkaç ay önce Londra'da Türk hükumetinin satın aldığı kilden yapılmış, çivi yazılı yarım Hitit tableti geldi. Adı açıklanmayan bir Türk hanımefendinin desteğinde bu tablete 140 milyon lira verilmişti. Acaba bu yarım tableti bir köylü bulsa Çorum Müzesi'ne götürse Türk hükumeti bu köylüye 140 milyon lira verebilecek mıydi? İzmir'deki müzayedeyie Londra'daki arasında Türkiye'de yeni dengeler kurulamaz mıydı? Madem gün geçtikçe bu işin nıerakhsı artıyordu... Oysa dostum, "Bu adam kimsede para bırakmadı" diye yakınıyordu, ama yine de "herkes"te para vardı. Iyilerin Londra'ya, çerçopun Izmir, Ankara, İstanbul müzayedelerine gitmesi önlenemez mıydi? * • * Müzayede sonunda "Antık A.Ş."nin yöneticisi Turgay Artan, "Bugün çok iyi satış oldu. ancak hiç kuşkusuz en zengin müzayede İstanbul'da oluyor. Sizi oradakine bekliyoruz. 5 martta Hillon'da buluşalım" diyordu ben ayrılırken ... 'Kent içindeki eski binalara îzin yok' ANTALYA (Cumhurivet) Turizm beldesi Antalya, çarpık ve beton kentleşmeye örnek gosterilirken, ANAP'lı Belediye Başkanı Metin Kasaboğlu, yeni imar alanlannın açümayacağını, açılan alanlann kent nufusuna yeterli olduğunu bildirdi. Yeşil alanlann kişi başına 6 metre kare olduğunu söyleven Kasaboğlu, "Antalya'yı daha fazla büyütmek istemijoruz" dedi. Kat arttırımı ile kentin betonlaşmasının gündeme geldiğininhatırlatılması üzerine Kasaboğlu, belediye meclisindeki konuşmasındaki söylediklerinin aksine "Kat arttınmı sadece gecekondu bölgelerini ilgilendiriyor. Kent içinde ve halen yapılmış bunalara kat ilavesi izni kesinlikle verilmeyecektir. Zaten karanmız da öyle idi. tsterseniz imar mudürlüğüne gidip bakabilirsiniz. Bu ka Bu durumda gelecek konurara göre Lara ve Arapsuyu böl sundaki öngorüleriniz neler? gelerindeki bazı \erler de yararFRIEDMAÎS Ben buyük bir lanıyor tabii. bölge bolge ayıra iyimserım. Butun şımdi>e kadar mazdık ki" dedi. soylediklerıme rağmen, dunyanın ideolojik atmosferinde hükümet TMMOB Mimarlar Odası An kontrolünden bireysel ve özgür talya Şubesi 2. Başkanı Mimar pazarlann önemine doğru buyük Osman Aydın da kat arttırımı ka bir değişiklik olduğunda şüphe rarının tum Antalya'yı kapsadığı yok. Şimdilik bu sadece retorikte nı söyledi. kalıyor. Pratikte etkisi göreceli olarak kuçuk. İdeolojinin burada öneminin çok buyuk olduğu kanısındayım. 196073 doneminden beri hâkim ideolojıde büyuk bir değişiklik olmuştur. Artık kimse hükümet mülkiyetineya da millileştirilmiş sanayiye inanmıyor. Kimse zengin ekonomi sahibi olANKARA (AA) SHP manın yollanmn bunlardan geçAmasya Milletvekili Tahir Köse, tiğine inanmıyor, söylediğim gibi Başbakan Turgut Özal tarafından şimdilik pratikte değil, ama en cevaplandınlması istemivle verdiği azından retoriktekı gerçeklik bu. soru önergesinde, Emlak Banka Ama iyimserim, çünkü retorik zası eski genel muduru Bulent Şemi manla işe yarayacak. Pek çok örler'in "Bankayı 5 milyar lira zarara nek var; en çarpıcıları Çin, Yeni uğratıp uğratmadığının" açıklan Zelanda ve Ispanya. Sosyalistler, masını istedi. serbest piyasa politikaiarırun çok Köse, TBMM Başkanlığı'na daha etkili olduğunu görduler. Yevergide onergede, Şemiler'in Ge ni Zclanda'da serbest piyasaya yonel Mudurluğu sırasında Beşiktaş nelik er. büyuk reformları yapan Belediye Başkanı Mümtaz Kola sosyalısl hukumet oldu. Bu nenın sahibi olduğu bir gazeteye denle ne iO\ledıklerine değil, ne Emlak Bankası'nca "yasaya aykın yaptıklarına bakılması gerektiğiolarak" 50 milyon liralık ilan ve ni söyluyorum. rilip verilmediğini sordu. SHP'UKöse'den Şemiler için soru önergesi
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear