23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
28 MART 1987 HABERLER CUMHURİYET/13 Türkiye, Güvenlik Konseyi'ni toplantıya çağırmaktan yana değil Ankara, Yunanistan'ın kıta sahanlığı sorununu Uluslararası Adalet Divam 'na götürme önerisini geri çevirdi. Öneriye verilen yanıtta "Yunanistan Güvenlik Konseyi kararına uygun ve ikili görüşmeleri kabul etsin" görüşü savunuldu. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yunanistan'ın Ege kıta sahanlığı sorununun Uluslararası Adalet Divanı'na götürülmesi yolunda önceki gün yapacağı öneriyi, Türkiye geri çevirdi. Türkiye, bu öneriye verdiğı yamtta, Yunanistan'dan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin konuyla ilgili olarak iki ülkeyi görüşmelere davet eden 395 sayılı kararına uymasını istedi ve Papandreu hükümetini ikili görüşmelere davet etti. Türk hükümetinin Yunanistan'ın tek taraflı davranışlarına misilleme olarak Ege'nin ihtilaflı sulannda petrol arama kararı almasının hemen ardından, Atina sorunu Uluslararası Adalet Divanı'na götürme önerisinde bulunmuştu. Yunan Dışişleri Bakanhğı Müsteşan Kapsis, önceki gün Atina Büyükelçisi Nazmi Akman'ı çağırarak, anlaşmazlığın "önşartlı" olarak Divan'a götürülmesini önermişti. MTA Sismik1 (Hora) gemisinin mürettebatı, araşarma içirt hazırlıklannt tamamladı. Dışişleri Bakanhğı Sözcüsü Yalım Eralp, dün bu görüşme hakkında bilgi verirken, Büyükelçi Akıman'ın Kapsis'e verdiği yanıtta "Türkiye'nin sorunu Adalet Divanı'na götürmek yerine Yunanistan'ın Güvenlik Konseyi'nin 395 sayılı kararına uymasını beklediğini belirttiğini" açıkladı. Dışişleri Sözcüsü, Türkiye'nin Yunan önerisi karşısmdaki tutumunu açıklarken de "Uluslararası uyuşmazlıklann çözümünde esas olan ikili görüşmelerdir" diyerek, "Nitekim, BM Güvenlik Konseyi'nin 395 sayılı karan da meseleyi bu boyutta görmüş ve taraflan sorunu doğnıdan müzakereler yoluyla çözüme kavuşturmaya davet Atina'nın önerisîne ret etmistir" şeklinde konuştu. Eralp, Güvenlik Konseyi'nin Uluslararası Adalet Divanı için "Uli bir rol" öngördüğüne de dikkat çekerek, "Kararda ikili görüşmeler sonunda eger hailedilemeyecek hukuki sorunlar kalırsa, o zaman uluslararası yargı yolu ve özellikle Adalet Divam'nın katkısının gözönünde tutnlabileceği belirtilmiştir. Göriilecegi gibi Güvenlik Konseyi kararı, agırlıgı ikili görüşmelere vermişür" dedi. Eralp, Türkiye ile Yunanistan'ın 1976 yıhnda imzaladıkları ve kıta sahanlığı sorunu konusunda görüşmelere başlamayı kabul ettikleri "Bern Anlasması"nın da Güvenlik Konseyi kararının ikili bir anlaşmaya dönüştürülmüş şekli olduğunu da vurguladı. ANKARA NEDEN REDDEDtYOR? Ankara'nın Uluslararası Adalet Divanı önerisine yanaşmamasının gerisinde, Yunanistan'ın sorunun çözümünde esas ahnmasını istedigi uluslararası hukuk metinlerini Ege acısından uygulanabüir görmemesinden kaynaklanıyor. Ankara'ya göre, Ege"ye uygulanabilecek bir hukuk çerçevesi bulunmuyor. "Bu dunımda da iki ülkenin müzakerelere oturup Ege'ye ilişkin hukuku kendilerinin yaratraası gerekiyor." Ankara, Yunanistan'ın önerisini kabul etse bile iki ulke arasında sorunun hangi çerçevede çözüme kavuşturulacağı konusunda bir "ön anlaşma" yapılması gerekiyor. Başvurunun Divan'a sunulabilmesi için taraflan n biraraya gelerek bir "tahkimname" hazırlamaları zorunlu. Ancak Yunanistan'ın sorunun çözümüne esas alın Hora Ege'de ne yapacak? tZMİR (Cumhuriyet Ege Biirosu) Türk hükümetinin karan üzerine Ege'deki ihtilaflı kıta sahanlığında petrol aramak üzere önceki gün Tuzla'dan demir alan "MTA Sismik1" gemisinin derin ve kapsamlı sismik araştırmalar yapabilecek kapasitede donatıldığı bildirildi. Eski adı Hora olan ve 11 yıl önce de yine Ege'nin ihtilaflı sularında petrol aramak üzere denize açılan MTA Sismik1 gemisinin teknik kapasitesi ile ilgili olarak Ege Üniversitesi'ne bağlı Deniz Bilimleri Enstitüsü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Tosun Konuk ile görüştük. Doç. Konuk'a sorduğumuz sorular ve yanıtları şöyle: Sayın Konuk, Türkiye ile Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı sorununda, Türkiye'nin Ege'deki haklarına sahip çıkma kararlılığının bir simgesi haline gelen, eski adı "Hora" olan MTA Sismik1 gemisinin yapacağı sismik araştırmanın tekniğini anlatır mısınız? KONUKGemi, "air gun" yani hava tabancası denilen tabancalarla su üzerinde yüksek enerjili patlatmalar yapar. Bunların suda meydana getirdiği ses darbeleri, ki bunlar yüksek enerjiye sahiptir, suyun içinden zemine, zeminin içinden de kilometrelerce aşağı gider ve yansıyıp, enerjileri çok azalmış olarak dönerler. Çok hassas olan ve "hidrofon" diye tabir edilen algılayıcılar, çok hafıf enerjiyleyerin içlerinden gelen sinyalleri algılayıp kuvvetlendirerek kaydederler. Sayın Konuk, MTA Sismik1 gemisinin kapasitesi nedir? KONUKMTA Sismik1 gemisi, derin ve kapsamlı sismik dediğimiz araştırmalar için çok iyi teçhiz ediimiştir. Yerin derinliklerinden yansıyıp gelen hafif enerjili sinyalleri kaydeden dizi halindeki algılayıcılar, MTA Sismik1'de sanıyorum en azından bir veya iki kilometre uzunluğundadır. Öte yandan "air gun" yani hava tabancalan da boyutlarına göre çeşitlidir, "kiibik inch" birim olarak tabir edilirler. Yine sanıyorum Sismik1 'air gun'lan bir takım olarak kullanacak ve 12 metreküplük havayı aynı zamanda patlatabilecek. Yani büyük bir miktar havayı patlatıp, mümkün olduğu kadar derin tabakalardan bilgi alabilecek. Yerin derinliklerinden gelen sinyallerin hassas cihazlar tarafından algılandığını söylediniz. Daha sonra kaydedilen bu sinyaller, nasıl degerlendiriliyor? KONUKBurada gönderilen ses darbesinin gidiş geliş zaman sürelerine gore yer tabakaları hakkında geniş bilgi toplanır. Bu kayıtlar daha sonra değerlendirilecek ve işleme sokulacaklardır. Bu, kapasiteli bilgisayarlar tarafından yapılacaktır. Çünkü ham bilgi şeklinde olan kayıtlar, değerlendirilmeden bir işe yaramazlar. masını istedigi Deniz Hukuk Sözleşmelerini Türkiye tar> rumadığından, bugünkü dunımda bu "tahkimname nin hazırlanabilmesi güç gözüküyor. Ankara'nın Divan'a gitme konusundaki isteksizliğinin ardındaki bir diğer önemli faktör de, Ege sorunlanmn bir bütün oluşturması ve bu sorunlardan yalnızca biri üzerinde çözüme gidilmesinin diğer sorunlan olumsuz yönde etkileyebileceği düşüncesinden kaynaklamyor. Bir başka deyişle Ankara. Ege sorunlannı hava sahası, karasulan ve kıta sahanlığı ile birlikte bir bütün olarak gorüyor ve bu bütün üzerinde çözüme kavuşturmak istiyor. ANKARA GÜVENLtK KONSEYt'NE GtTMEYECEK öte yandan, Türk hükümetinin "sıcak" bir görüntü kazanan kıta sahanhğı anlaşmazlıgı nedeniyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ni toplantıya çağırmayı tasarlamadığı öğrenildi. Ankara'nın bir ara Yunanistan'ın Ege'deki ihtilaflı kıta sahanhğına dönük uygulamalan nedeniyle Güvenlik Konseyi'nin toplantıya çağnlması eğilimi belirmişti. Ancak, hükümet çevrelerinden alınan bilgiler bu eğilimin yeteri kadar destek bulmadığını gösteriyor. Diplomatik çevrelerden alınan bilgilere göre, BM Güvenlik Konseyi'nin 1976 yıhnda aldığı 395 sayılı karar, Türkiye'nin Yunanistan karşısındaki tezini desteklediği için Ankara, bu aşamada bütün stratejisini kendisine avantajlı bir konum kazandıran bu karara dayandırmak istiyor. Bu açıdan bakıldığında, Güvenlik Konseyi'nin toplantıya çağnlması 395 sayılı karann aşınmasına yol açabileceğinden, Ankara "bindigi dalı kesmemek" için bu yönde bir adım atmıyor. Dışişleri Bakanhğı Sözcüsü Yalım Eralp de, dün gazetecilerin bu konudaki sorulannı yanıtlarken, "Şu anda Güvenlik Konseyi'ni toplanbya cagırmak gibi bir niyetimiz yok. Çünkü zaten ortada bir karar var" dedi. Aülan adımlar zorunluydu İhsan Sabri Çağlayangil:Kopartılan yaygarayı biraz abartümış buluyorum. Sıcak bir netice çıkacağını zannetmiyorum. Hasan Esat Işık: Durumu vahim görmüyorum. Hatta hakça bir düzenin zorunlu ilk adımları olarak göhiyorum. Kamık Yolga: Yunanistan'ın tutumu, hukuken tamamen haksızdır. Hükümetin bu konudaki tutumunu doğru buluyorum. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Eski dışişleri bakanlanndan thsan Sabri Çağlayangil. Hasan Esat Işık ve deniz hukuku sözleşmelerinde Türk heyetine başkanlık yapmış bulunan emekli Büyükelçi Namık Yolga, Ege'deki ihtilaflı sularda son günlerde meydana gelen gelişmeleri Cumhuriyet'e değerlendirdiler. İhsan Sabri Çağlayangil, Ege için kopartılan "yaygarayı biraz abartılmış buldugunu" ve "sıcak bir netice cıkmayacağını zanneltigini" belirtirken, Hasan Esat Işık da "Ege'de bugunku durumu vahim görmnyorum. hatta hakça bir duzene vanlmasının •zorunlu ilk adımlan olarak kabul ediyorum" dı\e konuştu. Emekli Büyükelçi Namık Yolga ise hukumetin bu konudaki tutumunu tamamiyle doğru buldugunu ve Yunanistan'ın "Ege'nin lamamı bana aittir iddiası ile araşdrma vapacagını" iddia etmesinin hukuken geçersiz olduğunu söyledi. Eski dışişleri bakanlanndan İhsan Sabri Çağlayangil, Ege'deki ihtilaflı suların Türk tarafına göre uluslararası sular olduğunu belirterek, "Onbra gore ise onbnn kıta sahanlığındadır, ancak bizim bu görüşü kabul etmemiz imkânsızdır" dedi. Çağlayangil Ege'de sıcak bir sonucun çıkacağını tahmin etmediğini ve bir süre beklenmesi gerektiğini bildirerek, şoyle konuştu: "Yunanistan ısrar ediyor ki, sizin uluslararası su dediğiniz yer, benim kıta sahanlığımdır. Biz divonız ki, bunu kabul edeme>iz. Kritik safhada göruşler çarpışmaktadır. Bekleyelim görürüz. Bize göre o sular uluslararası sulardır, onlara göre ise onlann kıta sahanlıgıdır. Onlar Lahey Adalet Divanı'na gidelim dîyoriar. l>i, ama bir mahkemeye gidebilmek için taraflann gonişü lazım. İhlilafın neden çıktığını tespit etmek lazım. Aramızda diyalog kesilince nicin anlaşmadık? Hangi noklalarda anlaşmadık? Orası bile meçhul. Ne>i goturecegiz Adalet Divanı'na? Onun için kopartılan vaygaravı biraz abartılmış göniyonım ve sıcak bir netice çıkacağını zannetmiyorum." Eski dışişleri bakanlanndan Hasan Esat Işık da hükümetin Ege'deki haklanmıza "karşı larafa insafsız davranmayı düşünmeden" sahip çıkması gerektiğini söyledi. Işık, bunlann iyiye işaretler olduğunu kaydederek, "Yalnız Türkiye için değil, TürkAmerikan, TürkYunan dostluk ilişkilerinin gittikçe daha pekiştirilerek sürdüriilebilmesi için de iyi işaretlerdir" dedi. Dengesiz ilişkiler uzerine sağlam dostluklann bina edilemeyeceğini ve sağlam dostluklann hakça düzenlemeler istediğini ifade eden Işık, şöyle devam etti: "Lozan Antlaşması'ndan sonra Ege'de hak ve sorumlulukiann Türkiye ile Yunanistan arasında paylaşılması dıişünülmdidir. Hak ve sonımluluklar hakça pajlaşümalıdır. Türkiye'nin butün istedigi de sadece budur. Yunan hükümetinin Ege'de yegane geçerli çözumun bu yolda bir düzen olabilecegi gorüşüne lekrar döneceğine inanıyorum." Hasan Esat Işık, Ege'deki bugünkü durumu vahim görmediğini, hatta hakça bir düzene vanlması acısından zorunlu ilk adım olarak kabul ettiğini de vurgulayarak, "Türk hükümeıi Ege'deki haklanmıza sahip çıkmama polilikasında direnirse tste asıl o zaman TurkYunan ilişkileri belirsiz yannlara itilmiş olur" diye konuştu. YOLGA NE DİYOR? Deniz hukuku sözleşmelerinde Türk heyetinin başkanhğını yapmış bulunan emekli Büyükelçi Namık Yolga da, Turk ve Yunan taraflarının her ikisinin de Ege kıta sahanlığında doğal uzantı ilkesi dolayısıyla haklannın bulunduğunu belirti, "Bu gibi durumlarda sınıriandırma gerekir. Sınırlandırma >apılmadıgı sürece her iki taraf da hareketierinde serbest değildirler " dedi. Yolga, "Kendi kendine karar \ermiş beyefendi 'Benim sınırım Turk karasularından gecer' diye. İnsanın tepesini atlıran bir durum" biçimınde konuştu. Yunanistan'ın şimdı de Bern Anlaşması'm geçersiz saydığını bildiren Yolga, sozlerini şöyle tamamladı: "Yunanislan'ın Ege'nin tamamı bana aillir iddiası ile araştırma .apacağını iddia etmesi hukuken tamamen haksızdır. Ben hükümetin bu konudaki tutumunu lamamiyle doğru buluyorum." Çağlayangil, Işık ve Yolga, 'Ege bunalımı'nı değerlendirdiler: KONUK YAZAR Kıta sahanlığının dünü, bugünü ve yarını Prof. HÜSEYİN PAZARCI SBF öğretim Üyesi Yerbüimciler 19. yüzyüda denizlerin diplerini tanımaya başladıklan zaman, bir gün deniz tabamnın devletler arasında çekişme konusu olacağını hiç düşünmemi; olsalar gerek. Zira, o zamanlar insanoğlu bu taban üzerinde herhangi bir faah'yette bulunabilecek teknolojik olanaklara sahip bulunmuyordu. Ne zaman ki deniz tabamnın teknolojik açıdan işletilebilmesi söz konusu oldu, insanlık birden bu taban üzerinde ve altında hak iddialanna koyuldu. Böylece, hukuksal kavram olarak kıta sahanlığı, bundan yalnızca kırk yıl kadar önce tam olarak ABD Başkanı Truman'ın 28 Eylül 1945'te ABD kara ülkesinin denizin dibindeki doğal uzantısını oluşturan taban ve toprak altı üzerinde arama ve işletme haklannın münhasıran bu devlete ait olacağını bildirmesi ile doğmuş oldu. Ellili yülann ortasında kırka yakın devlet ABD örneğini izleyerek, kara ülkelerinin denizin altındaki uzantısını oluşturan kıta sahanhğı üzerinde egemen hakla• ra sahip olduklannı ilan etmiş bulunuyordu (1). UYUŞMAZLlGlN DÜNÜ Türkiye'nin ve Yunanistan'ın konu ile UgUenmeleri ise büyük ölçüde, 1958 Cenevre Deniz Hukuku Konferansı ile başlamıştır. Ancak kıta sahanhğına bu ilgi, Yunanistan ve Türkiye bakımmdan değişik geüşmeler göstenniştir. 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi'nin, bir yandan adalann da kıta sahanhğı bulunduguna ilişkin bir hükme sahip olması, öte yandan komşu ülkelerin kıta sahanlıklannın eğer koşullar başka türlü bir sınırlandırma gerektirmiyorsa eşit uzaklık ilkesine göre sınırlandınlmasını öngörmesi, Yunanistan'ca kendi lehinde olarak değerlendirilmiştir. Böylece, Yunanistan anılan sözleşmeye taraf olmuştur. Türkiye ise, başta adalara kıta sahanlığı hakkı tanınması hükmü olmak üzere sımrlandırmada koşullu da olsa eşit uzaklık ilkesinin uygulanması olasılığından ürkerek söz konusu sözleşmeyi onaylamamıştır. Altnuşlı yıllar iki komşu devletin bu karşıt tutumlanna rağmen, Yunanistan'ın karasulan dışında kalan deniz tabanı üzerinde sessizce petrol araması ve işletilmesi ruhsatları vermesine sahne olmaktadır. Daha otuzlu yıllardan beri Ege'de genişleme politikası güden ve Lozan Anlaşması ile teyid edilen her iki ülkenin üçer millik karasulan için 1936'da 6 mile ve hava sahası için 1936'da 10 mile çıkarma karan alan Yunanistan, bu kez de kıta sahanlığı olarak fiilen Ege Denizi'nin tabamnın tümünü kendisinin sayar bir tutum içine girmiştir. Bu dunıma Türkiye'nin cevabı biraz gecikmeli olarak, ilk kez 1973 yıhnda verilmiştir. Nitekim Türkiye, Yunanistan'm bu sessiz genişlemesinin farkına vararak, Anadolu'nun doğal uzantısını oluşturan deniz tabamnın kendi kıta sahanlığı olduğunu belirtmiş ve 1 Kasım 1973,6 Haziran 1974 ve 18 Temmuz 1974 tah'hlerinde olmak üzere TPAO'ya üç ayn petrol arama ve işletme ruhsatı vermişür. (2) Türkiye'nin ilk ruhsatı vermesi ile Yunanistan'm 7 Şubat 1974'te Türkiye'ye bir kınama notası gönderdiği görühnektedir. Dolayısıyla, bu tarihten başlayarak iki komşu devlet arasında Ege kıta sahanbğı sorunu doğmuştur. Bu tarihten sonra karşılıklı nota vermeler birbirini izlemiş durmuştur. 1975 yıhnda bir ara taraflar Uluslararası Adalet Divanı'na gitme ağırlıklı bir çözüm yolu üzerinde anlaşmaya varır gibi görünmuşlerse de bu ümitler tez suya düşmüştür. Sorunun çözümü konusunda taraflann genel olarak süregiden yaklaşımlanna gelince; Türkiye sürekli olarak görüşmeler üzerinde ısrar ederken, Yunanistan çoğu zaman Lahey Uluslararası Adalet Divanı'na gitme konusunda direnmiştir. Ağustos 1976, iki ülke arasında gerginliğin bir hayli antığı bir dönem olmuştur. Türkiye'nin Sismik1 gemisi ile Ege'de uluslararası sularda altında ycralan tabanı incelemek amacıyla yaptığı sismik araştırmalar, Yunanistan tarafından kendi kıta sahanhğı üzerinde yapılan araştırmalar olarak nitelendirilerek, konu Yunanistan'ca tek taraflı bir biçimde hem BM Güvenlik Konseyi'ne hem de Lahey Uluslararası Adalet Divanı'na götürulmüştür. Ancak, Güvenlik Konseyi taraflara görüşmelere tekrar başlamalannı ve divan olanağmı da göz önünde tutmalannı salık verirken, Uluslararası Adalet Divanı 19 Araük 1978'deki karan ile bu uyuşmazlığa bakmaya yetkili olmadığını bildirmişür. Uluslararası Adalet Divanı, daha önce de, 11 Eylül 1976 tarihli bir karan ile, Yunanistan'ın Ege'de koruma önlemi (ihtiyati tedbir) alınması ve Türkiye'nin faaliyetlerine son verilmesi yolundaki istemini reddetmiştir. Güvenlik Konseyi'nin görüşmelere çağnsı, Uluslararası Adalet Divam'nın, koruma önlemi alınması istemini reddetmesi karşısında Yunanistan, biraz da )978'de divamn verdiği karan tahmin etmeye başlayarak, 1976 yılı sonlannda gerçekçi bir yaklaşım içine girer gibi olmuştur. Böylece, 11 Kasım 1976'da Bern'de iki delvet uzman heyetleri arasında kıta sahanlığı sorununa görüşmeler yoluyla çözüm bulunması yönünde bir yükümlülük kabul edilirken, yine taraflann bu yolu etkisiz kılacak her türlü faaliyetten kaçınmayı kabul ettikleri gözlenmektedir. Başka bir deyişle, görüşmeleri çıkmaza sokacak her türlü faaliyet özellikle tek taraflı girişimlere bağlı arama ve petrol çıkarma faaliyetlerini içerdiği ve bunlann yasaklandığı anlaşılmaktadır. Bu anlayış çerçevesinde iki devletin görüşmelere tekrar başlama girişimleri mayıs 1978'de başbakanlann Montreux'de buluşması ile ürününü vermeye başlamıştır. Bunu, bir kez daha başbakanlann ve çeşitli kezler de Dışişleri Bakanlıklan müsteşarlannm (genel sekreterlerinin) görüşmeleri izlemiştir. (3) Uzmanlar düzeyindeki heyetlerin toplanması ise 1978 aralık ayı ile 1979 şubat ayı içinde gerçekleşmiştir. Daha sonra yine Dışişleri Bakanlıklan müsteşarlannın birkaç görüşmesi olmuştur. Anılan görüşmelerin önemli bir bölümü taraflann kendi önerdikleri çözüm yömemleri konusunda karşı tarafı ikna etme denemesi biçiminde geçmiştir. Ancak, bütün bu çözüm arama çabalan, Papandreu'nun hükümet başkanı olduğu 1981 yıhndan bu yana kesilmiştir. Tepkiler Inönü: Ozal niçin dönmüyor? ANKARA (Cumhuriyet) SHP Genel Başkanı Erdal tnönü, hükümetin Ege'de ilan ettiği tutumu desteklediklerini belirterek, ancak Başbakan Özal'ın niçin hâlâ Ankara'da olmadığını anlayamadığını söyledi. "Bir savaş peşinde olmamalıyız, ama haklarımızı da kararlı bir davranışla konımalıyız" diyen İnönü, şöyle devam etti: "Yunan hükümetinin asıl amacı AET'ye girmemizi engellemektir. Her anlaşmazlıgı bu maksatla uzatıp sonuçsuz bırakıyorlar. Onun için hükümetin propaganda savaşını inatla, azimle, öncelik alarak yüriitmesi gerekir. Yunan hükümetini, adaletli bir anlaşmaya zorlamalıyız. tki ülkenin ortak çıkarları ancak böyle sağlanır. Ege'deki ihtilaflı sularda gosteri için değil, ciddi olarak petrol aramalıyız. Böyle bir yerde petrol çıkanrsak, Ege konusunda anlaşma gerçekleşir. Ancak böyle bir bunalım döneminde Yunan Başbakam'nın kabinesi ve silahlı ku\vetlerle toplantı yaptığını okurken, Sayın Özal'ın niçin hâlâ Ankara'da olmadığını anlamıyorum. Bu gayri ciddiliktir. Esenboğa'da karşılama için törenkr diizenleyip, üstelik parti liderlerini törenlere çağırmaları bir başka gayri ciddilikleridir." ANAP Genel Sekreteri Mustafa Taşar dün düzenlediği basın toplantısında Türkiye'nin hak ve çıkarlanndan kesinlikle taviz vermeyeceğini belirterek, "Memnuniyetle müşahade edilmektedir ki muhalefeti ile iktidarı ile Türk milleti bir bütün olarak hak ve menfaatlerine sahip çıkmakta ve korumaktadır" dedi. SHP'nin dün toplanan MKYK'sında gundem dışı söz alan Halil Akyüz, son günlerde gerginleşen TurkYunan ilişkileri hakkındaki göruşlerini açıklarken Yunan Başbakanı Papandreu'nun güvenilmez bir politika izlediğini ve SHP'nin bu konuda ciddi bir tavır koyması gerektiğini söyledi. DYP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Dülger de aynı konuda düzenlediği basın toplantısında hükümetin gecikmeden Meclise bilgi vermesini istedi Kapatılan AP'nin Genel Başkanı Süleyman Demirel, Isparta'da gazetecilerin Ege konusundaki sorulanna "Savaş, meselelerin çözümlenmesini daha da güçlestirir" dedi. Demirel, Türkiye ile Yunanistan arasında gelişen gerginlik uzerine göruşlerini şöyle açıkladı: "Yeni bir ola\ değil. Taraflar soğukkanlılığını muhafaza etmeli. Aradaki ihtilaflar müzakereler yoluyla ortadan kaldırılır. Sa nıyorum Yunanistan'ın tutumu kendi iç politikalarındaki konumlannı pekiştirmek arzulanndan kaynaklanıyor." • •• Su üstü savaş tatbikatı Karabulut 'un sevk ve idare ettiği Denizkurdu187 tatbikatmm ikinci safhasında, Donanma Komutanlığına bağh birliklerce Karadeniz 'in uluslararası sulannda su üstü muhabereleri gerçekleştirildi. Tatbikatm bu safhasında teşkil edilen dost ve düsman kuvvetler arasında su üstü savaşı, denizaltı hücumlan ve denizaltdara karşı sa vunma eğitimleri yapıldı. Harekât, hava kuvvetleri uçaklan, deniz karakolu uçak ve helikopterleri ile desteklendi. Daha sonra gemicilik vefiilisilah eğitimleri gerçekleştirildi. Denizkurdu1 87 tatbikatmm bugün başlayacak üçüncü safhasında da su üstü ve denizaltı gemileri ile deniz karakol uçak ve helikopterlerle fiili silah atışlan ve gemicilik eğitimleri yapılacak. Denizkurdu187 tatbikatı 29 mart pazar günü Marmara Denizi'nde sona erecek. (Fotoğraf: a.a.) KITA SAHANUĞI VE ÖZAL HÜKÜMETt 'Zeytin dak'ndan kriz politikasına SEDAT ERGtN ANKARA Türkiye'nin Yunanistan'ın Ege'nin ihtilaflı kıta sahanlığı alanlarındaki faaliyetlerine misilleme olarak Hora Gemisi'ni Ege'ye çıkartma karannı almasıyla, Özal hükümetinin "zeytin daü" politikası, yerini "kriı politikası"na bıraktı. Türkiye ile Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı uyuşmazlığımn özal hükümeti dönemindeki seyrini görebilmek için öncelikle Bern Anlaşması'nın daha önceki uygulamasına kısaca göz atmak gerekiyor. Hatırlanacagı gibi, Papandreu hükumeti, göreve geldiği 1981 yıhnda Türkiye ile diyaloğu ve bu çerçevede kıta sahanlığı görüşmelerini de kesnişti. Papandreu hükumeti, iktidarının ilk altı ayında Bern Anlaşması'na titizlikle uydu ve petrol arama faaliyetlerini kendi karasularıyla sınırlı tutarak, ihtilaflı kıta sahanlığı alanlanna çıkmadı. Papandreu hükümetinin Bern Anlaşmasrnı ilk ihlali 1982 yılı şubat ayında oldu. "Kuzey Ege Petrolleri Şirketi" Taşoz Adası civarında altı millik karasuları sınırı dışına çıkarak sondaj faaliyetlerine başladı. Bern Anlaşmasının ihlalini oluşturan bu faaliyeti tespit eden Ankara, mart ayının ilk haftasında Atina'yı bir notayla uyardı. Papandreu hükumeti, Türk notasına 12 Mart 1982 tarihinde bir muhtırayla yanıt verdi ve "yalun bir gelecekte bu tnr faaliyetlere girişmeyecegi"ni bildirdi. Yunanistan, Ankara'ya verdiği bu güvenceden sonra Kuzey Ege Pe.rolleri Şirketi'nin ihtilaflı alanlardaki faah'yetlerini durdurdu. Yunanistan'ın 12 Mart 1982 tarihli notasından özal hükümetinin kuruluşuna kadar geçen süre içinde sorun askıda tutuldu ve Papandreu hükumeti karasulannın dışına çıkmamak konusunda dikkatli bir tutum içinde oldu. Yunanistan'ın Bern Anlaşması'nın ihlalleri özal hükümetinin kuruluşundan kısa bir süre sonra 1984 yıhnda yeniden başladı. Yunanistan'ın ihtilaflı sulara çıktığı tarihte Başbakan Tnrgut Özal Yunanistan karşısında esnek bfr politikaya yönelerek, Papandreu'ya "zeytin dalı" uzatmaktaydı. Başbakan Özal'ın diyalog çağrıları karşılıksız kalırken, Yunanistan, Ege'de karasulan dışındaki faaliyetlerini hızlandırdı. özellikle 1985 ekim ayından itibaren "Kazey Ege Petrolleri Şirketi" Stimokos ve Termoikos Körfezleri civarındaki ihtilaflı sularda aktif bir şekilde sondaj faaliyeti yürüttü. Bu tarihten itibaren Türkiye'nin tutumunda da bir "kıpırdanma" başladı. Türkiye'nin bu faaliyetler karşısındaki hassasiyeti ikili düzeydeki gırişimlerde sözlü olarak Atina'ya aktarıldı. Türkiye gecen yıl bu amaçla Yunanistan'a üç ayrı nota verdi: İlk nota 15 Mayıs 1985 tarihinde iletildi. Bu notada, Yunanistan'ın ihtilaflı alanlardaki faaliyetlerini durdurması ve Bern Anlaşması'na uyması istendi. Atina, Türk notasına yanıt vermedi. Bunun üzerine Ankara, 17 Temmuz 1986 tarihinde ikinci bir nota vererek, göruşlerini tekrarladı. Atina, ikinci Türk notasını 8 Eylul 1986 tarihinde yanıtladı. Yunan yanıtında, "Bern Anlaşması'nın kıta sabanlıgı muzakereieri devam ettiği sürece gecertik taşıdıgı, müzakereler durduguna göre, Bern Anlaşması'nın da geçeriik taşımadıgı" belirtildi. Böylelikle Papandreu hükumeti, Bern Anlaşması'nı tanımadığını ilk kez duyurmuş oldu. Türk hükumeti, 13 Ekim 1986 tarihinde uçüncü bir notayla Yunanistan'ın bu bildirimine karşılık verdi ve "Bern Anlaşması'nın hukuken bağla>ıcıhgını konıdugunu, Turkije'nin Ege'deki haklannın v'İKa«nm<:s'ue sevirci kalmayacagını" behrtti. Yunanistan, üçüncü notaya yanıt vermedi. Ankara acısından "bardagı taşıran son damla", Kuzey Ege Petrolleri Şirketi'nin 24 şubat tarihinde yaptığı bir açıklamayla, Taşoz Adası'nın 10 mil doğusunda yurOtulecek sondaj faaliyetinin en geç 28 mart (yann) tarihinde başlayacağını duyurması oldu. Türkiye, bunun uzerine şirketin Taşoz Adası'nın 10 mil doğusunda yapacağını açıkladığı sondaj faaliyetlerinin gerek Bern Anlaşması'na gerek Güvenlik Konseyi'nin 395 sayılı kararına aykın olduğu konusunda Yunan hükümetinin dikkatini çekti ve Ege'de durumu kötüleştirecek bu tür eylemlerden kaçınılmasım istedi. Yunan yetkililer ise verdikleri yanıtlarda, "sondaj faali>etlerinin Bern Anlaşması'yla bir ilgisi bulunmadıgını, çünku kıta sahanligı konusundaki görösmcler yapümadıgından Bern Anlaşması'nın geçerlik taşımadıgım" beürttıler. Yunanistan'ın bu tutumundan geri adım atması uzerine Türk hükumeti de TPAO'ya Ege'nin ihtilaflı sulannda petrol arama ve işletme ruhsatı vererek, Hora'yı, Ege'ye çıkarma karan aldı. ZEYTtN DALI VE BERN ANLAŞMASI Devlet Bakanı Hasan Celal Guzel'in önceki günkü basın toplantısında verdiği resmi bilgilere dayanarak sıraladığıraız bu gelişmeler, Yunanistan'ın Bern Anlaşması'na ilişkin ihlaUerini özellikle özal hükümetinin kuruluşuyla birlikte sistematik bir uygulama niteliği kazandığını ortaya koyuyor. Özal hükumeti, Bern Anlaşması'nın "deünmesi" sonucunu getiren bu uygulamalar karşısında ilk başta sessiz kalıyor. Türk hükumeti, ihlallerin yaygınlık kazanması uzerine harekete geçme gereğıni duyuyor, ancak tepkisini belirtirken Yunamstan'ı ikna edebilmek için "sessiz diplomasi" yöntemini tercih ediyor. özal hükumeti Yunanistan'ın ihlaUerini kamuoyundan gizleyerek konunun büyumesini önlemeye çalışıyor. Ancak, sessiz diplomasi yöntemi sonuç getirmiyor ve Yunanistan'm Bern Anlaşması'm tanımadığını resmen Ankara'ya Uetmesiyle noktalanıyor. Türkiy^nin Ege'ye ilişkin tezlerinde önemli bir "zemin kaybt" getiren "sessizlik politikası" yetkiülere göre, Başbakan özal'ın Papandreu karşısında izlediği "zeytin dalı" politikasından kaynaklanmaktaydı. Nitekim olaylann gelişmesine bakıldığında Yunanistan'm ihlalleriyle özal'ın "zeytin dalı" politikasının aynı zamana denk düştüğll görülüyor. Hatırlanacagı gibi, Başbakan Turgut özal, iktidarının ilk iki yıhnda yaptığı açıklamalarda iki ülke arasındaki sorunların "rmfa kaldınlmasını" kabul etmiş ve Yunan poliükasmda önceliği Papandreu'yu diyaloğa çekmeye vermişti. Başbakan özal, bu sure içinde gerilim yaratmamak amacıyla Türkiye'nin kıta sahanlığı ve hava sahası gibi sorunlar karşısındaki tutumunu ve Ege'de hak ve çıkarlannı koruma kararlıhğını telaffuz etmemeye özen göstermişti. Başbakan özal, "zeytin dalı politikası" ile özellikle Batı dünyası karşısında Yunan Başbakanı Papandreu'yu uzlaşmaz taraf olarak açığa çıkarmayı amaçlıyordu. Başbakan özal, bu stratejisinden beUi ölçülerde sonuç alabildi. Ancak, bu stratejınin kriz yaratmadan yürütülmesi için, Ege sorunlan karşısında sessiz kalmayı tercih etti. Nitekim, Yunanistan'ın iki yıl süreyle karasulan dışında yürüttüğü sondaj faaliyetlerine verdiği 3 nota dışında sorun haline getirmekten kaçındı. Hükümet çevreleri, son gelişmelerin ışıgında artık "zeytin dalı" politikasından söz etmenin "mantıksızlık" olacağını beliniyorlar. Bununla birlikte, bir hükümet Uyesi, "Bu krizli donemi atlattıgımız takdirde yeniden zeytin dalı politikasına döneriz" şeklinde konuştu. StHECEK (1) Bu devletler ıçm Bkz. H. Pazarcı, La dilimitaıion du plaıeau conrmenlal et les ıles, Ankara, SBF Yayım, 1982, s, 78 (2) Bu ruhsaüar ıçm sırasıyla bkz.: Resmı Gazete, 1 Kasım 1973. sayı 14699. 6 Haziran 1974, sayı 14907 ve 18 Temmuz 1974, sayı 14949 (3) Bu gelişmeler konusunda lemel bilgıler ıçm bkz. H Pazarcı, "Kıta sahanlığı kavramı ve Ele kırasahanlığı sorunu'', Prof. Aziz KOklu 'nün anısına armağan, Ankara, iftf yaymı. 1984, s. 394412
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear