22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
11 OCAK 1987 CUMHURİYET/13 Batıyla gelen otel' Japonlar, bundan 130 yıl öncesine kadar, yani öteki ülke ve uluslarla henüz temasageçmemişken sekse, yalnızca seks gözüyle bakarlardı. Bu yolla günah işlenebileceği, bilinç ve felsefe düzeyinde düşünülemezdi bile o zamanlar. MEHPARE BOZYİĞİT TOKYO Kırmızı renk bir araba, buhar gemisi şeklinde inşa edilmış bir binanın önünde durur. Şatafatlı fakat susuz buhar gemisinin çabucak açılan garaj kapısı, bu kırmızı arabayı yutar. Arabayı park eden Yasko ve Seki, hiç kımseye görünmeden, özel bir asansörle ust kattaki odalardan birine çıkarlar. Her şeyin büyük bir gizlilik içinde yürütulmesi Japonya'daki "Aşk OteUerTnin (Lx>ve Hotel) en önemli prensiplerinden biridir. Bazen Binbir Gece Masallanndaki bir saray, bazen Amenka'daki bir çiftlik, bazen bir Ortaçağ şatosu gibi inşa edilmiş olan "Ask Otelleri", Japonya'da, Yasko ve Seki gibi yıllardır evli olan çiftler tarafından da ziyaret ediliyorlar. Evli Japon çiftleri yalnız kalmak isteyince, bu tur kuruluşları ziyaret ediyorlar. Bitışikteki komşunun, her söylenen sözü işitebildığı ince duvarlı ve oldukça dar Japon evlerinde yalnız kalmak pek mümkün degilFakat, "Aşk Olelleri"nin gerçek müşterilerinin evli çiftler olmadığını da unutmamak gerekli. Işte, bu nedenle de belirli bir gizliliğe ihtiyaç duyulmuyor: Muştennın arabası aşk otelinin önünde durur durmaz, arabanın plaka numarası örtulerek, muşterinin kimliği meraklı gözJerden saklı tutulmaya çalışılıyor; odaya yemek servisi, küçük. kapaklı bir pencereden yapılıyor; odanın ucreti de, perde arkasında oturan otel kâtıbine ödeniyor. Bu otellerde, herkesin kesesine ve zevkine uygun bir oda bulmak da mümkün: Geleneksel Japon tipi mobilyalarla döşeli odalar; modern, Avrupa tipi mobilyalarla döşeli odalar ve akla gelebilecek, her çeşiı yataklar. Su ile dolu yataklar, sallanan yaıaklar, antika bir Rolls Royce veya tren lokomotiflerınin içinde yer alan yataklar. Japonlar kendi aralarında yaşarlarken, yani, diğer ülkeler ve milletlerle ilişki kurmadıkları dönemlerde sekse daha değişik bir gözle bakıyorlardı. Müslüman ve Hıristiyanların tersine, Japonya'da seks yoluyla günah ışleme bilinci ve felsefesi mevcut değildı. Onlar için seks, yemek yemek veya su içmek gibi doğal bir ihtıyaçtı. Japonya, kapılarını 130 yıl önce Batıya açtığında, fahiselik Japonya'da normal bir meslek olarak kabul ediliyordu. lkinci Dünya Savaşı'nın galip devleıi Amerika, Japonya'ya ayak basüktan birkaç yıl sonra, 1958'de Japonya'da ilk kez fahişelik yasaklandı. Günümüzde, halen yururlükte olan yasağa rağmen, oldukça yaygın olan fahişeliğe Japonyada değişik şekiller ve isimler altında rastlamak mümkün. "Türk hamamlan" adı verilen va Japonya'daki sayılan 1575'e ulaşan kuruluşlar, yalnızca erkeklerden oluşan muşıerilerinın, "banyo yapma" dışındaki diğer bazı ihtiyaçlarını da karşılıyorlar. Türkiye'nin protestosu uzerine resmi isimleri değiştirilen, ama halk arasındaki adı Turk hamamı olarak kalan bu kuruluşlar, hafif kızlar çalıştırdıklarını reddedıyorlar. Fakat, 40 bin ile 120 bin TL. arasında değışen ücretın, yalnızca birazcık banyo yapmak içjn ödenmeyeceğini bilmek gerekli. Ustelik, bu işi halk hamamlarında 800 liraya yapmak mumkunken. Ayrıca, Japonya'da 20 bin kayıtlı masaj salonu da var. Bu laçkalaşmış âdetler Maçhiko Tusutsumi gibi açıkgözlerin işıne yanyor.. Birkaç yıl önce bir "Bayanlar BankasT kuran 25 yaşındaki Maçhiko1 nun görevı, genç kızlarla yaşlı ve evli erkekler arasında arabuluculuk yapmak. Erkek müşteriler 450 bin lıra ödeyerek bayanlar bankasına üye oluyorlar. Genellikle bürolarda çalışan kızlar veya üniversite öğrencileri, ayda 160 bin lira karşılığmda bu erkeklere arkadaşlık yapıyorlar. Üniversiteli Şimako, bayanlar bankasında çalışan kızlardan bıri. Kazandığı parayla yeni arabasının taksitlerini ödeyen Şimako, yaptığı işten utanç duymadığını söyluyor. Fakat Şimako'nun nişanlısı ve ailesi durumdan haberdar değiller. Tabii, Şımako'nun arkadaşlık yaptığı 54 yaşındaki benzincinin ailesi de hıçbir şey bilmiyor. Japonya'da en önemli şey, kişinin yüzunü kaybetmemesidir. Geleneksel olarak, Japon çiftleri, ilk çocuk doğduktan sonra erkek ve kadın arasındaki ilişkiye pek önem vermiyorlardı. Kadınlar evlerine ve kocalarına bağlı kalmak zorundaydılar ve erkekler de bu ze\k ve eğlencelerini başka yerlerde tatmin ediyorlardı. Gelişen ve zenginleşen Japon ekonomisi, Japon erkeklerine diğer ulkelerde de bu ze>klerinin peşinden koşma fın>alı verdi. Vlanila. Tatpeh. Bangkok. Seul gibi sehirlere, Japon işyerieri \e firmalannın duzenledigi "seks turlanna". her yıl bir mıKon Japon erkeğı katılıyor \e bu ııırların ucreılecını de genellikle ışyerlerı oduyor Zıvareıçıler ha\aalanında karşılanıp, herhangı bir kargaşahk ortaya çıkmasın diye numaralanmış kadınlar arasından beğendikleri kadını secebileceklerı yerlere goturuluyrlar Akşam. seçilen numara. olel odasına leslım edılıvor Japon erkeklen, yabancı kadınlardan ve özellikle de sarışın kadınlardan hoşlanıyor. Tokyo'daki fahişeler ve dansözler arasında en rağbet görenler sanşın olanlar. Bazı Japon kadınları Hollywood'un sanşın bombalarına benzemek için, ellerinden gelenı yapıyorlar; göz, göğüs, burun ve bacak duzelten klinıklenn Tokyo'daki sayısı hiç de az değıl. Fakat, bilinçlenen, erkeğinin hoşuna gitmek için saçını boyamak, burnunu düzelttirmek istemeyen kadınlarla birlikte, Japonya'da boşanan çıftlerin sayısı da gun geçtikçe artıyor. Kış ortasında baharı yasıyordu Özbek başkenti. Tokyo'dan Atina'dan 6 Masal düğün Yortular ve öteki dini törenler biter bitmez düğünler peş peşe geldi. Ama bunlardan biri vardı ki, Atina günlerce bunu konuştu. Bu Musevi asıllı Karmen'le Rum asıllı Savvas'ın günüydü. STELYO BERBERAKİS ATİNA Noel, yılbaşı, Isa'nın vaftiz günu yortuları her yıl olduğu gibi bu yıl da Yunanistan'ın her köşesinde coşkuyla kutlandı. Hediyeler verildi, Noel Baba'nın "Kayseri'den geldiğini" haberdar eden Noel şarkılan söylendi. Sonra, lsa'nın vaftiz günü kiliselerde ayinlerle kutlandı. Ortodokslar, her bir yortunun tadını çıkardıktan sonra, sıra yeniden "düğun furyalan"na geldi çattı. Hıristiyanlar genel olarak iki dini yortu arasına düşen gunlerde evlenmez. Bunu uğursuzluk sayar. Dolayısıyla Noel, yılbaşı ve tsa'nın vaftiz günleri arasında birer hafta olduğu için düğünler, "yortular sonrasına" ertelendi. Bu hep böyledir. Geçen hafta ortalannda tum bu dini yortular sona erdi... însanlar yeniden işyerlerine döndü. Doğal olarak kiliseler düğün işlemlerine başladı. Sözluler nişanlandı. Nişanlılar evlendi vb... Tüm bu "sıradan" düğunlerin arasında tanınmış iki tstanbullu ailenin de duğun gecesi vardı. Bu iki aile Musevi asıllı Karmen ile Rum asıllı Savvas"ı Atina'da evlendirdi. llk göruşte iki gencin Atina'da evlenmiş olması çok doğal olarak karşılanabilir. Çunku yüzlerce Istanbullu aile, çocuklarını Atina'da evlendirmişti. Ancak Karmen ile Savvas'ın Atina'daki düğünü, Atina'nın süper sosyetesine ve hatta aristokrat sınıfma "parmak ısırtacak" kadar görkemli ve adeta göz kamaştıncıydı. Atina'nın ünlü "Grande Bretagne" Oteli'nin ağır kaplamalan, kadife perdeli ve lüks eşyalı büyük, geniş salonu belki de tarihinin en görkemli düğün kokteyline tanık oluyordu. Duğune davet edilen misanrlerin, gelinin ailesi tarafından kiralanan iki uçakla taa tstanbul'dan Atina'ya getirilmiş olması, 200'den fazla konuğun, Atina'nın en lüks otellerinde ağırlanmış olması, Grande Bretagne Oteli'nde verilen kokteylde karides, böcek, havyar ve şampanyaların bolluğu ve düzenlenen eğlencede sabahın erken saatlerine dek göz kamaştırıcı değerli taşlarla suslenmiş bayanların ve smokinli, fraklı beylerin keyfi, dillere destan oldu. Karmen ve Savvas'ın düğünunü izleyen gazeteler, "eglence" sayfalarında, "Atina'da böyle şey görülmedi" başlıkları altında, " H a n e d a n " ya da "Dallas" Amerikan dizi filmlerine benzetmeler yaparak bu fantezi ve görkemli düğün gecesinin haberini verdiler. Karmen'in düğun elbisesi ise bambaşka bir olay haline geldi. Gazeteler neredeyse bu konuda ayrı bir haber yazacak gibi oldu. Karmen, salt vizondan oluşan düğün elbisesiylejet sosyetenin gözlerini kamaştırdı... Duvak ise yine vizonlu idi. Üzerindeki değerli taşlar da bir o kadar göz kamaşunyordu. Damat ise smokin giyiyordu... Ama çok hoş ve sempatik bir damat olduğu da, aynı gazetelerin sütunlarına yansıyordu. Grande Bretagne Oteli, Yunanistan'ın sayılı otellerinden biri olup, devlet adamlarının ağırlandığı görkemli bir lüks yapı... Yemekleri de, mezeleri de en usta aşcılar tarafından, en seçkin muşterilerine takdim ediliyor... Ama Savvas ve Karmen'in aileleri, düğün gecesi için düzenlenen kokteyl için bununla yetinmediler. Otelin personeli günler öncesinden özel seminerler görmuş, özel spesiyaliteler hazırlamış ve düğün gecesi, tüm bu oğrendikleriyle seçkin konukları, seçkin bir hizmet ile ağırlamıştı... "Gorgü tanıklarına" göre Fransız şampanyalar, altına batırılmış bardaklarda su gibi içiliyor, havyarlar geniş boyutlu tabaklarda parıldıyor, büyük boy "ıstakoz'Mar (bocek), her bir büyük masada adeta cirit atıyor, etler, kuzular, "yanar" tepsilerde, kendilerine müşteri arıyordu. Genç evlilerin duğün pastası ise kremalı bir küçük dağı andırıyordu. Atina'ya yerleşmiş Rum asıllı, ancak seçkin ve sosyete grubuna dahil ailelerden başka, Yunanlı armatörler, fabrikatörler, unlü işadamları doğal olarak davetlilerın arasındaydı... Gelinin babası, Türkiye'nin ünlü bir suni deri ve plastik fabrikasının sahibi Ramon Gravina ile damadın babası ortopedist Yeorgo* Savvopuios, Karmen ve Savvas'ı evlendirdikten sonra, Atina sosyetesine "hiç onutulamayacak" bir gece yaşattılar... Bu olay, Atina sosyetesine halen "Binbir gece masalları gibiydi" sözünü söyletiyorlar... Gazeteler ise, "Hanedan dizisi belki 'ahmak kutu' yani TV ekranndan seyrediliyor, ama bu dügün gösterdi ki, Hanedan'ın gerçek oyunculan, yalnız ABD'de değil Balkanlar'da da yaşayabiliyor!.." değerlendirmesini yaptılar. Ve bu duğunun Istanbulluların, Atina sosyetesine çektiği "bir resital" olduğunu yazdılar... Genç evliler, yaşamlarını şimdilik Atina'da surdurecek... Istanbul'un seçkin davetlileri ise, kiralanan uçaklarla Istanbul'a döndü... Darısı nice hanedanların başına... Thşkentten Kış ortasında bir bahargünü Parklarda, caddelerde, dillere destan pazar yerinde karşılaştığımız Özbekler paltoyu, pardösüyü evlerinde bırakıp çıkmışlar sokağa: Kış ortasında bahar. însanlar doğayla sevinmek istiyorlar. Yalnız parklan, bahçeleriyle değil, caddeleriyle de soluk alan Taşkent. ŞUKRAN KURDAKUL TAŞKENT Taşkent'te kış ortasında bahar. Parklarda, caddelerde, dillere des, tan pazar yerinde karşılaştığımız Özbekler, paltoyu pardesuyu evlerinde bırakıp çıkmışlar sokağa. Doğayla sevinmek istiyorlar. Yedinci yuzyılda "Orta Asya'mn kavşak noktaa"nda kurulan Taşkent, 2 milyon insanın yaşadığı ana kentlerden biri bugün. Yapıları, caddeleri, anıtları, metrosuyla eski ile yeninin birlikteliğinden ne guzellikler çıkabıleceğıni gosteriyor her adımda. Kilime, ipekliye, basmaya, serarr.iğe yansıyan eski, Ali Şir Nevai Kültür Merkezi, Halkların Dostluğu Sarayı gibi çağdaş yapılarda da yenı beğeninin can damarını oluşturuyor. Bu sentez içinde kendini gcleneklennden kopmamış olarak duyan Özbek insanı, yalnız çapanı, takkesi ile değil, dili, edebiyatı, muziği, dansı, dinsel bağlamdaki duyarlığı ile bu oluşumun yaratıcısıdır. Sekiz yıl önce Sibirya'ya geçerken uğradığımız Taşkent'te, sekiz yıl içinde kent planında dışa vuran en belirgin değışiklık, yapüaşmanın kerpiçe meydan okumasıdır diyebılirim. Uç gun kenanndan köşesindcn eski ve yeni pazarlarına kadar dolaştıfırrf I k r m i l y o n l n k Ta$kefrt ' bilemediniz 8090 bin kişinin barındığı mahalleler dışında çağdaş yapılara kavuşurken huzurunu yitirmemiştiı. Kent yalnız parklarla, bahçelerle, korularla değil, geniş alanları, caddeleriyle de soluk aldığı için sağlamaktadır bu huzuru. Diyeceğim. büyümenin yaratıaları, bireysel olanın varlığını hesaba katmışlar Taşkent'te. Zaten sekiz yıl sonra gittiğim Sovyetler Birliğı'nde gelişmelerin hep bu doğrultuda olduğunu sezinlediğimi soyleyebilirım: "Bireysel olanın toplumsal yarannı goz onunde tutmak.." Kimı Sovyet aydınlarının "ıçık topluma dognı" sözcüklerıyle niteiediklen bu aşamada yonetım kendi kendısinı yenilemek için toplumun tum kesimlerinden eleştiri beklemektedır. Daha önce kimilerini Türkçede de okuduğumuz, sahnelerimizde, perdelenmızde ızleme olanağı bulduğumuz öyku, roman, oyun ve fılmlerde "sigava cekilen " yönetıci, bugun televizyonda, "Vatandaş Sonılanna Doğrudan Yanıtlar" programında kendisıne yöneltılen sorulan yanıtlamak zorundadır. Yeni duşunce, yeni yaklaşım bireysel olanla toplumsal olanın bırleşme noktasını bulma umudunu ifade ediyor. Batı haber alma kaynaklannın birdenbire "liberalleşıne" deyimı ileanlatmaya çalıştıkları değişımin temelinı oluşturan felsefe bu. Taşkent'te karşılaştığım duşun ve sanat adamları da toplumun en geniş kesımlerini kapsamına alan bu ozeleştıri çarkının işlemesinden duydukları memnunluğu ifade ettiler. Ama meslektaşlarla Özbek dili, edebiyatı, Türk ve Özbek tarihinin eski kültur zengınlikleri konulannda söyleştik daha çok. Ozellikle Prof. Abdiilkadir Aytmatov'dan Taşkent Unıversitesi Edebiyat Fakultesi'ndekı eğitim programlarını oğrenmeye çalıştım. (Bu konuya ayn bir yazıda değıneceğım.) Bu arada, dın eğitim kurumlannın işleyışini merak etliğim ıçın Orta Asya ve Kazakistan Muslumanları Dinsel Yoneıim Merkezi'ne giderek başkan yardımcısı Gazi Abdullah'la gorüşlum. Öğrenimini Buhara Medresesi ve Taşkenı Üniversitesi'nden sonra Kahıre'de Al Azhar'da tamaınlayan Gazı Abdullah, bizimkilere benzer bir medresedekı çalışma odasında karşıladı beni. Taşkent'te sık rastladığımızeski yapıtardan biriydi bu medrese. Sozcukleri ağır ağır söylemeye ozen gostererek çevirmensiz konuştu Gazi Abdullah: Özbek ve Türk halklan hem akraba hem din kardeşidirler. Ortak kultur değerlerimiz vardır. Ali Şir Nevai, Ebulga/i Bahadır Han, Babur Şah gibi buyuklerle ovunuru/. Ö/bek ve Turk edebiyallan aynı kaynaklardan guç almıştır. Bana konukculuk yapanlardan Aydın gazetesı redaktöru Miad Hekimoğlu, edebiyat tarihi ile de uğraştığımı ve Şaırler Yazarlar Sözluğunde Çağatay lehçesiyle yazan duşun ve edebiyat adamlarına da yer verdığımi söyleyince, gözlen memnunlukla parladı Gazı Abdullah'ın. Onümuzdekı masada elma. kuru ve taze uzum, akide şekerı, yer fıstığı vc ,ay vardı. Çaya çok duşkun Özbeklcı. Ycmeğc bile ca>la başlıyorhır, çayla bitiriyorlar. Çaylarımızı yudumlarken Özbekistan'da hangi duzeyde dın eğitim kurumlannın bulunduğunu sordum Gazi Abdullah'a: Özbekislan \e Sovyet anayasalan biz Muslumanlann ibadet ve din eğitim ozgurluğümuzu guvence altına almıştır. Buhara'da bir okulumuz var. Mir Arab Medrcsesi. Buradaki ogrenim yedi yıl surer. Taşkent'teki Yuksek İslam Enstiıusu'nde ise eğilim dort yıldır. Yuksek bolümde kaç oğrenci var? Taşkent'teki enstitude elli pğrencinin okuduğunu biliyonım. Ögrenci sayısının azalmadığını soyleyebilirim. Orta Asya \e Kazskistan Muslumanlan Dinsel Merkezi olarak bu okullann eğitim programlarını biz hazırlıyoruz. Hangi dersler okutuluyor? Kuranı Kerim.. Tefsir.. Hadis.. Fıkıh, İslam hukuku, genel mantık.. llmi keUm.. Arap Tanhi.. tmam Buhari'nin Sahih Hadis kitabını ben okutııyorum. Çocuklar Arapçayı nerede oğreniyorlar? Buhara'daki orta dereceli medresede oğrenerek gdiyorlar. Taşkenı'te ibadete açık kaç cami var?. On altı. Devrimden önce bütün Muslumanlan birleştircn genel bir orgü t'' ıttkf ü .¥ "örtrt Iter*" İMiği rnsi x<fi'. '• 1941'den bu yana merkezimizin yonetiminde çalışıyoıiar. Okullanmızdan yetişen din adamlanna gorev veriyoruz. Oğrenmek ıstediklerime bir çay ıçimi zıyareıı yetmişti. Medreseden çıktık. Istanbul'dan bınlerce kılometre uzaktaydım Özlem duyguları sardı ıçimi. Anamı anımsadım bırden. Beyaz başortusu ile seccade uzerinde. Evet Taşkent'te bahar vardı. Doğayla sevınmeye bakalım. Roma'dan Italya ve mucize Hafta boyunca Italyan kamuoyunu meşgul eden iki olay vardı. 13 yaşındaki Beatris'in, ölmeden birkaç dakika önce gözlehni açıp, "Çok güzel bir yerden geliyorum" demesi ve Italya'nın, dünyamn 5 numaralı sanayi ülkesi olduğuna dair mucizevi iddiaydı bunlar. NİLGÜN CERRAHOĞLU ROMA Birkaç dakika için Beatris "öbur diinya"ya gitti. Sonra gozlerini açtı ve anlattı: "Çok güzel bir yerden geliyorum. Kocaman bir ışık gördum." O sırada 13 yaşındaki hastasının yanıbaşında olan doktor Massimo Sperendio "F.vel bunlar küçük kızın son sözleri oldu" diyecek \e ekleyecekti: "Girdigi ağır komadan çıkarak şaşırtıcı bir netlikle benimle ve 1015 dakika kadar da anne babast He konuşan Bealris'in sözleri hepimizi şaşkına çevirdi. Halbuki hastanın komaya girmeden önceki sözleri biç anlaşılmıyordu. Agzından çözulemeyen cümleler çıkıyor, hasta etrafında konuşulanları mekanik olarak tekrarlıyordu. Fakat olümünden önce 1520 dakika için "uyanan" Beatris, lamamen bilincine kavuşmuş gibiydi..." İşte parapsikoloji (ruhbilim) dergilerinden alınan bir öykü gibi gorunen bu olay, hafta boyunca tum Italyan kamuoyunu meşgul etti. Kanserden ölen 13 yaşındaki Beatris Fuca, gerçekten obür dunyaya gidip gelmiş miydi, yoksa cenneti mi görmüştü; oyle ya olaya küçük kızın doktoru da şahit olmuştu. Ülkenin ileri gelen tıp otoriteleri, ağır komaya giren bir insanın dünya yüzu göremeyeceğini, görse bile bunu şuurlu bir şekilde hatırlayıp dile getirenıeveceğini söylüyor lardı. Ünlü doktorlar, olaya tıbbi açıdan mantıklı olabilecek bir açıklama getirmeye çalışadursunlar, Beatris'i vaftiz eden kilisenin papazı, basına yaptığı açıklamada gerçek bir "mucize"den söz ediyordu. Noelden iki gün sonra ölen Beatris'in yaşama dönduğü o sayılı dakikalar sırasında kilisede Noel için hazırlanmış İşalı, Meryemli sahneler, birdenbire beklenmedik bir nurlu ışıkla aydınlanmıştı. Birkaç gun içinde, radyoda, TV'de ve gazetelerde playa aynlan yçr üzerine, neredeyse azize düzeyine çıkarılan Beatris'in mezarı ise şimdi, den bir çiçek bahçesine dönmüştü. Oysa 1986'yı arkada bırakırken İtalya'yı etkisi altına alan tek mucize, Beatris'in başına gelenler olmadı. Beatris'in öykusü denli "mucizevi" bir diğer olay da artık Italya'nın dunyanın 5 numaralı sanayi ülkesi olduğuna dair basında yer alan haberlerdi. 87'nin başındaki Italya için artık, "Bisiklet Hırsızlan"nm, göçmen işçilerin, mandolin çalan Napolili şarkıcıların, spagetti ile beslenen ve terorizmden beli bukülen bir halkın ülkesi olma imajı, çok gerilerde kalmıştı. Şimdi Italya, tngiltere gibi geleneksel bir sanayi devrimi ülkesini bile ekonomik gelişme düzeyi ile arkada bırakıyordu. Bu mucizenin en mucizevi yonü de bütün bunların hâlâ Beatris gibi azizeler arayan bir ülkede olabilmesiydi. Londra'dan Aykırı aşhın açmazı Esas oğlan thsan. Bizim oradan, Kadıköylü. Ve Judith. O da bizim buradaru Çilleri var. Ve derken mekârv Metro. Çünkü metra, en tünel aşkların en zambak mecrasıdır. Ama gel zaman git zaman bu aykın aşk da, benzerleri gibi uyumlu bir açmaza takılır. Esas oğlan thsan'dır yine, ama Judith artık yedek kızdır. ^erin aitı bir gizti dünyadır ki, ayna gibi peacere camlannda, yanındaki kaduun hicranlı ruhuna duhul edersm. Tafsilata mahal yok. O akşam, o akşam tlk samrsın mütemadiyen olur. Fazla edebiyat. kaymakh da olsa can sıkar. Biraz ekonomi gerek. Judith, ayda 500 sterlin maa$ ahr. 19O'ı kirava gıder Aytık mutfak masrafı bazen 150 sterlini bulur. Yol panuı. etek bluz, far rimel derken ay sonunda bankadan nakışlı dekontlar düser. Judith'le lhsan'ın ış hadmleri ve kâr eğrileri pek ranUbl defildir yani. Ihsan, az ama öz yer. Ihsan yazmaz, çok okur. Judith, lhsan'a AshKemn bakışlı üraüar çeker. Nemrut tepesindeki koca basü Komagene ımparatorlanru thsan'ın Erenköylü dedesi sanır. Ihsan rakıyt, Judith denizi sever. Ne var ki, denizi şiseye koymak mümkün olmadığı gibi, rakı denizinde yüzmek de kabil değtldir. Ihsan, Orta Asya kökenii oldugundan her şeyini at üstünde yapmaya alışık. Aynı kentte, aynı evde öyle yıllarca park edemez. ö n c e ekonomi bunaluna girer. Ne kira yeter ne sekretertik maaşı "Tmlaam ae d>eml rmr, miihim olan inunbk" şarkısının sözleri tngUizceye çevrilemediği ıçın, bu güfte de kulaklann ve ceplerin açüğına çare bulamaz. Sonra, Judith'in adalı geçmisi Ue lhsan'ın ciriıci tarihi arasında birtakım durumlar olur ki, tats^z. thsan'a sadece para değil, renkler ve sesler de yetmemeye baslamtstır. "Daha M istiyorsun be adan, strtımd» gdfftt ma ola!" Gel zaman git zaman, kraüçenın nabuselik başkentinde çelişmeli bir fotoroman: Ihsan esas oğlan, Judith yedek kız. Arada önemli bir pastırma meselesi var: Boyu boyuna denk de Judith, Haa Artf Bey'in bestelerini sevmiyor. Ve thsan'ın memleketinin Humeynistan olmasından çekiniyor. Dudağı dudağına kızü da thsan, Knöce Vtctoryı'dan hoşlanmıyor. Akü fikir sozüm ona evreni şümul da, Judith tesbih çekmesinı biı türlO Oğremedi. Ve Edip Cansever'in Bob Dyiaa'dan daha kıyak oiduğunu hâlâ kabul etmedi. Artık rruyadı doimuştur bu aşkın. Zaten başta mütemadiyen samrsın, biter. Yayb kutudan hep aynı saklaban çtkraaya başladı mı, kadınlar, kendilerine yeOİ sevgililer aramalı Erkekler de açık denize çıkmah. Ihsan'ta Judith'in Londra'da çevirdıkleri "Aykın Afka Uyamin ÇUunan" bashklı fotoromarun yazımı şimdilik burada durrouştur. Çünku tetefon çalmıstır. Arayan Camhurryet lstanbul'dur. Haber Merkezi, T u n e s " gazetesinde yayımlanan Türkiye'yle Ugili yazının asiıru sormaktadır. Görüyorsunuz değil mi, en iktibas gerçek bile, en kıytınk fotoromandan her zaman daha dıngı'lır. Hiç öpülmemiş kız dudaİııtdan ba$ka rilya görmeyenlere bir fatiha çekip bu . yanyı bajlamanın zamanı gelmiştir: Büyük Britanya'nın göze, kulaga, akla, deriye, dile, burna hoş gdec binbir ciheti vardır. Vallahı vardır. Amma velakin, tayfa gönlunün mendiregı olmaması gerekir Amma velakin Göktürk yazjtlanndan başka mirasa sahip olman gerekir. Judıth'ler unutulur kadınlar unutulmaz. lespihleri yidrmenıek gerek. KorryaJ] da sadece gecderi içmeli. Daha da önemlisi akıllan baslardan yüreklere îndirsek ya... Roma 'da Piazza Navona 'da kaldınmlarda satılmayı bekleyen oyuncak Noel bebekleri, bu yılbafinın da süsüydu. Yabancı gözüyle Ameııkalı ve Musevi olıınca... İslam hakkındaki bilgisizliğini îedavi etmeye çalışan bir Batılının Türkiye'ye türban bunalımımn tam ortasmda gelmesi belki de mükemmel bir başlangıçtı. AMY E. SCHWARTZ (VVashington Post) îslam hakkındaki bilgisizliğini tedavi etmeye çalışan bir Batılının Türkiye'ye türban bunalımımn tam ortasında gelmesi belki de mükemmel bir başlangıçtı. Fakat Nevv Yorklu bu Museviye İslam'ın en büyuk sürprizi bu bunalım olmadı. Yüzyıllardan beri Musevisi Müslümanı bir arada yaşayan bu coğrafyada, bizim Amerika'da çoktan unuttuğumuz bir külturel gerçek vardı: İslamiyet ve Musevilik, sadece tarihi birer komşu değil, aynı zamanda, siyasi ayrılıklanna karşın, bireysel deneyim bazında birbirlerine çok yakından bağlıydı. Tarih kitaplarının soyut sayfaları arasında kaybolmuş bu gerçeği aniden gur.lük planda farkediş İstanbullular için hiç de yeni olmavabilirdi, fakat külturel bakımdan biraz saf sayılan Amerika için bu bir "haber"di. İslam ABD'de elbette yaygındı, ama etkinlik bazında varlığı bile sözkonusu edilmiyordu. îslam'ın çağrıştırdıkları ise "Ortadoğu sorunu" ve "terorizm histerisiydi". Diğer yanda da lslamiyeti Araplarla özdeşleştiren bakış %ardı ki terorizm paniğinden bu yana Arap ırkına karşı önyargı büyük boyutlar kazanrnıştı. İslamın, siyah ırkın güzelliği ile beyazlardan bağımsız üçüncü dünya türu dayanışmayı vurgulayan siyah ayrılıkçı akımlar üzerindeki etkisi ise kaçınılmazdı. Bir zamanlar Amerikan Yahudileri ile siyahlar arasındaki yurttaşlık hakları ittifakı ise bugün acı sürtüşmelere dönüşmüştu. Bu bakımdan da siyah ve beyaz arasındaki ummanlar bu renklerin dıni olan Yahudilik ve İslamiyet bazına indirgendiğinde ise aradaki mesafe, uzerine koprü atıla mayacak kadar genişliyordu. Bir keresinde Washington'daki bir konferansta bu iki çatışan grup arasındaki gürultulu bağrışmayı izlediğimde, "Birbirine bu kadar uzak iki cemaat olamaz" diye düşünmüştüm. İstanbul'a gelip camileri ilk gezmeye başladığımda içimde yukarda anlattığım nedenlerden dolayı korku kaynaklı hafif bir urperti vardı desem, umarım aytp olmaz. Caminin kapısının eşiğinde bana sanki tamamen yabancı ve varlığıma karşı bir düşünce dizısi, inanç ve motivasyon ile açık bir çatışmaya giriyordum. Fakat aniden tanıdık bir iklim ile irkildim. Ayaklarının ucunda dua etmeye ilerleyen insanlar, tanıdık \ücut hareketleriyle eğilip kalkıyorlardı. Doğduğumdan beri dinlediğim semitik duanın sesiyle ve çok iyi tanıdığım kuçük keplerle başlannı ortmüşlerdi. Ya bir rahlenin etrafında oturmuş ya da hepsi aynı yone doğru saf durmuş insanlarla karşıiaiüm. Benim devam ettığim sııidgogta manzaıa bundan çuk tark!T değildi. lcinı urfcrerek camıde bulun RAGFF DURAN LONDRA Büyüfe Brittnya'nın göze, kulaja, »kta, deriye, dile, burna hoş gelen binbir ciheti vardır. VUlahi vardır. Bir kere, bizimkiler, Akderuz'e bayrak dikip Vivana'ya vizcsiz gjrmek isterken, bunlar, güneşi 24 saat batırmayan geoişliğe yayüma planlan yapmışlar. Çünkü güneşe korkunç hasretler. Sonra sakaih bilge dede yaznu} çizmiı de muştu vermiş: "Pre*rt«ry» yttOal Bk öacc borada alacak." Ansiklopedileri kanştıracak olursanız, gerekli gereksiz yüz bin şey icat etmiş olduğunu göreceksirüz kanı lngiUz olanın. Yaklajalım çağunıza: B c m r d Sh«wı dogurmuşlar, Bertnad R U M T I yaratmışlar. Bcatlcs'ın annesi, Ptak Floyd'un yengesi tngütere. Söz sanatttn açürmjken Moore ile Bacon'a da kocaman merhaba! JadJth kendi haünde bir genç kız. Kızü sacb ve çflli, Ingüizin Ingilin. Jöle üe Ingüiz kızian arasındaki farkı bilirsiruz degıl mi? Jöleyi yaJadıgınızda, pehe kitlesi hafifçe de olsa biraz kımıldar' Judith o bakımtardan pek Ingjliz sayılmaz. Belki de dedesi, majestelerinin Hindistan Ordusu'nda uzatmalı cavus olarak gorev yapmış olduğu için torununda bir Hint yılanlığı sezilir. Bütün meseie iyi lcaval çaJabilmektir. u Y*«naria tibr g t e M , öpkı b o g i a gürf", Judith sekreterlik yaptığı bankadan evine dönmekte. Metroda, karjısında bıyıklı, düjönceü bir adam. Hafıfteo gulumsemekte. YuzOnden beüi ki, G8oeJ Ahmtj^'m " K n Tkvtaaa Sanan" baslıklı kiubım, konunun ilkd örneklerinden biri olarak degerlendiriyor. Londra AJfadun bei&sı bir kenttir. Yalnız hava degıl, H«wal«rta Ademler de olaganüstü frigorifik (Bir ift beceremeyince "dtzea bozok" diyenlere acaip dereotu ororurn ya, neyse). Şimdi pkarahm takdim kürjusttne esas oglaru. Adj tksiu. Y«ÎI, O r k n VriTninki kadar. Boyu da esaslı. Loadra'da ne mi anyor? Aslında Kadıköviü. Bir gun haHrai» sigara almaya pkmış. Memlekette dışa açılma politiluuı var ya o da kendini Heathrow HavalimaBi'oda bulmuş. Elinden pek bir iş gelmez. GOmrfik poüsi nasü olmuş da turist sanmış lhsan'ı. Meslegı yok gibi bir şey. Kuru ve sıvı keyif uzmanı. GorsetBk vurgunu ve kulagutda hep udi bir tambırtı. Cebindeia basttbol para. Dedesnin EıeokOy'deki ko$künu moteahbide vennisler. Üç kat Ihsan'ın. Temel ve yegâne gelir kaynag). Ama kira, Erenköy'den Loodra'ya getene kadar bin bir parça oluyor. ÇOnkfi bir tngiliz Lirmst, ancak bin Tarkiye Lirası bir aray* gddiginde nazlamnadan göz kırpıyor. Ihsan pek kalendcr. Yüregi C o a SaSfm, aklı Ptr S^taa. Metro, en tunel askiann, en zambak mecrmstdır. duğum noktaya çivilendim, sonra derinden sarsılmış olarak oradan aynldım. Neden? Bunun cevabını oğrenmek için bir oğleden sonrayı daha camilerde dolaşar»k geçirmek gerekti. Bu sefer Beyazıt'tan Beyoğlu'ndaki Eskenazi Sinagogu'na gitmek uzere otobüs durağına ilerlerken kubbesi altı köşeli Sion yıldızlarıyla çevrili bir bina gordum. Durdum. Olabilir miydi? Yaklaştım, birkaç adım daha atttktan sonra yaptığım hatayı anladım, minare yuKseliyordu. Orada çakılmış bu muthiş bileşime bakarken minaredeki hoparlorden ezan yükselmeyc başladı. Linguistler bu konunun uzerinde çalıştı mı bilmiyorum, ama mikrofon akustiği ile bozulduğunda, Arapca dualar, tahmin edebileceğirıizden çok daha fazla İbranice'deki duaları andırıyordu. Kendime seslice sordum: "Neden kimse bugüne kadar bana Allah'ın Eloai olduğunu söylemedi?" Tekrar ürperdım, fakat bu kez neden urperdiğimi artık anlayabiliyordum. ASLtYE 2. TİCAJRET MAHKEMESt BAŞKANLIĞINDAN ANJKARA Dosya No: 1986/1204 Borçlu Adem Uslu'nun konkordato mehli istemine ilişkin, Ankara 2. lcra Hâkimliği'nin 1986/979 sayılı dosyası konkordato komiseri tarafından konkondatonun tasdiki istemi Ue mahkememize intikal etmiş olmakla; Borçlu Adem Uslu'nun teklif etmiş olduğu konkordatoya itirazlan olan alacaklılann, ellerinde bulunan belgelerle birlikte duruşmanın atılı bulunduğu 23.1.1987 günü saat 11.00'de mahkememiz duruşma salonunda bulunmaları ilanen tebliğ olunur. Basın: 10245 Dosya No: 1986/917 Davacı Mustafa Yılmaz tarafından mahkememıze hasımsız olarak av'ilan ıflas davasında: Davacı kendi kendinın ıflasım ibleınii olup, iflasa ılırazları olanlar var iic, duruşma gununden once yazılı veya duruşmanın atılı bulunduğu 23.10.1987 gunu saat 10.30'da duruvnaya bizzat gelip ıııra/rarını bıldırmelerı ve bu nedenle bellı gun ve saatte, Ankara Aslıye lkinci Tıcarel Mahkemesi duruşma salonunda ha/ır bulunmaları keyfiyeti ilanen tebliğ olunur. ANKARA ASLİYE İKİNÇİ TİCARET MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINDAN
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear