29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SATFA DÖRTı •CUMHDRJTET ı 23 Şubat 1971 Lt BET Bnce lnlıct »ldı. Sonr» da Türkmene çok acıdı. «Smek gibi kırıhyorlar lavalhlar,» diyordu Bir kısmını yaylalara lahverdi. Bir de Ah Bey köyler, kasabalar kuruyordu. ö l çüyor biçiyor, yerli yerince caddeleri, sokaklan, alanlarıyla kasabalar kuruyordu. Kurduğu kasabalar ya Türkmenin eski kışlak pazaryerleri, ya da eski Grek, eski Roma, Ermeni şehirlerinin kalıntılanydı. Köylerin yerlerini de iyi buluyordu. Köylerin her biri kışlaklara kurulmuştu. Türkmen kışlaklan en elverişli yerlerdeydi. Sivrisinek amansızdı, sıtma belaydı. O yaz gSrülmedik salgın hastahklar kastı kavurdu ortalığı. Çukurova hayvan, insan iskeietleriyle doldu. Bütün yaz ova leslerle kokıu. Ali Beyin insan yüreği buna dayanamazdı. Bir de Ali Bey biliyordu ki böyle zorla yerleştirme olamazdı. Osmanlı koca bir tümenı sonuna kadar Çukurovada tutamazdı. Bir iki yıl içinde karakollar kalkacak, ya da gevşeyecekti. AH Bey görmüş geçirmiş, akıllı bir adamdı. Sarışın, uzun boylu, mavi gözluydü. An. cak otuzunda gösteriyordu. Hırslıydı. tstanbulun fakir bir mahallesinden, fakir bir aılesinden çıkml«, yükselmek, para kazanmak ıçın yanıp tutusuyordu. Daha şimdiden Türkmenler asker çemberînl jarıp dağlara ulaşmanın yollannı buluyorlardı. Çukurovada ölümler, salgınlar, sıtmalar arttıkça dağlara sızmalar da artıyordu. Bir sabak kararını verdi. Türkmeni dağlara kendi eliyle, izniyle gönderecekti. Kurduğu köylerde Türkmene toprak, köy yeri, değırmen yeri, kasabada evler, ev yerleri vermiş, Türkmeni az da olsa azıcık toprafa bağlamıştı. Gerisini zamana, erişip gelen koşullara bırakacaktı. Bozdoğan aşıreti Beyini çağırdı. Şımdikl Endelin KSyyeriydı kışlağı Kalabalık bir aşirettı. Bozdoğanın yaşh Beyi « t . madan iki buklüm titrıyordu karşısına geldığinde. Ali Bey: ÜLEYMAN Kahya bir adım attı ileriye. Ancık güven gelmişti içine. Adam kendrne gelmışü. •Buyur Bey, benim.» dedi. Alçak gönüllü, temiz... • Merhaba.» dedi öteki, elıni uzattı. Arkad»n, cipten iki kisi daha indi. Ikisinîn de belir.den kocaman tabancalar sarkıyordu. Ikisi de zayıf, vuzleri kırışık içinde, güneş yanığı yüzlü adamlardı. Dervış Bey arkasın» döndu: «Bu, Çiçekli Dunnuş, bilirsıniz Ayagıkırık devrinin büyük eşkıyası, şiır.di bizim yanımızda çalısıyor, bizim silâhşörlüğümüzu yapıyor. Çunku efendim biz, onu dağdan aldık getirdik, ona dağdakınden daha büyük ımkânlar sağladık. O da bizım silâhşorluğumuzu. hem de şovalyelığimizi şerefle kabul etti. Bu da Deli Muzaffer, ki efendim. uçan turnavı gözünden. kaçan tavşanı art ayağmdan vurur. Evet. Muzaffer on beş silâhşorumdan birisi. tld en yiğit sövalyemle sizi ziyarete gelmişim ki. o bıçım. Hahmetli babam Zal Tahir ASa derdi ki, o biçım, Suleyman Kâhya, ondan bnceki büyük kâhya, hele hele, benim en yakın dostlanmdır. Oğlum Derviş, sana vasiyetimdir ki Karaçullu obasır.ı çok sıkıstırmayasm. olur mu' Olur, dedım. Hem de vasıye. tini tuttam. simdiye kadar size ilişmedim, hem de gozünüzün üs. tünde kaştnız var demedim.» Suleyman Kâhya her şeyi anlamış, öfkelenmişti, öfkeden du. daklan titriyerek: «Buyurun çadıra Dervış Bev.» dedi Gülüşü. yüzündeki her zaman ona tatlı bir hava veren iyimserliği. iyiliğl donup kalmıştı. Çadıra çıktüar. Dervis derimevindeki kihmlere, halılara, derimevinın oymalı ortadireğine, yerdeki turuncu, işlemeli keçelere havran kaldı. Bunlar çok zengin, diye içinden geçirdi. Kahve geldi, hos kokulu bır kahve. Kokusu uzun zaman havada asılı kaldı, dağılmadı. Derviş kahveyi ıçtıkten sonra «lehşet sert bir hava takındı, küçücük yuzünun kınşıklan sertleşti, yüzü kapkara kesildi: «Siz, Süleyman Bey, bana sormadan gelip hüyüğume yerleştiniz. Bu biraz ayıp değıl mi? Buna çok gucendim. üzüldüm. Sız dokuz Oğuzdan olursunuz, biz on bir Oğuzdan... Bizler ki yalJiız dinimiz ve de geleneklerimiz için yaşarız. Demokrat Parti dokuz Oguz boyuyla, on birinci, on yedinci Oğuz boyunun geleneksel, orgutlü. aynen Osmanlı gibi, bir aşıretten bir devlet çıkaran ... Aynen seçımlerde nutuk çeker gibi yapıyordu. Sü S EFSANESi leymanm, ötekilerin Onun el kol hareketleri tuhaflanna gidiyordu. Böyle acaip bir adamı hiç görmemişlerdi. «... partimizdir. Biz de üç kişi. Celâl Bey, Adnan Bey ve de ben, bir devlet çıkardık bır aşiretten. Evet, işte böyle. Hem de ben büyük bir devletin âli mensubıni bulunaraktan biiznillahıtaala, çok üzuldüm bu hareketinize...» Daha sertleşti, sesi bağırtı halini aldı. «Ve de ben, Celâl Bey, Adnan Bey, sizı görgüsüzlüğünüzden, hem de, alçakJığınızdan dolayı bağışlıyorum, bağışlıyorum, bağışlıyorum.» Bağışlıyorum derken boynunun damarlan oklava gibi şişiyor, dışarı fırlıyordu. «Yalnız bir şartla bağışlıyorum.» Sesi yumşamıştı. «Burada kaç ay kalacaksmız? Bahara kadar, Mayısa kadar, öyle mi?» Parmaklanyla saydı. «Sekiz ay. Bana bu. rası için ..» Tane tane söylüyordu. «...Evet, burası için sekiz ayIık... biner Iiradan sekiz bin lira vereceksiniz. Bir kuruş aşağı almam.» dıye bağırdı. «Hemen şımdi bana sekiz bin lırayı tirink vermezsenız, derhal ve de derhal toparlanın, topraklanmdan çıkınız. Derhal çıkınız efendim. Babamm yüksek vasiyeti uğruna size gayet insanca, hem de dostça davrandım.» Dervis Beyin sesîne bütun oba, yediden yetmişe, derimevinin ardma birikmişler, yurekleri ağızlarına gelmış, bu korkunç sesi dınliyorlardı. «Siz olmasaydınız, Suleyman Bey, biiznillahıtaala ben, buradan bir kış ıçın yuz bin lira alırdım. Çünküleyim ta ezelden, dedem Sultan Hazreti Halid tbni Talât bin Şahtan bu yana, dedelerimin saray yaptığı bir yerdir.» Ayağını yere vurdu: • Bakın şu toprağı bir karış deşin. altından süheda fışkıracak, suheda .. Dedem bin Şah, ol bin Talât, Ibni Yektaza bin Halıd Ibni Zulahn sarayımn temeli ışte buradadır. Bu mukaddes top. raklara hıç bır zaman bıiiz... Bır Yörük çadın gelip de konamaz, konduğu zaman, bu kutsal bin yıllık mukaddes toprakları kır K Mfctllcoçoğlu [j onu ve rusim: BAŞOĞLU 11TUHADAKIHAYAIET DİŞİ BOND / SİZLEE ( DEEM LE2SİMIZ, t DE MODEBM V \ lettiği, atma itine murdar ettirdiğl zaman biilz... Biiiz, biüiiz, atalarına lâyık evlâtlar kan dbkeriz. kan, kaaan!..» Şovalyelerin hemen o anda elleri tabancalarına gitti. Bu da Yöruklerin gozlerınden kaçmadı. Suleyman Kâhja: «Derviş Efendi.» dedi, durgun. hiç bif sey olmuyor gibi. «Biz aramızda bir konu^alım. Az aonra geliriz.» Derimevini boşalttılar. Üçu üç yerden soluklarını kesmişler, dışarda verilecek karan bekliyorlardı. Dervis: «Vermesinler istediğimi, bir vermesinler de göreyim onları... Ortahk kav gibi zaten. Şu tepe, otlar, karaçahhk tutuşrnağa can atıyor zaten. Bir gece, bir kibrit, tamam. Çadırlan, koyunları, atîan itleriyle yanarlar. Ortahk kav gibi,» diye arkadaşlannı yüreklendirdi. Muzaffer: «Hele bir sekiz bini bir tamam vermesinler. Hele bir... Bütün dünya ateşe keser de dısarı çıkacak delik bile bulamazlar. Hele bir...» Çiçekli Durmuş: «Hele bir.» dedi durdu. «Hele bir...» Arkadaşından geride kalmak istemiyordu. «Veririm ateşi, veririm ateşi, çeviririm onları .. Veririm atesi, çeviririm onlan... Veririm «teşi .. Yirmi silâhh adam, gözü kanlı. Çeviririm etraflannı, efendime söyleyim... Ateşten kaçanı vururum. Vururum ha vururum.» Kerem kosarak Suleyman Kâhyaya geldi. Elinde şahini. Titreverek: «tçerde konuşuyorlar. parayı vermezsek, hepimizi yakacak» lar, olduğu eibi vakacaklar. Konuşuyorlar...» Suleyman Kâhya: «Sağol Keremim,» dedi. «Sen pît çadınn arkasından ne dıyorlar, dinle. Sonra hepslni bana bir bir söylersin.» «Söyterim.» dedi Kerem, kcştu. «Ben bu adamı biliyorum.» dedi Suleyman Kâhya. «On beş yıldır Yöruklerin sırtmdan geçinir. Adanadan Tarsusa, Amik Ovasından tslâhiyeye. Maras altma kadar Yörüklerden para kopartır. Bütün Akdeniz çevresindeki topraklar onundur. Bin lira vereceğiz. kabul etmezse iki bin... Onu da kabul etmezse cehenneme kadar volu var.» Havdar Usta: «Vermeyin, vermeyin bu kadar parayı vermeyin.» diye çır. pınıvordu. «Yazık değü mi, yazık' Kılıç bitti, ben kılıcı yarm değilse de nbürsü gün. vann degilse de... Ismet Paşaya götüreceğim. O da bize toprak verecek.» Suleyman Kâhya önde. ötekıler arkada derimevine geldiler. Dervişin beklemekten, heyccandan gözleri yuvalarından fırlamıstı, ter içindeydt de... «Bin lira vereceğiz tana.» dedi Suleyman Kâhya. öteki yavına basılmış gibi hopladı, bağırdı çağırdı, tehdit etti, candarma, hükümet dedi. Basınıza ateş yaSacak, dedi. Kutsal topraklar. saravlar, dedem kemikleri, babam vasiyeti, dedi. Sülevman Kâhya sanki onun konustuklarını hiç duymamıştı. «Bin lira olur mu? Olma7«a canın sag olsun. eüle güle.» dedi. Dervis gene tehdit etti, bağırdı, Suleyman Kâhya gene, bin lira dedi. Dervış yumsadı. yalvarmafa. sızlanmaSa başladı: «Zaten.» divordu, «herkes bana yükleniyor. Bu hüyükten başka da eeçimim kalmadı. Onun da parasını, kirasını alamazsam ben ölürüm. Beni ölmüs bilin'» Bir yardan yalvanyor, bir vandan tehdit ediyordu. «Ben ölmüsüm, ölmüsüm. ölmüs ne demek' Ben ölmüşüm. ölmüş e«ek de kurttan hiç bir zaman, binanaleyhazalık, binani zatımalazık. korkmaz, korkamaz » Suleyman Kâhyanın yüzune iğrenme. kusma bir kara sinek kirinde geldi yerlesti: «Al «unu da git. Derviş BBJT,» dedi. «Sana iki bin. Daha fazla konuçma.» Derimevinden dışanya kusacakmıs gibi ögürerek, Bksürerek çıktı gitti. Dervış on beş £Ün «acja kasaba kulübüne döndflğunde kulüp^ftV"K5majcı]an"l)ir oa^rara sevinci aldınaşına biriktiler, bu salkî'avım FOrma?» baala'dılar. Kimi yüz, kimi iki yüz, kimi bir milyon diyordu bu yıhn ganimetj için. Derviş: «Gittikçe fıkaralaşıyor Yörükler,» diye içinl çekti. «iki yerde beş on kuruş için nerdeyse öldürüyorlardı beni. Olur mu, tekmil Çukurova, Akdeniz yöresi bizim şah dedemizin toprağı değil mi? Gene de öldürüyorlardı beni. Deriyi ramak kaldı tuzlayacaktık. Vahsi adamlar. Ben onlara gösteririm Zaten obalardan birisinin basına öyle bir is açtım ki, daha şimdiden kıyamete kadar altından kalkamaz'.ar. Kendi düşen aglamaz. Biz ki topraklanmızın kirasını toplarız, hakkımızı... Haydi pokere oturalım.» «Kaç bin?» «Sdylenmez.» «Kaç bin'» • Yu7 yırmi. Dedim ya gittikçe fakirlesiyorlar. Gelecek yıl, Allah b:lir elli bin bile çıkaramayacağız. Daha gelecek yıl avucunu vala Dervis! öteki yıl... Tamam! Haydi başlayalım...» Elleri makina gibi kâgıdı karıyordu. TİFFANY JONES . Fırkai İslâhiye Kumandanı Cevdet Paşa Binbaşı Mustafa Ali Beye dağ yollannı tutmak ödevini veriyor. Binbaşı Ali askerleriyle Çukurova'yı çeviren tekmil yolları tutuyor. Ne dağlardan içeriye bir tek kişiyi sokuyor, ne de Çukurova'dan dışanya. Koca ova Türkmene bir ölüm hapisanesi oluyor. 41 V A Z I «Seni dağlara koyvçreçegım Bey,» dedi. «Ellpe ıle Mr f«r. man vereceğim. Yalnız bunun karşıhğınd's »e« %JÖI fc*f«!tın vereceksın?» Bey sevindi: «Ne istersen veririm,» dedi. «Senin eline bir kâğıt verecejim Hiç kîmse sana dokunamayacak. Dağıttığım topraklar, köyler sizin olacak. Yerleşeceksini* ovaya. Atna istediğiniz zaman dağlara çıkacak, ıstediğiniz zaman düze ıneceksiniz.» Bozdoğan Beyinden bes yüı altm »ldt. Rüsveti sevmiyordu ama ne yapsın. Türkmenin torbalar riolusu hiç bir işe yaramayan altını çoktu. Parayı »ldı. eline tonradan «Binbaşı Ali Paşa Fermanı» dedikleri kâğıdı tutuşturdu. «Evet, Osmanlı zayıfladı.» diyordu. «Altına, gümüşe çok ilıtiyacı var Bu altınlar da Türkmenin kirlı dağarcıgında bi; bir ışe yararoı.vor.» Bunu öbür Türkmen Beyleri, Türkmen oymaklan duydu. «Binbaşı Ali Paşa Fermanını» almak İçin sıraya girdıler. Paray» venp bu Çukurova cehennemınden tatlı caniannı dağlara attılar. Ali Bey sayısız, dağarcıklar dolusu altına sahip oldu. Şimdi birçok Türkmen obasınm elinde bır «Binbaşı AIı Paşa Fermanı» vardı Ali Bey, Fırkai tslâhiyeyle birlikte lstanbula çekildi gitti. Ama Çukurovada «Binbaşı Ali Paşa Fermanı» uzun, çok uzun yıllar geçerliliğinl sürdürdü Ali Bey, paşa oldu bu parayla, tstanbulun en büyük konaklanndan. yahlarından birkaçını yaptırdı. Ali Bey akıllı adamdı. Türkmeni toprağa bulaştırmıştı. Artık göçebelık bundan sonr» ıflâh bulmazdı. Zamanla Türkmenler kendilerme aynlan köy yerlerın* evler yapmağa başladılar Ev lerini Çukurova'da çok bol olan cilpırti çalılanndan, katnışlardan, sazlardan yapıyorlardı. (Arkası rar) tıyaç vardı Klle tutulur bir boşluktu bu övle ki içinde ses ler tıpla bır maftarsda yahut tüneldeymış gıbı yankılanıyordu Ama kımse konuşmuyordu. Sıkıntılı bakışlarla tek tük bır. kaç hece çıkıyor, sonra yina sescjzlik amansıı bir sis gıbı çöküvordu Buna rağmen bir şeyler oîuyordu. ASırdan agırdan. sinsi sinsi bir şeyler. Yorganın altına kavmıs bir el. vavaş yavaj belli belirsiz yastığa doğru çıkıvordu. Bir el. nemli ve sıska. Madam Martin'in eli Maıeret. b*î ka taraflar» bakarak. elin ilerlcvisini Izliyor. nihayet bu elin amacına ulaşacağı anı bekliyordu. Dok»or bu sabah gelmiyecek mivdi? Bilmivorum Kimsenin İ7pilendi?! var rm benimle? Burada filöme bırakılmış bir hayvan Einivinı tıpki.. Ama gBzü daha bir parlamış» tı El nfhavet istedigi seye dokunmustu. Ancak lşiölebilen bir kâgıt bunısması Msieret bir adtm attı 6ne, Madam Martin'in bileginl vakalsdı Kolun hich'r direnei yoktu âdeta can«i7rii Ama bır »anived* bpklenmedik bir mücartelev* eirieti hirden. TuttuSu «PV< bırskmsk 1'te mivoMıı Irnrtır V>"*ıi G«tı'ine ottırmu». deT1 gıVıi «avunuvordu kenriini PTIini B?7ina aö. tflrmü«. avupunria «ikhSı beV»? kSSırfı di<Vrivlp vırtvordu Bırakın beni . Bırakın he. n! rok«a baSınnm Ys sen?. N»«rf mü'flndp edivor«unî Martin: Komiser bev. yalvanm, dive mledi Knlak kabartıvordu. Kiracıfann koşup gelrnesinden korkuyordu. Müdahaleye cesaret edemiyordu. (Arkası T»r) Sizi ilk gördüğümde her $eyi itıraf etmem gerekirdi. Ce saretim yetmedi.. Sandım ki .. Martin sustu, merakla Maıgret'ye baktı. Maigret'nm gözleri kapanmış, ağzı aralanmıştı. Tıpkı memnun bir kedinın mırıltıları gibi soluyuşu duyuluyordu. Maıgret uyuyordu. Martin kapıya bır göz attı. Çekıvermesı kâfiydi. Kurtarmak ıster gibi kendisıni böyle bir niyetten, şaşkın elleri saska dizlerinin üstünde, kalçalan iyıce sıkışık, bir köşeye büzüldü.. GARTH ÇıM YEMI BİB ESlC UAZie OuJR. AYLÂK MUSA Kuzey gan. Kül renkli sabah. Banliyö kalabalıgı uykulu uykulu, sürüler halinde geçiyorlar kapılardan.. Tren istasyonu binasırun çok uzagında durmuştu. Çantaıar agırdı. Martin durmak istemiyordu. Nerdeyse nefesi kesümek üzereydi, kollarının gucü kalmamıştı. Uzun süre taksı beklemek gerekti. Cezaerine mi götürüyorsunuz beru? Beş saat geçirmişlerdi trende ve on cümle bile söylememişti Maıgret. Ve üstelik söylediklennin de ne cinayetJe, ne üç yüz altrrnş bin frankla bir iliştasi yoktu. Ya piposundan. ya SJcaktan, ya da varış saatınden konuşmuştu. Şoîöre: Vosges alanı 61, dedi. Martin yalvanyordu: Bunun gereklı olduğuna tnamyor musunuz? Ve mirıldanjyordu feendi kendine: Dairede ne düşünecekler... Haber vermeye bile zaman bulamadım. Kapıcı kadm dairesınde mektuplan ayınyordu Doktor Rıvıere seromları için koca bir nğın, evdelc* gerı Kalanlar tçın de küçücük bir yıgın... Mösyö Martin. Mösyö Martin.. Daireden gelip sorduiar hasta mısııuz diye Galiba bır aaahtsr vaınuş •*• Maıgret sürükleyip götürüyordu adamı. Ve adam kapıların önüne bırakümış süt şışeleriyle taze etonekler arasmdan a|ır valizleri ıngıl ıkış merdivenlerden cıkarmaya çaüşıyordu. Ihtiyar Mathilde'in kapısı fcımıldadı. Verin bana anahtan Ama.. Kendiniz açın öyteyse.. Derin bır sessizlik Kilıdin çık edişi. Sonra her $eyin yerli yerinde oldugu, toplanmış: yemek odası Marün bir süre kararsız kalâıktan sonra yüksek sesle: Benim. dedi.. Komiserle beraber. Yan odadaki yatakta trtrt Rımıldadı Martin kapıyı kapatarak inledi: Bizim yapmamamı* gerekirdi.. Ama onun hıç suçu yok, öyle değil mi Üstelik hasta... Odaya girmeye cesaret edemiyordu. Kendinı toplamak için iki ıskemleye koyduğu valizleri aldı. Bır kahve yapayırn ister misinizT Maigret yatak odannın kapısını vurdu Girebilir miyimT Cevap çıkmadı. Kapıyı açtı. Başında bigodiler yatakta put gibi yatan Madam Martin'in kendisine dikilen bakışlanyla karşılastı. özür dilenm rahatsız ettigim için size... Boşu boşuna telâslanan kocaaızı getirdim. Martm arkasındaycu. Hissedij'ordu arkasında olduğunu. Ama göremiyordu kendisini. Avluda ayak seslerl, konuşmalar ve özellikle kadın sesleri yansıyordu Lâboratuvarlarla bürolarda çalışanlar eelivordu işe. Saat dokuza bir vardı. Yanda delinin boğuk çığhgı. Gece masasının üstünde ılâçlar Daha mı kBtü hissediyorlunuz kendiniziî Cevap vermiyeeegini biliyordu. Ne olursa olsun kendisini avnt sertükte tutmaya devam edecekti. Sanki ağzından çikaeak bir kelimeden ama bir tek kelimeden bile korkuvordu Sanki bir tek kelime çıkarsa ağzmdan, kıyametler kopacaktı Zavıflamıstı. Teni büsbu'tfln donuklaşmıştı. Ama Eözlerl, yalnız onlar, o garip ffrl jöz bebekleri, iradelerini, ateslerini canlılıkîannı muhafaza edıyorlardı. Martin girtJ! Ayaklanmn baSı çözülmöştfl. Her hali, her tavrıyla özür diliyor, af riea edivordu. Gri gÖ7İer yavaş yavas ona dogru döndü. buz pibi bakivortardı övlesine serttiler ki Martin basını eevirerek kekeledi: Jeumont eannda oldu .. Bir dakika daha geçseydi Belçika'da olacaktım. Tek tek herlcesin çevTeslnt bir büyük boşluk »armıştı. Bu boşluğu doldurmak için gürültüye, keliaıelere, cümleleri ih
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear