23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
29 Haziran 1950 CUMHURÎYET I İ KTİ B A SL A R[ f SEYAHAT NOTLARI Üniversite tahsili Ingılterede son elli sene zarfında üniversite tahsil imkânlan bir hsvli artmıçtır. Bu asrm başlarında 1850 kişiden biri ünıversiteye gidebılirdı. Şimdi bu nisbet 570 te bire yukselmıştır. Hükumetin de onivjrsite tahsiline bir kayıb gibi bakmadığı aşikâr<"'r. Son harbden önce hazine bu te'.'il muesseselerme 2 müyon ve talebeye yanm mılvon İngılız lirası tehsisat vermekteydı. Geçen sene bu miktarlar sırasıle 12 ve 9 milyona yükselmiştir. Halkın da, hükumetin de yanılmalan imkânı vardır. Bir kere: «Üniversite neye yarar?», «Talebenm çoğu bunu acaba dusünür mü?x>, oHükumet onları irşad etmek içüı gayret sarfediyor mu?ı Üniversite neye yarar şeklindeki ilk suali ele alalım: Üniversite genchğın guzide kummı mernleketin iatikbah için yetiştirir. Bunda belki herkes mutabıktır. Fakat bu «istikbal» nedtr? Arzularımız neden ibaret bulunursa bulunsun, npvcud âlem ıçinde yaşamak Tnecburiyetindeviz. Eğer Mr. Truman'la müşavırleri yanıimıvorsa İnRiltere ve onun dcmokrat komşulan uzun seneler müddetince Rusva ve onun bamba r ka dünya görüşile soğuk harb ha'inde vaşıyacaklardır. Demek ki biz *im"U, belki de ü n i v siteve girenlerin hayatı bovun:a sürecek msnevî bir muhasara altında bulunuvoruz. Bu hal ihtimal sıcak yani toplu tu'ekli harbe müncer olmaz; fakat mvıhakkak ki fikir sahasındaki soğuk harb devam edecek. A bombası, H bombası, XYZ bombası muh+plif şekilde kullanılacak ama patlatılmıyacak . Filhakika fıkirler bombalardan da kudretlidir. Korku ise bunlann en rr.ühımmidir. Bu sekilde menfi kuvvetlerden biri de iyi dan şeylere karşı beslenen itim'isızlıktır. Böylece bir ölüm dirim harbi açılmış demektir: Bu harb hayatın şeklı hakkında iki görüşten birinin mahvına kadar devam edecek. Acaba bu hayat şuurlu fakat neticeleri ağır istıhsal edilen cinsten mi o!"<f>k, yoksa Hıtler, Mussolıni, Stalin vesairelerın bize nümunelerını gösterdıkleri nevHen. süratle netice veren diktatörlükten mi ibaret bulunacak? Truman Ru<='adan sakmmamızı istıvor Bununla heraber Rusya kendi başına bir fevkalâdelik arzetmemektedır. O sadece dünyanın bir tarafında patlak veren bir çıban başıdır A\TU çıbanm kapanmış izlerinı Japonvada, Almanyada ve İt~'vada gormek hâlâ mümkündür. tTniversiteler diktatörlüğün insar m nercve götüreceğini bize peşmen bildirecek, hattâ fenalıklannı, zararlarını önlevebilecek kudrette idiler. Fakat bu bilgiyi talebeve aşılamadılar. Bilhassa Alman üniversiteleri bu hususu hiç başaramaiılar. Halbuki onlar bu asır içinde en yüksek mertebelere ulaşm"î bulunuyordu. Böyle olduğuna göre umumiyetle b îim üniversitelerin ve bilhassa Alman üniversitelerinin boş yere gayret sarfettiklerini iddia edebiliriz Çunkü şunu cabul etmek lâzım ki üniversitelerin ilk vazifesi insanlan birer robot olarak değil, insan olarak yetiştirmektir. Halbuki dıktatörlükler daima robotlaşmış adamlara itibar ederler. Bu hususta memleket sırlanm yabancı bir devlete teslim eden Herr Fuchs misali kadar açık ve bariz bir örnek bulunamaz. Üniversiteden yetişmiş olan bu adam gayet parlak bir zekâya sahibdi ve bir çok kimsenin anlamasına dahi imkân olmıyan mevzularda üstaddı. Fakat bu adam yalnız ahlâk bakımmdan düşkün olmakla kalmıyor. aynı zamanda ahlâk mefhumunu felce uğratmak hususunda özel bir tekniee sahib buluruvordu. Üniversiteler parlak zekâ ve bihiyp sahib o'm?'!a beraber vatsrdaş^arına karşı bu şekilde hareket eden adamlar yetiştirece'cse vakitlermi kavbettikleri ve neticede bir çok k nsenin havatıru perişan evledıkleri söz götürmez bir hakikattir. Sir R. Livingstone'a göre medeniyeti voketmenin en müessir çaresi üniversite1 eri oıt"Jan kaldırmaktır Tabiî o bir zamanki universıteleri kaHe!Jy>r Livlngstone bu münasebetle d ; yor ki «Ümversıtelerde görülen tahsıl esasen tahsilli insanlann göruşierine bir şekil vermekte ve böylelıkle siyaseti, idareyi, muhteıif mesl°k'="i. sanavi ve ticareti yak'ndan alâkadar etmektedir... Doktorun ve madencinin tekniği. matbuaun rengi, hükumetin tedbirlerı şuurun bu uzak sınır merkezl'ri tarafından tesbıt ve hiç olmazsa tadil edılmektedır .. Bunlar mevcud zekâva bir şey ilâve etmezler, fakat olanın mkışaf ve tekemmülüne yardım ederler.» Hıç şüphe yok ki halen üniversiteierde bulunan bü çok talebe ittiyaclan olan tahsile, teknik raekCambridge Üniversitesinde öğrencilcr yemek yerlerken teblerde veya kollejlerde de devam edebilirler. Vazifesini tam manasile yapan üniversite kuru bir tahsil veya meslekî tedristen ziyade terbiye, insanlık ideali ve hayat imkânları hakkına geniş bir görüş temin etmelidir. GİDERKEN.. Yazan: BUBHAN FELEK Zannediyorum, bu sefer Londraya giderken en'uzun hava yolculuğunu yapacağım. Sabah 8,30 da kalkacak tavyareye yetişmek için Erenköyünde saat beşte yataktan kalkmak nedir bilir misinız? Üstelik o gece saat birde yattını. Bizim tayyare meydanı İstanbul gibi dağınık bir şehir için uzaktır Erenköyünde, hattâ Pendıkte, Beykozda, Sarıyerde oturan bir adam sabah tayyareye yetişmek için geceyarısı uyanmak, bir takım hususî tertibat almak zorundadır. Eğer sevgili dostumuz doktor Ümid olmasaydı ben de kimbilir ne güçlukler jekecektim. Beni evimden ?'ıp, Yeşilköye pötürmesi sayesinde herşey yolunda gittı. bu kelepir gazinoda porsiyonu 120 kuruşa yediğimiz dondurmaların ateşi'e çıktık ve bütün Fransayı cenubdan şimale doğru katedecek olan uçuşa başladık. Ben Fransayı bundan evvel Londraya giderken bir kere daha böyle kuşbakışı seyretmiştim. Güzel memleket. Zengır* memleket. Mamur memleket. Orta İtalya da mamur ama Fransanın hali başka. O ne güzel ormanlar, ne güzel çayırlar, ne güzel tarlalar .. Böylece güzel güzel uçarken Romada aldığımız Hostes (yani kamarot •"ıanım) kemerlerimizi bağlamamızı rica etti. Parisli bir Ingiliz olan bu hanıma sordum: Iniyor muyuz? Hayır.. bir fırtmaya yaklaşıyoruz. Bağlanmamıza ne lüzum var? Sonra sigorta kumpanyası ö' demez.. Yaa! dedikten sonra bu sözün manasını biraz gecçe anladım. Ya& ni biz düşersek ve e er bizi bağb bulurlarsa sigorta şirketi para ödiyecekmiş. Derken efendim bir zıfiri karan lık bulut tabakasımn icme daldık Ne yer gorunüyor, ne şök Tayyare başladı sallanmağa Pek seyrek olarak yer görünüvor. Orası da karanhk. Halbuki günün batmasına daha iki saatten fazla var. Bu esnada, yanımızda bir de şimşek çaktı. tabiî herkesin neşesi kaçtı. Vâlânın endişesi yıldınm vurmasmda. Münirin korkusu da kanadın kırılmasında.. uzatmıyalım, Parisin biraz aşağısında başlayan fırtına bir saat kadar sürdükten sonra Le Havıe hizalannda sükunet buldu. Palabıyık bir İngiliz olan kaptan çıktı. Hepimize hal hatır sordu. Az sonra Manşı geçmeğe başladık. Her zamanki azgın deniz bir çarşaf gibiydi. Daha sonra kesik kesik bayırh İngiliz kıyılarını ge^tik ve çok geçmeden Londra varoşlannı altımıza aldik. "Hiç şüphe yok ki hâlâ Universitelerde bulunan bir çok talebe ihtiyaçları olan tahsile teknik mekteblerde, kolejlerde devam edebilirler. Vazıfesini tam manasile yapan Üniversite kuru bir tahsil veya mesleki tedristen ziyade terbiye, insanlık ideali ve hayat imkânları hakkında geniş bir görüş temin etmelidir,, Yıldızlararası seyahatin cazib ve müskül tarafları New York'ta dünyalararası yolculuklara hazırlık olmak üzere bir seyahat acentası kuruldu gerek. Talebe hakikatin kıymetini anlamalı ve onu aramasını bilmeli. Böyle yapmadıkları takdırde üniversitelerimiz boşuna çalışmış ve vakitlerini kaybetmiş olurlar. Halbuki vaktimiz dardır. Worel Digest.ten Yazan: Alan I Vimey Herr Fuchs'un birinci sınıf bir mütehassıs olduS'J muhakkak; buna rağmen bu adam mensub olduErzurutn Valisi yeni bir ğu beşeriyetin pek zavallı bir nüvazifeye tayin edildi munesi olarak kalmıştır. Bu sahada Oxford ve CamAnkara 28 (Telefonla) Valiler bridge'in yeni üniversitelerJen bir arasmda yeni bazı tayinler yapılçoğuna faikiyetleti var. Bu mües maktadır ve bunı dair l:ste bug inseseler yatdı olduğu için talebenın lerde son şeklinı alacaktır. Oğrenvakti, düşüncesi ve dıkkati üniver diğimize gor«. Frzıi'um Valisi Cesite ile evi arasında bölünmüş ol mal Dinc de Nühıs Işleri Umum muyor. Buralarda hüküm süren Müdürlüğüne tayin edilmiştir. anane bir mekteb çocuğu olarak gelen talebeyi olgunlaştırmak için Bursa C.H.P. il başkanlığı birebirdir. Talebe hergün evlerile Bursa (Hususî> Sümerbank kollej arasmda mekik dokuyan di Teftiş Heyeti Teknik Müfettişü; : ne ğer arkadaşlarından fazla dış âle tayin edilen Merinos Fabrikası me, etrafma bağlanır. Aynı sebeb Müdürü ve C.H P. II Idare Kurulu den dolayı spora da daha fazla rağ Başkanı Durmuş Erginsojdan innibet eder. lâl eden Parti Başkaniığma Idare Üniversiteler gelecek nesillerin Ku ulu üyesinden doktor Edib Rüş• ' başta gelecek adamlannı yetiştirir tü Akyürek seçiln ' • Yeni ba ler. Fakat onlara manevî kıymetleri kan dünden itibaren bazifesine baştakdir edecek duyguyu da aşılamak lamıştır. A llah gani gani rahmet eyle• ^ sin, çok iyi adamdı şu Nef ı Bey.. Ama cıdden iyi, namuslu, dürüst adamdı. Ölüm haberi şehrin içinde yayılır yayılmaz sayıları az, fakat mevkı ve şerefleri yüksek bir sürü insan, matemlere garkolduydu. Bazııarmm günlerce çenesini bıçak açmadıydı. Bir çok evlerde, salonlarda, lokallerde sözü edildi, namı anıldı, hâtırası tâziz olunduydu. Zavallı Nef'i Bey.. Hak kında bir çok yazılar da yazıldı ya, onun şohreü, büyüklüğü adamakıllı belirtılemedi sanırım. Gerçi hakkında cüdler yazılsa, ansiklopediler düzülse gene de şanma lâyık bir hal tercümesi vücude getirilemez, getiıilemez ya, hayatının en canlı, en sivri renklerini sanırım kendi yakınlan bile belirtemediler, yaşatamadılar. Benim merhumla, pek öyle içli, dışlı münasebetim olmadı. Nihayet bir vazife ılgisinden ibaret. Fakat bu vesile ile kendisinin bazı hususıyetlerıne, pek öyle herkese açıvermedıği iç âlemine dair bazı bilgıler, duygular edındim ki, burada zıkre değer. Hem bunlar, memlekette son devri temsil eden adamlann topuna yakışacak bazı ipuçları da verir. İnanmazsanız dmleyıniz: Nef'i Beyle, halkın terbiyesine, yetiştirilmesine ve medenıyetçe ileri doğnı surulmesıne hizmet edebilecek bir çatı altında tanıştık Sessiz, hiddetsiz, hemen hemen hissiz bir adamdı En bayağı hatalar karşısmda bıle dışarı vurmıyan, daha ziyade içine akan bir teessüf göstermekle yetüıir; buna mukabil küçük başarıları göklere çıkarmaktan çekinmezdi. Herkese oğlum, kızım dıye hitıb ecler, hademelerm bile gönlünü kırmamak için AHahına peşin bir yemin etmış gibi davranırdı. Şimdi arkasmdan rahmet ckuyanlar arasmda bu hademeler, mühim bir yekun tutsaıat gerektir. Az mı lutfunu gördülor, az mı parasmı aldılar. Şaka degil[ baçkasmın kesesinden, meselâ dev'let hazinesinden dahi olsa, şuııa buna para dağıtm;ık, her babayiğıtm kân değildir. Nef'i Beyin ömrü boyunca biriktirebildiği paralarla, tanıştığımız ta rihlerden çok evvel, Işıklar caddesinin en mutena bir yerinde, azametli bir apartıman yaptmlmış bulunuyodu Bir mün ^ebetle bu oinayı ^örmiış de eoz'erime inana • mamıştıiD. O alçak gönüllü, o ya Avrupada is]<="en İngıliz tayyareleri iki motcriulur. İçinde irtıfaı telâfi edecek ok^ijen tertıbatı da vcktur. Onun için çok yukseğe çıamaz. Bızim tayyare Atina İstanbulu iki saat beş dakıkada aldı. Bir de ndık* ki mevdan sıcaktan yanıyor. Hususî emni'et tertibatı almmış Bizi görmeğe gelen dostlanmızı sabık Bahriye Nazırı dostumuz M. Mavro Mihalis'in delâletıle meydana bırakmışlar. Çunkü tam o sırada şu Ankarada da gösteriler yapnıış olan tepkili İngiliz uçağı burada Kralın huzurunda tecrübeler yapacakmış. Biraz dinlendik. V=jkıt geldi. Tayyareye bindik. Kalkmaz. Allah Allah.. derken öğrendik ki Kral meydandi iken hiç bir tayyart ucmıvacakmış. Öyle ise bu cehennem gıbi yerde neden duralım? Biz de indik ve şöyle bir kenardan gosterivi seyrettik Müthiş bir şey. Saatte 900 kilometreden fazla gidiyor ve giderken istediği gibi dönüyor, iniyor, çıkıyor. Beş saniyede 3000 metreye vükseliyor, taklak atıyor.. işin tuhafı önümüzden geçerken sesi işitilmiyor da geçtikten onra dehşetli bir hısırtı duyuluyor. Londranın Northolt meydanına Neyse iş bitti. Bize de izin verdiler. indiğimiz zaman tarife saatinden Kırk dakika bir teahhurla kalktık 48 dakika ileride idik. Bize Yeşilköyde iltimas ettiler. ingiliz tayyareleri dikkatli, temiz Tayyareye önce bindirdiler ve bu ve süratlidir. Bu seyahat sırasında suretle kuyruk üstünde ve pencere vasatî 350 kilometre yaptık. Azamî önünde yer tutabildik. Lâkin bu 2550 metreye kadar çıktık. Fırtınaaçık«özlüğümüzün acısını sonradan dan fazla sarsılmamıza sebeb de çektik. bu tayyarelerde oksijen tertibatı Atina Roma yolculuğu güzel olmadığı için 3000 metreden yukageçti. Altta kâh deniz, kâh kara n çıkamamalandır, zannmdayım. bir değişik dekor var. Romaya ın Bununla beraber kaptanımız kâh diğimiz zaman Atinaya rahmet o frtınanın altına, kâh üstüne çıkkutan bir sıcaklık bulduk. Bizi mnk suretile bizi selâmete çıkarlokantaya sevkettikleri zaman göl dı. gede 3738 derece hararet hissediMeydanda bizi, İngiliz Hariciye liyordu. Resim gibi süslü fakat o Nezareti, İngiliz haberler merkez nisbette cansız ve tatsız bir yemek teşkilâtı temsılcılerile, basın ataşeten sonra tekrar tayyareye binji;i miz Nejad Son'ncz arkadaşımız, miz zaman tarifeye göre yirmi da yardımcısı Bulend Ecevit ve sefarethanemiz tı>msilcileri karşıladılar. kikalık bir teahhurumuz vardı. yapıldı. Romadan Nıse iki saatte geldik Pasaportlanmız jabucak Frunsız Rivivensımn bu Güzel şeh Gümrük pek nazikâne davrandı. rini yalnız ta3yare meydanile ve Haricivenin emrimize tahsis ettiği meydandaki lokantada yediğinıiz arabalarla Rembrandt oteline gitarkadaşımızın güzel dondurmasile tanıdık. Her tik. Mümtaz Faik Fransız gibi biraz meraklı olan haremi Adviye Hammın soyadı Fenik, benimki de Felek olduğundan garson bana sordu: iki isim bir olacak, zannile ikimize Lizbona mı, Madride mi? bir oda hazırlamış olduklarını gö Londraya. rüp gülüştük. Bana bir ayrı oda Allah, Allah. verdiler, numarasım unutmama un Neden şaştınız? kân yok: (100). Evet! Uğurdur de Ben sizi Portekızli sandım. diler. Şimdi ne zaman anahtarımı Maalesef aldandınız, dedım istemeğe gidersem kapıcı gülumsiBir İngiliz lirasını 600 franga bozan Dünyadan diğer yıldızlara seyahat artık sadece bir hayal mevzuu sayılamaz. Tamamile hakikat olmadı ise de, tahakkuk yoluna doğru ilk adımlanm aünıştır. Jnun içii, bu işin artık hayalle h^kikal arasında bulunduğunu kabul edeo:liriz. Bugün New Yorkta dünyalararası yolculuklara hazırlık olmak üzere, bir seyahat acentesi kurulmuştur. Her işte ilk adımı atanın ka7."">cağına kanaat getirmiş olan Amerikalılar, henüz şaka sahnesinde bulunan bu işi şimdiden ciddiye almışlar ve iş ciddî safhaya girdiği zaman rekoru elde bulundurmak istemişlerdir. Bu seyahat acentesi dünyadan aya, Merıhe, Zühale, Venüse «astrobüsi) işletmeye ancak 15 mart 1975 tarihinie başlaypcağını ilân etmekle beraber, n teknik ârızala'dan husule gelen gorikmelerden dolayı mesuliyet kabul etm'yeceğini» de ayrıta beLrtmektedir. Gene acentenin bildırdiğine göre, yıldızlararası yolculukların en kısası 10 saat, en uzunu da 1333 gün surecektir. yerek ve ben söylemeden veriyor. Hey gidi talih hey! Londrada da yakamı bırakmıyor. Bu yazımı bitirirken hemen hâber vereyün, çok yüklü bir programla bizi Londra, Manchester, Glaskov, Birmingham, Cambridge ve Shakespeare'in ioğduğu şehir olan Stratford şehirlerine götürecekler. On beş, on altı günde bu kadar şehir ve on şehirlerde bir çok müesseseler nasıl gezilir, göreceğiz. Şimdilik Rabbiye emanet olun sevgili . okuyucularım. Bu hesab, «Astrobüs» lerin ortalama olarak saatte 40 bin kilometre hızla uçacaklın esasına göre yapılmıştır. «Astrobüs» yaTiı «yıid'.î otobüsü» adı veHlm.esi düşünülen nakil vasıtası, mermi şeklinde bir şey olacak ve tepki kuvvetile işleyer " tir. F.'''t, bugür1 • Vı>lde böyle bir uçak yapılamadığma göre, saatte 40 bin kilometre gibi havsala almaz bir sürati hayal sahasında bırakıp, hakikate daha yakın bir sahaya bakalım: Bugün, ses süritinden daha hızlı giden tayyareler yapılmıştır ve bunlarla, hava tabakasının dışında, saatte bin kilometre hızla gitmek pekâlâ kabil olacaktır. Bu tayyarelere dünyanın çekim kuvvetinden kurtulabilecek kadar uzağa gidebilecek devamlı bir sürat temin edildiğini ve gök boşluğundaki şartlara tamamile mukavemet edebilecek bir cihaz hususiyetleri verildiğini farzedersek, aklımıza ilk gelecek sual şu olacaktır: Böyle bir tayyare güneş manzumesindeki yıldızlara ne kadar zamanda ulaşabilir? Dünyaya en yakm küre, şüphesiz aydır. Bizden 380 bin kilometre uzakta bulunan aya, bu hesabca, 6 günde gidilebilecektir. Fakat, bir kere gök boşluğunda seyahate başladıktan sonra, ay gibi yakın bir komşuya değil, daha uzak yabancılara %itmek isteyeceğimiz muhakkaktır. Bunlann en yakını Venüs (Zühre) yıldızıdır. Fakat, ne kadar «yakın», biliyor musunuz? Tam 42 milyon kilometre! Saatte 1000 kilometre giden tayyare ile buraya aneriyeceğim, kalkıp ellerine sarılac3ğım: «Ben ettim, sen etme, ey ulu adam, ey büyük kalbli veli, beni affet.. Affet beni..» diye haykıracağım. Fakat kendimi tutuyorum, arkadaki apartıman gölgesine biı kaç saniye bakmamağa çalışıyorum. ne mümkün? Şaka değil efendi! En aşağı yirmi daire, paranın kıt devrinde, bu kuzu gibi herif, aybaşlannda, en aşağısından, iki bin kâğıd topluyor kiracılardan.. İki bin, iki bin, iki bin... Şimdi iç cebinin dip tarafmda, kımbilir kaç tane iki binlik istiftedir. İlhan, daima öyle, sözümü dinle. Cesaretin kırılmasm, metın ol oğîum. Halkm hizmetindeyiz. Bu büyük, bu mübarek millet . Eeeeeeeee . Sıktm artık.. diye haykırıp dışan fırlıyacağım, hayır, yapamam. Peki, bu komediye nasıl tahammül etmeli? Yarabbi, ilâhi imdadını indir gökten . İndir ki bu zavallı kulun, yeryüzü azablarmın en derininden, en keskininden kur tulsun! Günün birinde bir şey oldu: Ge ne aynı yüksek mevzular, aynı temiz ve asîl lâkırdılar.. Benim aklım gene karşı duvarda.. Baygınhklar geçiriyorum. Nefi Bey dalmış, bodrum katına kurulmuş bir plâk gibi, derinden derine, o tatlı sesinin ahengini din liyorum. Şöyle bir şey anlatırken.. O genclik kurulunun karşısm daki o saf, o berrak ruhlu halk yığınına karşı o apartıman meselesini.. Birden ayağa fırlamışım: Ne? diye bağırmışım, ne dediniz? Nef'i Beyin suratı simsiyah kesilmiş. O kelimeyi nasıl, ne sebeble söylediğinin farkmda bile değil. Yutkunuyor, gözlerini tekerlek tekerlek açmış, bana bakıyor. İçimde çöreklenen apartıman yılanının, birden onun göğsüne fırlaması, ne mucize, yarabbi, ne mucize?! Git, İlhan, git şündi!.. Hastayım, rahatsızjm . ' Dışan çıkıyorum ve deli gibi çılgın kahkahalar atarak merdivenie re, büyük giriş kapısına atılıyorum. Heykelin dibinde. taş merdivenleıc yığılıyorum. Dakikalarca, saatlerce ,deliler gibi gülüyorum, içirm boşaltıyorum. Allah gan' gani rahmet etsin, iyi adamdı. Merhum . Namusu, haysiyeti. şerefi, sicili tertemızdi Pirü pâk idi. Allah eümlemizin taksiratını affetsin. Bu arada benim de (7= J^üçuh hikâye APART1MAN Yazan : ilhan Tarus Lâkin çok ihti>atla hareket etmeliyiz. Düşünmeli, tedbir almalıyız. Milletimiz çok asil, çok zeki biı millettir. Terbiyeyi derhal alıverir, kavrayıverir, yeter ki önünde iyi bir rehber olsun.. Apartımanın heyülâsı, çoktan arkasuıdaki duvarda belirmiştir Şündi o söyler, söyler, söyler.. Ben gözleriml o heyülâya dikerim, göğsüm cendere içinde sıkışır, sıkışır, nefes alamaz hale gelirim. Lâkin ne çare, kaçıp gitmek imkânı yok Millet, vatan uğrunda, son gayretimizle çalışmahyız, İlhan. Ama son gayretimizle.. Halk terbiyesi öyle çetin bir mevzudur ki, ne kadar uğraşılsa, ne kadar ömürler heba edilse, azdır. Sonra ele, avuca sığmaz, ilmi, fenni belirsiz bir iştir de.. Asil zor tarafı buduı ya... Öyle olsa yeni nesiller ıçın maarif bakanlığını kuran devletler, halk için de bir halk terbiyesi bakanlığı kurarlardı. Lâkin mesele, hemen öyle teşkilât kurup işe girişivermekle bitmiyor.. Halkın ruhu seyyaldir, hele bizimki gibi geri, cahil, dünyadan habersiz olursa, bu seyyaliyet büsbütün artar. Demir tarar durur. Tohum tutmaz, kök salmaz olur. Uğraşırsın, gel oğlum, gel yavrum dersin, sırtını sıvazlar, yanağını okşar, gönlünü alırsın.. Böyle böyle bu miîlet. bu büyük millet, terbiye olur MiJlet terbiye olmasuıa olacak ya, ah şu apartıman!.. Bana kalırsa, Nefi Beyin bu mülâyim ruhu, bu sessiz, bu yumuşak ahlâkı, hep o apartımandan geliyor.. Her şeyin yavaş olmasına, mevcudun bozulmamasına çalışmalı.. Tâ ki apartımanlar, olduklan yerde sarsılmasınlar.. Milletimiz cahildir, İlhan, fl. giye, sevgiye lâyıktır İlhan.. Sabredeceğiz, dişimizi sıkacağız, kimseyi kırmadan fikirlerimizi aşılamağa çalışacağız. Başka çare yok oğlum... Evet, bu muhterem zat, böyle konuşuyor, böyle düşünüyor.. Ne de tatlı sesi var.. Ne de mülâyim huyu var.. Vatan işlerinde âdeta bir havvari, bir nebi.. Ben o yılgınlık, o hiddet, o bomba gibi dolu günlerimde, âdeta olduğum yerde vaş huylu adamm, dunya malına bu kadar kıymet vermesi, yalnız vermekle de kalmıyarak bu kıymeti hemen bir devyapı şeklinde dineltmesi, garibime gitti. İçime bir huzün çöktü. Sahibine karşı beslediğim hürmet yüzünden fena bir fikri kafamın içine dahi sokmuyordum ama, apartıman da gözümün önünde istihza ile yükseliyordu. O gün, ertesi gün, ertesi hafta, velhasıl sonuna kadar bu binanm hayalini kafamdan söküp atamadım, silip çıkaramadım, vesselâm. Siz şimdi • benim kıskanç, kötü yürekli birisi olduğuma hükmedeceksiniz. Vallahi değil, kimsenin malında gözüm yoktur. Tanıyanlar bilirler ya, düşünmem bile böyle şeyler.. Ne var ki, Nef'i Beyle aramda, Tanrmın günü konu^ulan, ortaya dökülüp didiklenen bazı mevzular, bu apartıman meselesi ile birleşince, bendenize bir nevı ruh hastalığı veriyordu. Sizin anlıyacağınız, o günden sonra ne zaman âmirimin karşısına çıkıp bir lâkırdı etmeğe girişsem, gozlerimüı önüne, kara bir perde gibi, hemen apartımanın gölgesi dikiliyordu. Çok uğraştım, unutmağa çalıştıra, mümkün değil. Mem'ıeket işlerinde, gayet temiz ve asil mevzular üzerinde kafa yoran bir insanın, söz arasında, böyle bir hayale kapılıvermesi ne tuhaf oluyor, tasavvur edemezsiniz. Meselâ, siz düşünün, camide bir hoca vâz verıyor, yüksek ve davudî sesile SiyeriNebi'den dem vuruyor. Lâkin siz bu hocayı tanıyorsunuz. Vaktile filânca mahallede, erkeğin evde bulunmadığı bir sırada, gene bir kadının evine girmiş, yanm saat kaldıktan sonra da, cübbesinin altına bir kaç yatak çarşafı sararak çıkmıştı. Kadın çabuk farkına varmış, pencereden avaz avaz haykırmağa başlamış, millet hocanın peşine düşmüştü. Neyse, konu komşu din, diyanet ehlidir diye öne atılıp hocayı mahkemeden kurtarmışlardı. Şimdi bu adamı dinlerken, o canım âhiret hikâyelerine kulak verirken, o yürek sıziatıcı peygamber hikâyelerini ru humuza sindirirken, bu münasebet siz hâtırayı düşünmenin âlemi var cak 4 yıl 9 ayda varmak kabildir. Diğer yıldızlann dünyaya en yakın geldikleri zaman bize olan mesafeleri ve bu esnada, saatte 1000 kilometre giden tayyareyle ne kadar zamanda ulaşabileceğimizi aşağıdaki listede toplu olarak görebilirsiniz: Merkür: 92 milyon kilometre 10 buçuk yıl, Merih: 78 milyon kilometre 8 yıl 8 ay, Jüpiter: 627 milyon kilometre 71 yıl, Zühal: 1 milyar 275 milyon kilometre 145 yıl, Uranüs: 2 milyar 720 milyon kilometre 309 yıl, Neptün: 4 milyar 360 milyon kilometre 500 yıl, Pluton: 5 milyar kusur milyon kilometre 700 yıl. Görülüyor ki gökyüzü seyahaü hiç de bir eğlence yolculuğu sayılacak ve sırf değişiklık olsun dıye heves edılecek bir şey değildir. Yıldızlararası seyahat acentesinin düşündüğü gibi saatte 40 bin kilo. metre hızla giden «astrobus» lerla yapıldığıru farzetsek bile, gökyüzü yolculuğu gene pek cazib olmıyacaktır. Çunkü o takdirde bile, en yakın yıldız olan Venüse tam bir buçuk ayda gidilebilecektir. Bundan daha yüksek bir hıza da âdemoğlunun pek kolay kolay erişebileceğini düşünemeyiz. Zira, bugünün azamî hızı saatte 1000 kilometre iken, biz, hayale bütün imkârunı vererek, kırk mislini kabul ediyoruz. Bu muazzam kuvvetin yirmi beş seneye kadar elde edilebileceği de şüphelidir. Onun için, New Yorktaki «Yıldızlararası Seyahat Acentesi» ne yaparsa yapsın, bir buçuk gün'ük tren yolculuğunu bile kolay kolay göze alamıyan insanlar arasında bir buçuk aylık hava yolculuğuna pek hevesli bulamıyacaktır. Farzı muhal, saatte 40 bin değil. 80 bin kilometre hızla bile gidecek olsak, Venüs gibi yakın komşumuzu ziyaret için gene üç hafta gibi bitmez tükenmez bir yolculuğa katlanmak lâzım gelecektir. Düşünün bir kere: ilk zamanlarda herhalde pek geniş ve rahat clmıyacak bir hava gemisinde, haftalarca, hemen hemen yerinizden hiç kıpırdamadan, veya hiç ohnazsa yürümek, dolaşmak imkânından, mahrum olarak, gidecek ve gideceksüıiz! ihtimal ki kuru bir toprak görmek için değil, cennete ulaşmak için bile bu kadar sıkıcı bir yolculuğu kim göze alabilir? Buna olsa olsa, ilim merakile her türlü fedakârlığa razı olan bazı kimseler teşebbüs edecektir. * * * Gökyüzü yolculuğunun güçlüğü sade yolun uzunluğundan ibaret ulsa gene iyi. Havasızlık ve soğuk gibi başta gelen iki mahzur var ki bunlar ölüm tehlikesinin en mücessem şekilleridir. Yapılan hesablara göre, hava boşluğundaki suhunet deıecesi sıf:r altında 273 santigrad eibı koıkuııc bir rakam göstermektedir. Vâkıa, yıldızların sathı üzerinde soğuk daha azdır. Meselâ MeriMen sonraki dünyalarda suhunet sıfiraltı 100 ıle 220 arasındadır. Ayda ise, insan vücudünün tahammül edemiyeceği derecede soğuk sıcak farkı vardır: Gündü^leri +150 derece sıcağa mukabil geceleri 100 derece soğuk olur. Yıldızlara gidenler, kendilerini oraya götüren tsyyare veya hava gemisinden dışan çıkmasalar bilp, bu soğuğa karşı kolav kolay korunamıyacaklardır. Tayyaredeki ısıtma teçhizatı devamlı olarak çalışacaktır ki bu da, kolay bir iş değildir. Bir yandan yolcu, bir yandan havasızlığa karşı oksijen, bir yan dan da soğuğa karşı ısıtma maddesi taşıyacak olan tayyarenin ağırlığı o nisbette artacaktır ki bu da sürat kaybına sebeb olacak bir âmildir. Hulâsa, yıldızlara seyahat, gerek ilham ettiği şairane düşünceler, gerek verdiği ilmî merak bakımından eğlenceli bir Tievzu olmakla beraber, pek o kadar heves edilecek bir yolculuk gibi görünmüyor. (Domenica del Corriere'den) mı ya.. Hiç yok. Gel gelelim şeytan bırakmaz, cübbesi hüttâlar gibi şişmiş, şalvan ıslak bir hocanın, yelyepelek kapıdan sıvıştığı dakika, gözlerinizin önünde canlanır. Gülmek kolay, ' ağlamak kolay, kaçıp gitmek kolay, fakat bu iki gerçeğe bir arada dayanmak zor.. Zordur beyler, zordur... Nefi bey, bakarsınız, sizi çağırtmış. Masasının başında, o sevimli yüzü, o al al yanaklan, o daima içi gülen gözlerile, bekliyor: Gel bakalım, İlhan Bey oğlumuz. Otur bakayım karşıma.. Ha şöyle.. Nasılsın, iyi misin? Çoluk çocuk âfıyettedir inşallah? Teşekkür ederim beyefendi, çok şükür. Sonra yavaş yavaş toparlanır, koltuğunda şöylece bir doğrulur. Gozlerinin yumuşakhğuıa mümkün mertebe bir sertlik vermeğe çalışır: İlhan, filânca yer genclik kurulunda bir hâdise olmuş. Rapor ediyorlar. Edebiyat kolu başkanı olan gene bir öğretmen, binanın lçinde, başka bir öğretmen hanımla öpüşürken yakalanmış... Görüyor musun olanı? Şimdi ne yapacağız? Yarm hâdise gazetelere aksederse ne diyeceğiz? Nasıl kulp takıp tefsir edeceğiz?... Öffffff... Bıktım usandım, şu işten.. Üzülmeyiniz beyefendi, diye söze başlarım, olağan işler bunlar. Mademki halk terbiyesi denilen büyük davayı üzerinize almışsınız, bunlara dayanacaksınız. Biz de peşinizde, çömezmiz olarak, çahşıp çabalıyacağız bu işlerin üzerinden gelmeğe çalışacağız.. Yüzune hafifçe, ama hafifçe bir rahatlık siner Öyle, öyle ama, adamı bunaltıyorlar be İlhan.. Olur mu bu şimdi? Hem ikisi de öğretmen.. Olur beyefendi, olur. Öğretmenler de insandır. Onlar da hatalar işlerler, doğru ve eğri işleı yaparlar. Gülerler, ağlarlar, sevişirler ve kavga ederler.. Ama yarı resmî bir binada? Yarı resmî falan değil beyefendi, tamamile hususî bir binadır, bizim orası.. Hem siz değil misiniz, genclik gelsin, oynasrn, okusun, saz çalsm, eğlensin, diya bar bar bağıran? Bunca insanın, bu kadar serbest hareket etmesini istediğimiz bir bina dahilinde, buncacık bir rezalet de kopuversin, ue çıkar.. Yüzü biraz daha gevşer, gozlerinin etrafı kırışmağa başlar. Fakat beri taraftan kendisinin çömez, benim de üstad vaziyetine düştüğümüzü seçiverir: Aierin İlhan, der, sende müsamaha duygusunuı bu kadar geliştirdiğime gerçekten memnunum
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear