24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
19 Mayıs 1937 CUMHURİYET Atatürk ruhundaki dele kudretini Anadoluya aksetmiş görüyordu [Baştarafı 1 inci sahifede] Fransız mekteblerinde de papazların yardımile tekrar edildi. En küçük bir mukavemet, büyük bit şiddetle mukabele görüyordu. O kadaı ki İtilâf kuvvetlerinin İstanbula ilk girdikleri günlerde daha şiddetli bir mu kavemet kanlı kıtallerle neticelenebilirdi. Hele, Fransızların Legion Etrangere denilen ipten kazıktan kurtulmuş serserilerden mürekkeb ecnebi alaylarının ef radı yapmadık rezalet bırakmıyorlardı. Kadınlann pecelerini, erkeklerin feslerini yırtıyorlar; kendilerinden yüz bula rak taşkınhk eden hıristiyanları müdafaa bahanesile Türklere taarruz ediyorlardı. Bunlar, İstanbulu, Fransanın uzak müstemlckelerinin köşede bucakta kalmış şehirleri ve İstanbul Türklerini de her tecaviize reva gördükleri yerli halkm ayni addetmek gibi fahiş bir hata işliyorlardı. Önce ağır başlı davranan îngilizler de, sonraları yavaş yavaş gemi azıya aldılar. Onlar da, başta Maksvel ismindeki polis âmirleri olmak üzere, halkı haraca kestiler. İstanbul, bellerindeki müthiş pala larla askerden ziyade insan kasabına benziyen kara veya san suratlı bir sürü yarı vahşi veya tam yabani sürülerle dolmuştu. Aralannda yamyamlar bile vardı, Bunlar, Türkiyeye medeniyet getirdiklerini iddia edenlerin, dünyanın en eski medeniyetine sahib olan kahraman, asil ve civanmerd bir milleti temdin vasıtalan idi. Türkiyede bu hâdiseler olurken Pariste de Llyod George ile Clemenseou Türkiyenin can düşmanı kesilmişlerdi. Ga • lib devletler, Türkiyeyi taksime hazırlanıyorlardı. Dahilî düşmanlar da, vatan hainleri de dışarıdan gelen düşmanlarla elele vermişlerdi. Ekalliyetler, müthiş bir surette azmışlardı. Türkten başka herkes, müslüman ve hıristiyan herkes Türke düş • mandı. Hatta Türke ve Türklüğe düş man olan vatan haini bazı bunlara Türk demeğe dilim varmıyor mel'unlar da açık veya gizli haricî düsmanla beraber çalışıyorlardı. Padişah Vahideddin ve Cniştesi olan Sadnazam damad Ferid, bu hainlerin elebaşıları idiler. Kopektir zevk alan sayyadı biinsafa hizmetten Mısrama uygun bir gayretle haricî düşmana hizmet ediyorlar, örfî mahkemeler kurarak bigünah vatandaşları asıyorlardı. Vatanm istikbali, kapkaranlık bir gece gibi, korkuncdu. Milletin üstüne binlerle yıllık tarihimizde misli görülmemış bir kâbus çökmüştü. Hiçbir taraftan kurtuluş ümidinin zerresi gb'rülmüyordu. «Veyl mağlublara!» diye bağıran ga liblerden merhamet bekliyen gafiller ve hainler, gruplara ayrılmışlar, Amerikan mandasından meded umuyorlar, İngiliz Muhibleri cemiyeti kuruyorlar, mağrur ve rrüteazzım Franchet d'Esperey'nin abus yüzünü yumuşatmak için beyhude yere Fransaya dalkavukluk ediyorlar, bazı kimseler de ceblerine attıkları îtalyan pasaportunda, yurd için değil, kendi şah:slan için, bir paratoner tevehhüm edi yorlardı. Vatan haini muharrirlerin çıkardıkları gazeteler, her türlü kurtuluş ümidlerini kıracak bir lisan kullanarak milleti zelilâne teslimiyete teşvik ediyorlardı. Venizelos, Pariste Türklerin İzmirde hıristiyanları katliâm edeceklerine dair yalancı vesikalar uydurarak gizli gizli, İzmir ve havalisini işgale hazırlanıyor du. îstanbuldaki gafiller ve hainler, bu faciadan habersiz, hâlâ, el etek öpmek, harbin bütün mes'uliyetlerini İttihad ve Terakkiye yükletmek, eski İttihadcıları örfî mahkemelere vermek gibi tedbirlerle meşguldüler. İşin müthiş vahametini ve kurtuluşun tek çaresini, yalnız, tek bir insan anla nuştı. O da MUSTAFA KEMAL di. O, çoktan, daha harb içinde iken vazi • yetin feci fenahğını anlamış, Türk kuvvetlerinin başka cephelerde israfına mâni olmağa çalışmış, fakat Enver Paşa, onun kıymetli tavsiyelerine kulak asmamıştı. Nihayet, Yunanlılar 15 mayıs 1919 günü Izmiri işgal edince Mustafa Kemal, çoktanberi zihninde tasarladığı kurtuluş mücadelesine filen geçmek için, Üçüncü Ordu müfettişliği vazifesini alarak Anadoluya hareket etti ve 19 mayıs günü Samsuna çrktı. «lşte bu tarihten itibaren, henüz 39 yaşında olan Mustafa Kemalin hayatında yeni Türk devletini kurmak safhası başlamıştır.» Bu yazının gayesi, 18 inci yıldönümü münasebetile 19 mayısm yüksek kıymel ve ehemmiyetini göstermektir. Onun için Atatürkün Samsuna ayak bastıktan sonraki kurtancı ve muzaffer mesaisini hulâsa edecek değiliz. Esasen muhteşem eseri meydandadır: Bugünkü müstakil ve kuvvetlî Türkiye. tinin bir teşebbüsü Camiüttevarih tercüme ediliyor, Mimar Sinan için de eser yazdırılıyor Türk Tarihi Tetkik ve Araştırma cemiyeti, memleketin tarihini alâkadar edecek bir faaliyet programı hazırla mış bulunmaktadır. Bu cümleden olarak cemiyet, İlhaniler devrinde Bağdadda hüküm süren Mahmud Gaznevinin veziri Reşideddin namına, bir heyeti ilmiye tarafmdan yazılarak hükümdara tak dim edilen ve ilk defa olarak Türklerin Orta Asyadan muhtelif istikametlere olan istitalelerini ilmî bir şekilde ve ve sikalara istinaden ortaya atan (Cami üttevarih) ı türkçeye tercüme ettir meğe karar vermiştir. Bu suretle mey dana gelecek muazzam esere, muhtelif bahisler hakkmda başka tarihlerden de istifade edilerek haşiyeler ilâve e dilmek suretile en büyük bir tarih külliyatı ortaya konulacaktır. Tarih cemiyeti bu tercüme işini Kastamonu lisesi muallimlerinden Baki Gölpınara vermiştir. Bu büyük iş için Baki Gölpınar şimdilik Maarif Vekâleti tarafmdan bilâmüddet mezun addedilmiştir. Tarih cemiyeti aynca Mimar Sinan tarafmdan, Osmanlı Imparatorluğunun en fazla genişlediği bir devirde, muhtelif vilâyetlerde yapılmış eserler üzerinde de şümullü bir tetkik yaptırmağa ve bu eserler hakkında muhtelif bakımdan büyük mimarın san'atıni. dehasmı te barüz ettirecek bir kitab meydana ge tirmeğe karar vermiştir. Cemiyet bu işe de Kasımpaşa orta mektebi edebiyat muallimi Rıfkı Melulü memur etmiştir. Bu muallim de eser kmal edilinciye kadar Maarif Vekâleti tarafmdan mezun addedilmiştir. Mimar Sinanın eserlerine aid Sofya dan, Romanyadan, Yugoslavyadan, Suriyeden, Iraktan ve Anadolunun muh telif şehirlerinden birçok resim celbe dilmiştir. Bu resimler de hazırlanmakta olan esere ilâve edilecektir. Amerika Sefirile iki Koleji soyan hırsız Aylardan sonra zabıtaca yakalandı Selânikli Ahmed çaldıklarını Hürriyetiebediye tepesine gömiip uzun müddet geçince çıkararak satıyormuş Eşyalar bulunarak sahiblerine verildi îstanbul polisi büyük bir çahşmadan sonra mühim bir hırsızı yakalamağa mu vaffak olmuştur. Hırsızın ismi Ahmeddir, 330 doğumlu ve Selâniklidir. Ahmedin yaptığı marifetlerin en mühimmi büyük bir cür'etkârlıkla Rumelihisannda Ame rika sefiri Makvari'nin evine girerek, 138 parça gayet kıymettar, çatal, bıçak ve sare ile 250 lira kıymetinde bir tepsi ve sütlük, 300 lira kıymetinde bir filim makinesı, bir Sahibinin Sesi gramofon ve meşhur tayyareci Lindberg'in imzalı resmini ihtiva eden bir madalya ile dığer madalyalan çalmasıdır. Bu azılı sabıkalı mühim bir servet teşkil eden bu eşyalan aşırdıktan sonra gene Rumelihisarında Amerikan erkek Kolejine kapılann kilidlerini kırarak girmiş, bazı kıymetli eşya çalmış, sonra diğer bir gece de Amerikan Kız Kolejine girerek mektebe aid 212 liralık bir daktilo makinesi aşırmıştır. Ahme din şimdiye kadar meydana çıkanlardan başka diğer vukuatı da mevcud olduğu zannediliyor. İşin meraklı tarafı Ahmedin bu eşyayı çaldıkatan sonraki hareketidir. Temiz giyinen ve böyle bir işe teşebbüs edeceğine ihtimal verilmiyen Ahmed so yacağı yerleri bir müddet tarassud altında bulundurduktan sonra münasib bir fırsat zuhurunda tasavvurunu mevkii tatbika koymakta, çaldığı eşyayı satmadığı gibi evlerede de saklamıyarak doğruca Hür riyetiebediye sırtlarına götürüp tenha yerlere gömmektedir. Şeytan ruhlu hırsız bu eşyayı gömdüğü yerde beş, altı ay bekletmektedir. Polis uzunboylu tahkikat yaptıktan ve bu hırsızhk vukuatmm faillerini meydana çıkarmak hususundaki ümidle rini kestikten sonra Ahmed bunlan ya vaş yavaş çıkartarak emniyet ettiği adamlara satmaktadır. Istanbul polisi Amerikan sefirinin eş yasının çahnması işine lâzım gelen ehemmiyeti verdikten başka bunu bir izzetinefis meselesi de yaparak aylardanberi geceli gündüzlü çalışmış, bütün sabıkalılar takib edilmiş, bu gibi eşya alım ve satım yerleri de kontrol altına ahnmıştır. Nihayet günün birinde Pangaltıda kumusyonculuk yapan Haydar isminde birine Ahmedin satmak üzere bir daktilo makinesi getirdiği duyulmuş ve Ahmed, Haydarın yanına geldiği zaman polis ikinci şube memurları tarafmdan yakalanmıştır. Sıkı bir sorguya çekilen Ahmed haki kati ıtiraf etmek mecburiyetinde kalmış ve çaldığı eşyayı nerelerde sakladığını ve bunlan kimlere sattığım uzunuzadıya anlatmıştır. Satılan eşya istirdad edilerek sahiblerine teslim edilmiştir. Ahmedin Niko isminde bir şahısla alâkadar olduğu da anlaşılarak Niko da yakalanmıştır. Bu mühim hırsızlığın failini meydana çıkarmak hususunda bilhassa ikinci şube müdürü Necati ile merkez memuru Tevfik, birinci komiser Hayret, komiser Ömer, memur Vahdetin ve Ismail Hakkının muvaffakiyetleri gorülmüştür. Ahmed bugünlerde adliyeye verilecekü'r. Polis ikinci şubesi bundan başka Is tanbulun muhtelif yerlerinde mağazalardan elbise çalan Mustafa isminde mühim bir elbise hırsızını daha yakalamıştır. Asrî Âbıhayat aşlıca bir dostum, otuz yaşlannda kadar görünen yabancı ırka mensub bir bayı bana tanıttığı sırada şu sözleri söyledi: Otuz beş yıllık arkadaşımdır. Birlikte birkaç umumî sergiye gittik, birkaç deniz yolculuğu yaptık, birkaç OÜmpi yad oyunlarında bulunduk. Lâtife ediyor sandım, incak otuz yaşmda tahmin olunabilen şu bayla otuz beş yıldanberi nasıl arkadaşlık edilmiş olabilirdi?. Görünüşe bakılırsa şu adam o yıllarda henüz doğmamış olacaktı. Fakat arkadaşım ciddî konuşuyordu, nite kim bende biraz şaşkınlık görünce gene ciddî davrandı: Galiba, dedi, sözlerimde bir rakam mubalâğası gördün. Lâkin aldanıyorsun, küçük bir mubalâğa yapmadım. Ben bu zatı otuz beş yıldanberi tanırım. Onun gene ve pek gene görünmesi âbıhayat içtigindendir! Âbıhayat?.. Şu bizim masallarda adı geçip te yeri tayin olunamıyan mubarek pınardan akan ve tek bir katresi fani hayata ebediyet veren mubarek su! Efsaneler tarihinde onun Zulümat âleminde bulunduğu yazılı. Gene o tarihlerin ifadesinden Zülkarneyn îskenderin ülkeler aşarak, kıt'alar dolaşarak bu âleme ulaştığını, fakat âbıhayatı bulamayıp hüsrana düştüğünü, Hızırın ise ilâhî müsaade ile ebedî hayat suyunu bol bol içerek ölümden kurtulduğunu anlıyoruz. Garb mitolojisi de âbıhayatı tanryor. Fakat onlar katil bir zehir olduğunda ve içenleri adım adım ölüme sürüklediginde hepimizin ittifak edegeldiğimiz rakıya âbıhayat diyorlar ve şark efsanelerindeki âbıhayatı genclik çeşmesi diye anıyorlar. Jüpiter, kıskanc karısı Junon'u memnun etmek için, başka bir güzel kadını feda ve suya kalbederek bu çeşmeyi yaratmışmış. Bunlar güzel ve eğlenceli masallar amma bugünün zevkine tamamile aykırı. Yirminci asrın değil yaşınıbaşını almış, derin derin okumuş insanlan, sokakta minimini tayyareler uçurmakla meşgul çocukları bile bir bardak su ile ölümden kurtulunamıyacağına iman getirmişlerdir. ., Beşiğe konan her çocuğun yumuk göz lerinde dünya denilen misafirhaneye ancak geri dönülmek üzere gelindiğini söyliyen akıllı ve tam itikadlı bir bakış var. O halde gün görmüş, gerçekten tenevvür etmiş dostumun âbıhayat içtiğini ve bu sebeble gene kaldığını söyledigi şu a damın taşıdığı sır ne olsa gerek. Bu meraka değer noktayı ben istizaha, dostum da galiba kendiliğinden izaha hazırlan dığımız sırada bir boru ve trampet sesi duyuldu, arkasından bir manga izcinin kılavuzluğile spor şenliklerinde yapılacak merasime iştirak edecek genclerden büyücek bir grup göründü. Kızlar önde, erkekler geride zarafetle salâbeti bir anda temsil eden ahenkli adımlar atarak yü rüyorlardı. Biz bahsi bırakmış, ruhları gibi bedenleri de gene ve dinc olan bu istikbal yıldızlarının geçişini seyre dalmıştık. Âbıhayat sözile neyi kasdetmişti niz, lutfen söyleyin, dedim. O, dilile değil elile cevab verdi, caddeyi dönmekte ve artık gözden kaybol makta bulunan sporcu genclerin son kafilesini gösterdi: lşte asrî âbıhayat. Çeşmesi nizam, meram ve irade. Suyu hareket, adı da Yukarıdaki hulâsamız açıkça kösteriyor ki Atatürk, milletin en ümidsiz ve en karanlık bir ânında, harekete geçmiştir. Onun çelik menevişli mavi gözleri, halin ve istikbalin karanlıklarını yırtmış, bir kısmımız gaflet uykusunda horlar, bir kısmımız çaresizlik içinde kıvranır, düşmanlar ve hainler milleti esarete ve ölüme Ege mıntakasında yapılan sürüklerken, Onun çelik menevişli mavi gözleri halin ve istikbalinin karanlıklarını şarbon açısı yırtmış, tek kurtuluş ümidinin ışığmı İzmir (Hususî) Ziraat Vekâleti fırtınalı ve karanlık bir gecede çakan bakteriyoloji müessesesinde, garbden iktibir deniz fenerini gören keskin bir kap basen yeni hazırlanan bir şarbon aşısının tan gözile görmüştür. memleketimizde ilk tatbikatı başlamış ye Yalnız Onun gorebildiği bu ışık, A bir fen heyeti, bu iş için şehrimize gelip nadoluya gitmekte ve orada rnilleti ayak giüniştir. Heyete, Ziraat Vekâleti hıf s fandırmakta, esaret boyunduruğunu sil zıssıhha şubesi şefi zooteknist Muzaffer kip atmaktaydı. Bakman riyaset etmektedir. Son tatbikat münasebetile gazetecilere şunları söyle Mustafa Kemal, Istanbuldan yola çıkarken kendi ruhunda, kendi imanında miştir: yanan sonmez mücadele ateşinin Anado« Hükumet, hayvancılığın inkişafı, luya aksetmiş ışığım görüyordu. her nevi hayvanların çoğalması ve sal 19 mayısın büyüklüğü, kıymeti ve gından korunması için tedbirler almak ehemmiyeti, Onun korkunc karanlıklar tadır. Bu arada bakteriyoloji enstitüleriiçinde, bu kurtuluş ümidini ve yolunu yal mizin faaliyetini inkişaf ettirmek istemeknız başına, tek başına görmesi, sonra, tedir. Cumhuriyet devrinden evvel haric Samsuna ayak basar basmaz, bu yolu, memleketlerden getirilmekte olan aşı ve canh bir meşale gibi aydınlatmak için seromlann her nev'i artık memleket içinde, kendi elemanlarımızla hazırlanmak bütün milletin önüne düşmesindedir. Tarih, Türkiyenin kurtuluş mücade tadır. Bunların nev'i otuzu geçkindir ve lesinin başlangıc günü olarak 19 mayıs her ihtiyacı karşılar. Tesirleri daima murakabe ve kontrol edilir. Muhtelif ecnebi 1919 u kaydedecektir. profesörler, müstahzaratımızı takdir et ABtDIN DAVER mişlerdir. llmin ilerlemesine, yeni nazariyelere ve hastalık âmillerinin hayatiyetîmtihanlarda bulun&cak leri hakkmdaki tetkiklere muvazi olarak mümeyyizler yeni aşılar hazırlanmaktadır. Bunda da, Bu sene yapılacak liseyi bitirme ve ol hazırlama kolaylıkları, bol istihsal, ucugunluk imtihanlannda bulunacak mü za maliyet gözönünde tutulmaktadır. Şarbon aşısı, işte bu vasıflardadır. meyyizleri tesbit etmek üzere lise ve ortamekteb müdürleri dün Maarif mü Menemen mıntakasında dokuz köyde dürünün nezdinde toplanarak konuş bini mütecaviz koyun ve keçi ile binden muşlardır. Müdürler cumartesi günü ge fazla sığır ve beşyüze yakın beygire tatne Maarif dairesinde toplanarak ayni lik ettik. Bugüne kadar beklenilen reakmevzu üzerinde konuşacaklardır. siyonlan iyidir. si bana dehşet verirdi. Birkaç kere bana: «Öleceğim ben, biliyorum» demişti. Bu düşünce korkuncdur, ölüm değil. Birdenbire ölmeği mi tercih edarsiniz? ölümün hiçbir türlüsünü tercih etmem. Çünkü hepsi «ölüm düşüncesi» dir. Fakat haberim olmadan ölürsem, tabiî, daha iyi olmalı bu. Ölmek, ölümü düşünmekten çok daha kolaydır, değil mi? Vedia gene birdenbire ayağa kalktı: Bahçede biraz dolaşalım, dedi. Kollannı ovalıyarak hızla yürüdü. Orhan onun arkasından giderken bu kızın içinde başka bir Vedia saklandığını ve bu görünen Vediayı da hayretlere düşiirecek bir baskın yapmağa hazırlandığını düşünüyordu. Vedia, birdertbire, odasma gidip yatmak istediğini söyledi. Orhan bu fikri hemen tasvib etmişti ve aralarına çöken sessizlik içinde, hızla yürüyerek, yalınm ikinci katına çıkan merdivenin ortasmdaki sahanhğa kadar beraber geldiler. Buradan küçük bir koridor binaya sonradan ilâve edilen bolüğe gidiyordu. Vedîa durdu. Kınk çizgilerle dolan yüzünü Orhana çevirdikten sonra yere bakarak: Ayakta duramıyacağım, dedi, yatayım, ajzu ederseniz beş dakika sonra Millete maledilen genclik bayramı [Ba$makaleden devam] unu yapmak için geçmekte idi. Nitekim düşmanlar elinde oyuncak ve zaten kendisi kara ruhlu saray ve Babıali ağızlannda bu resmî rütbenin mes'uliyetini geveledikleri zaman Mustafa Kemal: Milletin kucağmda milletin bir ferdi olmak ululuğu bana yeter, alınl Diye onlann memuriyetlerini de, paşalığın apuletlerini de yüzlerine fırlattı. Tam atletik bir kahraman hareketi. O împaratorluğun rütbe ve mansıblarını ayaklatı altına alarak millet ferdi olmağı en büyük bahtiyarlık olarak kabul etti. Millet kendisini elleri üstünde yükselterek başına tac eyledi. Hiçbir maç Türk kurtuluş cidali kadar heyecanlı ve hararetli olmamıştır. Bütün bir düşmanlık dünyası önünde bu maçtan Türk milleti galib çıktı: Başında ve daima önünde Mustafa Kemal olarak. Tarih hayatında hiçbir lsa bu kadar ihyakâr bir rol oynamamıştır. Mütarekenin kara ve karanlık günlerinde canhevlile millet yer yer kendi başının ;ailesine düşmek şaşkmlıkları göstermeğe başlamıştı, O : Millet bir, vatan bir! Hakikatini telkinle işe başladı. Erzuum kongresi bu hakikati tesbit etmiştir. Şimdi vatanı ve milleti her yandan saran tehlikelerin bertaraf edilmesine sıra gelmişti. Onun için hakimiyeti milletin sendisine iade etmek ve eline vermek lâımdı. Sıvas kongresinde bu hakikat tesbeni görürsünüz. Sendeliyerek uzaklaştı. Koridorun dibinde, sol tarafta bir odadan içeri gir mişti. Orhan bekledi. Birkaç dakika sonra, koridorda ağır ağır yürümeğe başlamıştı. Vedianın girdiği odadan bir ses işiterek durdu. Hıçkırıklar. Hemen adımlarını sıklaştırdı. Vedia yatağının içinde, yüzünü yastığa kapamış, hüngür hüngür ağlıyordu. Orhan içeri girmedi ye odaya do£ru yan dönerek eşiğin önünde bekledi. Arada bir gözucile yatağa bakıyor ve beyaz renkli bir demir karyolanın yorganı altmda vücudü hiç kımıldamadan hıçkıran kızın manzarasında, yastığı kabartan bir saç yığınının sarsıntılarından başka hiçbir değişiklik göremediği için gözlerini yere çeviriyordu. Koridora doğru yürüdü ve gezinmeğe başladı. Merdivene doğru yaklaştıkça ayak sesleri arasmda Vedianın hıçkınkları kayboluyordu. Biraz sonra ses tamamile kesildiği için Orkan odadan içeri girdi. Vedia yorganı çenesine kadar çekmiş, yan yatıyordu. Orhan birkaç adım yürüyünce kız arkasıüstü döndü. Gözyaşları bütün buruşuklarını yıkamış gibi yüzünü dolduran kınk çizgilerin hepsi kaybolmuştu. Orhan yaklaştı ve yatağın kenarına oturmak istediğini hissettiren bir harebit olundu ve bu kongrelerin tabiî bir neticesi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde Millî Misak hududları dahilinde tecezzi kabul etmez Türk vatamnın yalnız Türk milleti elinde bulunabilen hakimiyeti ilân edildi. Başbuğ seferinin zaferini hazırlamıştı artık. O yanında bir tek nefer dahi olmiyan günlerde bütün milletin Başkumandanlığını deruhde etmişti ve kurtuluş neticesinden en kat'î surette emindi. Nitekim öyle oldu. Gerçi kurtuluşun hiçbir safhası kolay olmadı, fakat Başbuğun Samsunda, Anadolu karasına ayak bastığı günkü kanaatinden hiçbir zerre ek6İlmiyerek onun bütün düşünceleri fazlasile hakikat oldu... Ve hakîkat olmakta devam ediyor. lşte bütün Türk milletine malettiğimiz Türk gencliği bayramı böyle bir günün Türk gönüllülerine hız ve heyecan veren hatırasma dayanıyor. Ne mutlu bu millete Ne mutlu bu milletin gencliğine Ve ne mutlu her Türküm diyebilene! YUNUS NADÎ Genclikte dik duranın ihtiyarlıkta beli bükülmez. ket yaptı. Vedia bu arzuya cevab verecek tarzda kımıldadı. Orhan ayakta durarak ona doğru biraz iğildi ve yüzüne bakü; sonra yatağm kenarına ilişti. Kızın gözkapakları sık sık açılıp ka panmaga ve yorganı kabartan omuzları titremeğe başlamıştı. Orhan onun yüzüne doğru biraz iğildi, fakat titremesi artınca durdu. Vedianın teninden yükselen ılık hava içinde hafif ve tatlı bir koku yüzüyordu. Orhan başını bir derece daha indirdi, fakat gene kız gözlerini korku ile alabildiğine açtığı için Orhan gene durmağa mecbur olmuştu. Vedianın, iki baş arasındaki bu mesafeye ahşmasını bekledi. Gözkapaklarının çırpınması duruncıya kadar bekledi. Sonra bir derece daha iğildi. Gene kızın yüzündeki san tüylerin ince ve seyrek parıltılarını, dudaklarmın kırmızısı içindeki hafif ve muntazam oymaları, gözbebeklerinin yaldızlı yeşil bÖcekleri hatıra getiren renkli, kabank yuvarlaklarını görüyordu. Ona yaklaştıkça hayreti ve arzusu arttı. Her yeni perspektif içinde yeni bir Vedia yüzü doğuyordu. Uzaktan görülmiyen teferruatm yakından bakınca meydana çıkan mana yığınları. Orhanı şaşırtıyor ve kendine çekiyordu. Ellerini yorganm Üstünden kızın omuzları üstüne koydu ve birdenbire iğilerek onu dudaklarından öptü. spor!.... Af. TURHAN TAN Cumhuriyetin edebî tefrikası: 78 BİZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa görmiyeceğim hissi bana geldi. Ona o zamanlar acıdım, çok acıdım. Çoktan ölmüştü bence o. Size bıraktığı defteri merak etmîyor musunuz ? Hiç. Bunu garib buluyorum. Garib değil Orhan Bey. Sîze an latamam amma çok tabiî birşey bu... Farkında olmadan tırnaklarını Orha nın avucuna geçirecek kadar elinde şiddetli bir takallüs vardı. Hâlâ titriyor du. Esnemek istedi, fakat muvaffak olamadı: Fakat içimde kaskatı birşey var, dedi, bu çozüldüğü zaman kendimi daha iyi anlıyacağım. Şimdi büsbütün başka şeylerden bahsetmemizi istiyorum. Biraz evvel, şu yelkenliyi gördüm de onun içinde bulunmak arzusu duydum. Ölümden korkar mısınız? Ölümün kendisinden değil, düşüncesinden korkarım. Hah, iyi söylediniz, Bahrinin de ölmesinden ziyade ölüme mahkum olmaşı, arada sırada onu isteme Orhan bu intihann, Vedianın gururuna birşey ilâve edip etmediğini anlamak istiyordu. Hiçbir farka dikkat etmedi. Sustular. Kız birdenbire ayağa kalktı: • Çıkalım, dedi. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. " Bahçeye çıktılar, rıhtımdaki demir kanapeye oturdular. Vedia titremeğe ve esnemeğe başlamıştı. Orhan onun elini tutmağa cesaret ederek: Konuşunuz, dedi, anlatınız, bu anlarda susmak insanı çok sarsar. Ben de bunun için size koşup geldim. • Hâlâ hiçbir teessür duymuyorum. Belki de keder o kadar içime geçti ki iyice saklanarak beni sarsıyor. Ne istiyorum şimdi, biliyor musunuz? Yürümek, dağlara taşlara tırmanmak... Yalnız ba§ıma, yalnız başıma... Boş kalan elile Orhanm elini tultu: Ben böyle olacağını aylardanberi biliyordum desem inanır mısmız? Benim eserim zannetmeyiniz. Kaç defa Bahrinin yüzüne bakarken onun yüzünü bir daha Vedia başını o kadar şiddetle yastjğm köşesine doğru çekmişti ki Orhan ayağa kalkmağa mecbur oldu. Kızın yüzündeki nefreti görmemek için önüne bakmak istediği halde, bir an, gözlerini ona çevirmekten kendini alamadı. Fakat, Vedia gülümsüyordu. Orhanm hayreti kızm yüzünü kamaştırdı ve bu tebessümü kaçırdı. Gözleri yarı kapanmıştı. Orhan kendine geldi ve etrafına baktı. Yambaşındaki pencereden, bahçedeki tek katlı taş binanm damı ve daha arkasında bahçe kapısına kadar giden sedler görii nüyordu. Orada Bahriden son ayrıldığı anı hatırladı ve yüzüne bir kan dalgası çıktı. Omründe ilk defa, alçaklığınm sarih bir idraki içindeydi. Kalbi delinir gibi oldu. Bahrinin korudaki bakışlannı, dehşetle şişmiş ve içinde sessiz iştialler saklanan gözlerinin acayib bakışlannı hatırlıyor, birçok sözleri, karmakarışık, zihninden geçiyordu: «Yakam bana gırtlağıma kadar çıkmış bir bataklık hissini veriyor, etrafımda herşey inkıraz, inkıraz! diye bağırıyor, size tehlikeyi haber vermek te bir vazife: Sonu bataktır. Yoldasınız. Siz bunu hissetmiyor musunuz? Yoldasınız. Hissedeceksiniz. Aldatıcı güzel yollar • dan bataklıklara çıkacaksınız. Hani yıkılacak bir duvar nasıl iki tarafa doğru sallanır, bunların kalbleri de öyle. {Arkası var)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear