26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
30 Mart 1937 CUMHURİYET FELSEFEYE DAIR 1937 Paris Sergisi ve bir üçyüzüncü yıl Mehmed Karahasan 5 Arbk sîstem teessüs etmişti. Fikirlerine müsamaha gösteren bir memlekette, onlan tanıtmak imkânına malikti. Evvelâ, fiziğini neşretmek istedı, fakat bu esnada, îtalyada Galile'nin arzın hareketini iddia etmesi yüzünden ölüme mahkum edildiğini öğrendi, bunun üzerine «Dünya Monde» adını verdiği bu eseri yaktı. Zira o da ayni fikirde idi. Dört sene sükut etti ve nihayet, 1637 de, tam kırk bir yaşında, sobasmın başında kapanmasmdan on sekiz, ve Holandada inzivaya çekilmesinden, sekiz sene sonra, ilk eserini neşretti: «Aklı iyi idare etmek, ve ilim lerde hakikati aramak için, usul hakkında mıtuk.» «Nutuk», bundan evvelki makalelerimizde, hulâsa ettiğimiz sistemin toplu bir izahı idi. Usul ve riyaziyeye temas eden birinci ve ikinci kısım, 1625 te kaleme aldığı, ve fakat ölümünden sonra neşredılen «zihnin idaresi için kaideler» le, nutukla birlikte intşiar eden «Hendese» nin esaslarını ıhtıva edıyordu. Dördüncü kısım, bilâhare, «Metafizikî teemmüller» adile, 1641 de neşredeceği metafizığme bir girişti. Beşinci kısrnı, 1644 te neşredeceği «Felsefenin prensipleri» nin, yani fiziğinin anahatlarını anlatıyordu. Uçüncü kısım, 1649 da neşrettiği, «Ruhun infialleri» nde ve «Prenses Elizabet» le yaptığı muhaberatta vazettiği ahlâkmın bir mukaddemesi idi. Nihayet, inzivasmın yirminci senesinde, 1649, «Nutuk» ta programı neşredilen, sistem, ayrı ayrı eserler halinde it mam edilerek ilim ve felsefe âlemine takdim edilmiş bulunuyordu. Felsefesi, her tarafta kazandığı dostlar ve bilhassa düşmanlarla, âlemşümul olmuş gıbıydı. Eserleri, bütün garb dillerine derhal çevrilıyor, ve münakaşaları davet edıyordu. Bu esnada, filozofun uzaktan hayranı olan, Isveç Kraliçesi onu sarayjna davet ediyordu. Evvelâ, kendi memleketi Fransada, saniyen, bilhassa, hür yaşıyacağını zannettiği Holandada, ulemanın dedikodularından uzaklasmak için, daveti kabul etti. Fakat, İsveçin soğuklarına tahammül edemıyerek, bir sene sonra, Stokholmda, 1650 tarıhinde vefat etti. Beşeriyet, kendisine üç yüz sene rehberlik edecek bir dehayı tam verim anında, 54 yaşında, kaybedıyordu. Bu şövaliye filozof kimdi? Modern felsefenin babası, ve «bütün, düşünenle rin üstadı», Fransız filozofu Rene Des cartes. Fakat niçin, ondan bahsediyo ruz?.. Filozofun ilk eseri, «Usul hakkında nutuk», bundan tam üçyüz yıl önce, 1637 de, neşredilmişti. Bu beşer tarihinde büyük bir dönüm noktası teskil etmiştir ve beşeriyet mevcud oldukça, gene teşkil edecektir. O modern ilmin, ve ondan çıkan tekniğin kaynağıdır. Onun ölmez adını yeniden anmak için, beşeriyet, ve bilhassa Fransız milleti hafızasmı en canlı hatıralarla doldurmakta, ve bunlara yenilerini ilâve etmek için vesileler ara maktadır: 1937 Paris srgisi de Descartes namı altında açılacakhr. İlim ve teknığin bütün kejfiyat ve terakkiyatını gösterecek olan saraylar bir hamle teşkil ederek, Des cartes sitesi adını alacaktır. Filozofun felsefesini yeniden tetkik etmek ve eserinin hatırasını yadetmek icin, Pariste beynelmilel bir ielsefe kongresi toplanacaktır. Bu kongreve İstanbul Universitesi de davet edilmiştir. Şüphesiz memleketimiz de temsil edılecektir. Fakat mümessillerimiz, üç yüz senedenberi müteaddid dil lere, müteaddid defalar tercüme edilen, ve binlerce tefsire yol açan, Descartes'ın eserlerinin hâlâ Türkiyede meçhul olduğunu söylemiyeceklerdir. Çünkü o zaman, onlara Descartes'in tercüme edilmediği bir dilde, nasıl felsefe okutul duğu pek haklı olarak sorulacak ve böyle bir memleketten, Descartes ihtifaline murahhaslar gelmesi anlaşılamıyacaktır. Fakat, bu üç yüzüncü yıl, yalnız bir filozofun eserinin yıldönümü değildir. O, bundan üç yüz yıl önce harekete ge çen, ve mütemadiyen karanlıklar içerisinde bir ışığa doğru yürüyen bir beşeriyetin yıldönümüdür. Muasır bir Fransız filo zofu, Jacques Chevalier bu tarihi şöyle tasvir ediyor: «1637: Bir kahramanlık devri. Ser vantes ve Shackespear'in ölümünden yirmi sene geçmişti. Lope de Vega şaheserlerini vermişti. Descartes kırk yaşında, Lok ve Spinoza reşid oluyorlar. Paskal olgunlaşıyor. 1637: Usul hakkında nutuk, ve Lecid'in senesi: Yeni zamanlarda, klâsık Yu nan ve Romanın varısi olacak mılletın dıli ve düşüncesi tesbit ediliyor. Fransız Akademisi ve nebat bahçesi teessüs ediyor. Rubens, Velasquez, Zurbaran ve Poussains şahıkalarda. Avrupa silâh sesleri, ve her türlü hercümerc içerisinde çalkanırken, otuz sene muharebeleri ve Kromvel'in inkılâb husule gelirken, daha sahjci alimler, inzivada mütaleaya çekilmiş, modern ilme, tahlilde, hey'ette, mihanikte, fizikte ta kib edeceği yolu çiziyorlar. Sonsuz kemmiyet âlemine aded ve ölçüyü getiriyorlar. Descartes inanılmıyacak bir cür'etle cebiri, mekân ve maddeye tatbik ediyor. Galile, astronomik dürbünle, semavî araştırmaları temin ediyordu. Kepler, kanunlarını vazediyordu. Stovin, stariki, Galile dinamiki tesis ediyor, ve Aristo nun keyfiyetler fiziği yerine usulıle «tecrübî», ifadesile «riyazî» olan modern fiziği koyuyordu. Ve nihayet İngiliz doktoru Harvey fizikî âlemde görülen tabiî mekanizmayı, bızzat hayatın organızas yonunda buluyordu... Hulâsa beşerıyet, bir kahramanlık rüyası görüyor, ve bu rüyayı tahakkuk ettirmek için uğraşıyorBu hal, muasır bir filozofun dediği gibi, üçyüz senedenberi değil, fakat Ta les'in Akdeniz kıyılarında tabiate sorduğu sualdenberi devam ediyor ve bugün de devam etmektedir. Ve yarın da edece ktir. ( 1 1 Jacques Chevalier, Pascal, rion. 1935. Mühim bir posta tevzi meselesi Flama Tarihî bir sütun bulundu İstanbul Beledıyesi civarmda doktor İbrahim isminde bir zatın yaptırmakta olduğu binanm temeli kazılırken 4,5 metro uzunluğunda ve 70 80 santim kutrunda Bizans devrine aid granit büyük bir sütun çıkmıştır. Müzeler idaresi bu sütunu yerinden çıkararak Ayasofya bahçesine naklettirmiştir. Bahçeyi siisliyecek olan bu direk tamir edilerek üzerine bir başlık konacak ve Ayasofya Müzesi bah çesine dikilecektir. Ya her katı birer ev demek olan apartıman mahallesinde kime teslim edebilir? Öyle ya! İçinde beş, on, on beş ve hatta fazla daire bulunan binalar vardır. Bunlar kendi başlarma birer ma halle sayılmaz mı? Böyle yerde mek tubları apartıman kapıcılarına bırak mak. mahallede bekçiye teslim etmek gibi bir hareket değil midir? *** Böyle olduğu halde postacı mektubu veya gazetenizi sizin eviniz demek o lan apartımanmıza getirecek yerde a partıman kapıcısına bırakıyor. Yani mürsel ile mürselünileyh arasma, bu hususta hiçbir mes'uliyeti olmıyan a partıman kapıcısı gibi yabancı bir şa hıs karıştml^or. Mektubunuz size ya geç geliyor veya hiç gelmiyor. Ben bu meselede çok zararlar gör düğüm için semtimdeki posta müdürüne gittim. Mektublarımm kapıcılara bıra kılmadan doğrudan doğruya apartımamma getirilmesini istedim. Ricamı kabul ettiremedim. Müdüre birçok mah zurlar saydım: 1 Kapıcı mektubu çok kereler bir günlük bir teahhurla getiriyor ve «postacı şimdi getirdi» diyor... 2 Mektubun elinize geçip geçme mesi kapıcınm keyfine tâbidir. Bay ramdaki bahşişi az bulmadıysa bile eve geç geldiğiniz zaman verdiğiniz beş on kuruşu beğenmiyebilir. Hıncmı sizin mektubunuzdan alır. 3 Kapıcı çocuklu bir aile sahibi olabilir. Postacınm getirdiği mektub yur karıki apartımana çıkmadan ev\ el çocukların elinden mangala veya sobaya düşebilir. Veya herhangi bir suretle kaybolabilir. Hele size gelen renkli resimli bir mecmua ise!.... 4 Ve en muhimi, ayni bina içinde oturan ve her ne sebebdense size gelen mektublarda alâkası olan insanlar da bulunabilir. Mektublarınız sizin elini ze geçmeden bu hiç beğenmediğiniz sansürden geçiyorsa?... Posta müdürü bütün bu mahzurları haklı ve varid bulmakla beraber izah etti: Müvezzilerimiz bugünkü şekilde bile ancak işlerini görebiliyorlar. Bir de bunlara apartıman merdivenlerini çıkarak posta müraselâtını doçrudan doğruya mürselünileyhe veya aıle halkma teslimini yükletecek olursak geceyarısına kadar iş görmeleri icab eder. Nizamnamemiz mucibince de müvezzi katlara çıkmağa mecbur değildir. Mektubları kapıcıya bırakabilir. Nizamnameyi görmek kabil mi? diye sordum. Müdür kasasını açtı. Beş altı tane nizamname nüshası çıkardı. Aradı ve bu maddeyi buldu. Ben nizamnamelerden bir tanesini, bedeli mukabılinde iste dim. Hayır. maalesef ne verebilirim, ne de satabilirim. Bunlar bana «demir baş» olarak teslim edilmiştir. Bir tef tış sırasında göstermeğe veya buradan ayrılırken halefıme vermeğe mecbu rum... diyerek gene bu kıymetli nüs haları kasasma kilidledi. Nizamnamelerin kullanılmadan. tev zi edilmeden veya satılmadan kasada hıfzolunduğunu ömrümde ilk defa görüyorum. Benim hayretim: görünce müdür ilâve etti: Evet. siz haklısmız. dedi. Fakat ne yapalım? Usulümüz böyle. Nızamna mevi veremem. Fakat maddesini size böyle sahte bir burjuva nasyonalızmın den geçtiler ve İngilizlerin, Almanların ilâh... kollarına atıldılar. Benim anla dığım milliyetçilik esir milletlerin kurtuluşu için bir merhaledir. Müstahsilin hakimiyetini temin edinciye kadar sürecek bir merhale... Yoksa ben burjuva mü nevveri gibi bir mıllıyet mıstığme ınan mam. Benim için «sınıf var, millet yoktur.» zâhirde «millî »görünen bütün antagonizmler hakikatte sınıf kavgasıdır. Belki anladmız. Ben tarihî materyalistım. Necati mırıldandı: Müvezzi mektubu kime teslim edebilir? Mensucat sanayiimizin muhtaç olduğu iyi yapaEvet, müvezzi mektub veya paketi, ğıyı sür'atle temin edebilmek için muntazam bir mürselünileyhe olan zattan başka kime teslim edebilir? Otelde otel kapıcısına, metodla şimdiden faaliyete geçmek lâzımdır evde ev halkmdan birine, değil mi? 2 Yurdumuza, Merinos 25 30 yıl önce ilk defa Halkalı iZraat mektebine getirilmişti. Bunlar Fransanın (Rambou illet) Merinoslarıydı. Bunlar mekteb sürüsünde mevziî bir deneme halinde kalmışlar ve zamanla tesirleri hükümsüz kalmıştı. Esaslı olarak ilk Merinos 1927 yılında getirilip Karacabey hara sında yetiştirilmeğe ve alıştınlmağa başlandı. Bunlar yapağı keyfiyeti yüksek Macar Merinoslarıydı. Kuzuları et bakımından piyasa tutmuyordu. Yerli koyunculuğun iktısadî şartlarma uy mak kaygusile son defada erken yeti şen, yani etli evsafını yapağı ile güzel mezcetmiş Merinoslar getirildi. Bizde de başlangıcda büyük müşkülâta uğrıyan merLnosçuluk sarfedilen gayretlerle hayli yol almış bulunuyor. Bir za man sonra Merinos, memleket çiftçisinin koylaylıkla yetiştirebileceği bir ırk olacaktır. Fakat memleketimizin çok miktarda ve kısa zamanda yapağıya ihtiyacı vardır. Bursada yapağıyı ipliğe işliyecek olan fabrikanın inşaatı bitmek üzere dir. Fabrikanın sarfiyatmı karşılıyabil mek için yetiştirme işinin genişlemesi ve biran evvel memleket ziraatinin mah olması lâzımdır. Şimdi hükumetimiz bu işi başarmak yolunda bulunuyor. Merinosun vatanı olan İspanyada, mevcud koyunların ancak sekizde birinin Merinoslaştırılabilmiş olması, işin müşkülâtı hakkında güzel bir fikir verebilir. Merinosçuluğun birdenbire bütün koyun mmtakalarmda yayılması kolay değildir. Önce en müsaid bir yetiştirme sahası tesbit edilir; ondan sonra tedri cen ve imkân derecesinde diğer mıntakalara teşmil edilir. Türkiyede de ilk Merinos mıntakası olarak seçilen saha, Bursa merkez ol mak üzere Balıkesir ve Çanakkale Vilâyetleridir. Bu seçime sebeb, diğer bir çok şartlar meyanmda, bu vilâyetlerde bulunan kıvırcık koyunlannın Merinosa çabuk dönebileceği düşüncesidir. Kıvırcık, hâsıl ettiği yapağının key fiyeti itibarıle, diğer memleket koyunlarma nazaran tesalübde Merinosa anaç olabilecek en müsaid bir durum dadır. Ancak ıslah işinin şümullü ve seri bir neticeye varabilmesi bir organizasyon meselesidir. Köylümüz Merinosu tanımaz. Halbuki Merinos yetiştirme sile kıvırcık sürüsünün idaresi arasında her bakımdan farklar mevcuddur. Bir kültür ırkı olan Merinosun ye tistirilmesi fazla teknik ve o nisbette okudum. Müvezzi mektubları kapıcıya bırakmakla mükelelftir. Size başka çare tavsiye ederim: Apartıman kapıcı sının yanında asılmak üzere kendiniz için bir posta kutusu yaptırınız.... İyi, dedim. Fakat posta kutusuna giremiyen gazete, mecmua... ılâh. gibi şeyleri ne yapmalı? Posta müdürü buna cevab veremedi. Ben bu meselede şöyle aklıma gelenlerden bazılarmı saydım. Mektubların ve diğer posta müraselâtının apartı man kapıcılarına teslim edilmesindeki mahzurların çokluğunu posta idaremiz bizden daha iyi bilir. Müdürün halle demediği bu meseleyi Umumî Müdür dan soruyorum. Cevab lutfederlerse okuyucularm müteşekkir olacağmda hiç şüphe yoktur. ziyade ihtimam ister. Az çok geri bir vaziyette bulunan memleket koyuncu luğu ise bu tarza henüz alışkın değildir. Şimdiye kadar devlet müesseseleri Merinosu tecrübe mahiyetinde yetiştirdiler. Geçen yıldan itibaren de yetiştirme sahasında doğrudan doğruya (yetiştirme tatbikatma) geçildi. Merinos teşkilâtmın fen memurları, çiftçiye aid bir çok koyun sürülerini Merinos koçlarile aşıladılar. Avrupadan getirilen Meri nos damızlıkları daima yüksek fiatlarla elde edilebildiğinden, hayvanlann dölünden imkân nisbetinde fazla istifade edilmek çarelerine başvurulmakta dır. Bunun için yetiştirme sahasmda Rusların muhtelif yerlerde, müşabih ıslah işlerinde kullandıkları sun'î tohumla ma metodu tatbik ediliyor. Bu sayede Ruslar bir koçla (2700) kadar koyunu tohumlıyabilmişlerdir. Halbuki tabiî halde bir koç 50 60 kadar dişi koyunu tohumlıyabilir. Bizde de geçen yıl Bursada tatbik edilen bu metodla binlerce koyun, sayısı mahdud olan kıymetli yabancı damızlık koçlardan istifade edebildi. Devlet teşkilâtı tarafından tatbik edilen bu mühim ameliye, ıslah yolunda şüphe yok ki, şümullü. hızlı, ve güzel bir hamledir. Geçen yıl Merinos koçlarmdan gebe kalan koyunlar, bulunduğumuz mevsim içinde yarım kan Merinos kuzuları mey dana getireceklerdir. Fakat doğan kuzularda yapağı vasıflarınm tetkiki, bunlarm iyi şartlar altında beslenmesi, büyütülmesi, yeni damızlıklarm seçilmesi hep teksirin neticesine tesir edecek ehemmiyetli mevzulardır. Yerli yetiştiricilerimize yabancı olan bu işleri an cak gayeye göre yetiştirilmiş olan teknisyenlerin başarması mümkündür. Türkiyede şeker sanayiinin ham mad deye olan ihtiyacmı küçük, fakat mo dern bir ziraat teşkilâtı kısa bir zamanda temin edebildi. Ayni prensip dahilinde kurulan ve esaslı bir direktif altında işlemekte olan Merinos teşkilâtı da, mensucat sanayiinin ihtiyacı olan yapağınm memleket topraklarında yetişmesini intaç edecektir. Kendi haline terkedılmiş yetiştirme ler, kısmen muvaffakiyetli neticelere varmış olabilirler; fakat elde edilecek mahsul omojen olamaz ve gerek hay vanlarda, gerekse yapağıda mevziî karakterler meydana gelir. Yetiştirme bir elden idare edilir ve bütün teferrüatında teşkilât köylü ile beraber çalışırsa, mahsulün tecanüsü temin edilmiş olur. Mahsulün standardize edilmiş olması ise fabrıkaların yani alıcınm lehine olduğu gibi. müstahsil için de büyük bir kazancdır. Yapağının muayyen vasıflarda elde edilmesi, mahsule kıymet biçme bakı mmdan da büyük kolaylıklar temin edecektir ki, bilhassa ilk zamanlarda yapağının yetiştiriciyi tatmin edecek bir değerle satılması, memlekette Merinosçuluğun yerleştirilmesi üzerine, teşki lât kurma işi kadar tesir edecek bir ehemmiyet taşımaktadır. Hükumetimizin Merinos yetiştiriciliğini bir memleket meselesi olarak ele alıp. bu değeri yüksek hayvanı memlekete mal etme yo lundaki çalışmalarını şükranla anmak ve belirtmek icab eder. SON te çevirdiği gözlerile Süleymana bakı yorlardı. Necati dedi ki: Azizim, tarihî maddecilik hakkında çok birşey bilmiyorum; fakat umumî esaslarından haberim yok değil. Nazarî tarafını istediğin kadar konuşuruz. Benden de, Orhandan da emin olabilirsin. Amelî tarafına gelince, Orhan düşünsün. Çünkü bu, şahsî kabule ve ikrara bağlı bir vicdan işidir. Zannediyorum ki Orhan, kabul etmeden, bir «inisyasyon» bir mülâzemet devresi geçirmek istiye cektir. Etraflı konuşmayı kabule talik etme. Evvelâ uzun uzun konuşalım. Bıze fikirlerini ve yapılacak işi daha açık ve etraflı izah et. Münakaşa edelim. Dünya endüstrisinde Merinosun kıymeti Olmez sözler okrat'm vecizelerini gözden geçiriyorum. Malum ya, bu büyük filozof, insanların ruhunu yalancı tanrıların elinden, idrakini de Sophiste'lerin dilinden kurtarmağa, hakkı ve hakikati öğretmeğe çalıştığı için zindana atılmış, ölüme mahkum edilmiş ve öldürülmüştür. Faziletin bu ilk kurbanı beşeriyete birçok şeyler, o meyanda da gerçekten güzel, zarif, faydalı ve kuvvetli vecizeler armağan etmiştir. Güneş belki eskidir, ihtiyarlıyor. Fakat bu vecizeler, Sokrat'ın dudaklarından döküldükleri günün taravetini muhafaza etmekte tabiat bile gizü veya açık, değişiyor. Lâkin Sokrat'ın beliğ düşüncelerinde küçük bir solukluk ve bozukluk yok. İste o ölmez bedialardan birkaç örnek: 1 Bilmiyen söylemese ortada ihtilâf kalmazdı. 2 Kımsenın hatasını yüzüne vurma. Çünkü hem senden istifade eder, hem sana düşman olur. 3 Evlâdının sana nasıl muamele etmelerini istiyorsan sen de anana, babana öyle muamele et. 4 Bir hekim hastaya nasıl acırsa alim de cahile öyle acımalıdır. 5 Susan bilgisiz sanılıp ayıblansa da selâmet bulur. Uluorta söylenen geveze tanılıp ayıblanmakla beraber bir gün gelir, nadim olur. 6 Kendi göğsünü, kendi sırnnı saklıyamıyacak kadar dar gören kimse, o sır için yabancı göğüslerın daha dar geleceğini bilmelidir. 7 Deniz suyunun niçin tuzlu olduğunu öğrenmeden önce onu öğrenmekten ne gibi fayda elde edileceğini tesbit etmelidir. 8 Bir sözün kıymeti halk tarafından beğenilmesinden değil, haddi zatında doğru olmasındadır. 9 Evindeki şeyleri gizleyip te yüreğindekileri gizlemiyenlere acmır! 10 Babadan miras kalan asaletle değil, evlâda miras bırakılan asaletle iftihar olunur. [Bu vecize, gene Sokrat'a atfolunan bir muhaverenin de ruhunu gö'sterır. Ona, sözde asil olanlardan biri: «Soyca, sopça basit olusundan müteessir olmuyor musun?» dedi. O da: «Senin soyunun şerefi seninle bitiyor. Benim soyumun şerefi benimle başlıyor» cevabını verdi. ] 11 Insanın söylemesinden dinlemesi ziyade olmak için dili bir, kulağı iki yaratılmıştır. [Kristof Kolomb'un yuınurtayı kırarak oturtması], görüldükten scnra nasıl kolay sanılmışsa bu vecize de duyulduktan sonra insana basit gelir, Halbuk: hılkatin mühım bir nüktesinı izah eden şu söz, daha önce baskaları tarafından ortaya atılmamıstır. Fakat sonraları her mılletın dılıne geçmis, hatta bizim Sünbülzade Vehbi tarafından da: «Sen de bir söyle, iki dinle bilip hikmetıni çünkü insanda zeban birdir, iki oldu kulak!» diye nazme çevrilmistir. Zamanın değısmesile hükümler değişiyor amma hikmetler değişmiyor. Sokrat'ın bu onbır vecizesinden hangisi bugün veya yarın dahi ictimaî bir hakikat ifade etmez?.. 1 M. TURHAN TAN H: Düzeltme: Dünkü fıkrada gecen < Sofİ3j'e hıkmetis. mektebı ibaresi «Sofıyye hikmeti nesnesi» şeklinde çıkmıştır. Özür dileyip düzeltiyorum. M. T. T. V. BİRSON Orhan. Orhan Beyin yapacağı şey bazı risaleler tercüme etmektir. Şimdilik başka birşey istemez. Onların çoğaltılmasına ve dağıhlmasma karışmasın. llmî eserler. Tercümesinde hiçbir mes'uliyet yoktur. Kabul ederse daha etraflı konuşu ruz. Orhan ve Necati bakıştılar. iki arkadaş ta gözlerini bir anda Süleymana çevirmişlerdi. Orhan, o güne kadar uzaktan gelen akisleri üstünde mübhem şey ler bildiği ve düşündüğü bir meseleyi gözlerinin önüne sarahatle koyan bu adama biraz takdir ve biraz hayretle bakıyordu. Kendisine verilecek işin maddî faydasından ziyade bu davanın içine dalmak ve dünyaya gözlerinin alışmadığı bir aydınlık zaviyesinden bakmak ihtiyacile Süleymana müsbet cevab vermek arzu sunu duydu. İnsanlara aid meseleleri bu tarzda izah eden tek bir kitab, hatta makale okumamıştı; kendine göre tekem mül etmiş ve büyük bir tarihi olmak lâ zım gelen bu izah tarzına aid cehaletinden de utandı. Necatinin yüzüne bu mevzuda ne bildiğini ve ne düşündüğünü anlamak için bakmıştı. Arkadaşmın da kendisine baktığını görünce, onun da fazla bir bilgisi ve düşüncesi olduğundan şüphe etti. Nitekim, ikisi birden, ayni hayretin ve ayni takdirin bir anda, ayni istikame Cumhuriyetin edebî tefrikası: 33 BİZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa artırdıkça, bu inkişaf, hâkim milletle mahkum mıllet arasındakı sınıf kınıni ve ihtilâfını şiddetlendiriyor. Benim politi kam, bu ihtilâfı mahkum millet ve mahkum sınıflar nam ve hesabına ıstısmar etmektır. Bugünkü Türk nasyonahzmı de Avrupa kapıtalızmıne ve emperyahzmi ne karşı mahkum milleti kurtarma kav gasıdır. Fakat nasyonahzmden nasyo nalizme çok fark var. Ben biliyorum ki meselâ siz genclerin çoğunuz milliyetçi sınız. Amma nasıl milliyetçi? Burjuva nasyonalisti iseniz ki farkında olmadan öylesinız siz gene emperyalızmın em nndesınız. Gene Avrupa kapitalızmıne esir olarak «eta tampon», yahud müs temleke halinde kalacaksmız. Burjuva münevveri daima tecavüzcü bir nasyonalızm tavsiye eder. Böylece memleketi gene emperyalist Avrupaya farkında ol madan satmış olur. Mısal mi ister sin? Ukraina, Finlândiya, Lehistan, Eston ya, Çekoslovakya, Gürcistan, Azerbaycan, Yunanistan, Filistinin Yahudi hü kumeti, İranm milliyetçi hükumeti hep Kendi kuyusunu kendi kazıyor. İthalât kapitalizminin müstemlekeler de kullandığı metod, Avrupada ve Amerikada kullandığı metoddan büsbütün başkadır. Avrupa emperya lizmi, şarkta, kapitalist fabrikala n için toprağın işletilmesini teşvik etmiyor. «Jaşer» sistemini tatbik ettiriyor. Eski istihsal zamanlarında batıl bir itikad vardı. Guya toprağın içindeki cevherler zaman zaman tükenırmış; onların bırıkmesı ve çoğalması için toprağı bıraz bekletmek ve dinlendirmek lâzımmış. Buna jaşer sistemi derler. Bu işin birçok hileleri vardır. Gaye yerli müstahsili roahvetmektir. Avrupa kapitalizmi, kü çiik yerli sanayii de, ziraat ekonomisini de mahvederek bütün işleri, bütün kâr lan ve bütün şerefleri Avrupalılara ve riyor. Mühendis Avrupalıdır, usta Avrupalıdır, kumusyoncu ve idareci Avrupalıdır. Fakat, çok şükür, kapitalist cemiyetlerde olduğu gibi müstemlekelerde de istihsal kuvvetlerinin inkişaf tarzı sermayenin çalışma üzerinde hakimiyetini nr ve susar, bitti. Başka iş yok. Bizse «bütün insan» konksiyonlannı biribirin den ayırmayız. Fikir gövdeden müst1 il değildir. Hareket fikri devam ettirir e tamamlar. Aksiyon halinde olmıyar air fikir, bizce rüya kadar lüzumsuz ve =açmadır; çünkü yapraksız ve yemişsiz a gaçtır, faydasız yer kaplar. Necati hararetlendi: Sen bu fikirleri düşünmeden mi benimsedin? Başkalarile değilse bile kendi kendinle münakaşa etmedın mı? Dıalektik safhasım geçirmiyen bir tefekkür ve bir muhakeme var mıdır? Ne istiyorsun? Karşındakiler, üstünde henüz hiçbir mülâhaza ve karar sahibi olmadıkları bir mevzuda, senin beş dakikalık bir telkınmî kabul ederek hemen «amenna!» diyip çıksınlar mı? En pişkin ve tesirli misyonerler, körpe gene zekâlardan bile böyle bir inkıyad beklemezler. Süleyman başını kaşıdı ve bir avucile bütün yüzünü ovaladıktan sonra gülümsıyerek: Bilirim, dedi. İş lâkırdıya gelince siz üstün çıkarsmız. Eflâtundanberi burjuva münevverinin tekâmül etmiş, büyük bir tarihe malik, pişkin bir diyalektık ve münakaşa kabiliyeti var. Binlerce senedır münakaşa ediyorsunuz. Gene edelim, Senin bu tarafını yeni öğreniyo rum. Süleyman etrafına bir daha baktıktan sonra cevab verdı: Herkese açılamayız, kardeşim, dişine, tırnağma kadar silâhlı bir emper yalizm içindeyiz. Etraf casus dolu. Ih tiyatla konuşmağa ve çahşmağa mecbu ruz. Siz henüz temız kalmış küçük bur juva münevverlerisiniz. Fıkir namusunuz vardır. Zevzeklik te etmezsiniz. Beyı daha yeni tanıyorum. Fakat mademki senin yakın arkadaşındır, ondan da eminim. Zaten beraber de çahşacağız. Ketum olması kendi menfaati icabı. Fakat gözünüz korkmasın. Tehlike büyük de ğildir. Şimdilik biz telkin safhasındayız. Daha çok görüşürüz. Metodu anlatırım. Beyin (isminiz neydi, affedersiniz?) Necati söylerken onu Orhandan çok daha az dikkatle dinliyormuş gibi müs tağni hareketlerle bir sigara yakan Sü leyman, ikide bir, dilinin ucuna toplanan tütün kırıntılarını atmak için kuru kuru tükürüyor ve muvakkat bir tik haline gelen bu hareketi lüzumsuz yere tekrarlı yordu. Kaşlarını kaldırıp indirerek cevab verdi: Münakaşa! dedi, küçük burjuva münevverinin bayıldığı şey. Münakaşa! On paket sigara içer ve beş gün, beş gece münakaşa eder. Sonra dünyayı ıslah pekâlâ. Fakat uzatmıyalım. ettiğine kanidir, mağrurane başını kaldı(Arkası var)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear