26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET 15 IkinciKSnun 1937 Ankara stadyomu ve Ingiliz Dahiliye Nazırı John Simon Lord Şansölye tayin ediliyor PARİS MEKTUBLARI: Paris yolunda... Altı vatandaşm olümile biten f acia Türk sporu Yazan : Hasan Cemil Karşımdaki Fransıza Başvekillerini sevip sev Çanakkaledeki hâdiseye Adliye vazıyed etti mediklerini sordum, cevab verdi: «Onu Çanakkalede vukua gelen deniz fa • ciası üzerine Iktısad Vekâleti alâkadar Fransada kimse sevmez!» Sir John Simon Lord Hailshon Modern Ankara stadında ilk maç Ankara stadyomu Türk gencliğinin beden terbiyesinde yeni bir tarihin baş langıcıdır. Hasret, ümid ve iman dolu kalbile Türk sporunun üzerine kanad geren, ve onun kuvvetlenmesi için hiçbir fedakârlığı esirgemiyen Cumhuriyet hükumeti bu büyük millî terbiye işinin ilk sağlam temelini bu stadyomla attı. Ankarada, ırkî kuvvet an'anelerimizin tükenmez kaynaklanndan yeni kuvvet an'anelerimizin fışkırıp taze şekil aldığı bu millî hayat merkezinde, Türk mille tinin manevî ve fizik kuvvetinin bu tarihî ihtirak noktasında, inkılâbın ve zamanm bir ifadesi şeklinde kendini gösteren bu stadyom, Türk nesillerini millî istikbal idealleri için yetiştirecek bir mabed, ve ayni zamanda, Türk gencliğinc gideceği yolu işaret eden bir semboldür.. Ve yeni bir çalışmanın ümidli başlangıcı. Atalarımızm bize bıraktıklan bir miras vardır: Kahramanî hayat mefhumu. Bu onlann dünya telâkkisi idi. Mücadele, kuvvet, cesaret, istihkar, irade ve kahramanhk!.. Onlar mukadderat or taklığının doğurduğu başarma ortakhğile tehlikenin içine bakarlar, ve imanlannın, iradelerinin zaferi için kendilerini tehlikenin içine atarlardı. Bütün hayat onlar ıçin kahramanî idi.. Ve hayatın bütün manası kahramanhk!.. Onlar ruhlan kuvvetli, bedenleri kuvvetli yaratıcı Türklerdi.. Ve kuvvetli, genc, gürbüz bir Türklükten, kuvvetli, genc, gürbüz bir kültür yarattılar. Bugünün Cumhuriyet nesli, işte bu Türklüğü, ve bu Türklük kültürünü yeniden fethetmeğe çalışıyor ve dünyanın hiçbir kuvvet ve kudretinin mahvedemiyeceği Türklük ruhunu yeniden bularak kendine ruh yapıyor. Rehavetten, gevşeklikten, ve kültür süzlükten nıhu boşalmış, kanı kurumuş ve tereddi etmiş bezgin, zebun, zayıf, kadavra insanı mı?.. Hayır, yaraücı kuvvetli insan.. Cedlerine sadık, kültürüne sahib, yaratma insiyaklan ve başarma İradesi kuvvetli insan.. Hayat düşmanı değil, hayat âşıkı insan.. Ve kahramanlığile hayatı, Türk milletinin hayatını korumak istiyen feragatli, fedakâr In san.. Prometece bir ideal!.. Bir büyüğümüzün dediği gibi, «biz hayatta passif değil, aktif olmak istiyonız, çünkü biz yaşamağa mecburuz. Passifler Gandi'nin yamna gitsinler!..» Vaktile kendi allahlannı, kara ve deniz yollarile, Küçük Asyadan eski Yunanlılara gönderirken, Olimpiyad ruhunu da birlikte yollıyan Türk milleti, ta rihinin büyük devirlerinde, daima bir yaptltrken Londra 14 (A.A.) Dahiliye Nazm Sir John Simon'un Lordlar kamarasma aza tayin edileceği ve Kralm tac merasimi münasebetile ünvan tevcihleri listesi neşredildiği zaman Lord Halısham ın yerine Lord şanselye tayin edileceği haber verilmektedir. Lord Halisham, sıhhî vaziyeti dola yısile siyasî hayattan çekilmek arzusun dadır. Parisin umumî Paris, 9, II ncikânun manzarası spor milleti olmuştur. Olimpiyad yanş lan eski Yunanlılarda, ancak Milâddan önce Yedinci asırda başlar. Halbuki Türkler Milâddan daha binlerce yıl önce, dünyanın en kuvvetli milleti, ve en kuvvetli spor milleti idi. Avrupada darbtmesel hükmüne geçen «Türk gibi kuvvetli» sözü, ancak tarihimizin çok sonraki devirlerinin bir ifadesidir. Spor, büyük üslubda spor, ve bütün milletçe spor!.. İşte bize ırkımızın kıymetli bir mirası. Onu bugün dahi ayni mikyasla ölçen, ve ayni ölçüde istiyen Atatürk Cumhuriyeti, Ankara stadile, ve hazırladığı geniş teşkilât projelerile, bugünün Türk neslini, atalannın bu kıy metli malım tevarüs etmeğe, bu an'anevî kültür silâhmı yeniden bileyip kullanmağa ve dünya milletlerinin spor müsabakasmda ırkma has kuvvet ve kıymet mertebesini tekrar yeniden işgal etmeğe çağmyor. Mes'uliyeti kadar muvaffakiyet zevki de büyük bir Vazife ki teşki lâttan ve genclikten çalışmağı, gene çalışmağı, ve daima çalışmağı taleb eder: Şuurlu, imanlı, sistemli, teknikli, ve hedefli bir çalışma. Türk milletini, çocukluktan ve genc likten itibaren, gözü pek, vücudü pek, nıhu pek erkeklerden ve kadmlardan mürekkeb zinde bir varlık haline getir mek; Türk milletini en geniş tabakalannda sıhhatli ve mukavemetli yapmak; Türk milletini sporun çelik suyile kahramanî hayat iradesi artırılmış kuv vetli bir camia haline getirmek; Ve bunun için, spor.. Erkekte ve kadında spor.. Mektebde ve mekteb dışında spor.. Orduda ve bütün mesleklerde spor.. Genclikte ve geniş halk tabaka lannda spor.. Köyde ve ,|ehirde spor.. Karada, denizde, ve havada spor.. Bugünün hayatı ve bugünün pedagojisi, milletlerden büyük mikyasta beden terbiyesini de istiyor. Cismanî kültür, en aşağı, fikrî kültür kadar; beden terbiyesi, en aşağı, mekteb tahsili kadar, milletlere lâzımdır. Ve her Türk vatandaşı şu kanaat ve şuura gelmelidir ki spor ve beden hareketleri bir heves, bir eğlence, havaî bir merak değil, bilâkis bir vatan borcu, millete karşı bir vazifedir; çünkü Türkiyenin istikbali, onu taşıyacak kuvvetli kahraman omuzlara muhtacdır. Türk gencliği ancak bu ideali tahakkuk ettirmekledir ki Atatürkün kendisine emanet ettiği Cumhuriyet nöbetçiliği ve Türk şeref ve varlığınm muhafızlığı vazifesini başarabilir. Bir millet ve bir genclik.. Bir parola ve bir hedef.. Büyük Şefin, o bize kah CEMİYETLERDE Şoförler cemiyeti esnafın himayesini istiyor Şoförler cemiyetinden iki kişilik bir heyet dün Istanbul Vılâyetine müracaat ederek şoför esnafmın himayesi yolunda bazı dıleklerde bulunmuşlardır. Bu heyet bilhassa şunları istemektedir: Ayda otomobil başma plâka rüsumu olarak verilen 12,5, 7,5 ve 5 liralık aidatın tenzilile lüks, yeni ve eski diye sı nıflara ayrılan otomobillerin verdikleri plâka aidatmm bundan sonra bu sınıflara göre değil, otomobillerin yaşlarma göre, yani piyasaya çıktığı tarih nazarı itibara alınarak kesilmesini ve ayrıca aylık plâka rüsumunun 12,5 liradan 7,5 lıraya indirilmesini rica etmişlerdir. Istifalarını geri aldılar Bundan bir müddet evvel şoförler cemiyeti idare heyetinden altı ve yedek azadan da altı kişi istifa etmişti. Ticaret Odasınm tavassutu üzerine cemiyet idare heyetinden çekilenlerin hepsi is tifalarmı geri almışlardır. Elâzizin hayırperver ve emektar eczacısı öldü Elâziz (Hususî) 20 senedenberi şeh rimizde eczacılık yapan ve bilhassa fakirlere parasız ilâç vermekle tanmrruş, olan Arif Hikmetin ölümü burada umumî teessüre sebeb oldu. Arif Hikmetin ölümünden sonra ele geçen bir deftere göre, bu fıkarasever adam eczacılığa başladığmdan bugüne kadar fakirlere yaptığı parasız ilâcm bedeli 40 bin lirayı bulmakta ve gene parasız kimselere veresiye namı altm da verdiği ve parasını tahsil edemediği meblâğ da 30 bin lirayı geçmektedir. ramanî idealleri gösteren dünyanın en büyük mürebbisinin arkasında, ve onun tehlikelerden yarattığı Cumhuriyetin geniş polad sinesinde, idealin çelik kardeş bağile birbirine perçinlenmiş fedakâr Türk insanlarmdan mürekkeb parçalanmaz millî bir vahdet bloku.. Ve hedefi: Türkiye, ve Türkiyenin istikbali. Spor için spor değil, Türkiye için and içmiş spor.. Ve sporla granitleşmiş bir kuvvet ve zafer birliği. Bu yüksek ideal, teşkilâttan ve genclikten nekadar zahmet ve alınteri, nekadar kaygu ve emek, nekadar feragat ve fedakârlık ister.. Ve nasıl şuurlu bir hazırhk, bir icra, ve bir ikmal. Yola çetin ve sarp diyecekler! Ne zaran var. Dünyada Türkün başarma iradesinin yenemiyeceği hangi güçlüktür? Hasan Cemil seveceğim, siz de beni seveceksiniz Hasret Hanım. Hayır... Böyle olamaz. Ben sizi sevemem. Yahud, daha doğrusu benim sevdiğim genc bugünkü halinde siz değilsiniz. Ah, sevdiğim genc sözü... Ah ben bu kelimeye nekadar müteJhassirdim... Omrümde işitmediğim bir kelime... Peki bugünkü halimle değilsem hangi halimle beni seviyordunuz ? Benim sevdiğim Hasan Nuri idi. Evet, belki beni deli sanacaksınız.. Amma ben sizi kurtardığım günkü halinizde seviyorum. Yani o müthiş ve korkunc genci.. Evet, o korkunc genci! O, kolla rımda tutup kaldırdığım, yaralannı sardr ğım, hani şu iki odalı kulübede tekbaşma yaşıyan şaşkin genci... Güzellik... Siz güzelliğe inanıyor musunuz? Güzelliğin bir kıymeti, faydası olduğunu mu sanıyorsunuz? Güzellik insanlann hayalinde yaşayıp kıymet bulan birşeydir. Halbuki kalbde yaşıyan, oraya girmesini bilen her adam güzeldir. Ben daha ilk gördüğüm gündenberi artık ölen ve yerine bugünkü simanızı geçiren benlığinizin ve çehreni zin meftunuyum. Benim sevdiğim «öteki Monsieur?» diye sordum. O, Fransızlara has tebessümile ince Süratle giden trenin durmasından haince dudaklarını gererek: sıl olan sarsmtı ile uyandım. Birkaç dafstanbul sıhhiye memurları« Sancakta» dedi. kika sonra kompartimanın kapısı açıldı Sonra sağ elini göstererek ilâve etti: na zam yapılamıyor ve bir memur: « Harbde tayyareci idim, malul Sıhhiye Vekâletı bir kanunla sıhhiye « Votre passeport et vus billets, olduğum için ordudan ayrılmağa mecbur memurlarının maaşlarını artırmıştı. İsMonsieur», dedi. oldum. Sivil hayata atılınca, Türkiye tanbul Sıhhat mudürlüğu bu kanu Eğilerek camdan dışarıya bakhm ve Suriye hududunda gümrük muhafızlığı na istinaden sıhhiye memurlarının gecenin karanlığında titrek bir ampulün na tayin edildım. Oradaki halkla ve hu maaşlarınm artırılması için Vılâyete aydınlattığı beyaz bir levhaya gözüm i duddaki Türk meslektaşlanmla temasla müracaat etmişse de şehir bütçesinde lişti: «Vallorbe». para olmadığından bu zamların yapılanmda lisanınızı öğrendim.» mıyacağı cevabı verilmiştir. Sıhhat müNihayet üç gün süren yıpratıcı bir Ben: « Pek güzel» demekten başyolculuktan sonra Isviçre Fransa hudu ka birşey bulamadım. Tesadüfe bakm ki dürlüğü bir çare bulunması için alâkadar makamata müracaat edecektir. na gelebilmiştik. Fransız topraklarında tanıdığım ilk Pasaportumu kontrol eden memura Fransız türkçe biliyordu. Azgın beygirlerin yaptıklarî sordum: Oradan buradan konuşuyorduk. O Arabacı Mehmedeın ıdaresmdeki yük Ne zaman Pariste olacağız? bana, ben ona Türk ve Fransız aileleri, arabası dün sabah Köprüden geçerken Sabahleyin yediye yirmi kala, yaşama tarzlan hakkında sual soruyor arabanın atlan ürkmüş ve dört nala Monsieur. kalkarak Köprünün yaya kaldınmına duk. Işi biten memur selâm verdi, çekildi. Bilmem, nasıl oldu? Iş siyasete dö sürüklemiştir. Bu arada Hüsnü adında bir ihtiyar arabanın altında kalarak yaFakat ikidebir böyle uyandınldığım için küldü. rlanmıştır. Arabacı, bu azgm atları durartık uykum kaçmıştı. Biraz sonra nereKarşımda, demindenberi, lâkırdı lâ deyse gümrük memuru gelecekti. Önüm kırdı üzerine yetiştiren yol arkadaşım durmak için çalışmışsa da muvaffak olamamış, o da yere yuvarlanmıştır. de duran Cumhuriyeti açarak, göz gez birkaç sanıye sustu: Bunun üzerine beygirler, Mısırçarşıdirmeğe başladım. Daha geceyansı ol Monsieur Aras, dedi, Kamâl sına dört nala koşmuşlar ve bir peynirmamıştı. Yorgunluğumun tesirile içim Atatürkü sever misiniz? ci dükkânma girerek dükkân sahibinl geçmiş. Bir mabud gibi dedim. de yaralamışlardır. Tekrar uyandığım zaman Dijon'u Ya Türk milleti? Mısırçarşısı kapısında duran küfeci geçmiştik. Kompartımanıma bir zat gir Atatürkümüz için bütün Türk ler atlarm bayna küfelerini geçirmek miş. Yüzünü paltosumm yakasile kapî •*milleti benim beslediğim hissi besler. suretile bu azgm hayvanları yakalamağa muvaffak olmuşlrdır. yarak uyumağa gayret ediyordu. Içini çekerek; Artık Parise birkaç saat vardı. Bahtiyarsmız, dedi. Eşyalarımı hazırlamağa başladım. Sormak istediğim sual zihnimde kıv Üniversitesinde birçok Yahudi profesör Köşede uyuklıyan adam, ters ters bana ranıyordu. Nihayet artık dayanamadım. kürsü sahibidir. Türk kanunlan nazannbaktı. Belki bana öyle geldi. Sonra Reisicumhur M. Lebrun'ü bahse karış da Yahudi, hıristiyan, müslüman diye tabakasından bir sigara çıkararak du tırmak istemiyerek alçak bir sesle sor ayn ayn camialar yoktur. daklannın arasına yerleştirdi ve zarif bir dum: Sizde belki öyle olabilir. Fakat hareketle yaktı. Ya siz, Leon Blum'ü sever misi ben Suriyede ve şimalî Afrikada gör « Galiba sizi rahatsız ettim, Mon niz? düm. Müslüman kavimler, Hitlerden zisieur?» dedim. Ne ben, ne de Fransız milleti onu yade antisiemist. Eğer, bugün Fransız O, gayet nazik, cevab verdi: sevmeyiz. medenî kanunu Arab vatandtışlanmıza « Rica ederim.» Niçin? intihab hakkı verse, parlamentomuzda Artık eşyalarımı hazırlamıştım. îstan Yahudi de ondan. Yahudiler bu kadar mevki sahibi ola « buldan aynldığımdanberi, 3 gün zarfınBen karşımdaki adamı söyletmek isti mazlar. da, topu topu belki yüz kelime konuş yordum. Karşımdaki Fransız daha söyliyecekmuştum. Bütün Balkanlarda, hatta I Yahudi olabilir. Fakat Yahudi ti. Fakat ben: talyada bile fransızca konuşmak fırsatını olması Fransız olmasına mâni değildir « Artık Parise yaklaşıyoruz, Monbulamamıştım. Bütün müşküllerimi türk ki. sieur, dedim, koridora çıkmaz mısınız? çe ile, ve tektük bildiğim almanca keli Fransız olduğu da şüpheli. Vagonun penceresinden bakıyorum. melerle hallediyordum. Karşımda oturan Pekâlâ öyleyse, niçin Fransız halDoksan, yüz kilometro süratl (Me zata, lâf açmak için, sordum: kı ona rey verdi? Galiba, Fransızsınız, Monsieur? Şimdilik daha iyisi yok zannedi lun) un, (Fontainebleau) nun önünden Evet efendim, dedi. yordu. Onun için. Fransa, bir de sosya geçiyoruz. Yanımdaki zat izahat veri Sonra yakamdaki, kırmızı zemin üze lizmi deniyor. Fakat yazık ki bu reji yor: Parise 80 kilometro kaldı. rine beyaz ay yıldızlı rozeti işaret ederek, min başında bir Yahudi bulunuyor. Hafif bir sis ormanı örtüyor. Yeşillikoldukça temiz bir türkçe ile: Monsieur Aras, siz Türksünüz, binaen Siz de, galiba Türksünüz, beyim. aleyh şarklı. Siz de benim kadar bilirsı lerini kaybetmeğe başhyan ağaclar bana Ben, böyle türkçe hitab edilmesinden nız. Ben Yahudinin ne olduğunu şarkta Anadolu ormanlarını hatırlatıyor. Ilerliyoruz, ilerliyoruz, nihayet tren hayrette: öğrendim. yavaşhyor ve duruyoruz. Paristeyiz. « Evet», diye cevab verdim. Muhatabımm sözünü kestim. Bir an süren şaşkınhğım geçtikten Fakat, bugün Türkiyede Yahudi Biraz sonra yabancısı olduğum bu şehre sonra: aleyhtarlığı yoktur ki. Bilâkis Kamuta Lyon ganndan ayak basıyorum. « Türkçeyi nerede öğrendiniz, yımızda Yahudi meb'us vardır. Istanbul FERZAN A. ARAS siz» sınız... Sevdiniz ha... Beni sevdiniz öyle mi? Genc kadına doğru iğildi, yanıbaşmdaki bu taze vücudün titrediğini hissediyordu. Kendisinden reddedilmiyen puseyi onun dudaklarından uzun uzun aldı... Belki bu pusenin sonu gelmiyecekti. Fakat yandaki kapınm kapanışı on ları uyandırdı. Hasret, çılgm gibi bir halde: Aman, Allahım.. Ya oysa?.. Aman beni bırakınız... Beni bırakınız... Vallahi biz deliyiz... Beni seviyor musunuz Hasret Hanım? Evet, seviyorum... amma... ne bileyim.... Kendime malik değilim ki... Biz hayatımızla oynuyoruz. Hele sizin hayatmız... Çünkü benim hayatımm ne e hemmiyeti var?... ceksiniz... Sizinle konuşacak, size bazı» şeyler söyliyecek. Biz Atinada buluşacağız... Fakat rica ederim, rica ederim... kendinize sahib olunuz... Sizin hatınnız için... Ve genc adam pencereden bahçeye uzandı. sükununda tatlı ahenkler bulmuş, onlan dinlemişti. Fakat bu dinleyiş çabucak bir isyana münkalib oluyordu. Kalbinin boşluğu, senelerdenberi bir şefkat, bir sevgî ümidıle bekledıği halde bütün ümidlerinin boşa çıkması aklına gelince Nuri çıldıracak gibi oluyor, kendisini kaybedi « yordu. Amma şimdi öyle mi ya?.. İlk defa olarak aşk yüzünden sarhog olmayı tadıyor, ilk defa dudaklarınm buse denilen emsalsiz meyvadan tatmasmdaki zevki anlıyordu. Seviyor ve seviliyordu. Yann... O «yarın» demişti. Yarının bu geceden sonra geleceğini düşündükçe bu gecenin uzamasını bile istiyordu. Ondan sonra yorgunluk ve tatlı bir rehavet onu yatağına sürükledi ve soyunmadan, olduğu gibi yatakta, gözleri açık' olarak bir müddet kaldı. Bir müddet son* ra ağır bir uykunun sarhoşluğile uyudu rt gitti. Ancak geç vakit, kapısının önünden gelen bir ses onu uyandırabildi. Ona sesIeniyorlardı: Beyim, beyim... Size bir mektuB var. Acele bir mektub var. Rica ederim, kapıyı açınız!.. (Arkası var) makamlardan müstacelen malumat iste " mıştır. Deniz ticaret müdürlüğü Çanak " kale liman reisliğinden telgrafla tafsilât istemişse de dün akşama kadar bir cevab gelmemiştir. Kazanm neden ileri geldiği ve hangî tarafm suçlu olduğu henüz malum de • ğildir. Vak'a, altı vatandaşımızm ölümile neticelenmiş olduğundan iş bir deniz hâdisesi olmaktan çıkmış ve doğrudan doğruya Adliyeye intikal ermiştir. Binaen leyh, hakikî vaziyet adlî tahkikat ve mahallen yapılacak keşifler neticesinde anlaşılacaktır. Izmir mendereğinde bir Rus şilebi ta • rafından motörünün yelken, direk ve bastonu parçalanan Yakub reis dün Deniz Ticaret Müdürlüğüne müracaat ederek Sovyet acentalığını protesto etmiştir. Motör sahibi zarar ve ziyan istemektedir. [ Köşe minderinin esrarı 1 Bu akşam, şu şimdiki halimizle onun hüküm ve zulmünden nasıl kurtulacağım bilmem; hiç birşey düşünemiyorum. O kadar yalnızım, o kadar kimsesizim ki... Bilemezsiniz. Ben hiç birşey düşünmeğe ve yapmağa muktedir olamıyan bir insanım. Ben bir emirle hareket eden makineden başka birşey değilim. O bana: «Şunu yap!» diyince ben onu yapmaktan başka birşey bilmem. Ne ruhum, ne kalbim, ne vücudüm be nim malım değildir. Peki, peki... Kaçmayı, kurtulmayı düşünmüyor musunuz? Bende iradeden eser yoktur. Yal nız onun iradesi... Ve o, bu iradeyi ancak fena maksadlarla kullanır. Beni yalnız fenalığa alet eder. Bazı defa emir lerine mukavemet etmek isterim. O za man bakışlan bir kıhc gibi gözlerime dikilir, sesi bir kırbaç gibi her tarafıma sanlır, hemen itaat ederim. Onun önünde büzülür, kalınm... Ben sefil bir kadınım, sefil... Ben kurtulamam. Amn»a siz kaçınız ve kurtulunuz... Sizinle beraber, Hasret Hanun... Hayır, yalnız girmelisiniz... Sizi kaybetmek öyle mi? Hayır, hayır... Buna imkân yok. Ben sizden ayrılamam. Sizden ayrılmak elimden gel mez.. Kalacağım, sizinle beraber olacağım... Amma biliyorum ki bu vaziyette de kalırsam dünyanın en bedbaht adamı olacağım... Ne yapayım? Kaçınız buradan... Hayır... Hayır diyorum; kaçamam. Kaçmak bir deliliktir. Ben dünyanın bütün altmlarına sahib olmuş gibi zengin ve refah içinde bir adam olacak değil miydim? Bana Samoilof'un vadettiği böyle bir hayat değil midir? Bana bu güzelliği neden verdi? Mes'ud etmek için, sevilmek ve sevmek için.. O halde sevmeme ve mes'ud olmama mâni olamaz. Hatta son derece nüfuzu olan bir adam olacaktım. O halde kendi talihimi istediğim surette deniyebilirim. Hulâsa ben sizi tekrar tekrar göreceğim, ben sizi Yolcular Hasan Nuri, tekrar Samoilof'un köşküne geçti. Sonra odasına girdi. Fakat istirahat etmesine imkân yoktu. Son derece heyecanlı olduğu için yatağma bile uzanamıyordu. Aklı, fikri mütemadiyen komşu köşkün güzel sakininde idi. Arada bir gözlerini komşunun iki penceresine dikerek hayalâta dahyordu. Biran, bu iki pencerenin aydınlandığmı ve perdeleri üstünde bir gölgenin dolaştığını gördü. Bu, onun gölgesiydi. Sonra tekrar lâmbalar söndü ve pencerenin pancurları kapandı. Bütün köşk gibi bu iki pencere Beni seviyorsunuz, ben de sizi sede derin bir sükuna dalmışh. Şimdi ona viyorum... Ne rüya yarabbi!.. yalnız beklemek kahyordu. Amma bu Haydi gidiniz, haydi!.. blklemek hiç te azablı değildi. Bilâkis Genc kadın, Nuriyi pencereye itti. O" ona tath bile geliyordu. rada uzun bir buse daha, iki genci birbiBöyle kokulu ilkbahar gecelerini çok rine bağladı. Hasret zorla ondan aynldı ve: hatırhyordu. Nekadar uzun zamanlar Yann, dedi. Gene Davudu göre buna benziyen ilkbahar gecelerinin derin
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear