18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 TEMMUZ 2020 6 HÜKÜMETLERLE SILIKON VADISI DEVLERI ARASINDA YILLARDIR SÜREN ITTIFAK İletişim sansürünün iki yüzü İnternet 1990’larda medya düzeninin işleyiş kurallarını tersine çevirebilecek bir güç olarak ortaya çıktı. Alternatif medyanın çoğalmasını sağlaması ve siyasi iktidara bağımlı iletişim gruplarının hegemonyasını sarsması bekleniyordu. Oysa burada da devlet güvenlik krizleri karşısında kaldıkça internetin ekonomik politikasının tek elde toplanmasına oynayarak gücünü yeniden tesis etti. Büyük dijital platformlar iletişimimizin çok büyük bir kısmını merkezileştirip halkı gözetim altında tutmak ve ifade alanlarını sansürden geçirmek için benzersiz bir teknik uzmanlık geliştirmekte... FÉLIX TRÉGUER* F ransa’da Anayasa Mahkemesi hü kümetin ve büyük dijital platformların himayesinde, internetin yargı dışı sansürlenmesini düzenleyen Avia yasasının önemli bir bölümünü geçersiz kıldı. Bu karar her şeye rağmen devlet ile bilgi kapitalizmi arasında yüzyıllardır var olan karşılıklı bağımlılık ilişkisini sorgulatacak bir nitelik taşımıyor. Yasalara aldırmayan çokuluslu dijital şirketler ve onları denetim altında tutmaya çalışan devletler, genellikle birbirleriyle hasımmış gibi gözükürler. Oysa konu internetin denetlenmesi ve sansürlenmesi olduğunda, aralarındaki ilişki birbirine bağımlı bir hal alıyor. Kamu gücüyle bilgi kapitalizmi arasındaki bu ittifakın geçmişi ise çok eskilere dayanıyor... 12 Kasım 2018 tarihinde UNESCO’nun Paris’teki büyük konferans salonunda İnternet Yönetişimi Forumu düzenlendi. Emmanuel Macron enerji dolu bir biçimde konuşma kürsüsüne doğru ilerledi. “Açık fikirli olmayan” popülizmler karşısında liberal demokrasinin savunucusu rolünü üstlenmeye kararlı genç Fransa Cumhurbaşkanı, dijital dünyanın önemli meseleleri üzerine konuşmasını duymaya gelmiş olan bu uluslararası dinleyici topluluğu karşısında son derece rahat görünüyordu. Konuşmasında, beklenildiği gibi, internetin denetlenmesine ilişkin iki modeli karşı karşıya getirdi: Bir tarafta, “güçlü, hâkim, dünya çapında, özel sektör aktörlerinin başını çektiği”, her türlü devlet kontrolüne kafa tutan özgürlükçü “Kaliforniya interneti”, diğer tarafta ise “güçlü ve otoriter devletler” tarafından bölmelere ayrılmış ve tamamen gözetim altında tutulan “Çin interneti”. Macron, bu ikisine nazaran daha iyi bir alternatif olarak üçüncü bir yola işaret etti: “İnternet aktörlerinin tümünün sivil toplumlar, özel aktörler, hükümet dışı örgütler, aydınlar, gazeteciler, hükümetler işbirliği içerisinde ortaklaşa bir denetim” sağlamayı başardıkları bir yol... Karşılıklı bağımlılık... İnternetin bu “çok aktörlü yönetişimi” efsanesinin arkasında, basmakalıp “sivil toplum” referanslarına rağmen şu var: Fransa Cumhurbaşkanı, dizginsiz bir gözetim kapitalizmi (1) ile devletin demir elinden oluşan bu iki modelin, kendi bakış açısına göre, en iyi yönlerini bir araya getirecek bir projeye arka çıkmakta. Çin ve Rusya internetin kontrolüne yönelik politikalarını pekiştirmek için övünebilecekleri dijital şirketlere sahipken bu alanda milli şampiyonları bulunmayan Avrupa ülkeleri, dünya piyasa değerleri açık ara önde olan bir avuç Amerikan şirketiyle yetinmek zorundalar. İnternet platformlarındaki sapmaların (hâkim konumun kötüye kullanımı, özel hayatın gizliliğinin ihlali, yalan haberler...) önüne geçmeye yönelik kabul ya da taahhüt edilenyasal düzenlemelere rağmen, devletler ve çokuluslu dijital şirketler arasında görünüşte var olan çatışma, aslında birbirlerine karşılıklı olarak daha da fazla bağımlı oldukları gerçeğini gizlemekte. Haberleşmenin denetlenmesi ve sansür edilmesinin tarihi bu gelişmeleri anlayabilmek için aydınlatıcıdır. Çünkü neoliberal konjonktürün de ötesinde, kamu gücüyle iletişim araçlarının özel idarecileri arasında gerçekleşen tanıdık atamalarının mantığı medya tarihinin değişmez bir gerçeği gibi duruyor. Bu ittifaklar, teknolojik kırılmalar veya politik sarsıntı Trump’ın Mart 2018’de ilan ettiği Bulut (Cloud) Yasası ve halen AB düzeyinde üzerinde çalışılan Avrupa’daki muadili “eEvidence” paketi gibi yeni yasal düzenlemeler, Google ve Microsoft tarafından aktif şekilde desteklendi. Söz konusu yasalar, bu şirketleri herhangi bir sınır ötesi talebin hedefteki kullanıcının temel haklarını ihlal edip etmediğine tek başına karar verebilecekleri bir konuma getirmekte. Bu mekanizmalar, Avrupa Konseyi’nin siber suçlarla ilgili sözleşmesine benzer anlaşmalar aracılığıyla çok hızlı bir şekilde uluslararası hale gelebilir. lar sonucunda ortaya çıkan krizlerle karşı karşıya kalındığında, fikirlerin dolaşımı üzerinde etkili bir kontrol sağlanmasını mümkün kılıyor. Kamuözel ortaklığı... 16. yüzyılda bile, matbaacılığın gelişimi kitaplara erişimin demokratikleşmesine ve yıkıcı politik ve dini doktrinlerin yayılmasına katkı sağladığı bir sırada, devlet de düzen karşıtı görüşlerin açtığı gediği kapatmak için kamu ve özel sektör arasındaki ortaklıkların yardımına başvurmaktaydı. Fransa Kralı 1. François, 1539 yılından itibaren yayıncılığın ana merkezleri olan Paris ve Lyon’da matbaacılık ve kitapçılık mesleklerinin icrasına ilişkin şartları belirlemişti. Ayrıca, sektörün tamamı için devletin muhatabı rolünü üstlenmekle görevli sendika odaları da kurdurdu. 1618 yılında, kitapla ilgili meslekler için denetleme yetkisiyle donatılmış tek bir sendika odası oluşturuldu. Sendika temsilcileri basımevlerini ve kitabevlerini ziyaret edebiliyor, yönetmeliklerin uygulanışını kontrol edebiliyordu vb. Parisli kitapçılar, rekabeti zayıflatmak için, kitap yayıncılığında kalıcı bir tekel talep ettiler; Kardinal Richelieu taleplerinin önemli bir kısmını karşıladı ama onlar da karşılığında, denetim görevlerini ve çok sayıda dürüstlük kriterini yerine getirmek zorundaydı. Bu politika, özellikle de taşradaki kitapçıların lehine olan birkaç düzenlemenin ardından, otuza yakın matbaacıkitapçının krallık içerisinde kitapların üretimi ve dağıtımını bir şekilde kontrol altına almasını sağladı. Yayıncılık ekonomisinde yaşanan ve bugün dijital dünyanın devleri için de geçerli olan, bu merkezileşme, devletin kontrol etmesi gereken aracı sayısını azaltmasını ve böylece sansüre bağlı “işlem maliyetlerini” düşürmesini sağladı. Fransız Devrimi’ne eşlik eden benzeri görülmemiş bir ifade özgürlüğü döneminin ardından, Napolyon İmparatorluğu bağımsız gazeteleri ortadan kaldırdı, matbaacı ve basılı yayın sayısını da yavaş yavaş küçülttü. Öte yandan iktidar, 1830’lardan itibaren, basın özgürlüğüyle ilgili 1881 tarihli yasanın habercisi olan bir gevşeme sürecinin başlangıcında, yüksek tirajlı popüler basının güç kazanmasına göz yumdu. Bunun nedeni neydi? Özgürlük ideali için verilen samimi bir taviz mi, yoksa siyasi iktidar ile basın endüstrileri arasındaki etkili bir ortaklığın derinleşmesi mi? Muhalif yayınları, özellikle de sosyalist nitelikte olanları, vuran baskıcı dalgalar hariç tutulursa, daha ziyade görünen o ki, artan bir ekonomik yoğunlaşmanın kurbanı olan bir sektördeki böylesi bir liberalleşmeyi mümkün kılan iş çevrelerinin sağladıkları güvenceler olmuştu. Baskı tekniklerindeki yenilikler, reklamla finanse edilen “ucuz” basının ortaya çıkışı ve aynı şekilde okumayazma öğreniminde kaydedilen ilerlemeler, siyasi fikir basınından haber ve eğlence basınına geçişi kolaylaştıran bir okuyucu sayısı yarışına yol açtı. Böylesi bir süreç, basın tüccarlarıyla düzenleyici otorite arasında her zaman daha sıkı ilişkiler gerektirir. Bu nedenle, ifade özgürlüğüne yargısal koruma sağlayarak ön sansüre son veren 1881 tarihli yasayla simgeleşen kamu özgürlüklerine verilen tavizler, kitlesel medya çağına girişin başlattığı depolitizasyon hareketi dikkate alınarak değerlendirilmelidir. 1881 yasası, medyanın egemen tarihinde geçerli olan resmi anlatıya göre, siyasi iktidardan bundan böyle bağımsız olan basının kahramanca kazandığı bir zaferdir. Oysaki bu yasa, iktidarın liberalizmle uyum içerisinde olduğunda daha etkili bir denetim sağlayabileceğinin bilincine vardığını göstermektedir; yani, kanunun keskin kılıcı yerini bilgi kapitalizminin yöntemlerine bıraktığında. Zaten 3. Cumhuriyet’in yasa koyucuları, otoriteye karşı bazı eleştirileri bastırmaya yönelik düzenlemelerle arkasını sağlama almaya da özen göstermişti. Benzer ittifaklar, 1860’lı yıllardan itibaren, devletin ilk özel telekomünikasyon ağlarını kontrolü altına almasını sağladı. 20. yüzyılın sonundaysa, devlete ait radyotelevizyon tekelleri döneminin ardından gelen özelleştirme süreci bu gizli anlaşmaları da güncelleştirdi. Yeni durumda, medya alanı çift yönlü olarak hem devletin hem de piyasanın güdümüne girmiş oldu. Gözetim altında tutmak 1990’lı yıllarda internet militan öncüleri sayesinde medya düzeninin işleyiş kurallarını tersine çevirebilecek bir güç olarak ortaya çıktı. Bu genel ağın alternatif medyanın çoğalmasını sağlaması ve siyasi iktidara bağımlı iletişim gruplarının hegemonyasını sarsması bekleniyordu. Oysa burada da, devlet güvenlik krizleri karşısında kaldıkça internetin ekonomik politikasinin tek elde toplanmasına oynayarak gücünü yeniden tesis etti (2). Büyük dijital platformlar, aslında, kendi bilgi birikim yöntemleriyle hareket ederek iletişimimizin çok büyük bir kısmını merkezileştirip halkı gözetim altında tutmak ve ifade alanlarını sansürden geçirmek için benzersiz bir teknik uzmanlık geliştirmekteler. Bunlar, tam da devletin kendine mal etmeyi isteyeceği yöntemlerdir. 2013 yılından sonra, Edward Snowden’ın ifşa ettiği belgeler büyük dijital platformların Amerikan istihbaratının gözetleme programlarıyla ilişkilerini ortaya çıkardı. Söz konusu dönemde, bu şirketlerin yöneticileri kendilerini bu güvenlik aygıtından ayrıştırmak veya kulla nıcılarının kaygılarını gidermek için hiçbir çaba göstermediler. Üstelik yetkililerle aralarındaki işbirliğinde sınırlamaya da gitmediler, özellikle de soruşturma yürütenler özel hesaplara bağlı kişisel bilgilere erişim izni istediklerinde. 20132018 yılları arasında ABD’de Dış İstihbarat Yasası çerçevesinde izin verilen adli taleplerin ilgilendirdiği kullanıcı sayısı Google’da yüzde 680, Facebook’ta ise yüzde 1300 oranında arttı (3). Fransa’da ise bir “temas grubu” çerçevesinde dijital bir oligopol ile İçişleri Bakanlığı arasında 2015 yılından itibaren yürütülen görüşmeler, yetkililere sağlanan veri sayısında etkileyici bir artışa yol açtı. 20132019 yılları arasında Google için yüzde 670 ve Facebook için yüzde 800 oranında bir artış yaşandı. Söz konusu şirketler ayrıca, Eski Rejim’in matbaacıkitapçı sendika odalarının uzaktan vârisi olan bu şeffaflıktan uzak mekanizma sayesinde, hizmetleriyle ilgili (örneğin devletin gözetleme gücünü zayıflatabilecek şifreli protokoller konusunda) uygulamaya hazırlandıkları güncellemeler hakkında Fransız yetkililere bilgi de vermekteler. Temel haklar sorusu... Aynı zamanda, önceden ulusal yetkililerin ülke sınırları dışında depolanan verilere erişimini düzenleyen adli işbirliği anlaşmalarının da etrafından dolaşılmakta. Donald Trump’ın Mart 2018’de resmen ilan ettiği Bulut (Cloud) Yasası ve halen Avrupa Birliği düzeyinde üzerinde çalışılan Avrupa’daki muadili “eEvidence” paketi gibi yeni yasal düzenlemeler, Google ve Microsoft tarafından aktif bir şekilde desteklendi. Söz konusu yasalar, bu şirketleri herhangi bir sınır ötesi talebin hedefteki kullanıcının temel haklarını ihlal edip etmediğine tek başına karar verebilecekleri bir konuma getirmekte. Bu mekanizmalar, Avrupa Konseyi’nin siber suçlarla ilgili sözleşmesine benzer anlaşmalar aracılığıyla çok hızlı bir şekilde uluslararası hale gelebilir. Sansür cephesinde ise benzer ittifaklar ifade özgürlüğüyle ilgili güvencelerde tarihi bir gerilemeye işaret ediyorlar. Ocak 2015’te Paris’te gerçekleşen terör saldırılarından beri cihatçı propaganda ve “nefret söylemi” karşısında yürütülen mücadele, polis güçleriyle dijital platformlar arasındaki artan sıkı işbirliğini mazur gösteriyor. Bu iş birliği, yasaklanan veya sadece, Macron’un UNESCO’da kullandığı ifadeyle, “arzu edilmeyen” söylemleri görünmez kılmayı amaçlıyor. Şu an söz konusu olan, adli prosedürlerin etrafından dolanarak sansürün genelleştirilmesi ve otomatikleştirilmesi. Devletlerin aslında istediği, dijital okyanusta uygun olmadığı düşünülen “içerikleri” tespit edip engellemek amacıyla Silikon Vadisi’nin devleri tarafından geliştirilen “yapay zekâ” tek niklerini genelleştirmek. Bu arada, dijital platformların itidal politikalarını uygulamak için zor şartlarda çalışan binlerce “küçük sansür elini” şu an için hâlâ kullanmak zorunda olduğunu belirtelim. Bu yeni sansür modeli, ulusal düzeyde veya Europol gibi kurumların himayesinde yürütülen deneylerden sonra hazırlanan yasa metinleriyle kalıcı hale getiriliyor. İnternetteki “nefret söylemleriyle” mücadele etmek için 2017’de kabul edilen Alman NetzDGC yasasının anlamı budur. Fransız parlamentosu tarafından kabul edilme aşamasında olan “internette nefret dolu içeriklere karşı” yasa önerisi veya Brüksel’de kabul edilme sürecinde olan terörist propagandaya karşı Avrupa yönetmeliği gibi benzer yasalar da aynı amacı taşıyor. Fransız ve Alman içişleri bakanları, Nisan 2018’de Avrupa Komisyonu’na gönderdikleri ortak bir mektupta, bu yasa metinleriyle neyin hedeflendiğini açık sözlülükle ifade ettiler: Google veya Facebook tarafından geliştirilen sansür önlemlerinin küresel internet ağının tamamı için genelleştirilmesi (4). Bakanlar, muhalif söylemlerin görünmez kılınması için her yöne çekilerek sık sık araçsallaştırılan bir kavram olan “terör övgüsü” konusunun ise sadece bu yönde atılan bir ilk adım olduğunu da açıkladılar. Mektupta, gelecekte “tespit edilen kuralların çocuk pornosu niteliği taşıyan ve nefret söylemleri (ayrımcılığın ve ırk temelli nefretin teşvik edilmesi, insan onuruna saldırı) barındıran içeriklere doğru genişletilmesinin uygun olacağı” ifadeleri de yer aldı. 1881 yasası ve ifade özgürlüğüne getirilen yargısal koruma sahneden çıkıyor. Geniş ölçüde özelleştirilmiş ve giderek otomatik hale gelen yargı dışı bir sansür rejimi güçlenme yolunda ilerliyor. (*) Araştırmacı, La Quadrature du Net üyesi. Bu makale yazarın “Gözden Düşen Ütopya. İnternetin Karşı Tarihi, 15. yy 21. yy” (Fayard, Paris, 2019 ) adlı kitabından uyarlanmıştır. Çeviri: Zeynep Peker (1) Referans makale: Shoshana Zuboff, “Gözetim kapitalizmi”, Le Monde diplomatique, Ocak 2019. (2) Referans makale: Dan Schiller, “İnterneti kim yönetecek?”, Le Monde diplomatique, Şubat 2013. (3) “Bilgilerin şeffaflığı” raporları, Google, https://transparencyreport.google.com, ve “Kullanıcı verileri için hükümetlerin talepleri”, Facebook Transparency, https://transparency.facebook.com (4) Joe McNamee, “Sızıntı: Fransa ve Almanya internet şirketlerinden daha fazla sansür talep ediyor”, European Digital Rights, 7 Haziran 2018, https://edri.org
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle