23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

5 6 TEMMUZ 2020 Salif Keita, Alpha Blondy, TikenJah Fakoly ya da sinema yönetmeni Cheick Oumar Sissoko gibi dünyaca ünlü starların bu isyan hareketinin ön safhasında yer alıyor olması olayın ne kadar derin olduğunun da göstergesi. Ünlü sanatçı Richard Bonna, Afrika para birimi CFA frankını protesto etmek üzere Şubat 2019’da Abidjan’daki konserini iptal etmişti. Guy Marius Sagna’nın başını çektiği “France dégage” (Çekil Fransa) hareketi ve Kemi Seba’nın başlattığı “Urgences Panafricanistes” (Panafrika Acil Vakaları) hareketi gibi hareketler ile sembolleşen yeni siyasi radikalleşme biçimleri de dikkate alınmalı. Covid19 pandemisi sonrası Afrika uyanıyor mu? BOUBACAR BORIS DIOP * Baş tarafı 1. sayfada S algın, Afrika’nın kendi kırıl ganlığı ve dünya gözündeki değersizliği konusunda bilinçlenmesini sağladı. Afrika’nın büyük insani trajedilerde kendini kurtarmak için kimseden bir şey beklememesi gerektiğinin somut olarak farkına varmasına yol açtı. Bu felaket bütün ülkeleri aynı anda vurduysa da, ülkeler bu felakete direnmek için blok oluşturmadılar. Hatta tam tersine, ulusal egoizm, dayanışma refleksinin üstüne geçiverdi. Neredeyse her şey için başkalarına bağımlı olan Afrika kıtası, kendi yıkımının koşullarının yıllar içerisinde üst üste birikmiş olduğunu çok çabuk farkına vardı. Çok basit aslında, zengin Batı ülkelerini alt eden virüs Afrika’da da aynı öldürücü etkiyi yaratsaydı ifade edilen toplu katliam mutlaka yaşanırdı. Öte yandan, bu felaket Afrika üzerine ağır bir darbe vurduysa da Afrikalılar bu salgını, yazar Aimé Césaire’in değindiği “dünyanın sonunu yeniden başlama” (2) hayali kurmak için beklemediler. Batılı güçleri böylesine acınası durumda görmek pek nadir olduğundan aslında belki de bunun için en uygun an. Enine boyuna düşünüldüğünde yaşananlar aslında tarih bağlamında İkinci Dünya Savaşı sonrasını hatırlatıyor. Afrikalı askerler, insani hakikatlerin gerçek sahası olan savaş meydanlarında sömürgecinin mutlak gücü efsanesinin söndüğünü gördüler. Diğer halkların mücadelelerine de tanık olduklarından yaşadıkları zulmün mekanizmalarını daha iyi anladılar. Avrupa’nın kurtarıcıları, beyaz adam kompleksinden kurtulup ön sırada yer alan siyasi aktörlere dönüşerek bağımsızlık için tüm muharebelerin kalbinde yer aldılar. Batı büyük yara aldı Berlin Duvarı’nın yıkılması sonrasında da benzer bir düzenin yaşandığından söz edilebilir. Aslında yaklaşık yirmi yıldır Batı, hâlâ boyunduruğu altında bulunan çok sayıda ulusu artık ne ürkütebiliyor ne de saygı uyandırabiliyor. Irak ve Libya savaşları ise az da olsa sahip oldukları ahlaki otoriteyi tümden kaybetmelerine neden oldu. Salgının ölümcül darbeyi vurduğunu söylemek aşırıya kaçmak olsa da Batı’nın büyük bir yara aldığını söyleyebiliriz. Bu duygu o kadar yaygın ki sağlık krizinin komşularına oranla nispeten kontrol altında olduğu Almanya’da bir arkadaşım telefonda şaşkınlığını gizleyemiyordu: “Batı yıkılıyor, hayatta böyle bir şeye tanık olacağım aklıma gelmezdi.” Ve ardından kısa bir kahkaha attı, o an için sesinde nefret ve neşe karışımı bir duygu hissettim. Kendisine düşüncelerimi söylemekten kaçındım: Bu felaket bir günden ertesine daha adil, daha dengeli ye Salgın, Afrika’nın kendi kırılganlığı ve dünya gözündeki değersizliği konusunda bilinçlenmesini sağladı. Afrika’nın büyük insani trajedilerde kendini kurtarmak için kimseden bir şey beklememesi gerektiğinin somut olarak farkına varmasına neden oldu. Bu felaket bütün ülkeleri aynı anda vurduysa da, ülkeler bu felakete direnmek için blok oluşturmadılar. Hatta tam tersine, ulusal egoizm, dayanışma refleksinin üstüne geçiverdi. Neredeyse her şey için başkalarına bağımlı olan Afrika kıtası, kendi yıkımının koşullarının yıllar içerisinde üst üste birikmiş olduğunu çok çabuk farkına vardı... Gıda alanında kendi kendine yetebilme ve Afrika farmakopesinin modernleştirilmesi konuları tüm tartışmaların merkezinde yer alıyor. ni bir dünya düzeni getirmeyecek. Yine de görünürde paylaşılmayan duran Batı egemenliğinin sınırları açığa çıkmış oldu. Her şeyden önce pandemi olayı patladığında Donald Trump giderek daha da gönülsüz olsa da Batı blokunun lider ülkesi ABD’nin üç yıldır başkanı idi. Başkan Trump, Batı dünyası için bir kazadan ziyade bir araz olarak görülebilir. “Büyük yenileme” teorisinin taraftarlarından olan otokrat Victor Orban’ın Macaristan’ı yönetiyor olması da bir tesadüf değil aslında. Kimlik konusunda gerilimden kin duygusuna kadar Orban’ın savunduğu görüş, Avrupa üzerinde yağ lekesi yapacaktır. Aynı düzlemde Avrupa projesine karşı zararsız bir bıçak darbesinden başka her şeye benzeyen Brexit için ne demeli? Floyd isyanı Bugün Güney’deki çok sayıda ülke yöneticisinin alenen neden Kuzey’e çattığını daha iyi anlayabiliyoruz. Aralık 2017’de Gana ziyaretinde, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ev sahibi mevkidaşının kalkınma yardımı konusunda anlattığı acı gerçekleri dinlemek durumunda kalmıştı (3); Zimbabve’de ABD Büyükelçisi, George Floyd olayı ile ilgili açıklamalarda bulunmak üzere çağrıldı, Afrika Birliği de ABD’de polislerin siyahlara yönelik şiddetini ağır eleştiri topuna tuttu. Güney Afrika Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa, “Floyd’un öldürülmesi Güney Afrikalı siyahların yaralarını yeniden deşmiştir” açıklamasını yaptı. Bu tür hareketler son derece önemli olsalar dahi, Afrika ile kendisini onların hayırsever bağışçıları olarak takdim etmeyi seven Batılı ülkeler arasındaki güç dengesinin sorgulanmasına pek de imkân sağlamış değil. Öte yandan bu tür gurur çıkışlarının genellikle, azıcık da olsa egemenlik konusunda böbürlenebilecek eski İngiliz ve Portekiz sömürgelerinden yapıldığını söyleyebiliriz. Fransa’nın oyun sahası Bu durum altmış yıldır eski sömürge gücünün otoritesinin neredeyse doğrudan hissedildiği frankofon Afrika ülkeleri için geçerli değil. Soğuk Savaş döneminde merkezi istihbarat teşkilatı CIA’nın Latin Amerika’da kukla ipi ile yönetilen bazı rejimlerin bakanlar kurulunda yer aldığı sıkça iddia edilirdi. Bu modelin çok daha hafifletilmiş hali, yabancı bir gücün parasal konular gibi karar süreçlerinin merkezinde yer aldığı dünyadaki tek yer olan frankofon Afrika ülkelerinde halen mevcut. İşte bu Afrika, Fransa için çok büyük bir ham madde deposu. Paris, Total, Areva ya da Eiffage’ın çıkarlarını tehdit edebilecek hiçbir siyasi güce müsamaha etmiyor. Kıta, 1960’ta ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmaları sonrasında, ilki 1964 yılında Sahra Altı Afrika’ya (Gabon) olmak üzere, onlarca askeri müdahale gerçekleştiren Fransız ordusunun favori oyun sahası. Afrika’daki eski sömürgelerine hiçbir askeri birlik göndermemiş olan Londra dikkate alındığında çarpıcı bir tezat söz konusu. İşte bu yüzden Cumhurbaşkanı Macron, “Afrika’da Fransız karşıtı duygular” olarak tanımladığı olguya aleni olarak feryat ederken büyük bir değişim duygusu izlenimi oluştu. Fransız Cumhurbaşkanı yeni nesil Afrikalıların artık tarihte yeri olmayan Fransız Afrikası anakronizmini sonlandırmaya kararlı olduklarının farkına varmıştı. Salif Keita, Alpha Blondy, TikenJah Fakoly ya da sinema yönetmeni Cheick Oumar Sissoko gibi dünyaca ünlü starların bu isyan hareketinin ön safhasında yer alıyor olması olayın ne kadar derin olduğunun da göstergesi. Ünlü sanatçı Richard Bonna, Afrika para birimi CFA frankını protesto etmek üzere Şubat 2019’da Abidjan’daki konserini iptal etmişti. Guy Marius Sagna’nın başını çektiği “France dégage” (Çekil Fransa) hareketi ve Kemi Seba’nın (4) başlattığı “Urgences Panafricanistes” (Panafrika Acil Vakaları) hareketi gibi hareketler ile sembolleşen yeni siyasi radikalleşme biçimleri de dikkate alınmalı. Afrika için egemenlik vakti Salgın aslında tam da zihinlerin tutuşmaya başladığı bir dönemde ortaya çıkıverdi. Herkes büyük bir şaşkınlıkla kendini diğerlerinin yardımına koşanlar olarak göstermekte hiç gecikmeyen Avrupa ve ABD’nin kendi vatandaşlarını kurtarma konusunda aciz kalmalarını büyük bir şaşkınlıkla izledi. Hiç utanmadan Pekin’e bağımlı olma konusunda sızlanmaları ise çoğu kimseyi şaşırtmadı. Le Canard Enchainé gazetesinin “maske savaşı” olarak adlandırdığı olay ise hafızalardan uzun süre silinmeyecektir. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz denir ya, pandemi de muazzam bir fiyaskoyu ortaya çıkarmış oldu. Bu salgın Afrikalılar arasında aslında her zaman içlerinde taşıdıkları aidiyet duygusunu tekrar uyandırmış oldu. Son birkaç haftadır daha da fazla görünür oldu. “Geleceğin Afrikası”nın hatları en iyi şekilde çizilmeye çalışılıyor. Hamadoun Touré’nin bir metnini bana tavsiye eden tarihçi Penda Mboz’un sesini duyar gibiyim: “Bak göreceksin, hepimiz şu an aynı şeyleri söylüyoruz!”, bu mütevazi duygularla yüklü “biz” kelimesinin benim için ayrı bir anlamı var. Söylenenlere ve tekrar edilenlere baktığımızda Afrika için egemenlik vakti geldi çattı. Burundi, Fas, Ekvator Ginesi gibi bazı devletlerin Dünya Sağlık Örgütü’nün bazı yasaklarına meydan okumaları bir tür teslimiyetçiliğe son vermek içindi. Hatta Madagaskar bir tür pelinotu olan artemisia bazlı OrganikCovid diye adlandırdığı kendi doğal ilacını üretmeye başladı. Çin’de siyahi Afrikalılara uygulanan kötü tedaviler de ilk kez bu kadar yüksek sesle protesto edildi. Abuja’nın Çin büyükelçisi konu hakkında bilgilendirme yapmak durumunda kaldı. Kendi kendine yetebilmek Birçokları için hayatta kalma içgüdüsü bu mücadele duygusunun yeniden kazanılmasında yer alıyor. Beslenmek ve tedavi olabilmek için başkalarına güvenmek açlıktan ya da hastalıktan ölme riskine de maruz kalmak demek. İşte bu yüzden gıda alanında kendi kendine yetebilme ve Afrika farmakopesinin modernleştirilmesi konuları tüm tartışmaların merkezinde yer alıyor. Gazeteci ve danışman René Lake’nin sözleri ile ifade etmek gerekirse “düdüklünün kapağının patladığı” en çok internet gazetelerinde ve sosyal ağlarda görülüyor. Bu öfkeli kitlesel çıkışlar en çok gençleri ilgilendiriyor: Sahra altındaki 1 milyardan fazla Afrikalının yüzde 70’i 30 yaşının altında. Gerçek bir siyasi sarsıntı söz konusu. Peki tünelin ucunda ışık göründü diyebilir miyiz? Kuşkusuz hayır. Bunun gerçekleşmesi için şu meşhur “geleceğin dünyasında” Cumhurbaşkanları Alassane Ouattara (Fildişi) ve Macky Sall’in (Senegal), adeta çıldırmışcasına, Thomas Sankara gibi düşünüp hareket etmeleri gerekir. FransAfrika uzun ömürlü olmasını bir tek siyasi personelin kontrolüne borçlu değil elbette. FransAfrika, birer zombiye dönüşmüş aydın ve kültür insanları ile yakın ilişki yönetiminde de son derece etkili. Yeni dünyanın kapısında sabırsızlıkla beklediğini söyleyenlerin çoğunluğu aslında bu statükonun ateşli taraftarları. Dahası, Cumhurbaşkanları Sall ve Macron borç konusundaki tartışmayı fırtınanın dinmesi için başlattılar. Sall kötü adam rolünü oynamayı kabul etti, yani ölü sayılarını belirlemekle meşgul olan Batılı yöneticilerden mali iltimas dilenme. Senegal Cumhurbaşkanı Sall bu davranışı ile kendisini ve Afrika’yı Kuzey ülkeleri devlet yöneticilerinin kü çümser bakışlarına maruz bıraktı. Bu tür tartışmalar Macron için aynı zamanda bir avantaj da sağlıyor, böylece tüm kıtayı “eski dünya” şemalarına yani Afrika’ya yardımın Avrupa’nın hayali ya da gerçek gücünün en güvenli özelliği olan bir dünyaya hapsetmiş oluyor. Böylesine bir karmaşanın yaşandığı bir gündemde bu duygu elbette ki daha da baş döndürücü bir etkiye sahip. Bugünkü Afrika’nın, bağımsızlık sonrası Afrika ile neredeyse hiçbir alakası yok artık. Bu yüzden de sorunlarını aynı dürtü ile çözmeye çalışması gerçeklikten uzak. En akla yatkın senaryo Ruanda, Gana ve Etiyopya’nın uyguladığı modeller gibi tekil başarılar. Uzak diyarlar kıtası... Kendisini bir bütün olarak görmeye alışmış olan Afrika, aslında hâlâ uzak diyarlar kıtası, adına yakışır kıta içi ulaşım imkanları çok az. Lagos’tan Londra ya da New York’a, Lome’den Maputo’ya yapılandan daha fazla seyahat gerçekleştiriliyor. Bunun neden olduğu bölünmüşlük, mevcut durumda ortak hareketi neredeyse imkânsız kılıyor. Bazen çok rahatsızlık verici olabilen uyuşukluğun sebebini de açıklayabilir aslında. Şu anda Tokyo’dan Brüksel’e, Sidney’den Seul’e tüm dünya AfrikalıAmerikalılara dayanışma gösteriyorken Afrika dünyayı etkisi altına alan ırkçılık karşıtı hareketin tamamen dışında kaldı. Kanada Başbakanı, Floyd’a saygı duruşunda bulunmak üzere sekiz dakika diz çökerken hiçbir Afrikalı başkan benzer bir davranışta bulunmadı. Dünyada bütün bu olaylar olurken bütün girişimlerin merkezinde yerini almak varken orada bulunmamak aslında net bir işaret. Bir virüsün tek başına Afrika Baharı’nı başlatması elbette beklenemezse de mevcut coşku ve heyecan küçümsenmemeli. Bu coşku, Cheikh Anta Diop’un da önerdiği gibi, Afrika’nın “federal kaderinin eğimini nihai olarak değiştirmesine” yardım edebilir. Diop, bu düşüncesini paylaşırken biraz da umutsuz bir sağduyu ile şu cümleyi eklemeyi ihmal etmiyor: “Sırf bilinçli egoizmden dolayı olsa bile”. Bunun için yine de hem zaman, hem tutku, hem de sabır gerekiyor. (*) Yazar. Çeviri: Sedef Atam (1) Bacary Domingo Mane, “Covid19: Afrikalı aydınlar kıtadaki yöneticilere çağrıda bulunuyor”, MondAfrik, Dakar, 1 Mayıs 2020, https://mondeafrik.com (2) Aimé Césaire, Anavatana dönüş defteri Bordas, Paris, 1939. (3) AnneCécile Robert, “İp üzerinde diplomasi”, Manière de voir, n° 165 “FransaAfrika, Tahakküm ve özgürleşme”, HaziranTemmuz 2019. (4) Referans makale: Fanny Pigeaud, “Fransa’nın Afrika’daki varlığı: Bıkkınlık”, Le Monde diplomatique, Mart 2020.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle