Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 Akademi 8 Mart 2017 Çarşamba Türkiye’ye ne öneriliyor? Türkiye neyi tartışıyor? Murat Sevinç Bir “anayasa konusu” nasıl tartışılır? Ya da “anayasa sorunu” adı verilen bir olgu, nasıl ele alınmalı? Eğer “anayasal sorun” gibi iki sözcükten oluşan bir ifade söz konusuysa, her biri ayrı ayrı irdelenmek zorunda. Ortada bir “sorun” var. Ve o “sorun” “anayasa” ile ilgili. Peki, hangi anayasa? Yürürlükteki anayasa mı yoksa daha genel anlamda, “anayasa” kavramı üzerine mi düşünmeliyiz? Ayrıca ikisi birbirinden ne kadar kolay ayrılabilir? Buna karar verdik diyelim. Geriye “sorun” kalıyor. “Sorun”un, muhtelif ideoloji mensupları tarafından farklı ele alınıp değerlendirileceği gerçeğini bir yana koyup sanki herkesçe üzerinde uzlaşılabilecek bir ‘sorun’ tanımı olabilirmiş gibi davranalım. Şimdilik... Bir durumu “sorun” sözcüğüyle tanımlamak için herhalde “olağan”ın dışında bir şeyler gerçekleşiyor olmalı. Tabii olağan dışı “olumlu” ise onu “sorun” sözcüğüyle adlandırmıyoruz. Demek ki olumsuz nitelemesini hak eden bir “durum” ile karşı karşıya olmalıyız. Ve hâl böyle ise “olumlu”nun ne olduğuna dair önceden verilmiş bir kararımız var demektir. l Ne tartışıyoruz? İki sözcük ve tanım üzerine düşündüğümüzü varsayalım. Türkiye’deyiz, 2017’nin mart ayında. Bir anayasamız, ayrıca bir de “anayasa sorunumuz” var. Daha doğrusu ülkedeki bir kesim siyasetçi ve yurttaş, “anayasa sorunumuz” olduğu iddiasında. Sözü edilen öyle genel anlamda anayasa kavramı filan da değil; 1982 Anayasası. Biraz daha daraltalım: Anayasa’da “yürütme organı”nın yapılanması ve onun yasama ile ilişkisinin kurulma biçimine dair bir “sorun”un varlığı dile getiriliyor. Bu durumda ilk merak etmemiz, sormamız gereken soru şu olmalı: “Türkiye’de yürütme organının ve cumhurbaşkanının yetki/görevleriyle ilgili sorun ya da sorunlar neler?” Öyle ya, eğer çözülmesi gereken bir sorun olduğu iddiasıyla anayasa değiştiriliyorsa, kuşkusuz herkesin aklına o sorunun ne olduğu gelir. Gelir ki, üzerine düşünebilsin ve tartışabilsin. Ardından bir yanıt beklenir. Yanıt, mutlaka “sorunuzun” yanıtı olma lı. Size, “Türkiye’de yürütme organının yetki ve görevleriyle ilgili açmazlarımız var ve değişiklik, çözüm için şu araçları öneriyor” denilmeli. Örneğin “Üst akıl değişikliğe karşı” gibi bir yanıt olmamalı. Çünkü böyle bir yanıt, evvela üst akıl adı verilen bir “şey”in varlığının kabul edilip ardından “Üst akıl değişikliğe karşı mı?” sorusu yöneltildiyse anlamlı olabilir. Eğer sorular ile yanıtlar arasında bir ilinti yoksa düşünme ve tartışma süreci en ilkel düzeyde dahi başlayamaz. Beklediğiniz yanıtın verildiğini varsayalım. Yanıtı duyan, tartışmaya girmek, belki sorularını çeşitlendirmek, onaylamak, karşı çıkmak eğilimlerini sergileyebilir. Bu süreç ise birkaç koşulun varlığını gerektirir: Kişinin, o yanıtın içeriği üzerinde bir bilgisi/fikri olmalı. Eğer fikri/bilgisi yoksa edinebileceği kanallara ulaşmasını kolaylaştıracak yollar yaratılmalı. Bilgi, kirlenmemiş kanallardan gelmeli. Kişi karşı çıkma, soru sorma olasılığından tedirginlik duymamalı. Dolayısıyla “tartışmak” eylemini hayata geçirmeye uygun, özgür bir atmosfer sağlanmalı. lGündemdeki değişiklik önerisi Peki Türkiye’de tartışılan anaya sa sorununun içeriği nedir? Türkiye seçmeni 16 Nisan 2017 günü, neye “evet” ya da “hayır” diyecek? Gündemdeki anayasa değişikli ği önerisinin hemen tüm hükümleri, 1982 Anayasası’nda cumhurbaşkanının konumunun, yetki ve görevlerinin değiştirilmesiyle ilgili. Değişiklik metni nasıl hazırlandı? Yukarıda özetlenmeye çalışılan süreçler izlendi mi? Örneğin öneri sahiplerinin tutarlı bir “sorun” tanımı var mı? O tanım açısından anlamlı çözüm araçları sunuluyor mu? Değişiklik sürecinde özgür bilgilendirme, anlama ve tartışma koşulları yaratıldı mı? Soruların tümüne, gönül rahatlığıyla “hayır” yanıtı verilebilir. Hal böyleyken önümüzdeki anayasa değişikliğinin demokratik ve çoğulcu anayasa yapıcılığının gereksinim duyduğu ölçütlere sahip olmadığı söylenmeli. Tam bu noktada bir hatırlatma gerekli: Kuşkusuz “özgür ve tartışmacı ortam” gibi bir koşul, bir metnin anayasa kabul edilmesi için şart değil. Anayasalar, antidemokratik yöntemlerle hazırlanabileceği gibi, böyle bir içeriğe de sahip olabilir. Hazırlama yolu ve içeriği, bir metne anayasa adının verilmesi için önkoşul olmaz. Buna mukabil hâlâ “aksi yönde” bir kanı oluşunun nedeni, ikiüç yüzyıl önce Batı’da yaşananlar. 18. ve 19. yüzyıllarda, anayasa sözcüğü ile bir tür değer yargısı özdeşleştirilmiş olması. Anayasaların “özgürlükçülük” ile bir arada anılması. 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 16. maddesinde olduğu gibi: “Hakları güvence altına alınmayıp güçler ayrılığı ilkesi ka Kanunu Esasi’de 1909’da yapılan değişiklikten bu yana değişen ölçülerde “meclis üstünlüğü” ilkesinin kabul edildiği bir anayasa tarihimiz var. ?KİMDİR Murat Sevinç, 7 Şubat 2017 tarihli 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. Meslekten SBF, namı diğer Mülkiye Anayasa Kürsüsü’nde çalışırken, Anayasa ve hukukun bilinen evrensel ilkelerine aykırı biçimde atılmıştır. Bu dönem SBF’de yaklaşık 800, Boğaziçi’nde yaklaşık 135 öğrencinin dersine girecek ve Batı, OsmanlıTürk anayasa hukuku/tarihi anlatacaktı. Dr. Dinçer Demirkent’le birlikte kaleme aldığı son kitabı, 1921 Anayasası ve tutanaklarına ilişkindir. bul edilmemiş bir toplumun anayasası yoktur.” Bu, bilimsel açıdan doğru görüş değil, çünkü aksi örnekler var, oldu ve her zaman olabilir. Ancak bugün dahi kabul görüyor oluşu da rastlantı değil kuşkusuz. Anayasacılık hareketinin “karakteri” ile ilgili. Devlet gücünü uyruk/yurttaş lehine sınırlayan, temel hakları güvenceye alan bir hareketin ya da yönelimin sonucu. Her neyse, saf bilimsel uyarı (yani anayasa kavramının bilimsel anlamda değer taşımadığı) bir yana; eğer demokratik bir anayasa ya da değişiklikten söz ediliyorsa, kuşkusuz yapım süreci de bu ‘iltifatı’ hak etmeli. l‘Gerekçe’de, gerekçe yok Gündemdeki önerinin “gerekçe si,” yani “sorun”un ne olduğunu tanımlayan kısım, metinde yer alan düzenlemeler ile ilgisiz. Öneride ne darbe sonrası anayasacılık geleneğine yapılan vurgu, ne 1961 ve 1982 Anayasaları’nın askeri/bürokratik vesayete neden olduğu iddiası ve ne de 15 Temmuz kalkışmasında yaşamını kaybeden, darbe girişimine direnen yurttaşlara “lâyık” bir anayasa yapma özlemi önerilen metnin içeriğini açıklıyor. 15 Temmuz 2016 gecesi yüzlerce yurttaşın yaşamını yitirmesiyle, örneğin cumhurbaşkanına kararname çıkarma yetkisi verilmesi arasında herhangi bir tarihsel, hukuksal ve nihayetinde bilimsel ilişki yok. Aslına bakılırsa, önerilen >>