Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Özgür Mumcu Medyanın milli maçı Kürt meselesi İstisnalar haricinde medya devlete savaş gerekiyorsa barut fıçısı, barış gerekiyorsa güvercin yemi. 1930’ları aratmaz: “Kürt sorununu biz vatandaşlara yanlış anlatık. Kürtlerin kökeninin Asya’dan gelen Türk boylarından olduğuna dair çok kitap vardır.” Hadi çuvaldızı kendimize batıralım. 1937’de Cumhuriyet gazetesinde “Tunceli halkı esasen Türk’tür” dendikten sonra asilerin “Oğuz Han’ın küçük oğulları olduklarını farz etsek bile” hoş görülemeyecekleri belirtilir. Kenan Evren 60 sene gecikmelidir. haberleriyle dolu. Yeni gelen dini unsur ise Zerdüştlük oldu. 2012’de Erdoğan “Bu teröristlerin yeri belli, bunlar Zerdüşt”, “CHP Baasçı, PKK Zerdüşt” buyurunca iktidarın medyası hemen haber yağdırmaya başladı. Ahaber, “PKK dağda Zerdüşt, şehirde pagan”, “İslam’a karşı Zerdüştlük ve Yezidilik” haberlerini yaparken Yeni Akit, “PKK’nın Zerdüşt Tapınağı açtığından” bahsediyordu. Devlet zerdüştlük meselesini bırakınca haberler de aniden sona eriverdi. Zira devir Öcalan’ın “Çağdaş İslami ümmetin ’millet birliğini’ anlamlı buluyorum” demeye başladığı bir yere evrilmişti. Medyanın genelinin Kürt meselesinde tutumu: “Ben bilmem, devletim bilir.” Sütunların ve köşelerin, savaş gerekiyorsa en kudretlisinden tamtam’ı çalacak, barışa karar verildiyse en hasından barış çubuğunu harlayacak kabiliyeti var. Yeter ki “milli mesele”de “milli hassasiyet” gösterilsin. Zamanın Olağanüstü Hal Bölge Valisi Hayri Kozakçıoğlu’nun dediği gibi “bir milli maçta olduğu gibi milli bir tutum” benimsendiği sürece her şey yolunda. Medyamız tutarlıdır. 90’larda genel yayın yönetmenleri Milli Güvenlik Konseyi’ne çağrılır ve Kürt meselesinde milli çizgi öğretilir. Bugünlerde de cumhurbaşkanının barış sürecindeki milli çizgiyi anlatmak için yine genel yayın yönetmenlerini toplaması boşuna değil. Tepelerden gelecek sese kulak verilir ona göre hizaya girilir. Medyanın Kürt sözlüğü de buna göre şekillenir. KÜRTÇE Bazen şive, bazen lehçe, gerekirse dil. Dil, devlet için yokken doğal olarak medya tarafından da yok sayılmaktaydı. Öyle ki Ahmet Kaya Kürtçe şarkı söyleyeceğini telafuz etiğinde dahi çatal bıçak havada uçuştu. Erbakan, “Kürtçe öğrenecekler de ne olacak” diye kendi kendine hayret ediyordu. 1930’larda da devlet için Kürtçe yoktu ama “anadili Türkçeden başka dil konuşan Türkler” vardı. Kürtçeden bahsediliyorsa da pek sakıncalı bir şey olduğu içindi. 1953’te Milliyet’te Kürtçe plakların toplatılması şöyle duyuruluyordu: “Bu plakların bir propaganda veya siyasi bir manevra gayesiyle memleketimize sokulduğu zannolunmakta.” 1986’da SHP’de Kürtçe konuşulduğu iddiasıyla parti hakkında soruşturma açılınca “Partide Kürtçe konuşan yok” savunması haberlere hemen başlık olmuştu. Kürtçe dil miydi? 1958’te Rei Cevad Ulunay’a bakılırsa “buna lisan değil, lehçe” denmeliydi. 1999’da Meclis Başkanı Yıldırım Akbulut da aynı ikirdeydi. Ama devlet aslında Kürtçenin bir dil olduğuna karar vermişti. Zamanla Kürtçe yasağı kaldırıldı. Kürtçe televizyon açıldı. Medyadan bahsediyorsun ve fakat kafayı Kenan Evren’e taktın demeyin. Devlet politikaları medya ile Kenan Evren’i yaklaşık aynı şekilde etkiliyor. Evren’inki biraz rötarlı. 1995’te Evren için Kürtler Türk boyuydu. 2007’de ise “Kürtçeyi yasaklamakla hata etik” dedi ve ekledi: “Güneydoğu’da hizmet verecek memurun Kürtçe de bilmesi lazım. Katı tutumla olmaz bu iş.” AKİL ADAM Devletin kararına göre pozisyon almada en net örnek. Akil insan konusunda Hasan Karakaya hikayesi çok öğretici. Yeni Akit yazarı Hasan Karakaya, devletin akil insan heyeti belirlemesine ateş püskürmüştü: “Akil adam” diye pazarlanmak istenen “Sakil adam”lar! Ya, “medya”yı ne yapacağız, ya “köşe yazarları”nı nereye koyacağız? Süreci, başkaları değil, bu adamlar sekteye uğratırlar!.. Onlarda “akıl” olsaydı; “PKK’nın çıkarları”nı değil, “Türkiye’nin çıkarları”nı düşünürler ve ona göre tavır koyarlardı. Gelgelelim bu yazıyı kaleme aldığında henüz liste ortada yoktu. Yazının hemen akabinde kendisinin de akil seçildiğini görünce hızla bir topuk selamı vererek canla başla akil insanları savundu. Neticede Hasan Karakaya’nın yaptığı pek barizdi ve dönüşüm bir hatada olduğu için çok açıktı. Dolayısıyla gülünçtü. Ana akım medyanın Kürt meselesinde gözü hep devlete oldu. Karakaya’dan farkı bunu çaktırmadan, ustalıkla ve devletle tam bir koordinasyon içerisinde gerçekleştirmesiydi. İstisnalar haricinde medya devlete savaş gerekiyorsa barut fıçısı, barış gerekiyorsa güvercin yemi. Bugün Kürt meselesi hakkında yazılıp çizilenlere o gözle bakmak ve devlet bir gün pozisyon değiştirirse ne yapacaklarını da bir köşeye not etmek gerek. Milli maçta dahi kötü oynayanlar ve yanlış taktikler eleştirilir. ÖCALAN Bölücübaşı, terörist başı, bebek katili, Sayın Öcalan? Savaşırken medya böyle anıyordu. Barışmaya karar verilince önce bir “sayın Öcalan” krizi çıktı. Binlerce kişi böyle dediği için yargılandı. Devlet ve dolayısıyla yargı ikrini değiştirince “Sayın Öcalan” demek suç olmaktan çıkartıldı. O vakit yakalandığında “İblis kafeste” manşetini atanların Öcalan’ın mektupları okunduğu zaman “barış çağrısı”, “silahlara veda” manşetlerini atması için bir engel yoktu. Devlet muhatap alınca medyanın da Öcalan’ı muhatap almaması için bir sebep yoktu. KÜRT Bir masal halkı. Medyaya bakılırsa bir varmış, bir yokmuş. “Taşıdıkları kabile ve aile adlarıyla etnograik birçok deliller, bu halkın esasen Türk olduğunu ispatlarken, onlar geriliklerini bir başka millet iddiasının siperleri arkasına koymak istemişler; yanlış iddianın sonucu, çevreleri için yabancı unsur olmuşlar...” Ulus, 1937. Yani her şey bir yanlış anlaşılma sorunu. Bu yokluk halinin zirvesi ise meşhur 1982 tarihli Kara Kuvvetleri Komutanlığı kitapçığının “kartkürt” tanımı. Kürtlük meselesi dağlarda güneş açınca haifçe buzlaşan kara bağlı. Haliyle “bu karın üzerinde yürüyünce, ayağın bastığı yer içeriye çöker ve KartKürt diye bir ses çıkarır.” O zaman “yüksek yaylalarda ve karlı bölgelerde yaşıyan TÜRK’lere Kürdak’lar denmiştir.” Böylece mesele çözülmüştür. Bakınız, dileyen için çare ve çözüm ne kolaydır. Uzun seneler “Kürt” ana akım medyada yoktur. Onun yerine Doğulu vatandaş tercih edilir. Kürt, yavaş yavaş var olmaya başlayacaktır. Demirel “Kürt realitesini” tanıyınca, eh artık ısrar etmeye pek gerek yoktur. Yine de mesela Kenan Evren vaziyete biraz geç uyanır. 1995 senesinde Milliyet’e verdiği söyleşide PKK VE DİN Gayrimüslim ilan edildikçe devletin rahat etiği bir örgüt. Daha beş sene evvel, Cemil Çiçek’in şu ifadesi bir çok gazetede büyük harlerle yayımlandı: Bazı PKK’lılar sünnetsiz. Başka bir manşet: PKK’lılar sünnetsiz çıktı. Bu defa konuşan Bingöl valisi, 8 sene evveli. Rutin bir haber başlığı yine yakın tarihli: Çatışmada ölen PKK’lılar sünnetsiz çıktı. Bu sünnet merakı yeni değil aslında. 1990’ların gazeteleri de PKK militanı sünnetsiz Ermeniler 6 15 MART 2015