Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
GÖRÜŞ Yusuf Hacısüleyman Turizm Uzmanı yhacisuleyman@yahoo.com 12 DOĞA SAONA ADASI Okunuşu “sauna” gibi olunca ve adına tur sözcüğü de eklenince bir an için “sauna turu” gibi algılamak olası. Çabuk bir kahvaltı ve sonrasında ver elini Karayip Denizi. İçimizi, aynı gün hem Atlantik Okyanusu’nda hem de Karayip Denizi’nde yüzebilmenin heyecanı sarmıştı. Punta Cana’dan adaya ulaşmak kolay değil. Önce otobüsle yol alıyoruz. Buralarda turizm başlamadan önce nüfusu 40 bin olan Salvaleon de Higüey şehri yıllarla birlikte 160 bin kişilik bir işçi şehri oluvermiş. Punta Cana Havaalanı’na yılda iki milyon turist iniyor ve otellerde çalışanlar bu şehre toplanmışlar. Yol boyunca, gözün erişebildiği yere kadar şeker kamışı ekili alanlar her yeri kaplıyor, cocos ağaçları yerini geniş yemyeşil bir araziye bırakıyor ve Dominik Cumhuriyeti’nin iç kısımlarına doğru ilerledikçe adanın bu turistik imajını teşkil eden ağaçlar azalıyordu. Rehberimiz Luis iyi bir rehber ve yol boyunca ülkesiyle ilgili bize bilgi aktarıyor. Nüfusun yüzde 67’sinin turizmden geçimini sağladığını ve kıyıların yalnızca yüzde 31’inde yapılaşma olduğunu belirtiyor. Luis ülkesi ile gurur duyuyor, tüm konuşmalarında ülkesinin güzel yanlarını vurgulamaya çalışıyor. Profesyonel turist rehberliği mesleğinin gelen turistlere ne kadar olumlu izlenimler bıraktırabileceğinin dersini veriyor adeta. İlk durağımız “Altos de Chavon” sanatçılar köyü. Köyde yaşayanlar ile karşılaşmayı ve insanlar ile sohbet etmeyi beklerken anladık ki bu köy öyle bir “köy” değil. Turistik eşya, tablolar, el işçiliği ile hazırlanmış mobilya tarzı ürünlerin köy tipi evlerde sergilenmesini ifade ediyor. Ancak belki 50, belki 60 metre aşağıda akan nehri de içine alan muhteşem bir manzaraya sahip tepeden bakabilmek için dahi oraya gidilebilir, o kadar güzel bir doğa kompozisyonunu insan nadiren görebilir. Nehrin üzerinde nostaljik bir arkadan çarklı vapur ile yolumuza devam ederek açık denize ulaştık. Hızlı bot ile Karayip Denizi’nin dalgalarını kıra kıra Saona Adası’na doğru ilerlerken birden denizin ortasında durduk. Arıza mı var derken, rehberimiz haydi suya atlayın, yüzelim demez mi? Denizin ortasında, su yüksekliği 140 santimetre, ayağınızın altında bembeyaz kum, suya giriyoruz yere basıyoruz ve bütün bunlar denizin ortasında. Rehber diyor ki, şu anda dünyanın en büyük doğal havuzunda bulunuyorsunuz, ve şaşkınlığımıza son noktayı, elinde bir tepsi egzotik meyveyi denizin içinde dolaşarak bizlere ikram etmekle koyuyor. Saona Adası’na vardık, güzel bir ada, yapılaşma yok, piknik yapıp dönüş yoluna geçtik. Bu kez çok büyük bir katamaran ile yolculuk yapıyoruz. Sahile yakın bir yerde demir atmış dalgalar üzerinde bir o yana bir bu yana bütün heybetiyle dalgalara eşlik eden bir katamaran gözüme ilişti, üzerinde “Atabey” yazıyordu, demek ki buralarda da vardık. “Atabey” katamaranı son haftaların gündemini, Saona Adası yolculuğu ise bana bir sözü hatırlattı: “Bir hedefe varmak için yola çıkarsınız, ancak hedefe vardığınızda anlarsınız ki gerçek olan yolculuğun kendisidir”. Bir şey olmaz diyenlere ithaf olunur! si de yavaşlıyor. Ama derinlik arttıkça yavaş büyüyen süngerler daha kaliteli oluyor. İki bin kadar farklı türü olan sünger kırk, elli, altmış metre derinliklerden toplanıyor. Üzerinde büyüdüğü kayalardan ilk kesildiğinde siyan olan sünger teknede temizlenince açık sarıya veya kahve rengine dönüşüyor. Kayaya yapışık kalan küçük parçalardan da, suda yeterli plankton varsa zamanla yeni süngerler oluşuyor. Süngerin iyi iki cinsine “yün sünger” ve “kadife sünger” diyorlar. Yün sünger suyu daha iyi tutuyor. Kadife sünger ise alerjisi olanlara tavsiye ediliyor. Bir başka küçük sarı sünger türüne “bebek sünger” deniliyor. Bu cins de içinde çok su tutabildiği için banyoda tercih ediliyor. En kaliteli sünger türüne de, biçiminden dolayı “fil kulağı” ismi verilmiş. Tanımdan anlaşıldığı gibi bu tür süngerler büyük oluyor ve fil ku lağına benziyor. “Akdeniz fil kulağı” diye bilinen sünger türü de en çok tercih edilen tür oluyor. Bu sünger diğerlerinden ortalama beş katı pahalıya satılıyor. Kimi süngerleri parça başı, kimilerini tartarak gramla satıyorlar. Kirlenen süngerler sodalı suyla dolu bir kovada temizlenebiliyor. Yirmi yıl öncesine kadar kırk günlük bir sünger toplama döneminde, bir dalgıç kırk ile elli bin parça yani yaklaşık bir buçuk ton sünger toplayabilirken bugünlerde dönemlik verim kırk kiloya kadar düşmüş. Sünger dükkanları artık deniz yıldızlarını Uzak Doğu’dan ithal eder olmuş. Sünger satın almak isteyenleri ise süngercilerin hayatları değil, süngerlerin üzerindeki fiyatlar ilgilendiriyor. Ölü Akdeniz’in sesini, denizcilerin gözyaşlarını, hüzünlü sünger hikayelerini dinlemeyi bilebilseydik keşke. www.bdemirdurak.com