Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 de en çok bu yönüyle ayrılır “diğer”lerinden. Yerleşik hayatı “gerçek ev”e, “topluca” konaklamayı “deniz”in dışına taşıyarak, “doğal”lığı tercih edişin simge mekanıdır. Deniz değil doğa, sevecenlik, kültür turizmi anlayışı hakimdir. Ancak denize girmek isteyenler, 3 kilometre yol kat ederek sahilinde mavi bayrakların salındığı koyların tadına varabilirler. Koylarında denize adımınızı attığınızda siz onun, o sizin içinizde yol alır. Gittikçe uzayan bir mavi yolculuğa girişirsiniz birlikte. Düşünce akışınız suyun mavisine, mavi gerçeğe karışır. Denizi dışlamaz, ama o kadar da haşır neşir olmaz. Uzaktan sever, sevdirir denizi. Denize, “korumacı” anlayışını kaptırmaktan mı korkar ne? Yazın yaklaşık 20 bine tırmanan nüfusuyla doğallığı koruyan bölgede insanların tercihi bozulmayandan yana olduğu için küçücük oteller dolu dolu çalışır. Zaten “büyük” kavramından uzak olan diyarda her şey, evlerin yapısına göre ayarlanmışçasına küçücük. Kırmızı Ardıç Kuşu’nun üç tanecik odası var mesala. “Heybet” denilen kavram otelin içindekilerle anlam buluyor. Alaçat Kırevi de bunlardan biri. Onun da altı odası var ama burayı özel kılan, bahçesindeki iki minik kırevi. “Özel” kavramına can veren bu mekanlar ufak tefek olmalarına karşın, zenginliğin saklı anahtarı. Sadece konaklama yerleri değil, tüm mekanlar evlerin yapısının KAPAK yine de arada sırıtıyor. Bunca güzelliği “dağlayan” bu birkaç yapının da düzene ayak uydurması gerekiyor. Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç Alaçatı’nın tarihi dokusunun bozulmaması için uğraşanlardan biri. Başarılı olup olmadığını anlamak için şöyle ufak bir gezinti yeterli. Dalgıç’ın başarısını en iyi, Alaçatı’nın yine kendi anlatıyor. Pahalılık mı? Evet! Alaçatı birçok tatil yerine göre pahalı. Bunun nedeni, insanların aradığı doğallığı ve huzuru burada bulmasına bağlanıyor ama “doğallık ve huzur” tanımlaması yöreyi tarif etmeye az geliyor. “Keşke daha ucuz olsa da daha çok insan yararlansa” diyenden geçilmiyor ama “iyi ki pahalı” diyenlerin çelişkisi de kulaklara çalınıyor. Ünü sınırları aşan Alaçatı turistlerin vazgeçilmezi. Tabii birçok ünlünün de. Onlar pahalılığın “iyi ki” diyenleri. Bu güzelliğin seyrine dalmak için bütçesini zorlayacak olanlar ise “keşke”cileri. Anlayacağınız, “her keseye uygun” diyebileceğimizin ötesinde bir yer. Ama “butik” kavramının içini boş bırakmayıp gerekli olan ayrıntılarla dolduran bu “Ege Diyarı” “iyi ki” diyenleri daha çok kendine çekiyor. Yeni yeni keşfedilen Alaçatı, sevimli görüntüsüyle gelenleri büyülemeye devam ediyor. Ruhu dinlendiren bu “rüzgar diyarı”nı gezenler, evlerine mutlu dönüyor ancak dikkat edilmesi gereken bir şey var: Alaçatı bağımlılık yapıyor. bozulmasına izin vermeyecek şekilde ayarlanmış. Alaçatı’ya “afacan çocuk” görüntüsü veren de bu bozulmasına kıyılamayan doğal görüntüsü zaten. İnsanları kendine çeken yönü, bugüne dek korunmuş doğal, mimari güzellikleri ve rüzgarı kuşkusuz. Ancak araya sıkışmış, görüntünün güzelliğini boğan yapılar da yok değil. 2004 yılında SİT alanı ilan edilmeden öncekiler, başını iki kattan fazla göğe uzatamamış ama