22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GEZDİKÇE Hikmet Çetinkaya 10 KÜLTÜR SÖYLENCELER DENİZİ... Deniz hafif dalgalı. Kış güneşi altındayım Fethiye’de. Bazı dostları anımsıyorum... Metin Abalı, Mete Atay... Metin Abalı’yı genç yaşında yitirmiştik. Mete Atay, 30 yıldır Almanya’da öğretmenlik yapıyor... Denizi seyrediyorum Çalış Plajı’nda... Gözlerimi yumuyorum ve söylencelerin içinde kaybolup gidiyorum. “Mavi Anadolu” deyince kim gelir aklınıza? Cevat Şakir, Azra Erhat, Sabahattin Eyüpoğlu, Melih Cevdet Anday... Ve Şadan Gökovalı... Fethiye’de bir kış güneşi altında, Şadan Gökovalı’nın “Anadolu Söylenceleri”ni (Salihli Belediyesi Kültür Yayınları) okuyorum. Tüm ulusların mitolojileri vardır... Elbet Türk mitolojisinde de diğer ulusların mitolojileri gibi evrenin yaradılışı konusu üzerinde önemle durulur... Gökler ve göklerde yüzen güneş; ay ve yıldızlar... Tanrısal varlıkların yaradılışı... Tanrısal varlıkların yaradılışına çeşitli olaylar neden gösterilebilir... Türk yaradılış ve türeyiş efsanelerinden biri özetle şöyledir: “Önceleri yalnız Büyük Tanrı Kara Han vardı. Kara Han’ın altında sudan başka bir şey yoktu. Kara Han, ilk insanı yarattı ama, bu insan hileci ve haindi. Sular üzerinde uçmaya başladı. Kara Han, insanın yaşaması için suların dibinden bir yıldız çıkardı, insana yıldızdan bir avuç toprak almasını, bunu suyun üzerine serpmesini bildirdi. İnsan, yıldızdan bir avuç toprak aldı. Bir avuç da kendisi için alıp ağzına sakladı. İnsan, Kara Han’ın buyruğunu yerine getirdi. Suya serpilen toprak büyüyerek ada oldu. İnsanın ağzındaki toprak da büyüyüp, ağzına sığmaz oldu. Ağzı parçalanacaktı. Bunu sezen Kara Han; Tükür! Dedi. İnsan tükürdü, tükürdüğü dağlar oluştu. Tanrı, oluşan adaya bir çam dikti. Bunun dokuz dalı vardı. Kara Han, bunları kendi hallerine bırakıp, on yedi kat göğü yarattı. On yedinci katta kendisi, on altıncı katta oğlu Ülgen oturdu. Yer altında yarattığı âleme de öteki oğlu Erlik’i oturttu.” (Prof. Dr. Şadan Gökovalı, 2006) Bir Altay söylencesinde de; yine Büyük Tanrı ile sular vardır. Suyun üzerinde beyaz bir kuğu kuşu görülür. Kuğu, suların altından gagası ile çıkardığı toprağı sulara serperek karaları yaratır. Başka bir söylencede, her yanı tatlı (ApSu) ve tuzlu (Tiamat) su kaplamıştır. Dişi dev olarak düşünülen Tiamat, erkek bir dev olan Kingo ile evlenir. Bundan sonra savaşım ve türeyiş sürer gider... Bu söylencenin bir benzerinde ApSu ile Tiamat’ın evlenmelerinden, Mummu denilen garip yaratık türedi. Bundan biri dişi, biri erkek iki dev yılan doğdu... Bu yılanların evlenmesinden yerler (Anşar) ve gökler (Kişar) oluştu. Yakındoğudan gelen bir söylencede, su yine temel yeri almaktadır. Dünya, büyük ve kırmızı öküzün tek boynuzu üstünde durmaktadır. Öküz, bir boynuzu yorulunca, dünyayı öteki boynuzuna atar, deprem bundan oluşur. Bu öküz, bir taşın üzerinde, taş bir balığın sırtında, balık suda, su da havadadır. Fethiye’de kış güneşinin altındayım... Söylenceler anılarımla iç içe... Mevlana Müzesi Fotoğraflar: Zeki Oğuz, Şerif Yenen Yrd. Doç. Şengül Aydıngün evlana’nın türbesini ziyaret etmenin “yarım M hacılık” payesi kazandırdığı yönündeki halk arasındaki inanç yüzünden her yıl 100 binlerce ziyaretçi çeken mekan, günümüzde Mevlana Müzesi olarak kullanılıyor. Konya’nın merkezinde, Mevlana’nın dergahı ile türbesinin yer aldığı yapı kompleksi 1926 yılından itibaren özel bir yasayla müzeye çevrilmiş. Aslında, Mevlana, babasının ölümü sonrasında türbe yaptırılmasını öneren devrin sultanına “gök kubbeden daha görkemlisini yapamayacağınıza göre zahmet etmeyin” diyerek türbenin gereksiz olduğunu açıkça belirtmesine rağmen, oğlu Sultan Veled, Mevlana’nın 17 Aralık 1273 tarihindeki vefatı sonrası, Mevlana’nın mezarı üzerine sade bir türbe yaptırmış. “Kubbei Harda” yani Yeşil Kubbe denilen türbe, dört fil ayağı (kalın sütun) üzerine mimar Tebrizli Bedrettin’e yaptırılmış. Geçen yüzyıllar içinde Osmanlı sultanlarının bir kısmının Mevlevi tarikatına girmesi, türbeye devlet desteğinin verilmesini sağlamış. Bu sayede çeşitli onarımlar ve ilavelerle Osmanlı’nın son günlerine kadar bakımı gerçekleşebilmiş. Günümüzde müzenin avlusuna “Dervişan Kapısı”ndan giriliyor. Avlunun ortasında “Şebi Arus Havuzu”na dilek tutup para atan ziyaretçiler arasından türbenin içine girmeden önce Kuran’nın en güzel ses ve usulüne en uygun olarak okunduğu “Tilavet Odası”na uğrarsınız.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle