Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 BELÇİKA BELÇİKA 17 Bataklıktan doğan kent: Brüksel Mine Ergen ooo kolay pes etmeeem; kesin kararlıyım. OlumY lu enerjimle, yağmurlu Belçika havasına güneşten elbiseleri giydirmeliyim. Bu düşüncelerle 11 milyon insanın yaşadığı Belçika havasıyla buluştuğum daha ilk dakikalarda, hangi uçaktan indiğim sorusuyla yanıma gelen Fransız centilmenin hemen arkasından yönelttiği ‘‘You’re beautiful’’ iltifatıyla uzaklaşması, havadan önce insanların ısındığına tanıklıkla gülümsememi sağlıyor. Brüksel’in Schaerbeek semtinde dolaşmaya çıkarsanız, ana caddedeki hemen hemen tüm işyerlerinin Türkçe isimler taşıdığını görerek bölgenin Türk vatandaşlarınca ele geçirilmiş olduğunu sanırsınız. Belçika nüfusunun yaklaşık yüzde 10’unu yabancılar oluşturuyor. Türkiye’den gelen göçmenler ise bu yüzde 10 içinden yaklaşık yüzde 15’ini. Aslında, Afyon Emirdağlı göçmenler demek daha doğru bir tanımlama. Çünkü, aynı bölgeden o denli çok göçmen gelmiş ki, kayıt işlemini yapan Belçikalı görevli Emirdağı’nı ülke, Türkiye’yi ise belde sanmaya başlamış. Avrupa’da Asya’yı yaşamak konusunda inat eden anlayıştan kadınlarımızın da payına düşeni aldığı Brüksel’de, ticaretle uğraşan göçmenlerimizin yanı sıra, işsizlik parasıyla geçinenleri de var. Hele bir de Atatürkçü Düşünce Derneği gibi çağdaş sivil toplum kuruluşlarında toplumsal buluşmaları sağlayanlar da var ki içtenlikli ilgileri ve saygılı konukseverlikleriyle gönlümde taçlandırılıyorlar. Fransızca, Flamanca ve Almanca’dan oluşan üç resmi dili olan Belçika’da ilk durağım, yaklaşık 1 milyon nüfuslu başkent Brüksel oldu. Yüzyıllar önce bataklıkların ve göllerin kurutulmasıyla yapılanmış bir kent olmasına karşın, uzun yıllardır kendi evrim sürecinin bugüne taşıdığı aşamada Brüksel, uluslararası önemli toplantıların da vazgeçilmez merkezi konumunda. Bugünün gerçeğine tarihi anlayarak ulaşılabilir sözümün tozunu alarak Napolyon’un Hollandalılara yenildiği alana Waterloo’ya gidiyorum. Anıt, tepesinde aslan yontu bulunan ve içinde dolaşabileceğiniz piramit şeklinde oluşturulmuş mini bir tepeden oluşuyor. Çok yüksek bir piramit olmayışına karşın, düzlükte yol alındığından uzaktayken de gözlerinizin tanışıklığına sunuyor kendini Waterloo. Çevresindeki turistik işyerlerinde çalışanlarsa, kendilerinden önceki kuşakların Napolyon’u yenmesinin gururunu yansıtıyor gibiler içten içe. Çalışan deyince aklıma geliverdi birden; Belçika’da sıradan bir işçi ortalama bin 200 euro alıyor ve yine ortalama 450 euro kira ödüyor. lığını korusun. Üstelik federal bir devlet biçimiyle yönetilsin. Atomu simgeleyen dokuz metalik topun bulunduğu Atomium, çevresindeki fışkırtmalı havuzu ve geniş parklarıyla da yabancı konukların vazgeçilmez uğrak yerlerinden. Atomium’da kalış süresini kısa tutup yakınındaki Mini Europe Parkı’na ulaşıyorum. Mini Avrupa İçinizdeki çocuğun özgür kalmasını ve sınırlı dış dünyanın baskıladığı iç güzelliklerinizin nefes almasını mı istiyorsunuz? O halde sizin için kaçınılmaz olan Mini Europa Parkı’na gitmeli ve beslemelisiniz iç bebeğinizi. Avrupa’nın önemli bina, kule, köprü ve limanlarının küçük birer benzerinin geniş bir arazi üzerinde sergilendiği büyük parkın adı konumuna oranla alçakgönüllü; Mini Europa. Avrupa ülkelerine göre ayrımlanmış parkta, Pisa ve Eyfel kuleleri ile Venedik ve Hollanda değirmenleri’ni peş peşe gezebileceğiniz gibi, her bir minik benzerin ön kısmındaki dokunmatik aygıtlardan, bulunduğu ülkenin ulusal marşı eşliğinde çeşitli bilgileri edinmek olası. Avrupa ülkesi sayılmamış Türkiye’ye yer verilmeyişi ise tek gölgesi zevkli gezintimin. Dokuz toplu Atomium Varlığını öğrendiğimden beridir, iç zenginliğimin dolabından seçtiğim farklı anlam giysileriyle donattığım Atomium’a giderken Belçika Kraliyet Binası’nın önünden geçiyoruz. Bir ülke düşünün. Geçmişten bugüne yaşadığı çeşitli uygarlıkların etkilerini taşıdığı alt birikimle, 1830’da Hollanda Krallığından ayrılarak bağımsızlığını ilan etsin ama bugün kendi kral Grand Place Brüksel’de ayaklarımın beni her fırsatta sürüklediği bir yer Grand Place. Yüzyıllardır zamanla dal gasını geçen görkemli binaların çevrelediği bu koca alanda, tüm dünya insanlarını bir arada görmek olası. Başka ülkeden gelen gitarist bir gencin her doğal etkinliği izleyen turistlerin alkışlarıyla ödüllendirilmesi neyse Karl Marks ve Victor Hugo’nun evlerini görebilme şansım da benim tatlı ödülüm. Bir başka ödül olarak kirazlı, muzlu, vişneli bira sever misiniz? Belçika sade, kirazlı, muzlu, vişneli diye uzayan bira çeşidiyle tam bir bira cenneti. Brüksel’de yaşayan şair dost Nihat Ateş’in rehberliğinde gittiğimiz Bira Müzesi’nde gördüğüm seçenek zenginliğiyle şaşırıyorum; her üretilen bir marka birayı içmek üzere ona özgü modelde bardak yapılmasına da. Çevredekileri gözlemliyorum da; çikolatanın anavatanında bira cennetinde demlenenlerin başı dönüyor sanırım; ancak bendeniz ‘‘göçkız’’ın kent turundan Brüksel’in şaşkına döndüğü denli değil. İtalyan asıllı centilmen servis elemanı, bize müzenin en ünlü birasını sunuyor. Yılda sayılı kereler özel günlerde alkol alan ve sarhoş olmayan bendeniz, birayı hiç yeğlemediğim halde, bu enfes kokulu özel içkiden büyük zevk alıyorum. Brüksel’i gezmeyi düşünen gezginlere, yüzlerce çeşit bitkiyi, renk renk çiçekleri ve ağaçları bağrında büyüten Botanik Bahçesi’ni atlamayın derim. Brüksel’de görülmesi gereken bir başka yer de, savaş sırasında atılan bir bombayı çiş yaparak söndürüp hayat kurtaran çocuk yontusu; Manneken Pis. Bu simge, anahtarlıktan çikolataya dek bir çok ürün olarak da satıldığından, turistik gelir açısından da önemli. Avrupa’da teknolojik gelişmeleri izlemek isteyenlerin ise tartışmasız uğrak yeri tüm Avrupa’da olduğu gibi, Medyamarket mağazaları. Ben de her bölümünü ayrı ayrı gezsem de Pink Floyd’un albümleriyle buluştuğum bölümden kolay kopamıyorum. Daha sonra Kubat’ın o doyumsuz güzellikte bulduğum dinletisine doğru yol almak üzere ayrılıyorum teknolojiden. Belçika’da yaşayan göçmenlerimizce sevilen Kubat’ın nereli olduğuna ilişkin soruma verilen yanıt beni gülümsetmeye yetiyor. Emirdağ ülkesinden(!) Brüksel’in Kumkapısı Leyleği sürüler halinde havada gören bendeniz Göçkız’ın esintisinden, Brüksel’in başı dönüyor ya, biraz durdurmak üzere gıdalarla ilgileniyorum. Sonuç şu: Bunca dolaşıyor da ne yiyeceğinizi düşünüyorsanız, benim gibi seçerek ve az yiyorsanız, deniz ürünlerinin her çeşidini bulacağınız Rou Boushe tam size göre. Çikolataların istilasındaki midenizde yer kalmışsa elbette. Grand Place de bulunan ve Kumkapı’yı andıran sokaklarda yer edinmiş şık mekanlarda ağırlayabilirsiniz kendinizi. Masaların ve çığırtkanların sokaklara taştığı bu aşevlerinde, kendine özgü özel kazanlarda seçtiğiniz soslarla pişen midyenin lezzet sarhoşluğuna karşı dikkat edin de parmaklar güme gitmesin. mineergen?hotmail.com