Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 ÇEK CUMHURİYETİ ÇEK CUMHURİYETİ 9 Pırağ’ı Nâzım Hikmet’le gezin Zeynep Oral rag’a giden, gidecek olan herkese yanlarında P mutlak Nazım Hikmet’in ‘‘Pırağ’da Vakitler’’ şiirlerini götürmelerini öneriyorum. Neden mi? Yalnızca eşsiz bir kenti eşsiz bir şairle birlikte dolaşmak için değil, aynı zamanda hem şairin hem kentin ruh hallerini yakalayabilmek için de... Prag malum, Kafka’nın şehri. Ama Kafka’nın Prag’ını daha önce Cumhuriyet’te yazmıştım şimdi sıra Nazım’ın Prag’ında. (Şair, Prag değil, Pırağ diyor bu kente) 1956’nın son günleriyle, 1957’nin ilk günlerinde yazılmış bu şiirlerde sonsuz bir hüzün ve hasret duygusu var. Ve bu hüzün ve hasret, o günlerin Prag’ıyla müthiş örtüşüyor. Unutmayalım ki Soğuk Savaş’ın en acımasız günlerindeyiz. (Yazık ki, Nazım Hikmet’in 5 şiirden oluşan Pırağ’da Vakitler’in tümünü burada paylaşmaya olanak yok, ancak her birinden tadımlık bir kaç dize verebileceğim) da kararmış kader./ Ölen bir yıldızdan uçup gelen kuşlara benziyor/ Dördüncü Şarl Köprüsü’nde heykeller.‘‘ Günümüzde Prag’da sabah, hele güneşli bir günse, kenti geze dolaşa bölen Vlatava nehrinin ışımasıyla başlıyor. Ve o ışıkta kent bir gelin gibi, bir mücevher gibi parlarken , tüm mimari özelliklerini , gotik, barok ve ‘’art nouveau‘‘ yapılarını sergiliyor. Ama en çok barok... Ve bugün o yaldızlı kuleler pırıl pırıl parlatılmış olsa da, bir zamanlar kaderden kararmış olduklarını asla unutmuyor. Yatay ışıklarla mimarinin en belirgin olduğu saatler şafak... Dördüncü Şarl Köprüsü’nden (bir adı da Karlova Köprüsü) mutlak siz de geçin. Ölen bir yıldızdan uçup gelen kuşlara benzeyen heykeller arasında biri sizi sinirlendirmesin: Elinde kırbacı, başında sarığı ‘’barbar Türk‘‘ imajını yansıtan bir figürü görmezlikten gelmeye çalışın. Prag’da sabah devam ediyor... Şimdi de ‘’Sabah: İyimser Pırağ‘‘ ‘’(...) Kesme cam bir bardağa işlenmiş Pırağ şehri/ işlenmiş elmastıraşlarla,/ dokunsam ses verecek:/ altın, çizgili,berrak, beyaz./ Saat elifi elifine dokuz/ bütün kulelerdeki ve kol saatim.‘‘ Bir zamanlar Bohemya Krallarının başkenti olan Prag, sabah saatlerinde bir Bohemya kristalini andırıyor. Işıl, ışıl, ince, kırılgan... Ve kentin neresine dokunsanız, ses veriyor. Hayır, hayır, vitrinlerdeki kristallerden değil, her köşedeki müzikten, minik orkestralardan, sokak çalgıcılarından söz ediyorum. Bu arada Çek besteci Smetana’ya (nehir kıyısındaki heykeli aracılığıyla) bir selam vermeyi unutmayın. Şair, bütün kulelerdeki saatlerin ve kol saatinin 9’u gösterdiği an mutlu olmasını şiirin sonunda açıklayacaktır. (Şiir boyunca ‘’bütün kadınlar güzel, bütün erkekler akıllı ve mankenler kedersiz‘‘dir; o dakka, o saniye tek bir yalan söylenmemiş; o dakka o saniye; körler karanlıklarını unutmuştur; o dakka o saniye kimse şaire düşman değildir. Çünkü...) ‘‘Bu dakka, bu saniye/ sen beni seviyordun canım,/ hiç kimseyi hiçbir zaman sevmediğin gibi...’’ Sabah Prag’a düşen ilk gün ışığını Nazım Hikmet’ten dinliyorum: Birinci şiir, ‘’Şafakƒ Barok‘‘ adını taşıyor. ‘’Pırağ’da bir yandan ağırıyor ortalık/ bir yandan kar yağıyor/ sulusepken, kurşuni/ Pırağ’da ağır ağır aydınlanıyor barok:/ huzursuz, uzak ve yaldızların Öğle Öğlen oldu Prag’da. Şimdi eski kentin ortasına gidin. Nazım Hikmet’in ‘‘Öğle: Hanuş Ustanın Saati’’ şiirini dinleyebilirsiniz: ‘‘Kar, önce tepede dindi,/ Pırağ Şatosu’nun orda./ Sonra, birdenbire, berrak, nazlı, serin bir ma vilik/ kestaneliklere indi./ Yumuşacık parlıyor da./ Şair memleketten uzak,/ hasretlerle delik deşik,/ Eski Kent’te duruyordu./ meydanlıkta, yapayalnız./ Gotik bir duvar üstünde /Hanuş ustanın saati/ on ikiyi vuruyordu./ Harmanilerinde yaldız/ ve en aziz Piyer önde./ Saatin içinden çıktı/ yorgun on iki havari/ ve kesesiyle de Yahuda/ ve inanç ve şer ve zulüm./ ‘’Ve geldik ve gidiyoruz‘‘/ Ve taştan bir yeniçeri/ melul mahzun aşağıda./ Ve çanları çalan ölüm/ ve yukarıda öttü horoz./ Şair memleketten uzak,/ hasretle delik deşik, etrafına dalgın baktı,/ Geldi indi salınarak nazlı serin bir mavilik meydanlığa öğle vakti.’’ Aynen şairin dediği gibi oldu... Eski kentin orta yerinde Jan Huss’un ‘‘başkaldırıya devam, özgürlüğe, bağımsızlığa devam’’ dermiş gibi durduğu yontusunun hemen yakınlarında ünlü ‘‘Astronomi saati’’ var. Ayın, güneşin, 12 gezegenin dünyaya oranla hareketlerini gösteren bu saat her öğle 12’yi vurduğunda açılan pencerelerinden 12 havvariyi görebiliyorsunuz... Sonra meydana yayılan mavilikte özlemleriniz depreşiyor... İşte o zaman eski kentin dar sokaklarına dalıp düşleri kovalamak, ayrıntılarla zenginleşmek zamanıdır. AkşamGece Akşam gelmek üzere... Şair kentin ana caddelerinden Varslav’dadır. Hem Prag Operası’na, hem Ulusal Müze’ye uzanan bu geniş cadde bugün de dünya markalarıyla dolu bir alışveriş merkezi. ‘‘Akşam: Vatslav Caddesinn Vitrinleri’’ şiiri şöyle başlıyor: ‘‘Külahlı kuleler, Pırağ şehrinde,/ kararınca akşamın üzerinde,/ düşe giren dünyalar aydınlanır/ Vatslav caddesinin vitrinlerinde.’’ (...) Ancak bütün o vitrinlerde şairin gördüğü yine özlemi, hasretidir, vitrindeki oyuncaklar değil.Ve şiir şöyle biter: ‘‘İstanbul’da bir Memet var/ altısına bastı bu yıl.’’ Gece geldiğinde Nazım Hikmet ‘‘Doktor Faust’un Evi’’ ni anlatır: ‘‘Gecenin bir geç vaktında,/ kulelerin dibinde, kemerlerin altında,/ dolaşıp durdum Pırağ’ı./ (...) Şarl Meydanı’na doğru indim yokuş aşağı,/ orda, köşe başında, kliniğe bitişik, bahçe içinde doktor Faust’ın evi./ Kapıyı çaldım./ Doktor evde yok./ Malum:/ İki yüz yıl kadar önce, tavandaki delikten,/ yine böyle bir gece,/ çekip aldı onu şeytan./ Kapıyı çalıyorum./ Bu evde ben de senet vereceğim şeytana,/ ben de kanımla imzaladım senedi./ Ne altın istiyorum ondan,/ ne bilim, ne de gençlik./ Hasretlik cana yetti, pes! Beni İstanbul’uma götürsün bir saatlik...’’ O gece yarısı, kapı açılmadı. Hasretle yanıp tutuşan Nazım, ruhunu Mefistofeles’e satamadı, bir saatline olsun İstanbul’una gelemedi. Bu gün de çalsanız açılmaz o kapı... Ama kemerlerin altında dolaşmayı sürdürürseniz, kentte onlarca konser salonu, Çek’lere özgü sözün oyunları sunan ‘‘Kara Tiyatro’’ ve ‘‘Laterna Magica’’ tiyatroları; Bohem ve Çigan müziğinin, danslarının egemen olduğu salonlar kapılarını açıp sizi Prag gecelerine daldıracaktır.