17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 ENDONEZYA ENDONEZYA 9 Borobudur gerçek mi, düş mü? zündeyim. Aşağıda, dağlar birbirini izliyor: Bali bitti, Java başladı. En batıda volkanik dağlar, kuzeyde ve güneyde dantel kıyılar. Java’nın güneyinde, adanın en eski yerleşim bölgelerinden biri olan Yogyakarta kentine doğru alçalıyoruz. Aşağısı safi tropik orman. Ormanı kesen nehirler... Yogyakarta kentinden 50 kilometre kuzeye, ansızın indiriveren ve sanki aracın önünde beton bir duvar oluşturan tropik yağmura aldırmadan ilerliyorum: Borobudur’a... Ormanlar seyrekleşmeye başlayınca, benim gibi aynı yöne ilerleyen insanlar çoğaldıkça, tam iki nehrin Elo ve Prago nehirlerinin arasına varınca ve kendimi bir insan selinin ortasında buluverince karşımda bir tepe ve tepenin üzerinde Borobudur duruyordu. gerçek ‘‘tükeniş’’... İlk bölümde doğrusu pek bir şey göremiyorum. Çünkü dünyevi hazları, şehveti, geçici istekleri gösteren kabartmaların çoğunluğu ya toprak altında kalmış ya da bin küsur yıl önce ahşap tapınak yapılırken, bu doldurma tepenin çökeceğinden korkulup bu bölüm duvarlarla örülmüş... Şimdi ikinci bölüme tırmanıyorum. Burada beş kat teras var. Hep aynı yandan bir kat çıkıp, tapınağın çevresini dört dönüp, başladığımız yere gelince bir kat daha çıkıyorsunuz. Bu yükselme ve çepeçevre dönme boyunca Buda’ya ilişkin, taş kabartmalarla dile getirilmiş Hint mitolojisinden birbirinden ‘‘fantastik’’ öyküler izliyorsunuz. Müthiş bir düş gücü, müthiş bir taş işçiliği... yayılmış soluklanıyor, aşağıdaki ve çevredeki muhteşem görüntüyü seyrediyorum... Haydi bir kat daha çıkayım. ..Nirvana Düşler ve düşünceler Biraz önce anlattıklarımın tümünü unutun. Bunlardan eser yok burada. Burada sonsuz bir yalınlık, sonsuz bir sessizlik... Oysa yine insan kaynıyor! Artık ne kabartma, ne heykel, yalızca dev çanlar: İki, üç insan boyunda ‘‘stupa’’lar. Dört köşe kare balkonlar, yerlerini daha ‘‘mükemmel’’ bir biçime, yuvarlak teraslara bırakmış. O dev stupalara iyice yaklaşıp, üzerlerindeki açıklıklardan içeri bakacak olsam, her birinin içinde yine Buda heykellerini göreceğim. Ama bakmamak belki de daha iyi çünkü artık ‘‘biçimler, şekiller dünyası’’ndan, ‘‘düşler ve düşünceler dünyası’’na yani Nirvana bölümüne geçmişim... Bu bölüm üç kattan oluşuyor. Her kat Nirvana’nın kendi içindeki evreleri nibelirlerken bin küsur yıl öncesinde mimariyle inanç alanlarının nasıl da sarmaş dolaş olduğunu ortaya koyuyor. Yeryüzündeki uyum Kitaplar, Borobudur’un her kenarı 123 metre olan kare olan zemine oturduğunu, yüksekliğinin 42 metre olduğunu yazıyor. İnsan gözüne çok daha büyük gözüküyor; sayıları, metreleri değil de düş gücünü paylaşmak istediğimizden olsa gerek... İnsan seline katılıyorum. Müslüman’ı, Hıristiyan’ı, Budist’i, Hindu’su, her dinden, her milletten, her kılıkta, her yaşta insanlar... Kimi ‘‘yeryüzünün sekizinci harikası’’nı görmeye, kimi ‘‘yeryüzündeki uyum’’u yakalamaya gelmişiz buraya. Yağmur çoktan dinmiş, kızgın güneş altıda, önümüzde yükselen, dokuz kat boyunca yükselen galerilere, teraslara dar merdivenlerden tırmanmaya başlıyoruz. Dokuz kat, Hindistan’da yeryüzünün merkezi sanılan efsanevi Meru Dağı’nın dokuz katını simgeliyor. Hemen yakındaki Marabi yanardağından alınan volkanik taşların, hiçbir harç kullanılmadan birbirine geçmesi de ‘‘doğanın mucizesi’’ni simgeliyor... Daha ilk basamaklardayken, kulağıma çeşitli diller geliyor ama buraya egemen olan dil, simgelerin dili... Borobudur, evrenin simgesi: İlk bölüm, dünyevi hazları, istekleri, güncel zevkleri, yani geçici duygularını dile getiriyor... İkinci bölüm insanoğlunun şehvetten arınıp meditasyona yönelmesi... Üçüncü bölüm Nirvana. Yani düşünülemeyecek, düşlenemeyecek, sonsuz kurtuluş, görüntülerin gerisindeki gerçek mutluluk, yeniden doğmak için Baş döndüren görüntü Taştaki öyküleri, rölyefleri izleyerek dar merdivenlerden bir kat daha yükseliyorum. Her katta, öyküler kabartmalar bir yanımda, Buda’nın dört ayrı pozisyonda heykelleri öte yanımda... Ellerini tutuş biçimine göre, sizi uyarıyor, size öğretiyor, sizi onaylıyor ya da sizi düşünceye çağırıyor. Heykel deyip geçmeyin yüzlercesi bir arada... Fantastik öyküler, yüzlerce heykel, kabartmalar, insan seli, farklı dillerde mırıldanan dualar, çepeçevre dönüp bir kat daha çıkmalar, yükseklik, çevremdeki insanlar... Daha Nirvana’ya yaklaşamadan başım dönmeye başlıyor! Neyse ki beşinci kata vardım. Şimdi, öncekilerden çok daha geniş bir terastayım. Ortalık şenlik havasında, herkes bu genişliğe dır Hint Okyanusu’ndan esen rüzgarlarının okşayışı... İçinin boş, bomboş olduğunu biliyorum: Sonsuzluğu, ‘‘gerçek hiçliği’’ hangi sanatçı, hangi işçi, hangi şekillerle dile getirebilirdi ki... Gözlerim sonsuzluğu, gerçek hiçliği ararken, stupanın da üzerinde, uçsuz bucaksız gökyüzünü görüyorum... Sırtımda okyanusun esintisini duyuyorum... Aşağıda yeşilin bin bir türünü barındıran tropik ormanlar, onların çok gerisinde sanki bulunduğum yükseklikle boy ölçüşen volkanik dağlar... Sanki doğa inancın yerini almış... Yeryüzü benim! Bütün bunları içime çekiyorum... Sanki yeryüzü benim. Kanatlarım yok ama istesem, yer çekimine meydan okuyup, gökyüzüne ya da sonsuzluğa uçabilirdim Borobudur ‘un tepesinden... Aşağıya, gerisin geriye nasıl indim bilmiyorum. Uçarak mı yoksa basamaklardan yürüyerek mi, pek anımsamıyorum... Şimdi şu son satırları yazarken, hala kendi kendime sorup duruyorum: Gerçekten Borobudur var mıydı? Yoksa ben bir düş mü gördüm? Her okurun kendi Borobudur düşünün peşinden yollara düşmesi dileğiyle... Zeynep Oral B orobudur...Adı bile düşler alemine dalmama yetiyordu... İlk kez Katmandu’ya gittiğimde duymuştum ‘‘Borobudur’’ adını. Orada tanrılarla insanların, güncel yaşamla sanatın içiçeliğine, sarmaş dolaş olmasına şaşıp kaldığımda, ‘‘Sen hele bir de Borobodur’u görsen ‘’ deyip duruyorlardı. Borobudur, Endonezya’da. Java Adası’nda. Dünyanın en eski, en büyük Budist merkezi diye biliniyor. Budizm’den çok, yapı sırları günümüzde bile çözülememiş ‘‘sır küpü’’nü merak ettiğimden gitmiştim oraya. Borobudur’un bilinenlerden çok bilinmeyeni var. Dev bir tepeyi kaplayan bu tapınağın 8. yüzyılın başında yapımına başlandığı biliniyor. Ama inşaat süresi hala tartışma konusu. Bilim adamları yapımın 75 yılda mı yoksa 200 yılda mı tamamlandığında anlaşamıyor, ‘‘Bu ikisi arasında bir şey olmalı’’ diyorlar. Ve yapımı birkaç nesil süren, toplam 55 bin metreküp taş kullanılan bu tapınak tamamlanır tamamlanmaz, halk yine bilinmeyen nedenlerden burayı terk ediyor. Çevredeki volkanların patlaması, seller, depremler olabilir mi? Borobudur bin yıl boyunca unutulmuş luğun, yalızlığın acımasız soğuk sularında, üzerine bürüyen tropik ormanların egemenliğinde neredeyse yitip gidiyor... Bin yıl sonra, 19. yüzyılda önce Yogyakartalı asiller, sonra İngilizler, ormanın ortasındaki bu ‘‘taş yığını’’ ile ilgilenmeğe, üzerinde bitki örtüsünü temizlemeğe başlıyor. Hollandalı bilim adamları restorasyona kalkışıyor. Hiçbiri başarılı sonuç vermiyor... 1968’de UNESCO, ‘‘Borobudur’u kurtaralım’’ kampanyasını başlatıyor. Temizlik, restorasyon 20 yıl sürüyor ve burası halka açılıyor. Borobudur’u görmek için önce Yogyakarta’ya gitmek gerekiyor. En kolay bağlantı Endonezya’nın başkenti Cakarta’dan. Ancak Bali’den, Bangkok’tan, Kuala Lumpur’dan da doğrudan seferler var. Gökyü Hiçliğin gerçeği Ben yine hep aynı cepheden yukarı çıkıyorum, o katı çepeçevre dönüp, başladığım yerden yine tırmanıyorum. Artık ‘‘çepeçevre’’ dediğim alan küçülmeye başladı. Çünkü zirveye yaklaşıyorum... özlerimi kaldırıp zirveye bakıyorum. Kimsenin ulaşamayacağı, üzerine çıkamayacağı dev bir stupa. Yine çan biçiminde. Ama üzerinde hiçbir biçim, hiçbir çizgi yok. Yalnızca bin 300 yıl
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle